Sohbetimize felsefenin tanımından başlayalım… Felsefe nedir?
Felsefe elbetteki düşünmektir. Genel olarak düşünmekten ayrı bir yanı olması gerekir, o zaman şöyle diyebiliriz: felsefe evrensel çerçevede düşünmektir. Bir başka deyişle bütün insanı düşünmektir. Felsefe yapmak, bütün insanla ilgili yargılar ortaya koyabilmektir. Bir Alman, İngiliz ve Fransız felsefesinden sözediyoruz ama bu felsefelerin tümü insanı Alman, İngiliz ya da Fransız olarak değil, insan olarak ele alıyorlar. Bir İngiliz felsefesinin, Alman ya da Fransız felsefesinin özelliklerini saptayabiliriz ama baktığınız zaman tümünün, tüm filozofların insana yöneldiğini görüyoruz. İnsan nedir sorusundan başlayarak insanın tüm özelliklerini, hatta tüm gizlerini ortaya koymaya çalışan bir etkinliktir felsefe.
Günlük yaşamda “benim hayat felsefem…” ile başlayan cümlelere tanık oluyoruz. Felsefe bir anlamda insana ve yaşama dair genellemeler yapmaksa, herkes kendi koşulları içinde bilinçli ya da bilinçsiz felsefenin alanına giriyor diyebilir miyiz?
Diyebiliriz elbette. Felsefe yapmak yalnızca filozoflara özgü değil. Gündelik yaşamda felsefeyle hiç ilgisi olmayan insanlar da rahatça felsefe yapabiliyorlar. Trende giderken bir teyze, “ben dünyada üç şeyden korkarım” dediği zaman felsefe yapmış oluyor ya da bir başkası “hırsızlık dünyanın en kötü işidir” dediği zaman felsefe yapmış oluyor. Burada aksayabilen şudur: gerçek anlamda felsefe terimleriyle ve o terimlerin arkasında var olan kavramlarla konuşmadımız zaman ileri geri sözler edebiliriz. Mesela felsefeden hiç haberim yoksa şöyle diyebilirim. “Ben dünyada üç şeyden korkarım: hırsızlıktan, ahlaksızlıktan ve dolandırıcılıktan.” Ama dolandırıcılık da hırsızlık da ahlaksızlık değil mi? Demek ki burada düzenli bir düşünce yok. Yani felsefe yapmak, yaşamın koşulları çerçevesinde dizgesel bir biçimde düşünmeyi gerektiriyor.
O zaman kavramların yerli yerinde kullanılması, o kavramların içleminin bilgiyle dolması gerek felsefe yapmak için?
Felsefe yapan insanın ilk kaygısı, zihnindeki kavram içeriklerinin doğru ve dolgun olması olmalıdır. Benim kafamdaki bir kavram, gerçekliği karşılamıyorsa, ben onu öyle sanıyorsam, demek ki benim düşünce dünyamda gerçeklikle bir uyuşmazlık var demektir. Yani benim zihnimde bir yabancılık var demektir. Zaten insanlar genellikle ileri geri konuşurken gerçeklikten kopuk düşünce üretimi yapmış oluyorlar. Mesela adam pankarta yazıyor, “Cumhuriyete ve demokrasiye bağlıyız” diyor. Şimdi acaba bunun içeriklerini bilerek mi söylüyor, bilmeyerek mi söylüyor… Demokrasi cumhuriyetin neresinde duruyor, demokrasi mi cumhuriyetle bağdaşıyor cumhuriyet mi demokrasiyle bağdaşıyor? Demokrasisiz bir cumhuriyet olur mu, demokrasisiz bir cumhuriyet olursa nasıl bir cumhuriyet olur? Bütün bu konuları tartışabildiğimiz, bu tartışmada da kavram içeriklerimiz sağlam olduğu zaman doğru felsefe yapma şansına sahibiz demektir.
Siz konuşmanızda “felsefe yapma”ya özel bir vurgu yapıyorsunuz. Felsefe öğrenmekle felsefe yapmak arasındaki ayrımı nasıl tanımlayabiliriz?
Felsefe öğrenmek bir birikim sağlamak zorunluluğunu ortaya koyar. Felsefe yapmak için felsefe bilmek gerekir. Felsefe bilmeden felsefe yapamayız. Bu, felsefe tarihinin ya da daha geniş çerçevede düşünce tarihinin içine yerleşmek demektir. Yani ben felsefe yapıyorsam, bugüne kadar felsefede ortaya konmuş görüşleri özümlemiş, onlarla hesaplaşmış biri olarak yapıyorum demektir. Yoksa çok zaman yapıldığı gibi felsefe bilmeden felsefe yapmak, kör bir kuyuya taş atmak gibidir. Pekçok kişinin de bunu rahatça yaptığını görüyoruz. Rahatça yaptığını da nerden anlıyoruz, kavram içeriklerinin bulanıklığından ya da doğrudan doğruya ortaya konan fikrin bulanıklığından anlıyoruz. Bakıyorsunuz bir felsefe profesörü on sayfa yazı yazıyor, iki satırını anlamıyorsunuz. Demek ki burda bilgi kargaşası söz konusudur. Demek ki çok sağlam bir felsefe bilgisinin üzerine yeni felsefi görüşler ortaya koyabilirsiniz. Yani daha kaba biçimde söylersek, ben Platon’u bilmiyorum, Kant’ı, Descartes’i, Auguste Comt’u bilmiyorum ama felsefe yapabilirim demek, çocuğun bile yapmayacağı bir şeydir.
Felsefe yapmak için yalnızca felsefe öğrenmek, felsefe bilgisi yeterli midir?
Yeterli değil elbette. Zaten felsefe eğitiminin yetersizliği de burda kendini gösteriyor. Genellikle felsefe öğreten kurumlar yalnızca felsefe öğretiyorlar. Yalnızca felsefe dediğimiz şey, ayakları yere basmayan, yukarıda duran bir bilgi birikimi olabilir ancak. Hani hokkabazlar kadını yukarı kaldırır da şaşarız ya, nasıl kaldırıyor, hiçbir yere dayanmıyor diye… böyle bir felsefe yapılabilir. Gerçi bizim hocalarımız da eskiden bir çeşit kesin bilgi verircesine bunu önerirlerdi, “aman” derlerdi, “felsefeyi toplumblimle, tarihle, başka alanlarla karıştırmayın.” oysa insan yaşamına baktığımız zaman kültürün bir bütün oluşturduğunu görüyoruz. Yani felsefe, sanat ve bilim bir bütünden ibarettir. Sanatı dışta tuttuğunuz zaman felsefe yapamazsınız, bilimi dışta tuttuğunuz zaman sanat yapamazsınız. Bu üç alan birbirini doğrulayan, birbirine kan ve can veren alanlardır. Felsefenin yetersiz olduğu alan da salt felsefe bilgisiyle yetinme telaşıdır ki bu felsefe yapmak açısından son derece yanlış ve tehlikelidir. Yani ben Baudeleire’i, Flaubert’i, Dostoyevski’yi bilmiyorsam nasıl felsefe yapabilirim…
Peki felsefe ne işe yarar, bize ne katar, kaçınılmaz zorunlu bir gereksinim mi?
Eğer insanı tanımak diye bir gereksinimimiz varsa bunu bize felsefe sağlıyor. Yaşamın ne olduğunu bilerek yaşamak var, bir de bilmeyerek yaşamak var. Yaşamın ne olduğunu bilmeden yaşamak demek, bir anlamda içgüdüleriyle yaşamak demek. İnsan için de göreneklerle yaşamak demek. Yani anamdan, babamdan, dedemden böyle gördüm, ben böyle yaşarım demek… Oysa yaşam tartışılması gereken bir şeydir çünkü sürekli dönüşmekte olan bir güçtür. O zaman felsefenin bize sağladığı tek bir şey var, o da yaşamı öğrenmek. Daha doğrusu, yaşamı gerçekleştiren insanı öğrenmek. İnsanı bilmeden hiçbir üst düzey başarı elde etmemiz mümkün değil. Az önce söylediğimi biraz değiştirerek söyleyeyim: felsefe bilmiyorsak roman yazamayız, felsefe bilmiyorsak müzik yapamayız, felsefe bilmiyorsak kimya yapamayız. Kaba bir biçimde yapılmaz mı bunlar, yapılır. İnsanı tanımadan keman da çalarsınız, ama o çaldığınız kemandan tat almaz kimse…
Bir yazınızda felsefenin insanın günlük yaşamına yararını Epikuros’un ünlü ilacı Tetrapharmakon’u ile açıklıyordunuz. Neydi bu ilaç: Tanrılardan korkmaya gerek yok, ölümden korkmaya gerek yok, mutluluğa ulaşılabilir, acıya katlanılabilir…
Evet. İnsanı tanıdığım zaman ben kendimi de tanımış oluyorum. Montaigne bunu çok iyi ortaya koydu, ben’imi araştırıyorum çünkü insanı tanımak istiyorum diye… Kendimi araştırarak insanı tanırım, insanı araştırarak kendimi tanırım. dolayısıyla dünyada doğru dürüst bir yere yerleşebilmem için insanı tanımam gerekiyor. Zaten felsefe insan içindir. Felsefe, yalan yanlış bir takım ünvanlar elde etmek için değilse, gösteriş yapmak için değilse, ‘vay adama bak ne biçim konuşuyor’ gibi sonuçlar almak için değilse doğrudan doğruya insanı tanımak içindir. Bir anlamda şöyle de diyebiliriz: nasıl teknik, yaşamı kolaylaştırıyorsa, felsefe de bir başka anlamda yaşamı kolaylaştırıyor. Ölüm karşısındaki dinginliğimiz, acılar karşısındaki tutarlı davranışımız, gelecekten korkmayışımız, yaşarken insanlarla al takke ver külah birbirimize girmeyişimiz… Hepsi bize felsefenin sağladığı verimlerdir.
Felsefe de yaşamın dışında bir etkinlik değil zaten… Felsefi bilgiyi edinme süreci de bilincin kendi kendine ürettiği tasarımlarla değil gerçekliğin bilgisi olacaktır. Öyle değil mi?
Tabii. Benim zihnimdeki kavramlar gerçekliğin yansılarıdır. Demokrasi diyorsam, hukuk ya da tıp diyorsam bir gerçekliği karşılıyor. Yeter ki kafamdaki kavramlar bunları doğru karşılıyor olsun. Çünkü bu kavramlar gerçeklikle uyuşmadığı zaman havada kalır. Böyle olunca da onlarla üreteceğim fikirler yanlış olacaktır. Çünkü ben kavramları fikir üretmek için kullanıyorum. Ama zaten kavramlarım doğru içeriklerle oluşmamışsa, ortaya koyacağım fikirler de yanlış olacaktır. Fakat bir anlamda düşünmek, gerçekliği yaratmaktır da. Öyle olduğu için insan gelişen bir varlık… Yani var olan’dan olması gerekeni çıkarıyoruz. Yoksa insanlık gelişmezdi, uçaklar uçmazdı, demir yığınları denizin üzerinde yüzmezdi. O halde şunu diyebiliriz: insan, olan’ı algılayan bir varlık olmanın ötesinde, olasıyı kuran, yaratan bir varlık. Bu, geleceği yaratmak demektir.
Yani latinlerin dediği gibi, ‘önce yaşamak sonra felsefe yapmak…’
Tabii ki… Hiçbir zaman yaşamdan kopmuş bir felsefe etkinliğinin bize yararlı olacağını düşünemeyiz. Bütün eski filozoflara bakalım, özellikle Stoa filozoflarına, bunların hepsi felsefeyi yaşam için yapmışlardır. Epiktetos der ya, önce kendini felsefede yetiştir, sonra göster insanlara felsefenin yarattığı adamı… İnsanda dünyayı değiştirme gücü görür Stoa filozofu… Öyle değil midir zaten. Biz yalnızca kendimizi ahlaklı, mutlu, esenlikli kılmak için felsefe yapmıyoruz. Bir de dünyaya doğru fikirler ulaştırmak için felsefe yapıyoruz. Dünyayı dönüştürmek gibi bir görevimiz de var…
Felsefenin öyle bir gücünün olduğuna inanıyor musunuz?
Yüzde yüz inanıyorum. Çünkü bize olasıyı, neyin olabileceğini gösteriyor. Edebiyatın da böyle bir gücü var. Ben Dostoyevski’yi okuduğum zaman insanın geleceğiyle ilgili işaretler alıyorum. Zaten hiçbir felsefe, bilim ve sanat yoktur ki (tabii bunlar gerçek anlamda felsefe, bilim ve sanatsa) bize geleceği göstermesin ya da bize geleceği açmasın…
Son olarak, ilk baştaki soruya dönelim. Felsefe size ne kattı, yaşamınızda nasıl bir yer kapladı?
Ben edebiyata meraklıydım. Edebiyata tutarlı yönelmem için bana çok yardımcı oldu. ben Fransız Dili ve Edebiyatı bölümüne gittim. Orda yapılan dersler bana çok eksikli göründü. Kendimde bir eksiklik hissettim. Tamam, edebiyatı çok seviyorum, elimden geldiğince de edebiyat yapıyorum ama burda bir sakatlık var. O zaman farkettim ki ben felsefe bilmiyorum. Yani ben insanı tanımıyorum, insanı tanımadan da edebiyat yapmaya çalışıyorum. İnsanı tanıdıktan sonra yaşamı da tanıdım. Yaşamı tanıdıktan sonra hem edebiyatta daha bir kolaylığım oldu hem de yaşamın kendisinde daha bir kolaylığım oldu. Annemin çekinikliklerini daha doğru anladım, babamın kaygılarını daha güzel anladım, bana düşmanlık edenlerin neden düşmanlık ettiğini çok daha sağlam kavradım, devletle ilişkimizin bozuk oluşunun nedenlerini daha doğru kavradım. Yani pekçok şeyi ben felsefe yaparak daha iyi kavradım. Zaten felsefenin böyle bir katkısı olmayacaksa neye yarar ki felsefe yapmak. Hiçbir şeye yaramaz. Yaşamı daha da yaşanır kılmanın ötesinde felsefe yapmanın bir anlamı yoktur diye düşünüyorum. Korkaklıklarımızı yıkacaktır felsefe bizim, kendimiz olabilmenin koşullarını getirecektir, özgür olabilmenin koşullarını getirecektir, ben insanım ve benim seçimlerim önemlidir diyebilmemizi sağlayacaktır. Bunları sağladığı için de, eğer ben bunları elde edebildimse, ne mutlu bana…
Söyleşi: Volkan ALICI