1969. Çev: Necmi Aydemir/ Sezgin Ata
Kabile üyelerinin gündelik pratik etkinlikleri o kabileyi yeniden üretir veya ebedileştirir. Bu yeniden-üretim yalnızca fiziksel değil aynı zamanda toplumsaldır da. Kabile üyeleri, gündelik etkinlikleri ile, yalnızca bir grup insani varlığı yeniden üretmezler; bir kabileyi, yani içinde bu insani varlıklar grubunun kendine özgü etkinliklerini kendi tarzında gerçekleştirdiği özel bir toplumsal formu yeniden-üretirler.Kabile üyelerinin kendilerine özgü etkinlikleri; onları gerçekleştiren insanların, bir arının bal üretmesinin arının “doğası”ndan kaynaklanıyor oluşu gibi, “doğal” karakteristiklerinin sonucu değildirler. Kabile üyesi tarafından günlük yaşamın kurallarının oluşturulması ve bunun ebedileştirilmesi, maddi ve tarihsel koşullara kendine özgü toplumsal bir karşılıktır.
Kölelerin gündelik etkinlikleri köleliği yeniden üretir. Günlük etkinlikleri yoluyla köleler yalnızca kendilerini ve efendilerini fiziksel olarak yeniden üretmezler; ayrıca efendilerinin kendilerini yeniden baskı altına almasına yarayacak enstrümanları ve efendilerinin otoritesine kendi boyun eğme alışkanlıklarını da yeniden üretirler. Köleci bir toplumda yaşayan insanlar için, efendi-köle ilişkisi doğal ve ebedi bir ilişki gibi görünür. Bununla birlikte insanlar efendi veya köle olarak doğmazlar. Kölelik kendine özgü toplumsal bir formdur, ve insanlar buna çok özel maddi ve tarihsel koşullar altında boyun eğerler.
Ücretli-işçilerin gündelik etkinlikleri ücretli işi ve sermayeyi yeniden üretir. Günlük etkinlikleri yoluyla “modern” insanlar, aynı kabile üyeleri ve köleler gibi, kendi toplumlarının üyelerini, toplumsal ilişkilerini ve düşüncelerini yeniden üretirler. Kapitalist sistem, kabile ve kölelik sistemi için de geçerli olduğu üzere, insan toplumunun ne doğal ne de en son biçimidir; kendinden önceki toplumsal biçimler gibi, kapitalizm de maddi ve tarihsel koşullara kendine özgü bir karşılıktır.
Kapitalist toplumdaki günlük yaşam, daha önceki toplumsal etkinliklerin tersine, maddi koşulları sistematik olarak kapitalizmin karşılık verebileceği koşullara dönüştürür. İnsan etkinliklerine bazı maddi sınırlamaların getirilmesi giderek daha fazla insan kontrolü altına girmeye başlar. Yüksek bir endüstrileşme düzeyinde, pratik etkinlik kendi toplumsal biçimini yarattığı gibi maddi koşullarını da yaratır. Bu nedenle bu analizin konusu yalnızca kapitalist toplumdaki pratik etkinliklerin kapitalist toplumu yeniden üretmesi değil; aynı zamanda bu etkinliklerin kendi maddi koşullarını, kapitalizmin ona bir yanıt olduğu hale nasıl indirgemiş olduğunu da göstermek olacaktır.
Kapitalist Toplumda Günlük Yaşam
İnsanların kapitalizm altındaki düzenli etkinliklerinin toplumsal biçimi belirli bir maddi ve tarihsel koşula duruma yanıttır. Maddi ve tarihsel koşullar kapitalist biçimin kökenini açıklar, fakat bu biçimin, neden başlangıç koşullarının ortadan kalkmış olmasına rağmen devam ettiğini açıklamaz. “Kültürel süreklilik” fikri bir toplumsal biçimin, kendisine yanıt verilen başlangıç koşulları ortadan kalktıktan sonra devam etmesinin bir açıklaması olamaz. Bu fikir toplumsal formun devamlılığı için yalnızca bir adlandırmadır.”Kültürel süreklilik” insan etkinliklerini belirleyen “toplumsal güç”ü şatafatlı bir şekilde temsil ettiğinde, insan etkinliklerinin sonuçlarının onların kontrollerinin dışında bir dış güç tarafından gerçekleştirildiği yanılsamasını oluşturan bir şaşırtma haline gelir. Bu yalnızca “kültürel süreklilik” gibi bir fikir için geçerli değildir. İnsan etkinliklerini tanımlamak için Marx tarafından kullanılan terimlerin birçoğu, insan etkinliklerini belirleyen dışsal ve hatta “doğal” kuvvetler statüsüne yükseltildi; bu nedenle “sınıf çatışması”, “üretim ilişkileri” ve özellikle “Diyalektik” gibi bazı fikirler “Marxistler”in teorilerinde ortaçağ mistiklerinin teorilerindeki “İlk Günah”, “Kader”, “Yazgının Eli”nin oynadığı rolün aynısını oynarlar.
Kapitalist toplumun üyeleri, günlük etkinlikleriyle, iki süreci eşzamanlı olarak ortaya çıkarırlar: kendi etkinliklerinin biçimini yeniden üretirler ve maddi koşulları ilk başta karşıladıkları bu etkinlik biçimine dönüştürürler. Fakat ortaya çıkardıkları bu süreçlerin farkında değildirler; kendi etkinlikleri onlara şeffaf değildir. Kendi etkinliklerinin, kontrollerinin ötesindeki doğal koşullara bir yanıt olduğu yanılsaması içindedirler ve kendilerinin bu koşulların aktörleri olduğunu görmezler. Kapitalist ideolojinin görevi, insanların kendi etkinliklerinin günlük yaşam biçimlerini yeniden ürettiğini görmelerini engelleyen bu gizi devam ettirmektir; eleştirel teori günlük yaşam etkinliklerini ortaya çıkarmak, şeffaf hale getirmek, insanların günlük etkinliklerinin içinde kapitalist etkinliğin toplumsal biçiminin yeniden üretildiğini görünür kılmak zorundadır.
Günlük yaşam, kapitalizm altında, toplumsal etkinliğin kapitalist biçimini yeniden üreten ve onu genişleten etkinliklerin bileşiminden oluşur. Bir ücret için iş-zamanının satılması, mallarda (cismani veya cismani olmayan satılabilir mallarda) iş-zamanının cisimleşmesi, cismani veya cismani-olmayan malların tüketilmesi (tüketim malları veya spectacles)– günlük yaşamı, kapitalizm altında, karakterize eden bu etkinlikler ne “insan doğasının” göstergeleridirler, ne de kendi kontrolleri dışındaki güçler tarafından insanlara zorla kabul ettirilmişlerdir.
Eğer insanlar “doğaları gereği” yaratıcı olmayan bir kabile üyesi veya yaratıcı bir işadamı, itaatkar bir köle veya mağrur bir zanaatçı, bağımsız bir avcı veya bağımlı bir ücretli-işçi oluyorlarsa, bu durumda insanların bir “doğası” olduğu fikri ya boş birşeydir, ya da insanın “doğası” materyallere ve tarihsel koşullara bağlıdır, gerçekte ise insanın bu tarihsel koşullara verdiği yanıttır.
Yaşam Etkinliklerinin Yabancılaşması
Kapitalist toplumda, yaratıcı etkinlik malların üretimi, pazarlanabilir malların narlelp üretimi haline, insan etkinliğinin sonuçları ise malların kendisi haline gelir. Pazarlanabilirlik ve satılabilirlik tüm pratik etkinliklerin ve ürünlerin evrensel karakteristiğidir. Hayatta kalmak için gerekli olan insan etkinliklerinin ürünleri satılabilir mallardır: onlar yalnızca parayla tedarik edilebilirler. Ve para yalnızca satılabilir mallarla elde edilebilir. Eğer çok sayıda insan bu anlaşmaların meşruluğunu kabul ederse, eğer onlar malların para için bir önkoşul ve paranın hayatta kalmak için bir önkoşul olduğu anlaşmasını kabul ederlerse, o zaman kendilerini tehlikeli bir kısırdöngüye kitlenmiş olarak bulurlar. Herhangi bir mala sahip olmadıkları sürece, bu kısırdöngüden çıkmanın tek yolu kendilerini veya kendilerinin bir parçasını mal olarak addetmektirr. Ve bu ise, gerçekte, özel tarihsel ve maddi koşullar ile yüzleşmelerinde kendilerine zorla kabul ettirdikleri tuhaf bir “çözüm” olmaktadır. Onlar kendi vücutlarını veya vücutlarının herhangi bir parçasını para için değiştiremezler*. Onlar yaşamlarının yaratıcı içeriğini, pratik günlük etkinliklerini para için değiştirirler.
*Tıp biliminin ilerlemesi ile insanların vücutlarının bir parçasını, örneğin böbreklerinden birini satabilmeleri” de mümkün hale gelmekle birlikte, bu ancak bir defaya mahsus bir “satış” olabilecektir (ç.n).
İnsanlar parayı kendi yaşamları için eşdeğer kılar kılmaz yaşam etkinliklerinin satışı fiziksel ve toplumsal olarak hayatta kalmalarının bir koşulu haline dönüşür. Yaşam, hayatta kalmak ile yer
değiştirir. Yaratım ve üretimin anlamı da satılan etkinlik haline gelir. Bir insanın etkinliği yalnızca satılan bir etkinlik olduğunda “üreticidir”, toplum için kullanışlıdır. Ve insanın kendisi yalnızca onun günlük yaşam etkinlikleri satılan etkinlikler ise toplumun üretici bir üyesidir. İnsanlar terimlerdeki bu değişimleri kabul ettikleri anda, günlük etkinlik evrensel fahişelik biçimini alır.
Satılan yaratıcı güç veya satılan günlük etkinlik iş biçimini alır. İş insan etkinliklerinin tarihsel olarak özel bir formudur. İş yalnızca tek bir özelliğe sahip olan soyut etkinlikdir: o pazarlanabilir, belli bir para karşılığında satılabilir. İş kayıtsız etkinlikdir: çaba gösterilen özel göreve kayıtsızdır ve görevin yapıldığı şeye kayıtsızdır. Kazma, basım ve oymacılık farklı etkinliklerdir, fakat bunların hepsi kapitalist toplumda iştirler. İş basitçe “para kazanmaktır”. Yaşam etkinlikleri para kazanma yöntemi olan iş biçimini alır. Yaşam bir hayatta kalma aracı olur.
Bu ironik tersine çevirim hayal gücü yüksek bir romanın dramatik doruk noktası değildir; bu kapitalist toplumdaki günlük yaşamın bir gerçeğidir. Hayatta kalma, yani kendini koruma ve yeniden-üretme yaratıcı pratik etkinlikler için araç değildir, tam olarak bunun tersidir. İş biçimindeki yaratıcı etkinlik, yani satış etkinliği, beka için acı veren bir gerekliliktir; iş kendini-korumanın ve yeniden-üretmenin yöntemidir.
Yaşam etkinliğinin satışı başka bir tersine dönüşümü getirir. Satış yoluyla bireyin işi diğerinin “malı” haline gelir, başka biri tarafından kendine mal edilir, başka birinin kontrolü altına gelir. Diğer bir deyişle bir insanın etkinliği diğerinin etkinliği, onun sahibinin etkinliği olur; onu gerçekleştiren insana yabancı olur. Bu nedenle birinin yaşamı, dünyadaki bir bireyin hünerleri, onun yaşamının insanlık yaşamında oluşturduğu fark, yalnızca işe, hayatta kalmak için acı veren koşullara dönüştürülemez; onlar yabancı etkinliğe, emeğin alıcısı tarafından çaba gösterilen etkinliğe dönüştürülür. Kapitalist toplumda, mimarlar, mühendisler, işçiler bina yapmazlar; onların işlerini satın alan kişi bina yapar; onların projeleri, hesaplamaları ve hareketleri onlara yabancıdır; onların yaşam etkinlikleri, onların başarıları onu satın alanındır.
Akademik sosyologlar, emeğin satışını hiç sorgulamaksızın kabul ederler, işteki bu yabancılaşmayı bir his olarak anlarlar: işçilerin etkinliği işe yabancı olarak “ortaya çıkar”, o diğeri tarafından kontrol ediliyormuş gibi “görülür”. Bununla birlikte hiçbir işçi akademik sosyologlara bu yabancılaşmanın işçilerin kafasında ne bir his ne de bir fikir olduğunu, işçinin günlük yaşamı ie ilgili bir gerçek olduğunu açıklayamaz. Satış etkinliği gerçekten işçiye yabancıdır; onun işi gerçekten onu satın alan tarafından kontrol edilir.
Etkinliğini satması ile, işçi para kazanır, kapitalist toplumda geleneksel olarak kabul edilen hayatta kalma yöntemi. Bu parayla o mallar, şeyler alabilir, fakat kendi etkinliğini geri alamaz. Parada “evrensel eşdeğerlik” olarak ortaya çıkan bu tuhaf “uçurum”. Bir kişi malları para kazanmak için satabilir, ve aynı malları para ile satın alabilir. Kendi yaşam etkinliğini para için satabilir, fakat o yaşam etkinliğini para ile satın alamaz.
İşçinin kendi ücreti ile aldığı şeyler, herşeyden önce onun hayatta kalmasını sağlayacak, iş-gücünü onu satmayı devam ettirebilmesi için yeniden üretecek, tüketim mallarıdır; ve onlar spectacles, pasif hayranlık nesneleridir. İnsanlar insan etkinliklerinin ürünlerini pasif bir şekilde tüketir ve takdir ederler. Dünyada onu dönüştürecek aktif bir etmen olarak varolmazlar. Fakat çaresiz iktidarsız bir seyirci olarak bu güçsüz hayranlık durumunu “mutluluk” olarak adlandırabilirler, ve iş acı verici olduğu sürece tüm yaşamında “mutlu” olmayı, yani aktif-olmamayı (ölü-doğmuş olmaya benzer bir durum) arzularlar. Mallar, spectacles, onları tüketir; yaşam enerjilerini pasif hayranlık içinde kullanıp bitirirler; şeyler tarafından tüketilirler. Bu anlamda daha fazla şeye sahip olanlar daha az bir şeydirler (Bir birey marjinal yaratıcı etkinlik yoluyla bu yaşarken ölme durumunu altedebilir; fakat pratik etkinliklerin kapitalist biçimlerinin alaşağı edilmesi olmaksızın, ücretli-emeğin alaşağı edilmesi olmaksızın ve böylece yaratıcı etkinliğin tanıdık hale getirilmesi olmaksızın insanların tümü değil).
Malların Fetişizmi
Kendi etkinliklerine yabancılaşmalarıyla ve insan emeğinin mallarda depolanmasıyla insanlar kendilerini ve Sermayeyi yeniden üretirler. Kapitalist ideolojinin ve özellikle akademik Ekonominin bakış açısından bu durum doğru değildir: mallar “yalnızca emeğin ürünü değildirler”; başlangıçta mevcut olan “üretim faktörleri”, Toprak, İş ve Sermaye tarafından, kapitalizmin Kutsal Üçlü’sü tarafından üretilirler ve temel “faktör”, oyunun kahramanı açık bir şekilde Sermayedir.
Analiz bu Uzmanlara ödemenin ne kadar olacağı ile ilgili olmadığı sürece, bu Üçlü’nün analizini yapmak değildir. Onlara kapitalizm altındaki pratik etkinliklerin toplumsal formunu sersemletmeleri ve maskelemeleri için, üreticelerin sömürüldükleri araçları olduğu kadar kendilerini, sömürücülerini de yeniden ürettikleri gerçeğini saklamaları için ödeme yapılır. Üçlü formülü ikna yoluyla başarıya ulaşmaz. Toprağın sudan, havadan veya güneşten daha fazla bir mal üreticisi olmadığı açıktır. Bundan öte Sermaye, bir kez işçiler ile kapitalistler arasındaki toplumsal ilişkilerin, bir kapitalistin sahip olduğu üretim araçlarının, ve onun entrümanlarının ve “elle tutulamaz şeyler”inin para-eşdeğerinin adı olduğunda, akademik Ekonomistler tarafından basılabilir şekle getirilmiş orgazmlardan daha fazla birşey üretmez. Hatta, bütünsel bir ekonomi bakışı ile, bir kapitalistin sermayesinin başka bir kapitalistin yabancılaşmış emeğinin maddi cisimleşmesi olduğunun ortaya konulabildiği bir durumda, yalnız ve yalnızca birinin körlüğü eğer o kişinin bakışını izole edilmiş kapitalist bir firmayla sınırlar ise, bir kapitalistin sermayesi olan üretim araçlarının başlangıçta mevcut olan “üretim faktörleri” olduğu kabul edilebilir. Üçlü formül her ne kadar ikna etmez ise de, sersemletme görevini sorunun konusunu kaydırarak yerine getirir: bunu kapitalizm altındaki insan etkinliğinin niçin ücretli-iş formunu aldığı sorusunu, kapitalist günlük yaşamın potansiyel psikoanalistini, emeğin tek “üretim faktörü”olup olmadığını sorusuna çeviren ademik ev-Marksistlerine dönüştürerek gerçekleştirir.
Bu nedenle Ekonomi (ve genel olarak kapitalist ideoloji) toprağa, paraya ve emeğin ürünlerine üretici güce sahip, değer yaratıcı, sahipleri için çalışan ve dünyayı dönüştüren şeyler olarak bakar. Bu Marx’ın bahsettiği, insanlarınn gündelik anlayışlarını karakterize eden ve Ekonomi tarafından dogma seviyesine getirilen fetişizmdir. Ekonomist için yaşayan insanlar şeylerdir (“üretim faktörleri”), ve şeyler yaşarlar (para “çalışır”, Sermaye “üretir”). Fetiş tapınıcısı kendi etkinliğinin ürününü fetişine atfeder. Sonuç olarak kendisi (doğayı dönüştürme gücü, kendi günlük yaşamının içeriğini ve biçimini belirleme gücü) için çaba harcamaktan vazgeçer; yalnızca fetişine atfettiği bu “güçler” için çaba harcar. Diğer bir değişle, fetiş tapınıcısı kendini iğdiş eder ve (erkeklik) gücünü fetişine verir.
Fakat fetiş ölü bir şeydir, yaşayan bir varlık değil; herhangi bir (erkeklik) gücü yoktur. Fetiş kendi için ve kendisi yoluyla kapitalist ilişkilerin korunduğu bir şeyden daha fazla bir şey değildir. Sermayenin mistik gücü, onun üretici “gücü”, onun erkeklik gücü, kendi içerisinde değildir, insanların kendi yaratıcı etkinliklerine yabancılaşmasında, kendi emeklerini kapitalistlere satmalarında, yabancılaşmış emeklerini mallarda somutlaştırmalarındadır. Diğer bir değişle, insanlar kendi etkinliklerinin ürünleri tarafından satın alınırlar, kendi etkinliklerini Sermayenin etkinliği, kendi ürünlerini Sermayenin ürünleri olarak görürler. Kendi yaratıcı güçlerini kendi etkinliklerine değil de Sermayeye atfederek kendi yaşam etkinliklerinden, kendi yaşamlarından feragat ederler, bunun anlamı ise insanların hergün kendilerini Sermayenin ve kapitalistin kişileşmesine vermeleridir.
Emeklerini satarak, kendi etkinliklerine yabancılaşarak, insanlar hergün kapitalizm altındaki etkinliklerin baskıcı biçimlerinin kişileşmesini yeniden üretirler, ücretli-işçiyi ve kapitalisti yeniden üretirler. Onlar bireyleri yalnızca fıziksel olarak değil toplumsal olarak da üretirler; onlar kendi emek-güçlerini satan bireyleri ve üretim araçlarının sahiplerini yeniden-üretirler; özel etkinlikleri olduğu kadar bireyleri, mülkiyeti olduğu kadar satışı da yeniden üretirler.
İnsanlar her an kendilerinin tanımlamadığı ve kontrol etmediği bir etkinliği gerçekleştirir, her an kendi yabancılaşmış etkinliklerinin karşılığında aldıkları para ile kendi ürettikleri mallar için ödeme yaparlar, her an kendi etkinliklerinin ürünlerine para ile tedarik edilen yabancı nesnelermiş gibi pasif bir şekilde hayranlık duyarlar, yeni yaşamlarını Sermayeye verirler ve kendi yaşamlarını feshederler.
Sürecin amacı çalışan ile işçi ile kapitalist arasındaki ilişkinin yeniden üretimidir. Bununla birlikte, bu sürece dahil olan bireysel faillerin amacı değildir. Etkinlikleri kendilerine şeffaf değildir; gözleri eylem ile sonuçları arasında bulunan fetişte sabitlenmiştir. Bireysel failler gözlerini şeyler üzerinde, özellikle kapitalist ilişkilerin yerleştiği şeyler üzerinde sabitlemeyi sürdürürler. Üretici olarak işçi para-ücreti için günlük yaşamını satmayı amaçlar, tam olarak kapitalist ile olan ilişkisini yeniden-yerleştirecek şeyi, kendisini ücretli-işçi olarak ve diğerini kapitalist olarak yeniden üretecek şeyi amaçlar. Tüketici olarak işçi parasını emek ürünleri için ve tam olarak kapitalistin kendi Sermayesini realize etmek için satmak zorunda oldukları şeyler için harcar.
Yaşam etkinliğinin Sermayeye günlük olarak dönüşümü şeylerin aracılığı ile gerçekleşir, şeyler tarafından gerçekleştirilmezler. Fetiş tapınıcısı bunu bilmez; onun için emek ve toprak, entrümanlar ve para, girişimciler ve bankerler, bunların tümü “faktörler” ve “faillerdir”. Bir avcı bir taşla bir geyiği devirecek bir muska taktığında, bu avcı muskanın geyiğin devrilmesi ve hatta devrilecek bir nesne olarak geyiğin sağlanmasında zorunlu bir “faktör” olduğunu düşünebilir. Eğer sorumlu ve iyi eğitilmiş bir fetiş tapınıcısı ise dikkatini bu muskaya verecek, ona dikkat ve hayranlıkla bakacaktır; kendi yaşamının maddi koşullarını geliştirmek için fetişi taşıma yollarını geliştirecektir, taşı atma yollarını değil; hatta güç bir anında muskasını kendisi için “avlanmaya” gönderebilecektir. Günlük etkinlikleri onun için şeffaf değildir: iyi yediğinde, yiyeceği sağlayan taşı fırlatmanın kendisinin etkinliği olduğunu, muskanın olmadığını görmekten acizdir; açlık çektiğinde avlanmak yerine muskaya tapmanın kendi etkinliği olduğunun, muskanın gazabının olmadığın ve bunun onun açlığının sebebi olduğunu Görmekten acizdir.
Malların ve şeylerin fetişizmi, birinin günlük etkinliklerinin mistifıkasyonu, yaşayan etkinliği cansız şeyler yükleyen günlük yaşam dini, insanların hayallerinde yarattıkları düşünsel bir kapris değildir, kaynağını kapitalizm altındaki toplumsal ilişkilerin karakterinde bulmaktadır. İnsanlar gerçekten birbirleriyle şeyler aracılığı ile ilişki kurarlar, fetiş gerçekten ona sahip olmak için ve onun aracılığı ile etkinliklerini yeniden-üretmelerini sağlamak için kollektif olarak hareket etmelerini sağlayan birşeydir. Fakat etkinliği gerçekleştiren fetiş değildir. Ham maddeleri dönüştüren ne de malları üreten Kapital değildir. Eğer yaşam etkinliği malzemeleri dönüştürme-seydi, bunlar dönüşmemiş, cansız, ölü şeyler olarak kalacaklardı. Eğer insanlar yaşam etkinlik-lerini satmayı sürdürmeyi kurumsallaştırmasalardı, Sermayenin güçsüzlüğü açığa çıkacaktı; Sermayenin varlığı sona erecekti; onun son kalan kudreti, günlük evrensel fahişelik tarafindan karakterize edilen günlük yaşamın uğranılmadan geçilmiş bir biçimini insanlara hatırlatma gücü olacaktı.
İşçi kendi yaşamına kendi yaşamını korumak için yabancılaşır. Eğer o kendi yaşam etkinliğini satmamış olsaydı bir ücret alamayacaktı ve bekasını sağlayamayacaktı. Bununla birlikte beka için gerekli yabancılaşma durumuna ücret yol açmaz. Eğer insanlar toplu bir biçimde kendi yaşam etkinliklerini satmaya hevesli olmasalardı, eğer kendi yaşam etkinliklerini kontrol etmeye düzenlemeselerdi, evrensel fahişelik hayatta kalamk için gerekli bir koşul oluşturmayacaktı. İnsanların kendi işlerini satmayı sürdürmeyi düzenlemeleridir yaşamın korunması için yaşam etkinliğinie yabancılaşmayı zorunlu hale getiren, yoksa onların sattıkları şeyler değil.
İşçiler tarafından satılan yaşam etkinliği kapitalist tarafından satın alınır. Ve yalnızca bu yaşayan etkinliktir Sermayeye soluk almasını sağlayan ve onu “üretici” yapan şey. Kapitalist, ham maddelerin ve üretim araçlarının “sahibi” doğal nesnelerin ve diğer insanların emeğinin ürünleri- ni kendi “özel mülkü” olarak sunar. Fakat kapitalistin “özel mülkü”nü yaratan şey Sermayenin mistik gücü değildir; yaşam etkinliğidir “mülkü”yaratan, ve bu etkinliğin biçimidir onun “özel” olarak kalmasını sağlayan.
Yaşam Etkinliğinin Sermayeye Dönüşümü
Yaşam aktivitesinin Sermayeye dönüşümü şeyler yoluyla olur, fakat bunu şeyler gerçekleşrtirmez. İnsan etkinliğinin ürünü olan şeyler, etkinlikler ve ilişkiler şeyler için ve onlar yoluyla gerçekleştirildiği ve insanların etkinlikleri onlara şeffaf olmadığı için, etkin failler olarak görünürler; insanlar aracı nesneyle onu varedeni birbirine karıştırırlar.
Kapitalist bir üretim sürecinde işçi, yabancılaşmış yaşam enerjisini diğer insanların etkinliklerinin cisimleşmiş hali olan kullandığı araç ile (Karmaşık endüstriyel araçlar dünyanın her köşesinden ve değişik toplumsal biçimlerden gelen mucitlerin, araştırmacların ve üreticilerin sayısız kuşaklar boyunca süren entellektüel ve el işlerinin cisimleşmeleridir) cansız bir maddeye dönüştürür veya onu maddileştirir. Araçlar doğaları gereği cansız nesnelerdir; geçinme eyleminin eşyalaşmış biçimi bu şeyler canlı değildirler. Üretim sürecindeki tek aktif fail yaşayan emekçidir. Diğer insanların emek ürünlerini kullanan ve, deyim yerindeyse, onlara yaşam veren odur, fakat bu kendi hayatıdır; emekçi elindeki aracı vareden bireyleri diriltemez. Elindeki araçla kısıtlı bir sürede çok şey yapabilir ve bu anlamda üretkenliğini de arttırabilir. Fakat ancak üretebilen, yaşayan emek verimli olabilir.
Örneğin bir endüstri işçisi bir elektrikli torna aygıtını çalıştırdığında, fizikçilerin, mucitlerin, elektrik mühendislerinin ve torna üreticilerinin kuşaklar boyunca süren emek ürünlerini kullanmış olur. Bu işçi açıkça aynı nesneyi eliyle oyan bir ustadan daha verimlidir. Fakat bu verimliliğin nedeni bir endüstri işçisinin sattığı “Sermaye”nin ustanın sattığı “Sermaye”den daha “verimli” olduğu için değildir. Eğer kuşaklar süren entellektüel ve elişi etkinliği elektrikli torna aygıtında cisimleşmeseydi, eğer endüstri işçisi tornayı, elektriği ve elektrikli tornayı kendisi keşfetmek zorunda kalsaydı, işte o zaman tek bir nesneyi elektrikli torna üzerinde döndürmek için sayısız ömür haracaması gerekecekti ve hiçbir Sermaye miktarı eliyle nesneyi oyan bir ustadan daha fazla verimli olmasını sağlayamayacaktı..
“Sermayenin verimliliği” fikri ve özel olarak da “verimlilik”in detaylı ölçümü-kapitalist toplumun tapınması, hayranlığı ve merkezi fetiş dalkavukluğu içinde insanların güçlerini emen günlük yaşamın kapitalist günlük yaşam dini- Ekonomi “bilimi”nin uydurmalarıdır. Bu “bilim adamlarının” ortaçağ meslektaşları, meleklerin ve cennetin ne olduğunu sorgulamadan, her ikisinin de varlığı doğruymuş gibi, Cennetteki meleklerin enini boyunu ölçmeye kalkışmışlardı.
İşçinin sattığı etkinliğinin sonucu kendisine ait olmayan bir üründür. Bu ürün onun emeğinin somutlaşması, onun yaşamının bir parçasının eşyalaştırılması, yaşam etkinliğinin doldurduğu bir kaptır, fakat onun değildir; onun emeği kadar yabancıdır ona. Onu yapmaya karar veren kendisi değildir ve yaptığını da kullanamayacaktır. Onu isterse satın almalıdır. Yaptığı basitçe belli yararlara sahip bir ürün değildir; böyle bir amaç için bir ücret karşılığında emeğini bir kapitaliste satma ihtiyacı duymamıştır; o sadece gerekli malzemelere ve kullanabileceği araç-gereçlere sahip olmaya, sadece kendi amaçları tarafından gerekli ve kendi bilgi ve yetisi tarafından sınırlananan malzemelere şekil vermeye ihtiyaç duymaktadır (Açıktır ki bir birey bunu verimsiz bir şekilde yapacaktır; malzemelerin ve araçların insanlara tahsisi ve onların kullanımına verilmesi ancak etkinliğin kapitalist biçiminin yokedilmesinden sonra mümkün olabilecektir).
İşçinin kapitalist koşullarda altında ürettiği çok belirli özeliklere sahip ve satılabilir bir üründür. Yabancılaşmış etkinliğinin ürettiği bir maldır.
Kapitalist üretim bir mal üretimi olduğundan, sürecin amacının insan ihtiyaçlarını karşılamak olduğu ifadesi yanlıştır; bu akılları karıştırmaktan ve mazeretten başka birşey değildir. “İnsan ihtiyaçlarının tatmini” ne kapitalistin ne de üretimde rol alan işçinin hedefidir ne de bu durum sürecinin bir sonucudur. İşçi bir ücret almak için emeğini satar, emeğinin durduğu noktanın onun açısından hiçbir önemi yoktur; karşılığında ona bir ücret ödemeyen kapitalist için emeğine yabancılaşmayacaktır, kaç insanın bu kapitalistin mallarıyla tatmin olacağına aldırmayacaktır. Kapitalist emeği satın alır ve satılabilir mallar ortaya çıkarmak için üretimde kullanır. İnsan ihtiyaçlarıyla ilgili olmadığı gibi, ürünün kendine özgü özelliklerini de umursamaz; bütün ilgilendiği ürünün ne kadar satacağıdır; insanların bu ürüne ne kadar ‘”ihtiyaç” duyacağı propagandası ile ilgilenmesi, psikolojik koşullandırma yollarıyla ürüne daha fazla “ihtiyaç” duyulmasını sağlamaktır. Kapitalistin amacı sermayesini yeniden üretmek ve arttırmakTIR ve bu sürecin sonucu artan ücretli emek ve sermayenin genişlemesidir (bunlar “insan ihtiyaçları” değildir).
İşçinin ürettiği malı alan kapitalist, karşılığında bir miktar para verir; mal ona eşit bir değerle değiştirilen bir değerdir. Başka bir deyişle, ürün içinde metalaşan şu anki ve daha önceki emek, ikiye ayrışmış şekilde fakat yine de eşdeğr biçimlerde, metalarda veya parada, yahut ikisine de denk düşen bir değer halinde varolabilir. Bu değer eşittir emek demek değildir. Kapitalist toplumda değer, somutlaşmış (metalaşmış) emeğin toplumsal biçimidir.
Kapitalizm altında, toplumsal bağlar doğrudan kurulmamıştır: değer yoluyla inşa edilmişlerdir. Günlük etkinlik doğrudan değiş-tokuş edilmemiştir; değer biçiminde başkalaşmıştır. Sonuçta kapitalizm altındaki yaşam etkinliği, etkinliğin kendisi gözlenerek değil aşağıdaki değer başka -laşmalarının izi sürülerek anlaşılabilir.
İnsanların yaşam etkinliği iş biçimini (yabancılaşmış etkinlik) aldığında değiş-tokuş yapılabilir bir özellik kazanır; değer şeklinde ortaya çıkar. Başka bir deyişle emek “eşdeğer” bir para (ücret) karşılığında satılabilir. Kapitalist toplumun üyeleri tarafından hayatta kalmak için gerekli olarak algılanan yaşam etkinliğinin temkinli yabancılaşması kendisi beka için zorunlu yabancılaşmanın kapitalist biçimini yeniden üretir. Yaşama etkinliği bir değere sahip olduğundan, bu etkinliğin ürünlerinin de değere sahip olması zorunludur: para karşılığında değiştirilebilmek zorundadır. Bu açıktır, çünkü emek ürünleri bir değere sahip olmasalardı-örneğin toplumun yararlı bulduğu nesneler şeklinde-, o zaman ya fabrikada kalacaklar ya da toplum üyelerince ihtiyaç duyulduğunda özgürce edinebileceklerdi; her iki durumda da işçilerin aldığı para ücretinin hiçbir değeri kalmayacak ve yaşama etkinliği “eşdeğer” bir para miktarı karşılığında satılamayacaktı; yaşama etkinliği yabancılaştırılamayacaktı. Sonuç olarak, yaşama etkinliği değere dönüştüğü an, bu etkinliğin sonuçları da bir değere dönüşür ve günlük yaşamın yeniden üretimi değer metamorfozları ve değişimleri yoluyla gerçekleşmiş olur.
Kapitalist emek ürünlerini pazarda; belli bir para karşılığında onları değiş tokuş eder, saptanmış bir değeri kar eder. Belirli bir piyasada bu değerin büyüklüğü malların fiyatı kadardır. Akademik İktisatçı için, Fiyat Aziz Peter’in elindeki Cennet kapılarının anahtarıdır. Sermayenin kendisi gibi, Fiyat da başatanbaşa nesnelerle dolu olan eşsiz bir dünyada yol alır; nesneler insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin sahibidir ve canlıdırlar: birbirlerine dönüşürler, birbirleriyle iletişim kurarlar; evlenirler ve çocuk sahibi olabilirler. Ve tabii ki, kapitalist toplumdaki insanlar ancak bu zeki, güçlü ve yaratıcı nesnelerin cazibesiyle mutlu olabilirler.
İktisatçının cennet çalışanları tasvirlerinde melekler herşeyi yaparlar, insanlar hiçbirşey yapmazlar; insanlar yalnızca bu ulu varlıkların onlar için yaptıklarından hoşnut olurlar. Sadece Sermayenin üretmez veya paranın çalışmaz; diğer gizemli varlıklar da benzer özelliklerin sahibidirler. Böylelikle satılan şeylerin miktarı olan Arz ve satınalınan şeylerin miktarı olan Talep paranın miktarı olan Ücreti birlikte belirlerler; Arz ve Talep diyagramın özel bir noktası üzerinde evlendiklerinde, evrensel bir veriye tekabül eden Denge Fiyatını doğururlar. Günlük yaşamın etkinlikleri .şeyler tarafından gerçekleştirilir ve insanlar “verimli saatlerinde” şeylere (“üretim faktörleri”), “boş zamanlarında” da şeylerin donakalmış seyircilerine indirgenir. İktisat Bilimcisinin hüneri, insanların gündelik etkinliklerinin çıktısını şeylere atfetme yeteneği ile şeylerin maskaralığı altındaki insanların yaşama etkinliğini görememe yeteneğidir. İktisatçıya göre, kapitalizm altında insan etkinliğini şeylerin kendileri annelerdir ve oğullarıdır, onların kendi etkinliklerinin nedenleri ve sonuçlarıdırlar.
Malın ücreti olan, değişimdeki paranın miktarı olan değerin büyüklüğü şeyler tarafından değil insanların günlük etkinlikleri tarafından belirlenirler. Arz ve talep, tam ve eksik rekabet kapitalist toplumda ürünlerin ve etkinliklerin toplumsal biçimlerinden başka birşey değildirler; kendilerine ait bir yaşamları yoktur. Etkinliğin yabancılaşmasından dolayı, yani emek-zamanın belli bir para karşılığında satılmasından dolayı, belirlenmiş bir değere sahip olmasından dolayı bu emeğin ürünlerinin değerinin büyüklüğü ile ilgili birçok sonuç ortaya çıkar. Satılan malların değeri en azından emek-zaman değerine eşit olmak zorundadır. Bunun böyle olması gerektiği hem tek bir kapitalist firma için hem de bütün toplum için açıktır. Tek bir kapitalistin sattığı malların değeri kiralanan emek değerinden küçük olsaydı, onun emek giderleri tek başına onun kazançlarından daha çok olacaktı ki bu da onu çabucak iflasa sürükleyecekti. Toplumsal olarak, işçilerin üretim değeri onların tüketim değerinden daha küçük olsaydı, işgücü kendini bile üretemeyecek, bir kapitalistler sınıfından da söz edilemeyecekti. Bununla birlikte, eğer malların değeri yalnızca onlar için sarfedilen emek-zaman değerine eşit olsaydı, o zaman da mal üreticileri sadece kendilerini yeniden üretmiş olacak ve onların toplumu kapitalist bir toplum olmayacaktı; onların etkinliği hala mal üretimi olacak fakat bu kapitalist mal üretimine yol açmayacaktı.
Emeğin Sermayeyi yaratması için, emek ürünlerinin değeri emek değerinden daha büyük olmak zorundadır. Başka bir deyişle, emek gücü tüketemeyeceği bir miktar malı, bir artı ürünü üretmelidir ve bu artı ürün, işçilere ücret olarak geri dönmeyen fakat kapitalistler için kar olan bir değer biçimindeki artı değere dönüştürülmelidir. Dahası, yaşayan emek kendi içinde eşyalaşan türden bir emek olmadığından emek ürünlerinin değeri hala daha fazla olmalıdır. Üretim sürecinde, işçiler kendi enerjilerini harcarlar, ayrıca kullandıkları araçların bünyesindeki depolanmış emeği de kullanırlar ve böylece daha önce üzerinde emek harcanmış malzemeleri şekillendirirler.
Bu durum, işçinin ürünlerinin değeri ile ücretlerinin değerinin farklı büyüklüklerde olmasına neden olan garip bir sonuca varır: kiraladığı işçilerin ürettiği malları sattığında kapitalistin eline geçen para miktarı ile işçilerine ödediği miktar farklıdır. Bu fark, kullanılan araç-gerece ödenen giderlerle açıklanamaz. Araçların ve yaşayan emeğin değeri satılan mallarınkine eşit olsaydı kapitalistler için açık kapı kalmayacaktı. Gerçek şudur ki, iki büyüklük arasındaki fark bir kapitalistler sınıfını doyuracak kadar geniş olmalıdır-sadece bireyleri değil, fakat aynı zamanda bu bireylerin özel teşebbüsleri olan emeğin satın alımını da. Toplam ürün değeri ile üretimleri sırasında harcanan emek değeri arasındaki fark Sermayenin kökeni olan artı değerdir.
Artı değerin kökenine inmek için emek değerinin, emeğin ürettiği malların değerinden niye daha az olduğunu incelemek şarttır. İşçinin yabancılaşmış etkinliği, araçlar yardımıyla malzeme dönüşür ve belirli bir miktar mal üretir. Bununla birlikte, bu mallar satılıp kullanılan malzeme ve araçların gideri düşüldükten sonra, işçilere ücretlerinin bir parçası olan kalan ürünün değeri verilmez; onlara daha az verilir. Başka bir deyişle, her çalışma günü boyunca işçiler karşılığında hiçbirşey almadıkları bir miktar ödenmemiş emek-zorunlu çalışma-ile karşı karşıyadırlar.
Bu karşılıksız emek sarfı, bu zorunlu emek, kapitalist toplumdaki başka bir “hayatta kalma koşulu”dur. Bununla birlikte, yabancılaşma gibi, bu koşul da doğanın bir zoru değil fakat insanların kollektif pratiklerinin, günlük etkinliklerinin bir sonucudur. Daha sendikalar yokken, çalışan bir birey zorunlu emeğin boyunduruğu altında idi. Çünkü bunu reddetmek başka işçilerin bu yükün altına girmeye hazır oldukları, onun da işsiz kalacağı anlamına geliyordu. İşçiler kapitalistlerce sunulan ücretler için birbirleriyle yarışıyordu; bir işçi kabul edilemez düşüklükteki ücretine karşı çıkıp işi bırakırsa boş bir işçi, parasız olmaktansa düşük bir ücrete fit olup onun yerini almaya hazırdı. İşçiler arasındaki bu yarış işçilerin özgürlüğü için ödünler veren kapitalistlerce “boş işgücü” olarak adlandırılmışlardır. Çünkü kapitalist artı değeri yaşatan bu özgürlüktür ancak ve kapitalist ancak bu şekilde sermaye sahibi olmuştur. Aldığından fazlasını vermek hiçbir işçinin hedefi değildi. Amacı olabildiğince fazla ücrete sahip olmaktı. Buna rağmen, işsizlerin varlığı ve fazla ücret tasavvurlarının çalışan işçininkine göre daha az oluşu kapitalistlere düşük ücretle işçi çalıştırma yolunu açmıştır. Böylece, olabildiğince fazla ücret için birbirleriyle didişen günlük kollektif işçi eyleminin sonucu herkes için daha düşük ücret olmuştur; birinin herkese karşı olan bu yarışının etkisi herkesin olabildiğince az ücrete ve kapitalistin de olabildiğince fazla artı değere sahip olması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Topyekün günlük pratik birinin amaçlarına geçit vermez. Fakat işçiler durumlarının kendi günlük davranışlarından kaynaklandığının ayırdına varamadılar; ne yaptıklarını bilmiyorlardı. İşçilere göre düşük ücretler de tıpkı hastalık ve ölüm gibi doğal hayatın bir parçasıydı ve azalan ücretler tıpkı yer kayması ve çetin bir kış gibi doğal hayatın bir karmaşasıydı. Sosyalistlerin eleştirileri, Marx’ın analizleri ve aynı zamanda varolmak için daha da vahşileşen endüstrinin gelişimi sır perdesini aralayıp işçilerin bilinçlenmesini bir yere kadar mümkün kıldı. Buna rağmen Batı Avrupa ve Amerika’da işçiler günlük yaşamın kapitalist biçiminden sıyrılamadılar; sendikalar kurdular. Ve Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’nın farklı maddi koşullarında, işçiler (ve köylüler) kapitalist sınıf yerine yabancılaşmış emeği satın alıp Marx adına sermaye üreten bir devlet büroksasisi kurdular.
Sendikalar ile, günlük yaşam sendikalar yokken nasıl idiyse yine ona benzer biçimdeydi. Aslında neredeyse aynıydı. Yine emek, yine yabancılaşmış emek ve karşılıksız işgücü/zorunlu emek vardı. Sendikaya bağlı işçi yabancılaşmasıyla ilgili pazarlık yapmıyordu artık; bunu sendika görevlileri yapıyordu onun için. İşçi eyleminin yabancılaştırırıldığı koşulları tartışmak, verilenle yetinen bir işçinin işi değildi artık. İşçiler şimdi emeğini satanlarla alanlar arasındaki aracı konumunu korumakla yükümlü sendika bürokratı tarafından yönlendiriliyordu.
Sendikalardan önce de sonra da, artı değer ne doğanın ne de sermayenin ürünü olmuştur; onu yaratan insanların insanların günlük etkinlikleridir. Günlük etkinlikleri sırasında insanlar sadece bu etkinliklerine yabancılaşmalarını sağlayan koşulları, sermayeyi ve böylelikle sermayenin emeği satın alma gücünü yeniden üretirler. Bu durum insanların “başka bir çıkış yolunun ne olduğunu” bilmeyişlerinden kaynaklanmaz. Fazla miktarda yağ yiyip kronik hazımsızlıktan ötürü güçsüzleşen biri, “başka bir çıkış yolu bilmediğinden” ötürü yağ yemeğe devam etmez. Ne yağı bırakarak güçsüz olmayı tercih eder ne de günlük yağ tüketiminin güçsüzlüğüne yol açtığının farkındadır. Doktoru, öğüt vereni, hocası ve politikacısı ona öncelikle yağın onu canlı kıldığını ve sonrada iyi huyluluğunu devam ettirdiği takdirde onun için herşeyi zaten yaptıklarını söylerlerse, işte o zaman ne yaptığının farkında olmaması ve bunu anlamak için çaba harcamaması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Artı değer üretimi bir hayatta kalma koşuludur, nüfusun tümü için değil fakat kapitalist sistem için. Artı değer işçi tarafından üretilen ve ona dönmeyen malların değerinin bir kısmıdır. Bu, mallar olarak da para olarak da ifade ediilebilir (aynen Sermayenin bir miktar şey veya para şeklinde tanımlamasında olduğu gibi), fakat bu ifadenin verili bir miktar ürünün içinde eşyalaşan emek için kullanıldığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Ürünler ona “denk” bir para karşılığında değiştirildiğinden, para ürünler gibi aynı değeri “tanımlar” veya temsil eder. Para daha sonra aynı “değerdeki” bir miktar ürün karşılığında değiştirilebilir. Kapitalist günlük yaşam süresince eşzamanlı varolan bu değiş-tokuşların toplamı kapitalist dolaşım sürecini oluşturur. Bu süreç sayesinde Sermayeye dönüşen artı değer metamorfozu ortaya çıkar.
İşçiye dönmeyen değer parçası, yani artı değer, kapitaliste yaşam olanağı sağlar ve ona basitçe varolmanın ötesinde, çok şey yapma gücünü verir. Kapitalist bu artı değerin bir parçasıyla yatırım yapar; işçiler kiralar ve yeni üretim araçları satın alır; ağırlığını artırır. Bunun anlamı kapitalistin yeni emeği, hem kiraladığı iş etkinliğini hem de satın aldığı materyal ve malzemelerde depolanmış olan geçmiş emeği (karşılığı ödenmiş ve ödenmemiş), biriktirdiğidir.
Kapitalist sınıf, bir bütün olarak, artı emeği biriktirir, fakat bu süreç toplumsal ölçekte yürür ve sadece bir tek kapitalistin etkinliklerini gözlemlemesiyle açıklığa kavuşmaz. Bir kapitalistin araçlar diye satın ürünlerin sattıklarıyla aynı özelliklere sahip olduğu unutulmamalıdır. Bir ilk kapitalist araçları belli bir miktar değer karşılığında ikinci bir kapitaliste satar ve bu değerin sadece bir kısmı işçilere ücret olarak geri döner; kalan kısım onunla birinci kapitalistin satın aldığı yeni araçlar ve emek olan artı değerdir. İkinci kapitalist verili bir değer karşılığında araçlar satın alır ki bu da onun birinci kapitalistin hizmetindeki toplam emek miktarına, karşılığı ödenmiş ve aynı zamanda bedava çalışılmış emek miktarına, ödeme yaptığı anlamına gelir. Bunun anlamı ikinci kapitalist tarafından biriktirilen araçların birincisi için harcanmış karşılıksız emeği içermesidir. Sonuçta, ikinci kapitalist, verili bir değer karşılığında ürünlerini satar ve işçilerine bu değerin sadece bir kısmını verir; kalanı yeni araçlar ve işçiler için kullanılır.
Bütün süreç tek bir zaman dilimine indirgenir ve bütün kapitalistler topluca düşünülürse, kapitalistin yeni araçları ve emeği aldığı değerin üreticilere geri vermediği değerin birbirine eşit olduğu görülür. Bu yaratılan artı emek Sermayedir.
Bir bütün olarak kapitalist toplum koşullarında, toplam Sermaye yaşam etkinliğininin günlük yabancılaşmasının kuşaklar boyunca oluşturduğu toplam karşılıksız emeğe eşittir. Başka bir deyişle, Sermaye, uğruna insanların yaşamlarını sattığı, satılan insan etkinliğinin ürünüdür ve yeniden üretilir ve bir insan başka bir çalışma gününü sattıkça, hergün, kapitalist günlük yaşam biçiminde yaşamaya devam etmeye karar verdiği her an genişler.
Stok ve İnsan Etkinliğininin Birikimi
Artı emeğin Sermayeye dönüşümü daha genel bir sürecin, endüstrileşme sürecinin, insanın maddi çevresinin devamlı dönüşümünün özel bir tarihsel biçimidir.
Kapitalizm altındaki insan etkinliğininin bu sonucunun belli başlı özellikleri basitleştirilmiş örnekler aracılığıyla anlaşılabilir. Hayali bir toplumda, insanlar hareketli zamanlarının çoğunu yiyecek ve diğer şeyleri üreterek geçirir, zamanlarının sadece bir kısmı, gerekli şeylerin üretimi dışındaki “artı zamandır”. Bu artı etkinlik, üretimde bulunmayan rahipler ve savaşçılar için yiyecek üretimine adanabilir; dinsel olaylar sırasında yok olan malların üretiminde de kullanılabilir; seromoniler ya da jimnastik egzersizleri için de harcanabilir. Her durumda, bu insanların maddi koşulları, günlük etkinliklerinin sonuçlarından ötürü bir kuşaktan başka bir kuşağa değişmeden kalır. Bununla birlikte, bu hayali toplumdaki insan kuşaklarından birisi artı zamanı kullanıp bitirmek yerine onu saklayabilir. Örneğin artı zamanlarını gezerek tozarak harcayabilirler. Bir sonraki kuşak kaynaklarda depolanan enerjiyi gerekli birkaç iş için harcayabilir veya kaynakların enerjisini yeni kaynaklar için harcayabilir. Her iki durumda da, bir önceki kuşağın biriktirdiği artı emek, bir sonraki kuşak için daha geniş bir artı zaman miktarı olacaktır. Yeni kuşak bu artıyı kaynaklara veya diğer şeylere harcayabilir. Çok kısa bir süre sonra kaynaklarda depolanan emek yaşayan herhangi bir kuşağa gerekli olan emek zamanını aşacaktır; nispeten küçük bir enerji gideri ile, hayali toplum insanları gerekli işlerin bir çoğunu yapmak üzere ve aynı zamanda gelecek kuşaklara yeni kaynaklar yaratmak için işlerinin başına dönebileceklerdir. Daha önce gereklilikler için harcanan saatlerin çoğu şimdi gereklilik tarafından değil imgelem tarafından belirlenecektir.
İlk bakışta insanların yaşam saatlerini kaynak yaratımı olan acaip bir işe adadıkları gibi alışık olmadığımız birşeyle karşılaşırız. Kaynaklarda gedikler açılsa bile, gelecek kuşaklar için depolandığından ötürü garip karşılanabilir, çünkü kaynakların dinlendirilmesi, örneğin festival günleri için kaynak olabilir.
Bununla birlikte, insanlar yaşamlarını satmasalardı, eğer çalışma etkinliğini kendilerinin olmasaydı, pratik etkinlikleri zorlanmış emeği barındırsaydı, işte o zaman insan etkinliği kaynakların arttırımı işi, maddi kaynaklar olarak depolanan artı çalışma zamanı işi için çok da güzel kullanılabilirdi. Yaşamlarını satmak için başkalarının meşruluğunu kabullenen insanların icra ettiği kapitalizmin tarihsel rolü, insan etkinliğinini zorlamış, emek araçlarıyla maddi kaynaklarda depolamaktan ibarettir kesinlikle.
İnsanlar yaşama etkinliğini olduğu gibi birikmiş emeği de satın almak için paranın gücüne boğun eğer eğmez, toplumsal yaşam etkinliğini gibi depolanmış olanı da kontrol eden para sahiplerinin kurgusal “haklarını” kabul etmiş olacaklar, parayı Sermayeye dönüştürecekler para sahiplerini de Kapitalistlere dönüştüreceklerdir.
Bu çifte yabancılaşma, ücretli emek biçimindeki yaşam etkinliğinin yabancılaşması ve depolanmış emek biçimindeki geçmiş kuşakların etkinliklerini yabancılaşması tarihin herhangi bir aşamasında yaşanan tekil bir durum değildir. İşçiler ve kapitalistler arasındaki ilişki geçmişte herhangi bir zamanda, bir kezliğine ve herkes için, toplumun maruz kaldığı birşey değildir. İnsanlar hiçbir zaman, dünyanın bütün bölgelerindeki bütün gelecek kuşakların yaşam etkinliklerinin gücünden vazgeçtiklerini beyan eden yazılı bir anlaşma imzalamamış yahut sözlü bir fikir birliğine bile kalkışmamışlardır.
Sermaye, doğal güce benzer bir maske takınır; yeryüzünün kendisi gibi katı görünür, hareketleri tersine çevrilemez akıntılar şeklinde tezahür eder, yer kaymaları ve depremler gibi kaçınılmaz görünür krizleri. Sermaye gücünü yaratanların insanlar olduğu kabul edilse de, bu kabul bizi daha katı bir maskeye, gücü herhangi bir doğa güçten daha dehşetli olan bir Frankestein canavarına götürecektir.
Bununla birlikte, sermaye geçmişin bir anında insanlarca yaratılan ve o günden bu yana insan hayatına nüfuz eden ne bir doğal güç ne de insan yapımı bir canavardır. Sermayenin gücünün ardında para yoktur çünkü, para insanların ona sahip olma arzularından öte bir “güce” sahip olmayan toplumsal bir anlaşmadır. İnsanlar emeklerini satmayı reddettikleri gün para en basit işleri bile göremeyecek hale gelecektir, çünkü para “çalışmaz”.
Sermaye sahipleri, geçmiş anıların görkemini yeniden kazanmak için boş bir çaba içinde birkaç kağıt parçasının çevrelediği tuhaf, dar kafalı insan kümecikleri şeklinde dağılacaklardır sadece. Sermayenin tek “gücü” insanların günlük etkinliklerinin ardında yatar; bu “güç” para karşılığında insanların günlük etkinliklerini satmalarıyla, önceki kuşaların ve kendi etkinliklerinin sonuçları üzerindeki kontrolden vazgeçmeleriyle ortaya çıkar.
Biri emeğini bir kapitaliste sattığında ve emeğinin karşılığı olarak ürünün sadece bir kısmını kabullendiğinde, diğer insanların sömürülme ve satın alınma koşullarını yaratır. Hiçbir insan gönüllü olarak kolunu yahut çocuğunu para karşılığında satmaz; yine de insanlar hala düşünerek ve bilinçli bir şekilde, yaşamak için gerekli olan şeyleri edinmek için çalışma hayatlarını satıyor ve bu şekilde yalnızca yaşamının korunması için gerekli olan hayatlarının satılmasının devam ettiği koşulları yeniden üretmekle kalmazlar; aynı zamanda yaşamın satılmasını diğer insanlar için de bir gerekliliğe dönüştüren koşulları da yaratırlar. Sonraki kuşaklar tabii ki örneğin kol güçlerini satmayı reddetmelerinde olduğu gibi çalışma zamanlarını satmayı reddedebilirler; bununla birlikte herbiri Sermayenin çalışma zamanlarını satın alacağı depolanmış emeği genişleten yabancılaşmış ve zorlanmış emeği reddetmekte başarılı olmayacaklardır.
Artık emeği Sermayeye dönüştürmek için kapitalist onu maddi kaynaklara, yeni üretim araçlarına, depolamanın bir yolunu bulmak zorundadır. Ve yeni üretim araçları yapmak üzere yeni işçiler kiralamak zorundadır. Başka bir deyişle, yatırımını genişletmek veya üretimin değişik bir koluna yeni bir yatırım yapmak zorundadır. Bu durum, yeni satılabilir mallara dönüşebilecek materyallerin varlığını, yeni ürünlerin alıcılarını ve emeğini satacak kadar fakir insanların olmasını öngerektirir veya varsayar. Bu gereklilikleri yaratan kapitalist etkinliğin kendisidir ve kapitalistler etkinliklerini sınırlayacak ya da engelleyecek hiçbirşeyi tanımazlar; Sermaye demokrasisi mutlak özgürlük talep eder. Emperyalizm Kapitalizmin sadece “son evresi” değil aynı zamanda ilkidir de.
İster kapitalistin bölgesinde ya da onun komşununkinde olsun, ister yeryüzünde ya da altında olsun ya da denizlerdeki botlarda ya da topraktaki haşerelerde olsun, ister diğer kıtalarda ya da gezegenlerde olsun pazarlanabilir bir mala dönüşen herşey sermaye değirmeninin hububatıdır. Simyadan tutun da fiziğe kadar insanlığın bütün doğa keşifleri emeğin depolandığı yeni materyaller için birisinin satın almayı düşünebileceği yeni nesneler bulmak için harekete geçirilmişlerdir.
Eski ve yeni ürünlere rağbet eden alıcılar, mevcut araçların herhangi biri ya da hepsi tarafından yaratılırlar ve bunun için sürekli yeni araçlar keşfedilir. “Açık pazarlar” ve “açık kapılar” zor ve tehditle kurulur. İnsanlar kapitalistlerin ürünlerini satın alabilecek güçte değilseler, kapitalistlerce kiralanırlar ve almayı umdukları malları üretmek üzere ücretlendirilirler; mahalli zanaatkarlar halihazırda kapitalistlerin satmaları gereken şeyleri üretiyorlarsa ya iflasa sürüklenirler ya da satın alınırlar. Yasalar veya gelenekler bazı ürünlerin kullanımını yasaklıyorsa yasalar ve gelenekler çiğnenir; insanlar fiziksel ve biyolojik isteklerinden vazgeçmişlerse kapitalistler onların “ruhani isteklerini” tatmin ederler ve onları yaratmak üzere psikologlar kiralarlar; insanlar kapitalistlerin ürünlerine bir daha yeni ürünleri kullanmayacak kadar doymuşlarsa, hiçbir değeri olmayan, sadece incelenebilir veya hayranlık duyulabilen nesneleri ve materyalleri satın almaları yolunda telkin edilirler.
Her kıtada, tarımsal olan veya olmayan toplumlarda, fakir insanlara rastlanır; kapitalistler geldiklerinde emeklerini satmaya gönüllü olabilecek kadar fakir olmasalardı bile kapitalistlerin etkinlikleri onları yoksullaştırırdı. Avcıların arazileri zamanla, avcıların hayatta kalmak için gerekli yiyeceği içermeyen rezervlerini kısıtlamak için, devlet teröründen yararlanan özel mülkiyet sahiplerinin olur. Köylülerin araçları, borçları ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir şekilde satın almadığı arazileri satmaya zorlayacak kadar artana dek araçları satın alacak parayı onlara cömertçe veren, aynı tüccar tarafından temin edilebilir ancak. Zanaatkarların ürünlerinin alıcıları zamanla, ürünleri pazarlayan tüccarlara indirgenir; bu durum bir tüccarın aynı çatı altındaki zanaatkarlarını satın alma kararına dek sürer; en kazançlı ürünleri üretmek üzere onlara araç-gereç sağlar. Bağımsız ya da bağımlı avcılar, köylüler ve zanaatkarlar, özgür insanlar ya da köleler kiralık işçilere dönüştürülür. Daha önceki çetin maddi koşullarda diledikleri gibi yaşamalarına kesinlikle son verilir, daha önceki kıt varoluşun bilinçli yaratıcıları olanlar kıtlıktan kurtulurken bile etkinliklerinin bilinçsiz kurbanı olurlar. Çok olup az şeye sahip olanlar şimdi çok şeye sahiptir fakat daha azdırlar.
Yeni ürünlerin üretimi yeni pazarların açılması yeni işçilerin gelmesi üç farklı hareket değildir, aynı etkinliğin üç yüzüdür. Yeni bir işgücü kesinlikle yeni ürünler üretmek için yaratılır; bu işçilerin aldığı ücretlerin kendisi yeni pazar demektir, karşılıksız emekleri yeni bir patlamanın kaynağıdır. Sermaye genişlemesini, günlük insan etkinliğininin yabancılaşmış emeğe dönüşümünü, artı emeğin kapitalistlerin “özel mülkiyetine” dönüşmesini ne doğal ne de kültürel engeller durdurulabilir. Bununla birlikte sermaye doğal bir güç değildir, hergün insanların varettiği bir etkinlikler yığınıdır, günlük yaşamın bir biçimidir, devamlı varolması ve genişlemesi sadece gerekli bir koşula bağlıdır: iş yaşamlarını yabancılaştırmaya ve böylece günlük yaşamın kapitalist biçimini yeniden üretmeye devam etmek üzere insanların hazır oluşuna.