Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Mayıs 15, 2024
No menu items!
Ana SayfaTarihGenel TarihMussolini 'ye Dair | Ahmet Hamdi Tanpınar

Mussolini ‘ye Dair | Ahmet Hamdi Tanpınar

Mussolini düştü. Senelerden beri insanlığın talihi ile oynayan adam, şimdi bir yığın benzerinin elinde, patlamış bir balon gibi büyüklüğünü, hatâlarını ve kaderini kusuyor. Yirmi beş, otuz seneden beri daima ilk safta geçen adı. hattâ unutuldu bile. Gazeteler ve günün adamları ondan geçmiş şey gibi bahsediyorlar. Yirmi seneden beridir hadiselerin sahnesinde oynayan adam şimdi perdenin öbür tarafında kaldı.

Yaşıyor mu, yaşamıyor mu onu bile bilmiyouz. Ajanslar kâh onun filan hapisanede mahpus olduğunu, kâh öldürüldüğünü yazdılar Hattâ son zamanlarda batırılan bir denizaltının içinde boğulduğu havadisi bi­le çıktı. Eğer doğru ise dünyaya el koymak için en çok güvendiği ma­kinelerden birisi kendisine tuzak oldu demektir.

Mussolini insana hiçbir büyüklük hissi vermeden bizi insan tali­hi üzerinde düşünmeğe götüren adamlardandır. O kadar hususi şartlar içinde ve o kadar garip bir şekilde yaşadı ki, bilinmeyen hiç bir tarafı kalmadı denebilir.

Onun düşmesiyle gözümüzün önünde muazzam bir talih tamam­landı. Sırtına geçirdiği arslan postu sıyrılınca bu insan birkaç türlü çeh­resiyle ve arkasında işleyen zıt zembereklerle karşımıza çıktı. Onun ha­yatına bakanlar, onda evvelâ fena paylaşılmış bir dünyanın doğurduğu uksülâmeilerden birini göreceklerdir. Sonra 19 uncu asrın ortasından beri hayata hâkim olan fikirlerden birinin, müteaddî imperıaliste telâk­kilerin sakat doğmuş çocuğu olan son asırdaki Italyan inkişafının da bu ucubenin milletine ve dünyaya musallat olmasında hissesi vardır.

İtalya diğer birçok Avrupa memleketleriyle beraber adetâ kimye­vî müstahazarlarla şişmanlatılan insanlar gibi sunî binbir tedbirle art­mağa boşladığından beri bu adamın dramatik hayatı hazırlanıyordu. Mussolini’den daha çok evvel, Trablus’a ilk Italyan taarruzu başladığı gün İtalya bugünkü akıbetinin yoluna girmiş demekti. Ergeç bu büyü­me hırsı onu yıkacaktı. Bu mukadderdi. Bunun değişebilmesi için ta­rihten asıl alınacak dersi alan insanlar lâzımdı. Tarih İtalya’yı, parça­lanmış coğrafyalarında tıkılmış kalmış, zayıf, İktisadî hayatı kendisini idare etmekten âciz milletler arasına sokmuştu. Onların tesanüdüne girmesi lâzımdı. Bir an Mussolini’nin bunu yapacağı zannedildi, Ha­beşistan’a Milletler Cemiyeti’nde sağdıçlık eden bir Mussolini büyük otarşiler için hakikî bir tehlike idi, İktisadî hayatında sağdan soldan tehdit edilen Avrupa, uzun müddet ona baktı. Fakat hayır, Mussolini bu işi becerecek adam değildi, O tarihi kelime kelime öğrenmişti. Deği­şen şeyi bilmiyordu.

*

Modern diktatörlerin büyük vasfı hâdiselerin peşinde gitmeleri­dir. Mussolini de öyle yaptı. En kolay tarafı, herkesin gittiği yolu ter­cih etti. Bir Avrupa birliğinin, bir Akdeniz federasyonunun sağlam bir uzvu olacak bir İtalya’yı kuracağı yerde eski Roma’yı diriltmek istedi. Cezayir’in harmanisi, Venedik’in tacı onu günün hakikatlerinden öbür tarafa çekti. Realiteyi bir opera dekoruna feda etti. Muzdarip milletlere el uzatacağı yerde onları bir sansar gibi boğmağı tercih etti.

Bir insan sansar olabilirdi. Fakat dünya tavuk kümesi olmağa ra­zı olamazdı. Mussolini küçük bir hesap meselesinde aldandı.

Fakat o, her şeyde aldandı. Evvelâ dünyayı hesab ederken aldan­dı, sonra kendi şahsında, kuvvetlerini hesapta aldandı, İyi bakılırsa onun hayatı kadar tamamlanmamış hayat pek azdır. Bir halk adamı olarak işe başladı. Fakat bir zümre adamı olarak iş başına geçti. İtal­ya’ya hizmet etmek istedi. Fakat millet adamı olmak şöyle dursun, sa­dece bir “jondottiere” olarak Alman ordusunda ücretli askerlikle tali­mini tamamladı. Büyütmek istediği İtalya’yı ikiye ayırdı.

Bununla beraber örnekleri daima büyüktü, Sezar, Ribenzi, Napoleon… Fakat Sezar’ı, Sezar Borgia olarak taklit etti. Napoleon’a gelin­ce ancak üçüncü Bonaparte’a erişebildi. Sadece darbeyi hükümet yaptı ve hâkim olmanın tehlikeli oyunundaki zevki tadabildi. Fakat bu hâki­miyeti hakikî şeref ve şan fikriyle hiç bir zaman bir araya getiremedi.

Napoleon ve Mussolini.. Bu iki Italyan uzun zaman zihinlerde be­raberce yaşadılar. Kaderlerinde müşterek bir nokta bulduğumuz için değil, belki daha ziyade aralarındaki fark dolayısiyle. Mussolini haya­tının bir devresinde Saint-Helene mahpusunu çok taklit etti. Fakat ona hiç yetişemedi. Hattâ düşmesi bile ona kendisini yaklaştıramaz. Napo­leon daima birinci olarak kaldı. Yaşadığı devirde düşmanlarına bile kendisini bir kahraman olarak kabul ettirmişti. Kendisiyle VVaterloo’da döğüşenler bile bir kaderi yerine getirmenin ıztırabiyle kendilerini bü­yük görüyorlardı. Ölümünden sonra talihi yarım asır Fikri ve edebiya­tı besledi. Mussolini bir gün olsun, dost ve düşmanına kahraman fikri­ni vermiş değildir. Bütün çelenkleri pazardan alma idi. Daima ikinci safta, sadece küçük hesaplarının arasında kaldı. Birisi iradesini zaru­retlerin yerine geçirmişti. Öbürü zaruretleri daima kabul etti. O daha ziyade bir “condottiere” olarak doğmuştu. Her şeyi küçük ve menfaatçi hesaplar üzerine idi. Bu hesaplar onu daima tereddüde, tâvizata gö­türüyordu. İtalya’ya hâkim olduğu zamanlar kıralık müessesesini ol­duğu gibi kabul etmesini düşünmek kâfidir. Kendisi için o kadar felâ­ketli olan bu harbe girişi bile küçük bir hesap işi idi. Fransız cephesi mukavemet etseydi Mussolini harbe girmeyecekti. O zaman bugünkü sukutu, harbin sonunda bir veda merasiminden ibaret kalacaktı. Harbin başlamasından bir sene sonra yan yıkılmış Fransa’ya salladığı hançer, ganimeti paylaşmakta geciktiğini zanneden bir çete reisinin tama’ını andırır. Sadece bu dikkat onun mahiyetindeki tezatları gösterir. Kahra­man aksiyonu kendi uzviyetinde itici bir kuvvet gibi hazır bulan adam­dır. Mussolini bundan çok uzaktı. O hareketin değil, sözün adamıydı.

Söz çok defa büyüklüğü öldürür. Çünkü insanı üst üste ve çok ko­lay zaferler kazanmağa alıştırır. Mussolini kendi zümresini her gün bir yalan ve ümitle, sözünün sihri ve diyalektiğinin kuvvetiyle avuturken bugünkü sukutunu kendisi hazırlıyordu. Fakat söz korkunç bir silâhtır.

O insanı yavaş yavaş soyar, çıplak bırakır. Yunan harbinde Mussolini böyle oldu. Kendisine daima küçük ve mecalsiz düşman seçen bu adam günün birinde, dünya karşısında “ciğerlerini sökeceğim” tehdi­dini ağzından kaçırdığı zaman sırtındaki Sezar harmanisi kendiliğin­den sıyrıldı ve çırçıplak kaldı. Hayır, onun hayatında şanlı hiçbir şey yoktur; kanlı şeyler vardır Habeşistan zaferi sadece Roma’dan ıızağa nakledilmiş bir sirk oyununa benzer. Arnavutluk işi ise sadece bir “vaz’-ı sahne” oldu. Yanyana dizilince bu küçük memleketin sahilleri­ni hemen hemen bir tahta perde gibi örtebilecek 150 gemi ile hazırla­nan bu oyun hakikatte bir iktidar komedisi idi. iki nakliye gemisi ile bir fırkanm yapabileceği bir işi bu kadar muazzam bir kuvvete emanet etmek ancak memleket içinde ve kendi zümresini tatmin için girişilmiş bir nümâyişti. Mussolini bunu yapmakta haklıydı; çünkü etrafındakiler kudret oyununa alışmıştı. Siyasî hayatına bir mürşit gibi başlayan bu hakikaten entellektüel adamın ömrünün yirmi senesi kürsüde ve sah­nede kılk dediğimiz korkunç devi çıldırtmakla geçti.

Milletle kitlenin arasında büyük bir fark vardır. Millet hayatın muvazenesidir. Kitle ise bu muvazenenin bozuluşundan çıkar. Millet adamı bu muvazenenin dehâsını kendinde duyandır. Kitle adamı kud­retini zümreden alır ve onun sayesinde hükmeder. Birisi yapıcıdır, öbürü yapsa bile sonunda kendi eliyle gene yıkar. Atatürk millet ada­mıydı. Mücadelesini hürriyet fikri için onun etrafında yaptı. Hakikî şef milletten doğar. Zümreden gelmez, Atatürk milletten gelmişti.

Mussolini’yi bu son uzletinde görmeği çok isterdim. Yirmi sene insanlığın kıymet hükümleri üstünde oynayan bu adamı tam yalnızken görmek epeyce öğretici olacaktı. Üst üste takındığı maskeler düştükten sonra, en altta kalan işsiz aktörün can sıkıntısı bana onun şahsiyetinin en öz tarafını verecek gibi geliyor.

Kendisini bildi bileli mitingte, konferansta, merasim alayında veh­minin, kudretinin, kininin, cinnetinin kudurttuğu bir kalabalık karşısın­da yaşayan bu adam, senelerden beri bütün çizgilerini değiştiren, buut­larını sonsuzluğa doğru uzatan, sözüne, el işaretine, bakışına mucizeli derinlikler veren bu sihirli iiynadan, günün her saatinde kendisine yüzbinlerin tuttuğu bu aynadan mahrum kalıyor. Hakikaten hazin bir talih!

Mussolini bu “vaz’-ı sahne”yi benimsemiş adamdı. Siyaset onda bir hitabet ve sahne meselesiydi. Bakışlarını ve jestlerini, gülümseyişi­ni, sözlerini hep bu bünyeden gelen kabiliyet idare ediyordu. Terbiye­li kaplanı, tek masa ve tek statülü geniş çalışma odası, balkondan hut­be, içmek için kaldırdığı bardağı avucunun içinde kıran, sıkmak için kaldırdığı yumruğu bir çiçek koparıyormuş gibi narin bitiren jestler, hepsi orta derecede bir açık hava oyunu, çok defa kaba komiğe kaçan bir tiyatro idi.

Halbuki sahne ve hitabet kadar siyasete zıt şey yoktur. Çünkü her ikisi de insanı “exalte” eder, çıldırtır. Halktan hatibe ve hatipten artis­te gelen karşılıklı tesirler insanı çok defa kendi sözünün sarhoşu ve ko­nuşan ağzını bir nevi lakırdı değirmeni yapar. Mussolini senelerce ko­nuştu, söyledi, tehdit etti. Bu heyecan isteyen kalabalığa tohum halin­de serptiği müphem ümitleri, gene oradan dağlar kadar büyümüş top­ladı. Ve bir gün hâdiselerin karşısında kendisini kendi sözleriyle bağ­lanmış buldu.

İlâhî ve hükümran aklın hâkim olacağı yerde yirmi sene sadece bir hassasiyet hüküm sürdü. Uzlette pişmesi lâzım gelen bir yemek dört yol ağzında hazırlandı.

O, bütün bir millet yerine bir sınıf ve zümre ile iş görmek istedi­ği için daima hesaplarının dışına çıkmağa mecbur kaldı. Zümre adamı hakikî şef olamaz. Bu zümre adamı oluşu Mussolini’yi kıymet hüküm­leri üzerinde oynamağa götürmüştür. “İtalyan milleti benden ekmek is­tiyor, hürriyet istemiyor” sözü onundur. Hakikaten Italyan milleti Mussolini’den bu kendi kendine türeyen velinimetten hiç bir şey iste­miyordu. Fakat bir şey isteseydi behemehal hürriyeti isterdi. Çünkü milletler hürriyete âşıktır ve insanlığın asıl şeref kapısı hürriyettir.

İtalyan milleti Mussolini’den evvel az çok ekmeğini kazanıyordu ve ona hürriyeti katık yaptığı için memnundu. Modern diktatörün ha­tâsı hürriyetle ekmeğin birbirine zıt şeyler olduğunu düşünmesindedir. Mussolini’yi İtalya’da seyredenlerden değilim. Ona yaptığı büyük iş­lerin karşısında hayran olmak fırsatını bulmadım. Fakat onun için oku­duğum birkaç kitap bile onun büyük yapıcı taraflarını kabul etmekli­ğim için kâfidir Entellektüel tarafı ise kendisini daima hatırlatacaktır.

Fakat yazık ki bu çalıma, sakat bir kaynağa dayanıyordu. O, hürriyet- siz millet hayatı olabileceğine kani idi. Onun içindir ki asırlar içinde merhale merhale, şehir şehir teşekkül etmiş İtalya’ya kendi elinden çıkmış bir şey manzarasını vermeğe çalıştı. Hayata zekâsının şeklini vermek, hadiselere kendi iradesini cebretmek istedi. Hür olmayan bir insanlıkta içten gelen bir büyüklük duygusunun bulunacağını tasavvur etmek onun felâketi oldu. İtalyan milletini tarihiyle heyecanlandırma­ğa çalışan bu adam, gariptir ki, tarihin en büyük kazancı olan bir fikri, hür insan düşüncesini inkâra kalktı. Çünkü Mussolini bir aksülâmeldi. Milletlerin hayatı ise müsbet bir irade şeklinde tecelli etmesi lâzım ge­len bir şeydir. Aksülâmel bizi çok defa hayatın asıl istikametinin zıddı olan yollara götürür.

Bundan yirmi sene evvel Mussolini hür, çalışkan, sanatkâr, haki­katen demokrat bir milletin başına geçmişti. Mussolini hayatı fethe alışmış bu milletin öz evlâtlarını Rus steplerinde, Afrika çöllerinde, Balkan dağlarında harcadı. Şüphesiz bu genç adamların vatanları için ölmek gibi bir tesellileri vardı. Fakat bu kanlı oyun lüzumsuzdu; onu da biliyorlardı. Gariptir ki Mussolini’nin sukutu İtalya’da tahmin edil­diğinden büsbütün başka bir netice doğurdu. Bugün onun yüzünden harap olmuş İtalya’yı, aşağı yukarı millî birliğini temin etmiş görüyo­ruz. Bu zümre adamının soktuğu acı imtihandan mevcudu kurtarabil­mek arzusu, senelerdir iki düşman gibi ayrı ayrı karargâhlarda yaşa­yanları birleştiriyor. Bu kötü kumarbaz “Hiç”le “Hep”in üstünde oyna­mıştı. Onlar ise şimdi hiç olmazsa Hiç’ten bir evvelki merhaleyi kur­tarmağa çalışıyorlar. Çünkü Hiç ile Hep’in arasındaki mesafe zanne­dildiğinden uzundur.

Ulus, 21 Ağustos 1943, nr. 7922

Bir insan sansar olabilirdi. Fakat dünya tavuk kümesi olmaya ra­zı olamazdı | Mussolini ‘ ye Dair – Ahmet Hamdi Tanpınar

RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments