Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkKarl Marx - Friedrich Engels ArşiviF. Engels: Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim (1.Bölüm)

F. Engels: Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim (1.Bölüm)

I. DEVRİM PATLAK VERDİĞİ SIRADA ALMANYA
Avrupa kıtasındaki devrimci dramın birinci perdesi bitti. 1848 fırtınasından önceki, “dünkü güçler”, yeniden “günün güçleri”dirler; ve azçok tanınmış, bir günlük beyler, geçici yönetmenler, triomviralar, diktatörler, temsilci maiyetleri ile, sivil ve askeri komiserler, valiler, yargıçlar, generaller, subaylar ve askerler ile birlikte, oralarda “in partibus infidelium”[98] yeni hükümetler, Avrupa komiteleri,[188] merkez komiteleri, ulusal komiteler kurmak ve kuruluşlarını daha az düşsel herhangi bir mutlak hükümdarın bildirgeleri kadar gösterişli bildirgelerle haber vermek için, İngiltere’ye, Amerika’ya, yabancı kıyılara atıldılar ve “denizler ötesine taşındılar”.
Kıtadaki devrimci parti, ya da daha doğrusu devrimci partiler tarafından savaş hattının bütün noktaları üzerinde (sayfa 363) uğranılan bozgundan daha göze çarpıcı bir bozgun güç tasarlanabilir. Ama bu ne anlama gelir? Britanya burjuvazisinin siyasal ve toplumsal üstünlüğü için savaşımı 48, Fransız burjuvazisininki 40 benzersiz savaşım yılını kapsamadı mı?[189] Ve onların zaferi, tam da yeniden canlandırılmış krallık her zamandan daha sağlam olduğuna inandığı anda, her zamandan daha yakın olmadı mı? Boş inanın, devrimleri bir avuç ajitatörün hınzırlığına bağladığı zamanlar geçti ve iyice geride kaldı. Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri bir gereksinmenin bulunduğunu şimdi herkes biliyor. Bu gereksinmenin, kendini, henüz hemen bir başarı sağlayacak kadar derin, o kadar genel bir biçimde duyurmaması olanaklı; ama bu gereksinmeyi her zorla bastırma girişimi, onu, engellerini parçalayıncaya kadar, daha da belirgin bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey, baştan başlamaktır. Ve, bereket versin, hareketin birinci perdesinin sonu ile ikinci perdesinin başlaması arasında verilen, kuşkusuz çok kısa süreli dinlenme zamanı, bize çok yararlı bir çalışma yapma zamanı bırakıyor: Son patlamayı ve bunun bozguna uğramasını kaçınılmaz kılan nedenlerin; önderlerden bazılarının rasgele çabaları, yetenekleri, kusurları, yanılgı ya da ihanetleri içinde değil, ama genel toplumsal durum ve allak bullak olan ulusların herbirinin varlık koşulları içinde aranması gereken nedenlerin irdelenmesi. Birdenbire patlak veren 1848 Şubat ve Mart hareketlerinin[190] tek tek bireylerin işi değil, azçok açık bir biçimde anlaşılmış, ama tüm ülkelerdeki birçok sınıf tarafından, çok farklı bir biçimde duyulmuş ulusal zorunluluk ve gereksinmelerin kendiliğinden, karşı-konmaz gösterileri oldukları genellikle kabul edilen bir olgu; nedir ki, karşı-devrimin başarı nedenlerini aradığımız zaman, her yerden filanca bay ya da falanca yurttaşın halka “ihanet” ettiği hazır yanıtını alırsınız. Bu yanıt, duruma göre, doğru ya da yanlış olabilir; ama hiç bir durumda hiç bir şeyi açıklamaz ve “halk”ın nasıl olup da kendisine böyle ihanet ettirdiğinin anlaşılmasını bile sağlamaz. Ve tüm ağırlık olarak, sadece şu ya da bu yurttaşın güvene değer olmadığının bilgisinden başka bir şeyi bulunmayan bir siyasal partinin geleceği (sayfa 364) ne kadar içler acısıdır!
Üstüne üstlük, devrimci kargaşalığın olduğu kadar, bunun bastırılma nedenlerinin de incelenme ve açıklanması, tarihsel bakımdan çok büyük bir önem taşır. Devrimi, batmış bulunduğu kayalıkların içine sürükleyenin Marrast, Ledru-Rollin, Louis-Blanc, ya da Geçici Hükümetin bir başka üyesi veya birarada hepsi olduğu yolundaki bütün o bayağı ve kişisel tartışma ve karşılıklı suçlamalar, bütün o çelişik savlar, olup bitenlerin herhangi bir ayrıntısının ayırdedebilmek için, bütün bu çeşitli hareketleri çok uzaktan gözlemleyen Amerikalıya ya da İngilize ne yarar sağlayabilir, nasıl bir açıklık getirebilirler? Çoğu iyilik yapmak için olduğu kadar kötülük yapmak için de pek yetenekli olmayan onbir adamın,[191] 36 milyonluk bir ulusu, bu 36 milyonun hepsi de onbirler kadar şaşırmış olmadıkça, üç ay içinde yıkıma uğratabildiğine, sağduyulu hiç bir insan, hiç bir zaman inanmayacaktır. Ama, bir bölümü karanlık içinde elyordamıyla ilerlese de, nasıl olup da 36 milyon insan birdenbire izlenecek yolu kararlaştırmaya çağıldı, ve o zaman nasıl oldu da yanlış yola saptı, ve nasıl oldu da eski önderlerinin yönetimi geçici olarak almalarına izin verildi, işte asıl sorun bu.
Öyleyse, her ne kadar Tribune[192] okurlarına, bir yandan 1848 Alman devrimini zorunlu kılarken, öte yandan bu devrimin 1849 ve 1850’deki kaçınılmaz geçici bastırılmasına da götüren nedenleri açıklamaya çalışıyorsak da, olayların bu ülkede oluştukları biçimde tam bir betimlemesini yapmamız bizden beklenmemeli. Görünüşte beklenmedik, tutarsız ve bağdaşmaz bir nitelik taşıyan bu olgular kümesinin tarihe hangi ölçüde gireceğini, gelecekteki olaylar ve gelecek kuşakların yargısı kararlaştıracak. Böyle bir iş için zaman daha gelmedi; olanaklının sınırları içinde kalmamız, ve eğer, bu hareketin başlıca olayları ve kesin dönemeçlerini açıklamasını, ve belki de pek uzak olmayan gelecek patlamanın, Alman halkına vereceği yöne ilişkin bir bilgi edinmek için, söz götürmez olaylara dayanan akla-uygun nedenler bulmasını becerebilirsek, kendimizi başarılı saymamız gerek.
Ve ilkin, devrim patlak verdiği sırada Almanya’nın durumu neydi?
Çeşitli halk sınıflarının, her türlü siyasal organizmanin (sayfa 365) temelini oluşturan bileşimi, Almanya’da, bütün öbür ülkelerde olduğundan daha karmaşık idi. İngiltere’de ve Fransa’da, feodalizm, ya tamamen yok edildiği, ya da, bu ülkelerin birincisinde olduğu gibi, büyük kentlerde ve özellikle başkentte toplanmış zengin ve güçlü bir burjuvazi tarafından, bazı anlamsız biçimlere indirgendiği halde, Almanya’daki feodal soyluluk, eski ayrıcalıklarından büyük bir bölümünü korumuştu. Feodal toprak mülkiyeti sistemi hemen her yerde egemendi. Toprakbeyleri, kendilerine bağımlı köylüler (tenancier) üzerindeki yargılama haklarını bile devam ettiriyorlardı. Siyasal ayrıcalıklarından, prensler üzerindeki denetleme hakkından yoksun bırakıldıkları halde, vergi bağışıklıklarını olduğu gibi, yurtluklarında yaşayan köylülük üzerindeki ortaçağ egemenlik haklarının da hemen hepsini korumuşlardı. Feodalizm bazı bölgelerde öbür bölgelerdekinden daha parlak bir durumdaydı, ama Ren’in sol kıyısı dışında hiç bir yerde tamamen ortadan kalkmamıştı. O sıralarda çok kalabalık ve bazan çok da zengin olan bir feodal soyluluk, resmen ülkenin birinci “zümre”si (état) sayılıyordu. Yüksek devlet memurlarını bu zümre sağlıyor, ordudaki subaylık görevlerini hemen tamamen bu zümre elde tutuyordu.
Almanya burjuvazisi, Fransa ya da İngiltere burjuvazisi kadar zengin ve yoğunlaşmış olmaktan uzaktı. Almanya’nın eski yapımevleri (manüfaktürler), buharın girişi ve İngiliz sanayiinin hızlı bir yayılma durumundaki üstünlüğü nedeniyle yıkıma uğramışlardı; Napoléon’un kıtasal abluka sistemi[18] altında oluşmuş ve ülkenin öbür bölümlerinde de kurulmuş daha modern sanayiler, eskilerin kaybını ödünlemiyor, ve sanayi için, soyluluğunkinden başka her türlü zenginlik ve güç toplanması karşısında kıskanç hükümetleri, kendi gereksinmelerini gözönünde tutmaya zorlayacak bir ilgi uyandırmaya yetmiyorlardı. Fransa, kendi ipek sanayiini, elli devrim ve savaş yılından zaferle geçirdigi halde, Almanya, aynı zaman süresi içinde, eski bez sanayiini hemen hemen yitiriyordu. Ayrıca sanayi bölgeleri, az sayıda, dağınık ve ülkenin tamamen içlerinde kurulmuş idiler; ve ihracat ve ithalat için, tercihan Hollanda ya da Belçika limanları gibi yabancı limanlardan yararlandıklarından, Baltık ve Kuzey denizindeki büyük limanlar ile de ya hiç, ya da çok az ortaklaşa (sayfa 366) çıkarlara sahip bulunuyorlardı; ama özellikle, Paris ve Lyon, Londra ve Manchester gibi büyük sanayi ve ticaret merkezleri yaratmada yeteneksiz idiler. Alman sanayiinin bu geri durumunun birçok nedeni vardı, ama ikisi bu durumu açıklamaya yeter: Dünya ticaretinin ana yolu durumuna gelmiş olan Atlantikten uzakta bulunan ülkenin elverişsiz coğrafi durumu ile, Almanya’nın, 16. yüzyıldan günümüze kadar girdiği, ve toprakları üzerinde verilen sürekli savaşlar. Sayısal güçsüzlüğü ve hele yoğunluk eksikliği, Alman burjuvazisini, İngiliz burjuvazisinin 1688’den beri sahip bulunduğu ve Fransız burjuvazisinin 1789’da fethettiği o siyasal üstünlüğü elde etmekten alıkoydular. Ama gene de, 1815’ten bu yana,[193] Alman burjuvazisinin zenginliği, ve zenginlik ile birlikte siyasal etkinliği de durmadan artıyordu. Hükümetler istemeye istemeye de olsa, hiç değilse onun en ivedi maddi çıkarları önünde eğilme zorunda kaldılar. Hatta haklı olarak denilebilir ki, 1815-1830 ve 1832-1840 arasında, ikincil devletlerin anayasalarında burjuvaziye verilmiş her siyasal etkinlik parçası, bu iki siyasal gericilik dönemi içinde ondan geri alınmış ve bu etkinliğin her parçası daha elle tutulur bir çıkar ödünü ile ödünlenmiştir. Burjuvazinin her siyasal yenilgisi, ticaret hukuku alanında bir zafer sonucu vermiştir. Ve kuşkusuz, 1818 Prusya koruyucu gümrük tarifesi[194] ve Zollverein’in[[195] kurulmasi, Almanya tüccar ve sanayicileri bakımından, küçücük bir dükalığın Meclisinde, onların oyları ile gırgır geçen bakanlara güvensizliklerini bildirme ikircil hakkından daha büyük bir değer taşıyordu. Zenginliğinin artışı ve ticaretinin genişlemesi ile, burjuvazi çok geçmeden, en önemli çıkarlarının gelişmesinin, ülkenin siyasal yapısı tarafından, onun çelişik eğilim ve kaprislere sahip 36 prens [196] arasındaki keyfi bölünüşü tarafından, tarım ve tarıma bağlı sanayileri engelleyen feodal zincirler tarafından, bilgisiz olduğu kadar büyüklük de taslayan bir bürokrasinin tüm ticari işlemleri üzerinde uyguladığı sıkıcı gözetim tarafından önlendiğini gördüğü bir evreye girdi. Aynı zamanda, Zollverein’in genişlemesi ve pekişmesi, buharın ulaştırma araçlarında genel bir uygulama alanı bulması, iç pazar üzerindeki artan rekabet, çeşitli devlet ve eyaletlerin ticari sınıflarını birbirine yaklaştırıyor, çıkarlarını birleştiriyor ve (sayfa 367) güçlerini merkezleştiriyordu. Doğal sonuç, bütün halinde liberal muhalefet kampına, geçmeleri, ve Alman burjuvazisinin siyasal iktidar için ilk ciddi savaşımın kazanılması oldu. Prusya burjuvazisinin, Almanya’da burjuva hareketin yönetimini eline aldığı tarih olan 1840, [197] bu değişikliğin tarihi olarak saptanabilir. Bu 1840-1841 liberal muhalefet hareketine gene döneceğiz.
Ulusun, ne soyluluk, ne de burjuvazi içinde yer alan büyük yığını, kentlerde, küçük-burjuvalar sınıfı ile işçilerden, ve köylerde de, köylülerden bileşiyordu.
Bu ülkede büyük kapitalistler ve sanayiciler sınıfının gelişmesi karşısına konulan engeller sonucu, Almanya’da küçük esnaf ve dükkancılar sınıfı son derece kalabalıktır. Büyük kentlerde nüfusun çoğunluğunu hemen hemen bu sınıf oluşturur, küçük kentlerde, daha etkin ya da daha zengin rakiplerin yokluğu nedeniyle, bu sınıf kesenkes ağır basar. Tüm modern devletlerde ve tüm modern devrimlerde çok büyük bir önem taşıyan küçük-burjuvazi, yakın savaşımlar içinde, hemen her zaman kesin bir rol oynamış bulunduğu Almanya’da özellikle önemlidir. Büyük kapitalistler, tüccar ve sanayiciler sınıfı, yani burjuvazi ile, proleter ya da çalışan sınıf arasındaki aracı konumu, onun ayırdedici niteliğini belirler. Burjuvazinin konumunu özler, ama en küçük bir talih tersliği, bu sınıf bireylerini proletarya saflarına düşürür. Monarşik ve feodal ülkelerde, küçük-burjuvazi, varolabilmek için, saray ve aristokrasi satınalıcılar topluluğuna gereksinme duyar; bu satınalıcılar topluluğunun yitirilmesi, onu büyük ölçüde yıkıma uğratır. O kadar büyük olmayan kentlerde, bir askeri garnizon, kantonal bir hükümet, maiyeti ile birlikte bir yargılama mahkemesi, çoğu kez bu küçük-burjuvalar gönencinin temelini oluşturur: Bu kurumları yok edin, dükkancılar, terziler, kunduracılar, marangozlar vb. hapı yutar. En zengin sınıfın saflarına yükselme umudu ile, proleter, hatta yoksul sınıf durumuna düşme korkusu arasında bu biçimde durmadan çalkalanan, siyasal işlerin yönetiminde bir pay alarak, çıkarlarına öncelik kazandırma umudu ile, sırasız bir muhalefet yüzünden, en iyi müşterilerini elinden alma gücüne sahip bulunduğuna göre, varlığını bile elinde tutan bir hükümetin öfkesini uyandırma korkusu (sayfa 368) arasında bölünmüş, güvensizliği tutarı ile ters orantılı şöyle böyle bir servete sahip bu sınıf, kanılarında son derece sallantılıdır. Güçlü bir feodal ya da monarşik hükümetin yönetimi altında saygılı ve boynu eğik bir durumda bulunan bu sınıf, burjuvazi yükseliş yolundayken liberalizme eğinir; burjuvazi kendi üstünlüğünü sağlar sağlamaz zorlu demokratik nöbetler geçirir; ama altındaki sınıf, proletarya, bağımsız bir harekete girişmeye görsün, gene içler acısı bir yılgınlık içine düşer. Bu sınıfın Almanya’da sırayla bu evrelerin birinden öbürüne nasıl geçtiğini azar azar göreceğiz.
Toplumsal ve siyasal gelişmesinde, işçi sınıfı, Almanya’da, Alman burjuvazisi o ülkeler burjuvazisinden ne kadar geriyse, İngiltere ve Fransa işçi sınıfından bir o kadar geridir. Böyle efendiye böyle uşak. Kalabalık, sağlam, yoğun ve akıllı bir proleter sınıf için varlık koşullarının evrimi, kalabalık, zengin, yokun ve güçlü bir burjuva sınıfın varlık koşullarının gelişmesi ile birlikte gider. Burjuvazinin çeşitli bölüntüleri ve hele en ilerici bölüntüsü, büyük sanayiciler, siyasal iktidarı ellerine alıp da devleti gereksinmeleri uyarınca dönüştürmeden önce, işçi hareketi hiç bir zaman bağımsız değildir, hiç bir zaman salt proleter bir nitelik taşımaz. İşte ancak o zamandir ki, patronlar ile işçiler arasındaki çatışma eli kulağında bir durum alır ve artık ertelenemez; işçi sınıfı artık aldatıcı umutlar, hiç bir zaman gerçekleşemeyecek vaatlerle kendini oyalatmaz; 19. yüzyılın büyük sorunu, proleterliğin ortadan kaldırılması, açıkça ve gerçek yüzü ile, en sonunda birinci plana geçer. Nedir ki, Almanya’da, işçi sınıfının büyük çoğunluğu, Büyük-Britanya’nın öylesine görkemli örneklerini verdiği o modern sanayi prensleri tarafından değil, ama tüm üretim sistemi sadece bir ortaçağ kalıntısı olan küçük zanaatçılar tarafından çalıştırılıyordu. Ve büyük pamuk prensi ile küçük kundura onarıcısı ya da terzi ustası arasında nasıl çok büyük bir ayrım varsa, modern sanayi Babil’lerinin öylesine uyanık fabrika işçisi ile, küçük bir kırsal kentin, yaşam koşulları ve çalişma biçimi bundan beşyüz yıl önceki lonca kalfalarının yaşam koşulları ve çalışma biçiminden çok az ayrılan çekingen terzi işçisi ya da ince marangoz arasında tıpkı öyle bir ayrım var. Modern yaşama koşullarının, modern sanayi üretim biçimlerinin (sayfa 369) bu genel yokluğu, modem fikirlerin bir o kadar genel bir yokluğu ile, gereği gibi, eşlik edilmektedir. Bu nedenle, devrim patlak verdigi zaman, emekçilerin büyük bir bölümünün, bağıra çağıra, hemen ortaçağın ayrıcalıklı gedik ve loncalarının yeni baştan kurulmasını istemiş olmasına şaşmanın yeri yok. Evet, modern üretim sisteminin ağır bastığı sanayi bölgelerinin etkinliği sayesinde ve çok sayıda emekçinin göçebe yaşamına bağlı karşılıklı ilişki ve entelektüel gelişme sonucu, sınıflarının kurtuluşu üzerindeki fikirleri çok açık ve varolan olgular ve tarihsel zorunluluklar ile daha bir uyumlu olan güçlü bir öğeler çekirdeği oluştu. Ama bu, bir azınlıktan başka bir şey değildi. Eğer burjuvazinin etkin hareketi, 1840’tan başlatılabilirse, proleter sınıfın etkin hareketi de, Silezya ve Bohemya[10] işçilerinin 1844’teki ayaklanmaları[198] ile başlar, — ve az sonra bu hareketin çeşitli evrelerini gözden geçirme fırsatını bulacağız.
Son olarak, tarım işçileri maiyeti ile birlikte, tüm ulusun büyük çoğunluğunu oluşturan, o büyük küçük çiftçiler sınıfı, yani köylülük vardı. Ama bu sınıf kendi içinde farklı katmanlara bölünüyordu. En başta, azçok büyücek çiftliklerin sahibi olan ve herbiri çok sayıda tarım işçisi çalıştıran hali vakti yerinde çiftçiler, Almanya’da Gross-und Mittel-Bauern[11] denilen çiftçiler geliyordu. Bir yandan, vergiden bağışık büyük toprak sahipleri ile, öte yandan küçük köylüler ve çiftlik yanaşaları arasında yer alan bu sınıf için en doğal siyaset, apaçık nedenlerden ötürü, kentlerin anti-feodal burjuvazisi ile bir ittifaktan başka bir şey değildi. Sonra, feodalizmin, Fransız devriminin güçlü yumrukları altında yenik düştüğü Ren eyaletinde[199] ağır basan küçük özgür köylüler geliyordu. Vaktiyle topraklarını ağır yükümlülükler altına sokan feodal bağımlılıklardan satınalma yoluyla kurtulabildikleri öbür eyaletlerde de, şurada burada, bu tür özgür ve bağımsız köylüler vardı. Ama, bu sınıf, toprak mülkleri, genellikle toprağın gerçek sahibi köylü değil, ona borç para veren tefeci olacak derecede ve çok ağır koşullarla ipotek edilmiş bulunduğu için, sadece sözde kalan bir özgür köylüler sınıfı idi. Üçüncü olarak, topraklarından kovulması güç, ama (sayfa 370)tenanciers féodaux) vardı. Son olarak da, durumu, birçok büyük mülkte, İngiltere’deki aynı sınıfın durumuna tıpatıp benzeyen, ve her zaman yoksul, yarı-aç yarı-tok ve efendilerinin köleleri olarak yaşayıp ölen tarım işçileri. Tarımsal nüfusun bu son üç sınıfı, küçük özğür köylüler, feodal toprak kiracıları ve tarım işçileri, devrimden önce siyasetle pek ilgilenmezlerdi, ama bu olayın onlara en parlak geleceklerle dolu yeni bir yaşam açmasi gerektiği de ortada. Bunlardan herbirine, devrim yararlar vaadediyordu; ve hareket bir kez iyice başladıktan sonra, herbirinin, nöbet nöbet, harekete katılmasını beklemek gerekiyordu. Ama aynı derecede ortada olan ve ayrıca tüm modern ülkeler tarihinden anlaşılan bir başka şey de, tarımsal nüfusun, geniş bir alan üzerindeki dağılması ve içinden az buçuk önemli bir bölümü arasında bir anlaşma yaratmanın güçlüğü sonucu, hiç bir zaman başarılı bir bağımsız harekete girişemeyeceğidir; kentlerin, daha yoğun, daha uyanık, harekete geçmesi daha kolay halkının, ona bir ilk itiş vermesi gerek.
Son hareketler patlak verdiği sırada, hep birarada Alman ulusunu oluşturan en önemli sınıfların bu kısa betimlemesi, tutarlılık ve iç birlik yokluğunu olduğu gibi, bu hareketleri nitelendiren açık çelişkileri de büyük ölçüde açıklamaya yetecek. Bu kadar çeşitli, bu kadar karşıt, ve böylesine garip bir biçimde içiçe geçen çıkarlar, zorluca çatışacak kadar ileri gittikleri zaman; bu çelişik çıkarlar, her bölgede, her eyalette, çeşitli oranlarda birbirlerine karıştıkları zaman, her şeyin üstünde, ülkede kararlarının ağırlığı ile, aynı çekişmeyi her yerde her zaman savaşımla yeniden bir sonuca vardırma zorunluluğunu önleme yollarına başvurabilecek bir Londra, bir Paris gibi büyük bir merkez olmadığı zaman, savaşımın, büyük tutarda kan, enerji ve sermaye harcanacağı, ve her şeye karşın hiç bir kesin sonucun elde edilemeyeceği yalıtık ve aralarında hiç bir bağ bulunmayan bir çatışmalar yığınına dönüştüğünü görmeden başka ne beklemeli?
Almanya’nın, büyüklü küçüklü üç düzine prenslik halindeki siyasal bölünmüşlüğü de, aynı biçimde, ulusu (sayfa 371) oluşturan ve yerine göre her bölgede değişen öğelerin karışıklık ve çokluğu ile açıklanır. Ortak çıkarların olmadığı yerde, erek ve eylem birliği de olmaz. Gerçi Alman Konfederasyonu[103] sonuna dek bozulmaz olarak ilan edildi, ama Konfederasyon ile onun organı olan Diyet,[200] Alman birliğini hiç bir zaman temsil etmediler. Merkezleşmenin Almanya’da erişilen en yüksek derecesi, Zollverein’ın kuruluşu oldu; bundan ötürü, Avusturya, özel gümrük engellerinin arkasında kendini savunmaya devam ederken, Kuzey Denizi devletleri, kendi özel gümrük birliklerini kurmaya zorlandılar.[201] Almanya, tüm pratik erekler bakımından, otuzaltı bağımsız iktidar arasında bölünmüş olma yerine, sadece üç bağımsız iktidar arasında bölünmüş olma hoşnutluğuna erdi. Elbette Rus çarının[12] ağır basan etkisi,[202]
Öncüllerimizden bu giriş niteliğindeki sonuçları çıkarttıktan sonra, Alman halkının bu çeşitli sınıflarının harekete birbiri ardına nasıl katıldıklarını, ve 1848 Fransız devrimi patlak verdiği zaman, hareketin nasıl bir nitelik kazandığını göreceğiz.
Londra, Eylül 1851

II. PRUSYA DEVLETİ
Almanya’da orta sınıfın ya da burjuvazinin siyasal hareketi 1840’tan başlatılabilir. Haberci belirtiler, bu ülkenin mali ve sınai sınıfının, artık ona yarı-feodal, yarı-bürokratik bir monarşinin baskısı altında gevşek ve edilgin kalmaya izin vermeyecek bir olgunluk derecesine eriştiğini göstermiş bulunuyorlardı. Küçük Alman prensleri, bir yandan kendilerini Avusturya ve Prusya’nın üstünlüğü, ya da kendi öz devletleri soyluluğunun etkisi karşısında daha bağımsız kılmak, öte yandan, Viyana kongresi[203] tarafindan kendi egemenlikleri altında birleştirilen birbirine benzemez eyaletleri bir bütün halinde pekiştirmek ereğiyle, birbiri ardına, azçok liberal anayasalar çıkardılar. Bunu, kendileri için en küçük (sayfa 372) bir tehlike olmaksızın yapabiliyorlardı; çünkü, konfederal Diyetin, Avusturya ve Prusya’nın ellerindeki bu basit kuklarının, hükümran egemenliklerine el uzatmaya kalkışması durumunda, onun diktatörce karışmasına karşı direnirken, kamuoyu ve meclisler tarafindan destekleneceklerinden güvenliydiler; ve eğer, tersine, meclisler çok güçlü bir duruma gelirlerse, her türlü muhalefeti yok etmek için Diyetin yetkisinden (otoritesinden) yararlanmaları olanaklıydı. Bavyera, Würtemberg, Baden ve Hannover’in anayasal kurumları, bu koşullar içinde, siyasal iktidar için ciddi bir savaşım başlatamazlardı; bu nedenle, Alman burjuvazisinin, iki büyük Alman devletinin siyasetinde ve anayasasında köklü bir değişim olmadıkça, ikincil önemde her savaşım ve zaferin etkisiz kalacağını iyi bilen büyük çoğunluğu, küçük devletlerin yasama meclislerinde yükselen günlük tartışmalara genellikle yabancı kaldı. Bununla birlikte, gene bu sırada, profesyonel muhalif, liberal bir avukatlar soyu, Rottech’ler, Weleker’ler, Roemer’ler, Jordan’lar, Stüve’ler ve Eisenmann’lar, yirmi yıllık azçok parlak, ama her zaman verimsiz bir muhalefetten sonra, 1848 devrimci deniz baskını tarafindan iktidarın doruğuna çıkanları, ve orada dörtbaşı mamur yeteneksizlik ve değersizliklerini kanıtladıktan sonra, bir anda hiçlik içine atılan o büyük “halk adamları” (Volksmänner), bu küçük meclisler içinden çıktı. Çıkarcı (affairiste) ve profesyonel muhalif politikacıların Alman toprağı üzerindeki bu ilk örnekleri, söylevleri ve yazıları ile, Alman kulaklarını anayasacılığın diline alıştırdılar, ve sadece varlıkları ile, burjuvazinin, bu geveze avukat ve profesörlerin aslında ne anlama geldiklerini pek bilmeden kullanma alışkısında oldukları siyasal lafları, onlara gerçek anlamlarını vererek kullanacağı zamanın geldiğini haber verdiler.
Alman edebiyatı da, 1830 olaylarından[204] sonra Avrupa’yı hoşnutsuzluğa kışkırtan slyasal coşkunluğun etkisi altında kalıyordu. Çağın hemen tüm yazarları, iyi sindirilmemiş bir anayasacılık, ya da daha da kötü sindirilmiş bir cumhuriyetçilik vaazediyorlardı. İkinci derecedeki bazı edebiyatçılarda, yazınsal yapıtlarının kötülüğünü, ilgi çekecekleri kuşkusuz siyasal anıştırmalarla kapama, gitgide bir alışkanlık oluyordu. Şiir, roman, eleştiri, dram, tüm edebi (sayfa 373)saint-simonisme [205] kırıntıları karışıyordu, ve bu kırk yamalı fikirler karmasını ısıtıp ısıtıp ortaya süren yazarlar takımı da, kendini “Genç Almanya”[206]
Ve, en sonra, Alman felsefesi, Alman zekasındaki gelişmenin bu en karmaşık, ama en de güvenilir termometresi, Hegel, Hukuk Felsefesi adlı yapıtında, anayasal krallığı en yüksek ve en yetkin hükümet biçimi olarak ilan ettiği anda, burjuvaziden yana çıkıyordu. Bir başka deyişle, Hegel, Alman burjuvazisinin siyasal iktidara yakın geçişini haber veriyordu. Ölümünden sonra, okulu burada kalmadı. Öğrencileri arasında en ileri olanları, bir yandan her dinsel inancı sert bir eleştiri sınamasından geçirir ve hıristiyanliğin saygıdeğer yapısını temellerine kadar sarsarken, öte yandan da Alman kulaklarının o zamana kadar hiç duymadığı daha atılgan siyasal ilkeler üzerinde duruyor ve birinci Fransız devrimi kahramanlarına saygınlık kazandırmaya çalışıyorlardı. Bu fikirlerin büründüğü çapraşık felsefi dil, her ne kadar hem yazarın, hem de okurun kafasını bulandırıyorduysa da, aynı zamanda, sansürün de işin içyüzünü açıkça görmesini engelliyor, ve böylece, “genç-hegelciler”, yazının öbür kollarında bilinmeyen bir basın özgürlüğünden yararlanıyorlardı.
Böylece, Almanya’da, kamuoyunda büyük bir değişikliğin oluştuğu açıktı. Eğitimleri ya da konumlarının, hatta mutlak bir krallık altında bile, bazı siyasal bilgiler edinmeleri ve az da olsa bağımsız bir siyasal kanı oluşturmalarına izin verdiği sınıfların büyük çoğunluğu, yavaş yavaş, varolan sisteme karşı, güçlü bir muhalefet ordusu biçiminde birleşiyorlardı. Ve eğer Almanya’da siyasal gelişmenin yavaşlığı üzerine bir yargı verilirse, bütün haberleşme kaynaklarının hükümet denetimi altında bulunduğu, köy okulu ya da Pazar (sayfa 374) okulundan gazete ya da üniversiteye kadar, önceden onun onayını almadan hiç bir şeyin söylenemediği, öğretilemediği, basılıp yayınlanamadığı bir ülkede, herhangi bir konuda doğru bilgi edinmekte karşılaşılacak güçlükleri hesaba katmayı hiç unutmamak gerek. Örneğin, Viyana’ya bakın. Çalışkanlık ve beceri bakımından Almanya’da belki başka hiç bir halktan geri kalmayan, yiğitlik, zeka ve devrimci enerji bakımından hepsinden üstün görünen Viyana halkı, gene de gerçek çıkarları konusunda hepsinden daha bilgisizdi, ve devrim boyunca hepsinden çok yanlışlık yaptı. Ve bu, büyük ölçüde, en ilkel siyasal konularda, Metternich hükümetinin onu içinde tutma başarısını gösterdiği hemen hemen kesin bilgisizliğin sonucuydu.
Böyle bir sistemde, siyasal bilgilenmenin, neden ötürü toplumun, bu bilgilerin ülkeye gizlice girmelerini ödeme araçlarına sahip ve özellikle çıkarları kurulu düzenden en çok zarar gören sınıflarının, yani sanayici ve ticari sınıfların tekelinde bulunduğunu anlamak için başka açıklamalara gerek yok. Bundan ötürü, sanayici ve ticari sınıflar, azçok kılık değiştirmiş bir mutlakiyetin sürdürülmesine karşı yığın biçiminde birleşen sınıfların ilkleri oldular, ve Almanya’da gerçek devrimci hareketin başlangıcını, onların muhalefet saflarına girişlerinden başlatmak gerekir.
Alman burjuvazisinin kazan kaldırmasının, 1840’ta, 1815 Kutsal-İttifak[90] kurucularının son kalıntısı olan Prusya kralının[13] ölümü üzerine başladığı kabul olunabilir. Yeni kral, öyle biliniyordu ki, babasının yüksek derecede bürokratik ve militer monarşisinin bir yandaşı değildi. Fransız burjuvazisinin Louis XVI’nın tahta çıkışından beklediği şeyi, Alman burjuvazisi de, belirli bir ölçüde, Prusyalı Friedrich Wilhelm IV’ten bekliyordu. Her yanda, eski sistemin gününün geçtiği ve iflas ettiğini, ve bırakılmasının gerektiğini kabul etmekte birleşiliyordu: Eski kral zamaninda sessiz sedasız katlanılmış bulunulan şey, şimdi yüksek sesle katlanılmaz bir şey olarak ilan ediliyordu.
Ama, eğer Louis XVI, Louis le Désiré, hiçliğinin yarı-bilincinde, hiç bir kesin kanısı olmayan, ve özellikle eğitimi (sayfa 375) sırasında edinilmiş alışkanlıklar tarafından yönetilen, sıradan ve iddiasız bir budala idiyse, Friedrich Wilhelm le Désiré, bambaşka bir türdendi. Ahlak yoksunluğu bakımından Fransız aslını geride bırakmakla birlikte, ne iddiasız, ne de fikirsiz biriydi. Bilimlerden çoğunun başlangıç bilgilerini, özenci (dilettante) olarak öğrenmişti, ve bundan ötürü, kendini her şeyin üzerine kesin bir yargıda bulunacak kadar büyük bir bilgin sanıyordu. Birinci dereceden bir hatip olduğu inancına sahipti, ve Berlin’de, sözümona nükteci yavanlık ve lafazanlık konusunda, ondan baskın çıkacak hiç bir gezgin satıcı, hilafsız, yoktu. Ve özellikle, kendine özgü fikirlere sahipti. Prusya krallığının bürokratik öğesinden tiksiniyor ve onu horgörüyordu, — ama sadece feodal öğeye bir yakınlık duyduğu için. Kendisl, “tarihsel okul”dan[207] (de Bonald, de Maistre, ve ilk kuşak Fransız meşruiyetçilerinden[65] öbür yazarların fikirlerinden esinlenen bir okul), Berliner politischesWochenblatt’ın[208] kurucu ve başlıca yazarlarından biri olarak, soyluluğun egemen toplumsal konumunun elden geldiğince tam bir canlandırılmasını (restauration) gözetiyordu. Kral, kendi krallığının birinci soylusu, en başta gözkamaştırıcı bir hükümdar maiyeti güçlü bağımlılar (vassal’lar), prensler, dükler ve kontlar, ve ikinci olarak da zengin ve kalabalık bir aşağı soylular ile çevriliydi; kendine candan bağlı burjuva ve köylü uyrukları üzerinde canının istediği gibi hüküm süren bu kral, böylece eksiksiz bir aşamalar sırasının, ya da herbiri kendi özel ayrıcalıklarından yararlanacak ve öbürlerinden, doğuştan gelme hemen hemen aşılmaz engeller, ya da saptanmış ve değişmez bir toplumsal konumu ile ayrılacak toplumsal kastların başı idi: bütün bu kastlar ya da “krallık zümreleri”nin güç ve etkileri, birbirlerini öylesine eksiksiz bir biçimde dengeliyorlardı ki, krala tam bir eylem bağımsızlığı kalıyordu — Friedrich Wilhelm IV’ün vaktiyle gerçekleştirmeye giriştiği ve şu anda yeniden gerçekleştirmek için çalıştığı beau idéal[14] işte buydu.
Teorik sorunlar üzerinde pek bilgili olmayan Prusya burjuvazisi, kralının niyetlerinin gerçek anlamını bulgulamak için belli bir zaman harcadı. Ama, kralın yüreğinde, (sayfa 376) kendi istediğinin tam karşıtı olan şeyler bulunduğunu anlamakta da gecikmedi. Babasının ölümü dilini çözer çözmez, yeni kral, niyetlerini sayısız söylevlerde açıklamakta ivedilik gösterdi; ve söylevlerinin, eylemlerinin herbiri, burjuvaziyi ondan her kez biraz daha soğutmaktan başka bir sonuç vermiyordu. Eğer katı ve ürküntü verici gerçeklikler, ozanca düşlerini kırmasaydı, buna pek aldırmazdı. Heyhat! romantizm hesaptan anlamaz, ve Don Quichotte’tan bu yana feodalizm, hesaba, hancısı olmaksızın katılır. Friedrich Wilhelm IV, HaçIılar oğullarının her zaman en soylu özgürlüğü olmuş olan o peşin parayı horgönme özelliğini aşırı derecede paylaştı. Tahta çıktığında, aynı zamanda hem masraflı, hem de tutumlu bir biçimde örgütlenmiş bir hükümet sistemi ile, şöyle böyle donatılmış bir hazine buldu. İki yıl sonra, hazinede en küçük bir artık para izi görünmüyordu, para, saray şenliklerinde, bağışlarda, gösteriş yolculuklarında, gözü aç ve aylak, yırtıcı ve iğrenç soylulara yapılan yardımlarda harcanmıştı ve olağan vergiler, artık ne saray, ne de devlet gereksinmelerine yetiyordu. Öyle ki Majesteleri, çok geçmeden, kendini, bir yanda burdayım diye bağıran bir açık ile, öte yanda da, “halkın gelecekteki temsili”nin onayı olmadıkça, her yeni borçlanma ya da varolan vergilerdeki her artışı yasa-dışılıkla damgalayan 1820 tarihli bir yasa arasında buluverdi. Bu temsil ortada yoktu; yeni kral bunu gerçekleştirmeye babasından daha az istekliydi; istemiş olsaydı da, kamuoyunun tahta çıkışından beri bambaşka bir biçimde değiştiğini biliyordu.
Aslında, belirli bir ölçüde, yeni kralın hemen bir anayasa bahşetmesini, basın özgürlüğü, ağırceza kurumu vb. ilan etmesini, uzun sözün kısası, siyasal üstünlüğünü sağlama bağlamak için gereksinme duyduğu o barışçı devrimi eline almasını beklemiş bulunan burjuvazi, yanılgısını kabul etmişti, ve öfke içinde, krala karşı döndü. Ren eyaletlerinde ve azçok genel bir biçimde tüm Prusya’da, burjuvazi o derecede çileden çıkmıştı ki, kendisini basında temsile yetenekli adamlardan yoksun bulunduğu için yukarda sözkonusu edilmiş olan aşırı felsefi parti ile bağlaşmaya kadar gitti. Bu bağlaşmanın meyvesi, Kolonya’da çıkan, onbeş ay sonra yasaklanan, ama Almanya’da modern basının başlangıcını (sayfa 377) oluşturan Rheinische Zeitung[209] oldu. Yıl, 1842 idi.
İktisadi güçlüklerin ortaçağsal eğinimlerini gülünçleştirdiği zavallı kral, 1813 ve 1815 yıllarında yazılmış ve uzun süreden beri unutulmuş vaatlerin son kalıntısı olarak 1820 yasasında yer alan o “halk temsili” genel istemine küçük bir ödün vermedikçe, hüküm sürmeye devam edemeyeceğini çabuk anladı. Bu kötü raslantıdan doğan yasayı uygulamanın en az cansıkıcı biçiminin eyalet diyetleri sürekli komitelerinin toplantıya çağrılması olduğunu sandı. Eyalet diyetleri 1823’te kurulmuşlardı. Bu meclisler, krallığın sekiz eyaletinin herbiri için, şu öğelerden bileşiyorlardı: l° yüksek soyluluk, Alman imparatorluğunun, başkanları doğuştan sahip bulundukları hakla diyet üyeleri olan eski egemen aileleri; 2° şövalyelerin ya da küçük soyluluğun temsilcileri; 3° kent temsilcileri; 4° köylülüğün ya da küçük çiftçiler sınıfının temsilcileri. Bütün, her eyalette, soyluluğun iki bölüntüsü diyette her zaman çoğunluğu oluşturacak biçimde örgütlenmişti. Bu sekiz eyalet diyetinden herbiri bir komite seçti, ve daha sonra o kadar hararetle istenen borçlanmayı oylayacak temsili bir meclis oluşturmak üzere Berlin’e çağrılanlar da, işte bu sekiz komite oldu. Hazinenin dolu olduğu, ve borçlanmaya, günlük harcamalar için değil, ama bir devlet demiryolu yapımı için gereksinme duyulduğu söylendi. Ama birleşik komiteler,[210] kralın isteğini kesin bir redle karşıladılar; halk temsilcileri olarak davranmaya yetkisiz olduklarını bildirdiler ve Majestelerinin, Napoléon’a karşı halkın yardımına gereksinme duyduğu zaman, babası tarafından yapılmış bulunan temsili anayasa vaadini tutmasını istediler.
Birleşik komiteler oturumu, muhalefet ruhunun artık sadece burjuvazi ile sınırlanmadığını kanıtladı. Köylülüğün bir bölümü burjuvaziye katılmış, ve kendi toprakları üzerinde büyük tarım üretimi ile uğraşan ve buğday, yün, alkol ve keten ticareti yapan, ve bu nedenle mutlakiyet, bürokrasi ve feodal restorasyona karşı inancalara gereksinme duyan bir çok soylu da, hükümete karşı ve temsili bir anayasadan yana çıkmıştı. Kralın planı tamamen başarısızlığa uğramıştı: metelik elde edememiş ve muhalefetin gücünü artırmıştı. Eyalet diyetlerinin kendilerinin daha sonraki oturumu, kral (sayfa 378) için daha da kötü oldu. Hepsi de reformlar, 1813 ve 1815 vaatlerinin yerine getirilmesi, bir anayasa ve basın özgürlüğü isteklerinde bulundular; diyetlerden bazılarının kararları daha çok saygısız bir biçimde kaleme alınmıştı, ve çileden çıkan kralın sert yanıtları, kötülüğü daha da artırmaktan başka bir sonuç vermedi.
Bu arada, hükümetin mali güçlükleri durmadan büyüyordu. Çeşitli kamu hizmetlerine ayrılan paraların hileli kullanılışı ve devlet hesabına spekülasyon ve ticaret yapan ve uzun süreden beri devletin simsarı olan ticari kuruluş Seehandlung [211] aracıyla çevrilen karanlık işler sayesinde, görünüş bir an için kurtarıldı; devlet parası emisyonlarındaki artış da yeni kaynaklar sağladı, ve genellikle bunların gizliliği oldukça iyi korundu. Ama bütün bu çıkar yollar az sonra tükendi. Bir başka plan denendi: sermayesini bir yandan devletin, öte yandan özel ortakların sağlayacakları bir bankanın kurulması; devlet, hükümetin banka fonları üzerinden büyük tutarlar çekebilmesi ve böylece artık Seehandlung ile olanaklı olmayan hileli işlemlere yeniden başlayabilmesini sağlayacak biçimde, bankanın yönetimini kendi elinde tutacaktı. Ama, beklenebileceği gibi, parasını bu koşullarda vermeye hazır hiç bir kapitalist çıkmadı; bankanın yönetmelığıni değiştirmek, ve bir tek hisse senedi bile satılmadan önce, hissedarların mülkiyetini, hazinenin el uzatmalarına karşı güvence altına almak gerekti. Bu plan da başarısızlığa uğradıktan sonra, eğer gene de o gizemli “halkın gelecekteki temsili”nin onama ve inancasını şart koşmaksızın paralarını vermeye hazır kapitalistler bulunabilirse, borçlanmadan başka bir yol kalmıyordu. Rothschild’e başvuruldu, o da, eğer borç “halk temsili” tarafından inancaya bağlanırsa, bu işi hemen üstleneceğini bildirdi; yoksa, bu işi başka türlü üstlenmek istemiyordu.
Tüm para bulma umudu böylece uçup gidiyor ve artık o cansıkıcı “halk temsili”nden kaçma olanağı kalmıyordu. Rothschild’in borç vermeyi reddettiği, 1846 güzünde öğrenildi, ve ertesi yılın Şubat ayında, kral sekiz eyalet diyetini Berlin’e çağırdı ve onları tek bir “birleşlk diyet”[212] halinde topladı. Bu diyet, gereksinme durumunda, 1820 yasası tarafından istenen görevi yapacaktı; borçları ve yeni vergileri (sayfa 379) oylayacaktı, — hakları daha öteye gitmiyordu. Genel yasamada, sadece oy kullanmadan tartışmalara karışma hakkından başka bir hakkı olmayacaktır: belirli dönemlerde değil, kralın canı istediği zamanlarda toplanacak, ve hükümetin önüne koymayı uygun gördüğü sorunlardan başka hiç bir sorunu tartışamayacaktı. Diyet üyeleri, doğal olarak, kendilerine oynatılmak istenen rolden pek hoşnut değildiler. Eyalet meclislerinde dile getirdikleri istekleri yinelediler; hükümet ile ilişkilerinin tadı az zamanda bozuldu ve onlardan, bir kez daha sözümona demiryolları yapımı zorunluluğuna dayandırılan borçlanma istendiği zaman, onlar da kabul etmeyi bir kez daha reddettiler.
Bu oylama, az sonra toplantı dönemine son verdi. Gitgide daha da öfkelenen kral, bir kınama ile diyete yol verdi, ama hep para sıkıntısı çekiyordu. Ve gerçekte, durumundan ürküntüye düşmek için dörtbaşı mamur nedenler de vardı; çünkü, burjuvazi tarafından yönetilen, küçük soyluluğun büyük bir bölümünü kapsayan, ve aşağı katmanların çeşitli bölüntülerinde toplanmış hoşnutsuzları harekete getiren liberal parti, istemlerini sonuçlandırmakta kararlıydı. Kral, açış söylevinde, sözcüğün modern anlamında bir anayasayı asla, asla tanımayacağını boşuna açıklamıştı; liberal parti, bütün sonuçları, basın özgürlüğü, ağırceza yargıyeri vb. ile birlikte, modern ve anti-feodal temsili bir anayasada direniyordu, ve onu elde etmedikçe tek metelik bile vermeyecekti. Bir şey apaçıktı: bu böyle daha uzun zaman süremezdi, ve iki partiden biri aşağıdan almadıkça, bir kopmaya, kanlı bir savaşıma kadar gitmek gerekiyordu. Nedir ki, burjuvazi bir devrim öngününde bulunulduğunu biliyor ve kendini buna hazırlıyordu. Eldeki tüm araçlarla, kentlerdeki işçi sınıfı ile tarımsal bölgelerdeki köylülerin desteğini sağlamaya çalıştı — ve 1847 sonlarında, proletaryanın sevgisini kazanmak erekiyle, “sosyalist” olduğunu söylemeyen bir tek ünlü siyaset adamı kalmadığı, çok iyi bilinen bir olgudur. Az sonra bu “sosyalist”leri işbaşında göreceğiz.
Yönetici burjuvazinin kendini hiç değilse dışardan sosyalist diye göstermedeki bu çabası, Almanya işçi sınıfında oluşan derin bir değişimden kaynaklanıyordu. 1840’tan bu yana, Fransa ve İsviçre’yi gezip dolaşmış bulunan bazı (sayfa 380) Alman işçileri, o sıralarda Fransız emekçileri arasında geçer akçe olan, henüz tohum halindeki sosyalist ve komünist fikirlerin azçok etkisi altında kalmışlardı. Bu fikirlerin Fransa’da daha 1840’ta uyandırdığı artan ilgi, sosyalizm ve komünizmi Almanya’da da moda haline getirdi; ve 1843’ten itibaren, tüm gazeteler toplumsal sorunlar üzerindeki tartışmalarla dolup taşıyordu. Az zamanda, Almanya’da, fikirlerinin yeniliğinden çok anlaşılmazlığı ile dikkati çeken bir sosyalistler okulu oluştu; çabalarının özü, fouriériste, saint-simonienne ve öbür Fransız öğretilerini, Alman felsefesinin çapraşık diline çevirmeye dayanıyordu.[213] Bu tarikattan iyiden iyiye ayrı olan Alman komünist okulu da, aşağı yukarı aynı sıralarda kuruldu.
1844’te, Silezyalı dokumacıların, Prag basma işçilerinin ayaklanması tarafından izlenen ayaklanmaları patlak verdi. Kan içinde bastırılan bu ayaklanmalar, işçilerin, hükümete karşı değil, ama kendi patronlarına karşı bu ayaklanmaları, derin bir etkide bulundu ve işçiler arasında sosyalist ve komünist propagandaya yeni bir itilim verdi. 1847 açlık yılındaki ekmek ayaklanmalarında da aynı şey oldu. Uzun sözün kısası, tıpkı anayasacı muhalefetin, (büyük feodal toprak sahipleri dışında) varlıklı sınıfların büyük çoğunluğunu kendi bayrağı çevresinde toplaması gibi, büyük kentler işçi sınıfı da, yürürlükteki basın yasaları ile, ona bu konuda çok az bir şey öğretilebilmesine karşın, kurtuluşu için sosyalist ve komünist doktrinlere güveniyordu. Kuşkusuz, işçilerden, ereklerinin son derece açık bir bilgisine sahip olmaları beklenmemeliydi; onlar sadece, burjuva anayasa programının, kendileri için zorunlu olan her şeyi kapsamadığını, ve anayasa tasarılarında kendi gereksinmelerinin hiç mi hiç gözönünde tutulmadığını biliyorlardı.
O sıralarda Almanya’da hiç bir ayrı cumhuriyetçi parti yoktu. Herkes ya anayasal kralcı, ya da azçok açık sosyalist veya komünistti.
Böylesine, koşullar içinde, en küçük bir çatışma, büyük bir devrime yolaçacaktı. Yüksek soyluluk ile belli bir yaştaki memur ve subaylar, kurulu sistemin tek güvenilir desteğini oluştururlarken; küçük soyluluk, sanayici burjuvazi, üniversiteler, her dereceden öğretim üyeleri, ve hatta bürokrasi ile (sayfa 381)
Bu Paris devriminin Almanya üzerinde yaptığı etkileri göreceğiz.
Londra, Eylül 1851

XV. PRUSYA’NIN ZAFERİ

İşte Alman devrim tarihinin son bölümüne: Ulusal Meclisin, çeşitli devletler hükümetleri, ve özellikle Prusya hükümeti ile çatışmasına, Güney ve Batı Almanya ayaklanmasına, ve bunun Prusya tarafından ezilmesine geldik.
Frankfurt Meclisini daha önce işbaşında görmüştük. Avusturya tarafından tekmelendiğini, Prusya tarafından onuruna saldırıldığını, küçük devletlerce dinlenmediğini, ülkedeki bütün prensler tarafından burnundan tutulup çekilen kendi güçsüz merkezi “hükümet”i tarafından aldatıldığını görmüştük. En sonunda, işler, bu güçsüz, sallantılı ve yavan yasama organı için tehdit edici bir duruma geldi. İster istemez, “yüce Alman birliği fikrinin tehdit altında olduğu” sonucuna varma zorunda kaldı; bu, Frankfurt Meclisinin, ve yaptığı ve yapmayı hesapladığı her şeyin, duman halinde dağılıp gitmek üzere olduğunu söyleme anlamına geliyordu. Bu nedenle, büyük yapıtını: “Reich Anayasası”nı erden geldiğince çabuk üretmek için, ciddi olarak işe koyuldu. Gene de bir (sayfa 441)[1] Bavyera’ya[2] kadar, Diiminorum gentium’ların[3] hiç biri; buna hiçbir zaman ne Avusturya gözyumardı, ne de Prusya. Bu ancak ya Avusturya, ya da Prusya olabilirdi. Ama ikisinden hangisi? Kuşkusuz, eğer koşullar daha elverişli olaydı, eğer Avusturya hükümeti Gordium düğümünü kesip de onu sıkıntıdan kurtarmamış olaydı, hiç bir sonuca varmaksızın bu önemli ikilemi tartışmakla meşgul bu yüce Meclis, hâlâ toplantılarını sürdürürdü.
Avusturya, tüm eyaletlerini egemenliği altına aldıktan sonra, Avrupa’nın karşısına yeniden büyük ve güçlü bir Avrupa devleti olarak çıkabildiği anda, siyasal yerçekimi yasasının, Frankfurt Meclisi tarafından verilen bir tacın kendisine sağlayacağı yetkenin yardımı olmaksızın, Almanya’nın geri kalan bölümünü kendiliğinden onun yörüngesine çekeceğini çok iyi biliyordu. Avusturya, Alman İmparatorluğunun, Almanya’nın dışında olduğu gibi içinde de gücüne bir zerrecik eklemeksizin, onun özerklik siyasetini engelleyen dayanıksız ve güçsüz tacından kurtulalı beri, çok daha güçlü, hareketlerinde çok daha özgür idi. Ve Avusturya’nın, İtalya ve Macaristan’daki durumunu korumakta yeteneksiz kaldığı varsayılırsa, o zaman, Almanya’da da çözülüp yok olur, ve tüm gücü ile sahip olduğu zaman elinden kaçırdığı bir taç üzerinde hiç bir zaman yeni baştan hak iddia edemezdi. Bu nedenle, Avusturya, hiç kaçamaksız, imparatorluğun tüm yeniden canlanmasına karşı çıktı; açıkça, 1815 antlaşmalarının tanıyıp kabul ettikleri, Almanya’nın tek merkezi hükümeti olan federal Alman Diyetinin yeniden kurulmasını istedi, ve, 4 Mart 1849 günü, Avusturya’yı bölünmez, merkezileşmiş ve bağımsız hatta Frankfurt Meclisinin yeniden (sayfa 442) kurmak istediği Almanya’dan bile ayrı bir krallık olarak ilan etmekten başka bir anlamı olmayan o Anayasayı resmen yayımladı.
Gerçekte, bu açık savaş ilanı, Frankfurt bilgelerine, Avusturya’yı Almanya’dan dıştalamak ve bu ülkenin geri kalan bölümü ile, hayli yıpranmış imparatorluk pelerini Majeste Prusya kralının omuzlarına düşecek bir tür Aşağı-İmparatorluk,[42] bir “küçük Almanya” yaratmaktan başka bir yol bırakmıyordu. Bu, anımsanacağı gibi, eski bir tasarının; sayesinde eski saplantılarının, ülkenin kurtuluşu için son “çıkar yol” olarak bir kez daha göklere çıkarıldığı onur kırıcı koşulları beklenmedik bir kazanç sayan Güney ve Merkez Almanlarından oluşan bir liberal doktrinerler partisi tarafından, bundan yedi-sekiz yıl önce yumurtlanmış bulunan eski bir tasarının, yeniden ele alınması idi.
Sonuç olarak, Meclis, 1849 Şubat ve Martında, Reich Anayasası ile, seçim hakları ve seçim yasası bildirisi üzerindeki oturumlarını tamamladı; — elbette birçok konu üzerinde, bazan tutucu ya da daha doğrusu gerici partiye, bazan da Meclisin daha ileri bölüntülerine birbirleriyle iyiden iyiye çelişen birçok ödünler verme zorunda kalarak. Gerçekte, Meclisin az önce sağ ile merkez-sağ (tutucular ile gericiler) elinde bulunan yönetiminin, yavaş yavaş da olsa, kerteli bir biçimde solun, bu Meclisteki demokratların eline geçtiği açıktı. Avusturya temsilcilerinin, ülkelerini Almanya’dan dıştalayan, ve gene de içinde oturmaya ve oylamaya çağrıldıkları bir meclisteki anlamı belirsiz konumu, bu denge bozulmasını kolaylaştırıyordu; işte böylece, daha Şubat sonlarından itibaren, merkez-sol ile sol, Avusturya oylarının desteği sayesinde, çoğu kez çoğunlukta bulunuyorlardı; oysa, Avusturya tutucu bölüntüsünün, birdenbire ve işin hoş yanı olarak, sağ ile birlikte oy verip, dengeyi karşıt yana çevirdiği günler de oluyordu. Bu soubresauts[4] ile meclisi gözden düşürmek istiyorlardi; oysa halk yığını, Frankfurt’tan gelen her şeyin mutlak boşluk ve hiçliğini uzun zamandan beri anlamış bulunduğu için, buna hiç de gerek yoktu. Bu türlü kararsızlıkların ortasında ne türlü bir anayasa yapılabileceği kolay anlaşılır. (sayfa 443)
Kendisinin, devrimci Almanya’nın seçkin topluluğu ve gururu olduğuna inanan Meclis solu, Avusturya despotizminin kışkırtıcı, iyi ya da daha doğrusu kötü dileği sayesinde kazandığı bazı ufak tefek başarılar yüzünden, aklını iyiden iyiye şaşırmıştı. Zaten pek iyi belirlenmemiş kendi öz ilkelerinin, aşağı yukarı, ve sulandırılmış bir biçimde, homéopathique dozlarda, Frankfurt Meclisinin bir çeşit onayını kazandığı her kez, bu demokratlar ülkeyi ve halkı kurtardıklarını ilan ediyorlardı. Bu zavallı budalalar, genellikle çok silik olan yaşamları boyunca, başarıya benzeyen her şeye o kadar az alışıktılar ki, iki-üç oyluk bir çoğunlukla geçmiş değersiz önerilerinin, Avrupa’nın yüzünü değiştireceğine adamakıllı inanıyorlardı. Bunlar, daha yasama mesleklerinin başında, o iflah olmaz parlamenter budalalık hastalığına, mutsuz kurbanlarına, tüm dünyanın, onun tarihi ve geleceğinin, kendilerini üyeleri arasında bulundurma onuruna sahip bu özel temsil organındaki çoğunluk tarafından yönetilip belirlendiği, ve kendi Meclislerinin duvarları dışında olup biten her şeyin, —savaşlar, devrimler, demiryolları yapımları, tüm yeni kıtaların sömürgeleştirilmesi, Kaliforniya altın madenlerinin bulunması, Orta Amerika kanalları, Rus orduları ve insanlığın yazgısı üzerinde herhangi bir etkide bulunma savına sahip öbür benzer şeyler— bütün bunların, şu anda, ne olursa olsun, yüce meclislerinin ilgisini çeken önemli sorun yöresinde dönen dirimsel olaylar karşısında hiç bir şey olmadığı cakalı inancını aşılayan hastalığa, Meclisin öbür bölüntülerinden daha amansız bir biçimde yakalandılar. Böylece, Meclisin demokratik partisi, her derde deva ilaçlarından birkaçını Reich Anayasasına gizlice sokmayı başardığından, bütün önemli konularda birçok kez ilan edilmiş kendi öz ilkeleri ile açık çelişki durumunda bulunduğu halde, bundan böyle bu anayasayı destekleme zorundaydı; ve sonunda, bu melez ürün, kendi sahipleri tarafından terkedilip demokratik partiye bırakılınca, bu parti, kalıtı kabul etti ve bu kralcı Anayasa için, şimdi kendi cumhuriyetçi ilkelerini ilan eden herkese karşı savaşıma girişti.
Bununla birlikte, itiraf etmek gerek, burada sadece görünüşte bir çelişki vardı. Reich Anayasasının belirsiz, çelişik, tamamlanmamış niteliği, bu demokrat bayların işlenmemiş, (sayfa 444) karmakarışık, çelişik slyasal düşüncelerinin tam bir yansısıydı. Ve eğer kendi öz sözleri ve yazmasını bildikleri kadarıyla kendi öz yazıları, bunun yeterli bir kanıtını vermiyorlardıysa, eylemleri veriyordu; çünkü, aklıbaşında adamlar arasında bir insanın dediklerine göre değil, yaptıklarına göre, olduğunu iddia ettiği şeye değil, gerçekten ne olduğuna göre yargılanacağı açıktır; oysa, Alman demokrasisinin bu kahramanlarının marifetleri, daha da göreceğimiz gibi, kendi başlarına oldukça yüksek sesle konuşurlar.
Gene de, Reich Anayasası, bütün kıvır zıvırı ve sahneye konuluşu ile birlikte, kesin olarak oylandı, ve 28 Mart günü, Prusya kralı, 248 çekimser ve 200 oylamaya katılmayan üyeye karşı, 290 oyla, Avusturya dışında, Almanya İmparatoru seçildi. Tarihsel ironi eksiksizdi; 18 Mart 1848 devriminden üç gün sonra, Friedrich Wilhelm IV tarafından, şaşkınlığa uğramış, Berlin sokaklarında, başka her yerde sarhoşluğa karşı yasa tarafından cezalandırılacak bir durumda oynanmış bulunan o tiksinç imparatorluk güldürüsü,[247] sözümona tüm Almanya’yı temsil eden meclis tarafından, tastamam bir yıl sonra onaylanmıştı. İşte Alman devriminin sonucu buydu!
Londra, Temmuz 1852

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments