Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Kasım 24, 2024
No menu items!
Ana SayfaTiyatroTiyatro KritikleriTiyatronun Yaşam Damarları ve Tiyatro Karşı Kıyı

Tiyatronun Yaşam Damarları ve Tiyatro Karşı Kıyı

Yazar
Mehmet Esatoğlu

Tiyatronun Yaşam Damarları ve Tiyatro Karşı Kıyı


Son on yıldır tiyatromuzun sorunları üzerine yazılıp çizilenlere baktığımızda, büyük bir ağlaşma korosu görüyoruz. Yazılanlara göre tiyatro diye bir � yüce � sanat varmış ama maalesef günümüzde artık çok zor durumdaymış. Seveni çokmuş ama, ilgileneni pek yokmuş. Bu yüzden adım adım yok olmaya doğru sürükleniyormuş.

Bu, öylesine yaygın bir söylem ki kitaplardan, dergilere, Internet sitelerine her yanı sarmış durumda. Yazıların ve yazarlarının bu duruma karşı bir önerisi ise yok.

Peki ya yaşam nasıl? İçinde bulunulan ağır koşullara rağmen Nazım�ın deyimiyle

�kıvıl kıvıl balık misali �. Ağlaşmak yerine üretmeyi seçenler kentin kimi köşelerinde perde açıyorlar.

Bir kış akşamı. Ortalığı maç böğürtüsü sarmış. Caddeler, sokaklar aynı böğürtüyle yankılanıyor. O eski güzelim ayak topu oyunu artık ticari bir sektör olmuş. Kafanızı çevirdiğiniz her yerde futbol alınıyor, futbol satılıyor, futbol kusuluyor. Bunu bir tek ben söylemiyorum. Futbol üzerine yazı yazarak ömrünü geçirmiş yazar Kahraman Bapçum�da aynı şeyleri ifade ediyor. Bapçum geçen ay Cumhuriyet spor sayfasındaki yazısında ticarileşen futbol ortamının çirkinliğine dayanamadığını ve artık futbol üstüne yazmak istemediğini yazıyor.

Soğuk bir kış akşamı sıcacık bir tiyatro salonundan içeri giriyoruz. Maç böğürtüsü nedeniyle çok yoğun bir kalabalık yok. Gelenler farklı insanlar. Duruşlarından konuşmalarından belli ediyorlar kendilerini. Yoldan geçerken tiyatroya girivermiş bir kitle değil bu. Bilerek, isteyerek seçmiş ve gelmiş bir izleyici var fuayede.

Sahnenin arkasında ise oyuncular var. Onlar da fuayedeki izleyiciden farklı değiller. Lisede bir rastlantı ya da büyük bir istek duyarak seçtikleri tiyatroyu hala sürdürüyorlar. Hala sürdürüyorlar diyorum çünkü bir kısmı için lise artık geride kalmış. Ama onlar birlikteliklerini alıp taşımışlar bir amatör tiyatro topluluğuna. Adına da Tiyatro Karşı Kıyı demişler.

Şimdi düşünün şöyle de davranabilirlerdi. Lise bitimi bir telaş üniversiteye girmek üzere birbirini ezme yarışına dalmaca. Dershaneler, testler, sınavlar.. Ardından sağına soluna bakmadan kitap üzerinde pineklenen dört yıllık üniversite yaşamı. Ardından askerlik, hasbelkader bir evlilik. Ve günün birinde elinde kumanda TV ekranı karşısında uyuklayıp duran, her şeyden yakınan, hiçbir şey yapmaya mecali olmayan çevre, çeperimizde bol bol rastladığımız, 80�lerden bu yana oluşturulan o insanlardan biri olabilirlerdi.

Kulisteki oyuncular ise başka insanlar. Anlatma tutkusuyla aylarca, yıllarca uğraşıp durmuş kişiler. Bir yanda kendilerini eğitmişler, öte yanda önümüze koyacakları oyunu. Birazdan perde açıp anlatacaklar. Neyi anlatacaklar? Yaşadıkları, yeryüzünde gördükleri, duydukları, beğendikleri, beğenmedikleri, onları sevindiren, heyecanlandıran, üzen, öfkelendiren, hüzünlendiren bir çok şeyi.

Bu, insanoğlunun binlerce yıldır yaptığı bir iş. Kendini görmek, kendine çeki düzen vermek, ürettiği güzellikleri, çirkinlikleri önüne koyup hesaplaştığı bir etkinlik biçimi. İnsanları bir araya toplayan, bir arada izleten. Topluca paylaşılan. Adına tiyatro diyorlar.

Perdenin arkasındaki gençler bir yanda oyun üretirken öte yandan da belli bir direnme içindeler. Şöyle bir perspektif koymuşlar önlerine:

Tiyatro Karşı Kıyı �Yaşamdan tiyatroya , tiyatrodan yaşama dönen bulguları malzeme edinerek kendi oyunlarını yaratıp oynamayı amaçlıyor�.

Bütün yaşamın maç böğürtüsüne, manken bedenine, aşırı para hırsına endekslenmediği, yetişen yeni kuşağın kültürel değerlerle donandığı, ülke aydınıyla buluşup tanışabildiği, onlarla tartışıp kendini geliştirebildiği yıllarda yeni kuşağın bu hedeflerini gerçekleştirebildiği kurumları vardı.

Özellikle kentin bir çok yanına yayılmış halkevlerinde usta-çırak ilişkisi içinde semtin gençliği tiyatroyla, halk danslarıyla tanışıyordu. Ondan da öteye sanat dergileri, kitaplarla tanışarak düşünen, araştıran bir insan haline geliyordu.

1980 askeri darbesinin ardından adım adım kurulan, tek tanrının para olarak ilan edildiği Turgut Özal Türkiye�sinde düşünen, araştıran insanlar var eden bu kurumlar yok edildi.

Bugünkü yetişen kuşağın kendini kültürel ve sanatsal olarak geliştireceği hiç bir mekan, kurum yok. Sağda solda rasgele açılan kültür merkezleri de belli bir perspektife sahip olamadıklarından çalışmalar, etkinlikler rastlantısal olarak yürüyor.

İşte Tiyatro Karşı Kıyı tam da bu noktada önemli bir işlev yüklenmiş. Nitelikli çalışmalarıyla okul tiyatrosu için önemli bir model ortaya koyan Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi Oyuncuları (BAALOY) geleneğini amatör bir toplulukta kurumlaştırma.

Perde açıldığında müziğinden oyunculuğuna karşımıza çıkan bütünlük, bu sözünü ettiğim kurumlaşmayı önümüze seriyor. Birbiriyle öncelikle arkadaş olmuş, el ele oyunlar üretmiş belli bir uyumu yakalamış, ortak estetik duyarlığı olan bir ekip bu.

Nasıl oluşturmuşlar bunu?. O buluştukları okulun ve tiyatro kolunun çatısı altında. Yeni buluşmuş insan topluluklarında birbirlerine karşı oluşan ve oyun üretmelerini engelleyen ne varsa burada asgari düzeyde. Çünkü burada herkes birbirini tanıyor ve herkesin niyeti aynı hedef; oyun üretmek. Geçmiş yıllar herkesin neyi ne ölçüde yapabildiğini ortaya koymuş. Geçen yıllar içinde değişen yanlar yüzünden tartışmalar çıksa da herkesin birbirini tanıyışı, arkadaşlığı ve güveni bu tartışmayı belli bir seviyede tutuyor. Bütün bunlar realitede olsa da olmasa da Tiyatro Karşı Kıyı�nın oyun üretmede kazançları olarak elinde duruyor. Yaşama geçirme becerisi yaşayanlara ait.

Yönetmen Ali Kırkar, 80�li yıllarda Cem Yalın�ın İzzet Ünver Lisesi�nde yarattığı yöntem üzerinden ilerliyor. Yöntem bir metni alıp sahneye monte etmek yerine oyuncularıyla onu yaratıcı bir biçimde geliştirmeye dayanıyor. Tiyatro Karşı Kıyı da, Ray Bradbury�nin �Kaymaklı Dondurma Rengindeki O Güzelim Elbise� metni üzerinde aynı yöntemle ilerliyor. Yönetmen Ali Kırkar ve oyuncuları oyunda mülkiyet, dayanışma, ve paylaşım üzerinden giderek metinde yaratıcı açımlamalar yapıyorlar.

Topluluk ayrıca bu seçim ve tutumuyla muhalif bir duruşu da karşımıza koyuyor.

Metni zengin katkılarla genişletme yönteminin en önemli yararlarından biri, topluluğun kendi metnini yaratma yolunu açması.

Günümüzde muhalif bir oyun var etmek isteyen topluluklar, karşılarında çok az sayıda yazar ve yazılmış metin buluyorlar. Muhalif bir dolu oyun yazarının kiminin küskün, kiminin de ruhunu medyaya sattığı günümüzde kendi metnini yaratmak muhalif toplulukların önünde kaçınılmaz bir görev olarak duruyor. Haldun Taner�den Oktay Arayıcı�dan Vasıf Öngören�e, İsmet Küntay�dan, Cem Yalın�a bir dolu toplumcu oyun yazarı bugün artık yok, yenileri de ne yazık ki yetişmiyor. Kimi zaman ortaya bazı yeni yetenekler çıksa da medyanın yüksek milyarları onların başını döndürüyor. �Yaşamımı güvence altına alayım da sonra� diye başlayan süreç onu �kötü yola� düşürerek siyah camlı, iri, odun marka araba ve mülk edinme bataklığına sürüklüyor.

Tiyatro Karşı Kıyı�nın oyuna oyun katmadaki ince özeni yeni, muhalif, belli bir estetik özene ve dünya görüşüne sahip metinlerin sahnemize kazandırılacağı muştusunu veriyor.

Topluluğun oyundaki tempo aksayışından ötürü öne çıkamayan bir yanı da takım oyunculuğunda elde ettiği başarı. �Kaymaklı Dondurma Rengindeki O Güzelim Elbise� oyunu kolektif oyunculuk gerektiren zorlu bir gösteri. Burada takım oyunu ile bireysel çıkışların iyi dengelenmesi gerekiyor. Buradaki en küçük bir dengesizlik izleyicinin bir öyküden diğerine geçişini zorlaştırıyor.

Tiyatro Karşı Kıyı ise birbirinden çalışkan ve yetenekli oyuncularıyla bu dengeyi hassas bir noktada yakalamayı başarıyor. Örneğin elbiseyi en son giyen oyuncu toplulukta oyunu yüksek bir seviyede tutmayı başaran güçlü oyunculardan biri. Ama bu oyuncu, rolünün geri planda olduğu tüm oyun boyunca bir an olsun rol çalmıyor. Ticari ve bürokratik tiyatrolarda sık sık karşımıza çıkan geri plandaki rolü angarya görüp savsaklama anlayışı topluluktaki hiçbir oyuncuda yok. Bu yanıyla da topluluk ta 1900�lerde Konstantin Stanislavski ve Nemiroviç Dançenko�nun önerisi; bugün Hamlet yarın figüran geleneğine sıkı sıkıya bağlı.

Topluluğun sahnesi iki yanda katkı istiyor. Bunlardan biri dekor ve aksesuarda biraz daha yaratıcılık, diğeri de müzikte yönetmene değişik zenginlikler sağlayacak buluşlar. Bir lise topluluğundan amatör bir topluluk olmaya geçerken artık kimi bilgelerin deneyimlerine ve birikimlerine gereksinmeleri olacak. Bu alanda ülkemiz gerek sahne tasarımcısı, gerekse müzik açısından oldukça zengin bir potansiyele sahip. Topluluk kurumlaşma sürecinde bu alanlarda da �unsur� yetiştirmenin yollarını aramalıdır.

2001-2002 tiyatromuz açısından kısır bir yıl olarak geçiyor. Ticari ve bürokratik tiyatrolar da dahil olmak üzere sözünü doğru dürüst söyleyen, belli bir estetik özeni yakalamış tek bir çalışma dahi ortaya çıkmadı. Baharla birlikte sahnelere amatörler geliyor. �Kaymaklı Dondurma Rengindeki O Güzelim Elbise� bunun ilk muştucularından biri. Ardının da geleceğine inancımız, güvenimiz tam. Ayşe Sarıkaya, Aytuğ Gençoğlu, Ceren Tan, Cevher Uçan, Elif Balın, Emir Gürbudak, Emre Gökdemir, Erdal Kantarcı, Erdem Pala, Eren Gülbey, Musa Kırkar, Onur Ereren, Özlem Bekar, Özlem Çolak, Serdar Metin, Şahan Ağar ve yönetmenleri, yanı başlarında onlarla sahneyi paylaşan Ali Kırkar�ın emeklerini alkışlıyorum. Ne güzel ki varsınız diyorum. Sahnelerimiz size, büyük ozan Can Yücel�in dediği gibi �onlar da olmasalar benim gayrı kimim var�! diyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments