[ÖZEL MÜLKİYET VE EMEK. MERKANTİLİSTLERİN, FİZYOKRATLARIN, ADAM SMİTH’İN, RİCARDO VE OKULUNUN GÖRÜŞLERİ]
[I] XXXVI. sayfa konusunda.
Özel mülkiyetin öznel özü, kendisi için olan etkinlik olarak, özne olarak, kişi olarak özel mülkiyet, emektir. Öyleyse ancak emeği ilke olarak kabul etmiş bulunan —Adam Smith—, öyleyse özel mülkiyeti artık sadece insan dışında (sayfa 180) bir durum olarak kabul etmeyen ekonomi politiğin, ancak bu ekonomi politiğin bir yandan özel mülkiyet enerji ve gerçek hareketinin bir ürünü olarak,[1*] modern sanayiin bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiği, ve öte yandan onun bu sanayiin enerji ve gelişmesini hızlandırmış, kutlamış ve bunu bir bilinç erkliği durumuna getirmiş bulunduğu kolay anlaşılır. Öyleyse, zenginliğin öznelnesnel bir öz olarak tanıyan parasal sistem ve merkantilizm yandaşları, tapıncakçılar, katolikler olarak. görünürler. Demek ki, Engels, Adam Smith’i ekonomi politiğin Luther’i olarak adlandırırken haklıydı.[2] Tıpkı Luther’in dini, imanı, gerçek dünyanın özü olarak tanıması ve dolayısıyla katolik paganizmine karşı çıkması gibi, tıpkı din duygusunu insanın içsel özü durumuna getirerek dışsal din duygusunu kaldırması gibi, tıpkı rahibi layikin yüreğine aktardığı için layik dışında varolan rahipleri yadsıdığı gibi, insanın dışında ve ondan bağımsız bulunan —öyleyse ancak dışsal bir biçimde korunup olurlanabilen— zenginlik de kaldırılmıştır; başka bir deyişle, servetin o saçma dışsal nesnelliği, özel mülkiyetin insanın kendisine katılması ve insanın da onun özü olarak tanınması sonucu, ortadan kalkmıştır; ama, sonuç olarak, insanın kendisi özel mülkiyet belirlenimi içine konulmuştur, Luther’de din belirlenimi içine konulmuş bulunduğu gibi. İnsanı tanıma bahanesi ile, ilkesi emek olan ekonomi politik, demek ki, tersine, insanın yadsınmasını tutarlı bir biçimde tamamlamaktan başka bir şey yapmaz, çünkü insan özel mülkiyetin dışsal özü ile artık aşırı bir gerginlik ilişkisi içinde değildir, ama kendisi özel mülkiyetin bu gergin özü durumuna gelmiştir. Eskiden kendine-dışsal-varlık, insanın gerçek (sayfa 181) yabancılaşması olan şey, şimdi yabancılaşma eyleminden, kendinin yabancılaşmasından başka bir şey olmamıştır. Öyleyse eğer bu ekonomi politik, insanı, onun bağımsızlığını, kendine özgü etkinliğini vb. tanır görünerek başlıyor, ve eğer, özel mülkiyeti insanın kendi özü içine aktardığı zaman, artık kendi dışında varolan öz olarak özel mülkiyetin yerel, ulusal. vb. belirlenimleri ile koşullandırılamıyorsa; öyleyse eğer bu ekonomi politik, kendini ortaya tektek evrensellik, tek engel ve tek bağ olarak koymak üzere her engel ve her bağı alaşağı eden kozmopolit, evrensel bir erke geliştiriyorsa, gelişmeye devam ederken bu ikiyüzlülüğü yadsıması ve tüm kinizmi içinde görünmesi gerekecektir; ve o, emeği, zenginliğin biricik özü olarak, çok daha salt, öyleyse daha açık ve daha tutarlı bir biçimde geliştirerek, —bu öğretinin onu sürüklediği tüm görünür çelişkilerden kaygılanmaksızın— bu işi yapar; emeğin, zenginliğin biricik özü olduğu yolundaki ilk görüşe karşıt olarak, tersine, bu öğretinin sonuçlarının insana düşman olduklarını tanıtlar ve eninde sonunda, emek hareketinden, özel mülkiyet hareketinden bağımsız son bireysel, doğal varlığa ve zenginlik kaynağina —toprak rantı—, feodal mülkiyetin iyice iktisadi duruma gelmiş ve bunun sonucu iktisada direnmekte yeteneksiz bulunan bu dışavurumuna son yumruğu indirir (Ricardo okulu). Smith’ten Say’a, ve ondan da Ricardo’ya, Mill’e, vb. kadar, sanayi sonuçlarının Ricardo ve Mill gibilerine daha gelişmiş ve daha çelişki dolu göründükleri ölçüde, ekonomi politiğin kinizmi, sadece Smith’e oranla büyümekle kalmaz, ama ayrıca, olumlu planda, Ricardo ve Mill gibileri, hem de sadece kendi bilimleri daha tutarlı ve daha doğru bir biçimde geliştiği için, insana yabancılaşmada, kendilerinden öncekilerden durmadan ve bilinçli olarak daha ileriye giderler. Etkin biçimi altındaki özel mülkiyeti özne, böylece insanı da (o bir hayalete[3] indirgedikleri insanı da) öz durumuna (sayfa 182) getirmeleri sonucu, gerçekliğin çelişkisi, onların ilke olarak benimsemiş bulundukları çelişkilerle dolu öze tastamam karşılık düşer. Sanayiin [II] parçalanmış gerçekliği, bunu çürütmek şöyle dursun, onların kendiliğindeparçalanmış ilkelerini doğrular. İlkeleri, gerçekte bu parçalanmanın ilkesidir.
Doktor Quesnay’nin fizyokratik öğretisi, merkantilizmden Adam Smith’e geçişi oluşturur. Fizyokrasi, doğrudan doğruya feodal mülkiyetin iktisadiiktisadi dönüşümü, yeniden canlanmasıdır da; şu farkla ki, dili artık feodal değil, ama iktisadidir. Tüm zenginlik, toprak ve tarıma dönüşür. Toprak henüz sermaye değildir, henüz sermayenin, doğal özelliği içinde ve bu özellik nedeniile geçerli olacak tikel bir varoluş biçimidir; ama toprak, gene de doğal, genel bir öğedir, oysa merkantilizm zenginliğin varlığı olarak sadece değerli madenidoğal sınırlar çerçevesinde kendi evrenseliğini çabucak kazanmıştır — doğa olarak, dolayımsızca nesnel zenginlik de olduğu ölçüde. Ve toprak, insan için ancak emek, ancak tarım aracıyla vardır. Öyleyse zenginliğin öznel özü daha şimdiden emeğe aktarılmış bulunmaktadır. Ama aynı zamanda tarım tek üretken emektir de. Öyleyse, emek henüz kendi evrenselliği ve kendi soyutlaması içinde kavranmamıştır; o hâlâ tikel bir doğal öğeye, kendi maddesine bağlanmıştır, demek ki henüz ancak doğa tarafından belirlenmiş tikel bir varlık biçimi altında tanınmıştır. Demek ki, o, sadece insanın belirli, tikel bir yabancılaşmasıdır, tıpkı ürünün de henüz —insandan çok doğaya düşen— belirli bir zenginlik olarak kavranmış (sayfa 183)onun uğrağı gibi görünür. Ama sadece nesne olarak varolan eski dışsal zenginlik fetişizminin çok yalın bir doğal öğeye indirgenmiş ve özünün, parçasal bir biçimde de olsa, kendi öznel varlığı içinde tikel bir biçimde tanınmış bulunması sonucu, zorunlu ilerleme şu olacaktır ki, zenginliğin genel özü tanınacak, ve bunun sonucu, emek, eksiksiz mutlaklığı, yani soyutlaması içinde, ilke durumuna yükseltilecektir. Tarımın, iktisadi bakımdan, yani tek geçerli açıdan, başka hiç bir sanayiden ayrı olmadığı; öyleyse zenginliğin özünün, belirli bir emek, tikel bir öğeye bağlanmış emeğin özel bir dışlaşması değil, ama genel olarak emek olduğu, fizyokrasiye tanıtlanmış bulunacaktır.
Fizyokrasi, emeğin zenginliğin özü olduğunu açıklayarak, sadece nesnel nitelikteki dışsal tikel zenginliği yadsır. Ama her şeyden önce emek onun için toprak mülkiyetinin öznel özünden başka bir şey değildir (fizyokrasi, tarihsel bakımdan egemen ve kabul edilmiş tür olarak beliren mülkiyet türünden yola çıkar); o, sadece toprak mülkiyetini yabancılaşmış insan durumuna getirir. Sanayiin (tarımın) onun özü olduğunu açıklayarak, toprak mülkiyetinin feodal niteliğini kaldırır; ama sanayi dünyası karşısında da olumsuz bir tutumu vardır, tarımın aslında tek sanayi olduğunu söyleyerek, feodaliteyi kabullenir.
Özel mülkiyet ile karşıtlığı içinde, yani sanayi olarak kurulan sanayiin öznel özü kavranır kavranmaz, bu özün kendine özgü olan o karşıtı da içerdiği açıktır. Çünkü sanayi, kaldırılmış toprak mülkiyetini nasıl kapsıyorsa, öznel özü de toprak mülkiyetinin öznel özünü öyle kapsar.
Tıpkı toprak mülkiyetinin özel mülkiyetin ilk biçimi olması, sanayiin ilkin onunla tarihsel bakımdan özel bir mülkiyet türü olarak çarpışması gibi —sanayi daha çok toprak (sayfa 184) mülkiyetinin kurtulmuş kölesidir—, özel mülkiyetin öznel özü, emek, bilimsel bir biçimde kavrandığı zaman, bu süreç de tıpkı öyle yinelenir; ve emek ilkin sadece tarımsal emek olarak görünür, ama daha sonra genel olarak emek biçiminde tanınmıştır.
[III] Tüm zenginlik, sınai zenginlik, emek zenginliği durumuna dönüşmüştür, ve sanayi eksiksiz emektir; tıpkı fabrika rejiminin, sanayiin, yani emeğin gelişmiş özü, ve sınai sermayenin de özel mülkiyetin eksiksiz nesnel biçimi olması gibi.
Özel mülkiyetin insan üzerindeki egemenliğini neden ancak şimdi tamamlayabildiğini ve, en evrensel biçimi altında, tarihsel bir dünya erkliği durumuna neden ancak şimdi gelebildiğini görüyoruz. (sayfa 185)
[ÖZEL MÜLKİYET VE KOMÜNİZM,KOMÜNİST GÖRÜŞLERİN GELİŞME AŞAMALARİ.
KABA VE EŞİTÇİ KOMÜNİZM.
SOSYALİZM OLARAK KOMÜNİZM]
XXXIX. sayfa konusunda.[4]
Ama mülkiyetsizlik ile mülkiyet arasındaki karşıtlık, emek ve sermaye karşıtlığı olarak anlaşılmadıkça, henüz etkin bağlantısı, içsel ilişkisi içinde kavranmamış, henüz çelişki olarak kavranmamış, önemsiz bir karşıtlıktır. Hatta eski Roma’da, Türkiye’de, vb. özel mülkiyetin gelişmiş hareketi olmaksızın bile, bu karşıtlık ilk biçim altında kendini gösterebilir. Böylece henüz özel mülkiyetin kendisi tarafından konulmuş [bir karşıtlık -ç.] olarak görünmez. Ama (sayfa 186)özel mülkiyettir.
Aynı sayfa konusunda. Kendinin yabancılaşmasının kaldırılması, kendinin yabancılaşması ile aynı yolu izler. Her şeyden önce özel mülkiyet salt nesnel yönü ile gözönünde tutulur — ama gene de öz olarak emek ile birlikte. Varlık biçimi, öyleyse “sermaye olarak” kaldırılması gereken sermayedir (Proudhon).[5] özel biçimi, bir düzeye getirilmiş, parçalanmış ve bunun sonucu özgür olmayan emek, özel mülkiyetin ve onun insana yabancılaşmış varoluşunun zararlılık kaynağı olarak kavranmıştır — tıpkı fizyokratlar gibi, Fourier de tarımsal emeği en azından en üstün derecede emek olarak tasarlar, oysa Saint-Simon’da, tersine, asıl önemli olan, sınai emek olarak sınai emektir ve o üstelik sanayicilerin salt (exclusive) egemenliğini ve işçilerin durumunun iyileşmesini de ister. Komünizm, son olarak kaldırılmış özel mülkiyetin, ve en başta da genel özel mülkiyetin olumlu dışavurumudur. Bu ilişkiyi kendi evrenselliği içinde kavrayarak komünizm,
1. ilk biçimi altında, bu ilişkinin bir genelleşme ve bir tamamlanmasından başka bir şey değildir; tamamlanmış ilişki olarak, ikili bir görünüm altında görünür: Bir yandan maddi mülkiyetin egemenliği onun karşısında öylesine büyüktür ki, heskes tarafından özel mülkiyet olarak sahip olunmaya elverişli bulunmayan her şeyi yoketmek ister; yeteneği vb. zorla bir yana bırakmak ister. Dolaysız fizik temellük, onun için yaşamın ve varolmanın tek ereğidir; işçi(sayfa 187) genel özel mülkiyeti özel mülkiyete karşı çıkarmaya dayanan bu hareket, kendini, kadının içinde ortak ve ortaklaşa bir mülkiyet durumuna geldiği kadın ortaklığınınsalt özel mülkiyet biçimi olan) evliliğe karşı çıkarıldığı o hayvansal biçim altında dile getirir. Bu kadın ortaklığı fikrinin, o henüz çok kaba ve çok düşüncesiz komünizmin açınlanmış gizini oluşturduğu söylenebilir. Kadın nasıl evlilikten genel fuhşa [2*] geçiyorsa, tüm zenginlik dünyası, yani insanın nesnel özü de, özel mülk sahibi ile salt evlilik ilişkisinden topluluk ile evrensel fuhuş ilişkisine öyle geçer. Bu komünizm, insan kişiliğini her yerde yadsiyarak, bu yadsınma[nın ta kendisi -ç.] olan özel mülkiyetin tutarlı dışavurumunun ta kendisinden başka bir şey değildir. Genel ve erk olarak oluşan kıskançlık, zenginlik susuzluğunun büründüğü ve altında kendini bir başka biçimde doyurmaktan başka bir şey yapmadığı gizlenmiş biçimdir. Özel mülkiyet olarak her özel mülkiyet fikri, kıskançlık ve eşitleştirme eğilimi biçimi altında, en azından daha zengin özel mülkiyete karşı çevrilmiştir; öyle ki, kıskançlık ve eşitleştirme eğilimi rekabetin özünün ta kendisini oluştururlar. Kaba komünizm, bir asgari tasarımından yola çıkarak, bu kıskançlık ve bu eşitleştirmenin tamamlanmasından başka bir şey değildir. Belgin, sınırlı bir ölçüsü vardır. Özel mümyetin bu kalkışının ne kadar az gerçek bir temellük olduğunun kanıtı, tüm kültür ve uygarlık dünyasının soyut yadsınmasının, [IV] sadece özel mülkiyet aşamasını geçmemiş olmakla kalmayan, ama henüz bu aşamaya bile erişmemiş bulunan yoksul ve gereksinmesiz insanın doğaya aykırı yalınlığına dönüşün ta kendisi tarafından verilmiştir.
Bu ortaklık, emek ortaklığı ve ortak sermaye, [yani -ç.] genel kapitalist olarak topluluk tarafından ödenen ücretin (sayfa 188) eşitliğinden başka bir anlama gelmez. İlişkinin her iki yönü de mecazlı bir genelliğe yükseltilmiştir; emek, herkesin içine yerleştirildiği belirlenim durumuna gelir, sermaye de topluluğun kabul edilmiş evrensellik ve erki durumuna.
Ortaklaşa şehvetin kurbanı ve hizmetçisi olan kadın karşısındaki ilişkide, insanın içinde kendisi için varolduğu sonsuz alçalma kendini dile getirir; çünkü bu ilişkinin gizi kendi ikirciksiz, kesin, açık, örtüsüz dışavurumunu, erkek kadın ilişkisinde ve doğal ve dolayımsız türsele [6] ilişkinin kavranma biçiminde bulur. İnsandan insana dolayımsız, doğal, zorunlu ilişki, kadın erkek ilişkisidir. Bu doğal, türsel ilişki içinde, insanın doğayla ilişkisi dolayımsız olarak insanla ilişkisidir, tıpkı insanla ilişkisinin dolayımsız olarak doğayla ilişkisi, kendine özgü doğal belirlenimi olması gibi. İnsan için, insanal özün ne ölçüde doğa durumuna, ya da doğanın ne ölçüde insanın insanal özü durumuna gelmiş bulunduğu, duyulur, somut bir olguya indigenmiş bir biçimde, demek ki bu ilişki içinde görünür. Bu ilişkiden yola çıkarak, demek ki, insanın tüm kültür düzeyi yargılanabilir. İnsanın kendisi için ne ölçüde türsel varlık, insan durumuna gelmiş, ve kendini böylece kavramış bulunduğu, bu ilişkinin özlüğünden çıkar; erkek kadın ilişkisi, insandan insana en doğal ilişkidir. Öyleyse insanın doğal davranışının ne ölçüde insanaldoğal öz durumuna gelmiş, insanal özünün onun için ne ölçüde doğa durumuna gelmiş bulunduğu bu ilişkide görünür. İnsan gereksinmesinin ne ölçüde insanal bir gereksinme durumuna, öyleyse insan olarak öteki insanın onun için ne derecede bir gereksinme durumuna gelmiş bulunduğu, insanın, en bireysel varlığı içinde, aynı zamanda ne ölçüde toplumsal bir varlık olduğu da bu ilişki içinde görünür.
Özel mülkiyetin ilk olumlu kaldırılışı, kaba komünizm, demek ki kendini olumlu ortaklık olarak koymak isteyen özel (sayfa 189) mülkiyet alçaklığının, kendisialtında göründüğü bir biçimden başka bir şey değildir.
2. Komünizm a) henüz demokratik ya da despotik, siyasal nitelikte;
b) devletin kalkışı ile birlikte, ama aynı zamanda henüz tamamlanmamış ve özel mülkiyetin, yani insanın yabancılaşmasının egemenliği altında. Bu iki biçim altında, komünizm, kendini daha şimdiden insanın kendine yeniden bütünleşmesi ya da dönüşü olarak, insanal kendinin yabancılaşmasının kalkışı olarak bilir; ama özel mülkiyetin olumlu özünü henüz kavramamış ve gereksinmenin insanal doğasını da bir o kadar az kavramış bulunması sonucu, henüz özel mülkiyet tarafından engellenmiş ve lekelenmiştir. Gerçi kavramını kavramış, ama henüz özünü kavramamıştır.
3. Özel mülkiyetin (insanal kendinin yabancılaşmasının ta kendisi) olumlu kaldırılışı ve bunun sonucu insanal özün insan tarafından ve insan için gerçek temellükü; öyleyse kendisi için insanın, toplumsal, yani insanal insan olarak bütünsel dönüşü, bilinçli ve daha önceki gelişmenin tüm zenginliğini koruyarak yapılmış bulunan dönüş olarak komünizm. Bu komünizm, eksiksiz doğalcılık[7] olarak = insancılık, eksiksiz insancılık olarak = doğalcılık[tır ç.]; insan ile doğa, insan ile insan arasındaki karşıtlığın gerçek çözümüdür; varoluş ile öz, nesnelleşme ile kendini olurlama, özgürlük ile zorunluluk, birey ile tür arasındaki savaşımın gerçek çözümüdür. O, tarihin çözülmüş bilmecesidir ve kendini bu çözüm olarak bilir.
[V] demek ki, tarihin tüm hareketi, bir yandan bu komünizmin gerçek doğurma belgesi —deneysel varlığının doğum (sayfa 190) belgesi— ve, öte yandan, onun düşünen bilinci için, kendi oluşunun kavranmış ve bilinen hareketidir. Buna karşılık, o, henüz tamamlanmamış öbür komünizm, özel mülkiyete karşı çıkan yalıtık tarihsel kuruluşlarda kendisi için tarihsel bir kanıt arar, hareketin tek tek uğraklarını ayırıp (Cabet, Villegardelle vb. özellikle bu işi yapmışlardır), tarihsel bakımdan safkan olduğunu tanıtlamak üzere bu uğrakları saptayarak, varolan şey içinde bir kanıt arar; böylece hareketin çok büyük bir bölümünün kendi kesinlemelerini yalanladığını ve eğer bir gün varolmuşsa bile, kendi geçmiş Varlığının, kendi özlük savının ta kendisini çürüttüğünü açıkça gösterir.
Eğer tüm devrimci hareket, deneysel olduğu kadar kuramsal temelini de özel mülkiyet, [yani -ç.] iktisat hareketi içinde buluyorsa, bu devrimci hareketin zorunluluğu kolayca anlaşılabilir.
Apansız duyulur bu maddi özel mülkiyet, yabancılaşmış insanal yaşamın duyulur maddi dışavurumudur. Hareketi —üretim ve tüketim—, tüm geçmiş üretim hareketinin duyulur açımlaması, yani insanın gerçekleşmesi ya da gerçekliğidir. Din, aile, devlet, hukuk, sağtöre, bilim, sanat, vb., tikel üretim biçimlerinden başka bir şey değildirler ve genel üretim yasasına uyarlar. Özel mülkiyetin olumlu kaldırılması, insanal yaşamın temellükü, demek ki tüm yabancılaşmanın olumlu kaldırılması, sonuç olarak din, aile, devlet, vb. dışı insanın, kendi insanal, yani toplumsal varlığına dönüşü anlamına gelir. Dinsel yabancılaşma, dinsel yabancılaşma olarak, ancak bilinç alanında, ancak insanın vicdanında olur; ama iktisadi yabancılaşma, gerçek yaşamın yabancılaşmasıdır — öyleyse kaldırılması da her iki yönü birden kapsar. Çeşitli halklarda, hareketin ilk kökeni, halkın tanınmış gerçek yaşamının daha çok bilinçte ya da dış dünyada yaşanmasına, daha çok düşüncel ya da gerçek yaşam olmasına bağlıdır. Komünizm tanrıtanımazlık ile birlikte araçsız (sayfa 191) olarak başlar (Owen). Tanrıtanımazlık, başlangıçta, henüz komünizm olmaktan çok uzaktadır, nasıl ki bu tanrıtanımazlığın henüz daha çok bir soyutlama olması gibi. Tanrıtanımazlığın insan sevgisi demek ki başlangıçta soyut felsefi insan sevgisinden başka bir şey değildir, komünizmin insan sevgisi ise, araçsız gerçek ve doğrudan doğruya eyleme (Wirkung) yönelmiştir.
Olumlu olarak kaldırılmış özel mülkiyet varsayımında, insanın insanı, kendini ve öteki insanı nasıl ürettiğini; bireyselliğin dolayımsız etkinliğinin ürünü olan nesnenin, nasıl aynı zamanda onun öteki insan için kendi öz varlığı, öteki insanın varlığı ve öteki insanın onun için varlığı da olduğunu görmüş bulunuyoruz.[8] zorunluluğuçıkış noktası olmaları gereğine dayanır). Demek ki, toplumsal özlük, tüm hareketin genel özlüğüdür; toplumun kendisi insan olarak insanı ürettiği gibi, o da insan tarafından üretilmiştir.[9] Etkinlik ve yararlanma, köken türleri bakımından olduğu kadar, içerikleri bakımından da toplumsaldırlar; toplumsal etkinlik ve toplumsal yararlanmadırlar. Doğanın insanal özü, ancak toplumsal insan için sözkonusudur; çünkü doğa ancak toplumda onun için insanbağ olarak, öteki için onun ve onun için ötekinin varoluşu olarak, ve insanal gerçekliğin dirimsel öğesi olarak vardır; doğa, onun için ancak toplumda kendi öz insanal varoluşunun temelidir. Onun doğal varoluşu ancak toplumda onun için kendi insanal varoluşudur ve doğa ancak toplumda onun için insan durumuna gelmiştir. Öyleyse, toplum, insanın doğa ile özsel birliğinin tamamlanması, doğanın gerçek dirilişi, (sayfa 192) insaınn eksiksiz doğalcılığı ve doğanın eksiksiz insancılığıdır.
[VI] Ortaklaşa etkinlik ve ortaklaşa yararlanma, yani kendilerini doğrudan doğruya öteki insanlar ile gerçek toplum biçiminde gösterip doğrulayan etkinlik ve yararlanma, her ne kadar toplumsallığın bu dolayımsız dışavurumunun, onların içeriklerinin özüne dayanmış ve bu içeriğin uydurulmuş bulunduğu yerlerde görülürlerse de, toplumsa etkinlik ve toplumsal yararlanma hiç bir zaman sadece araçsız, ortaklaşa bir etkinlik ve araçsız ortaklaşa bir yararlanma biçimi altında varolamazlar.
Ama hatta benim etkinliğim bilimsel vb. ise, ve ben bu etkinliğe başkaları ile dolaysız ortaklık biçiminde çok seyrek girişebilsem bile, insan olarak davrandığım için toplumsal sayılırım. Sadece etkinliğimin gereci —düşünürün kendi etkinliğini sayesinde yürüttüğü dil gibi— bana toplumsal ürün olarak verilmekle kalmamıştır, ama benim kendi öz varoluşum da toplumsal etkinliktir; sonuç olarak kendimi getirdiğim durum da, toplum için ve toplumsal varlık olarak kendimin bilinci ile kendimi getirdiğim durum da toplumsal etkinliktir.
Benim evrensel bilincim, gerçek ortaklığın, toplumsal örgütün yaşayan biçimi olduğu şeyin kuramsal biçiminden başka bir şey değildir; oysa günümüzde evrensel bilinç gerçek yaşamın bir soyutlamasıdır, ve bu nitelikle, onun karşısına düşman olarak dikilir. Demek ki, benim evrensel bilincimin —evrensel bilinç olarak— etkinliği, toplumsal varlık olarak benim kuramsal varoluşumdur da.
“Toplum”u birey karşısında bir soyutlama olarak yeniden saptamaktan özellikle kaçınmak gerek. Birey, toplumsal varlıktır. Yaşamının belirtisi —hatta başkaları ile ve onlarla aynı zamanda yaşanmış ortaklaşa bir yaşam belirtisi dolayımsız biçimi altında görünmese bile— demek ki, toplumsal yaşamın bir belirti ve bir olurlanmasıdır. Bireysel (sayfa 193) yaşamın varoluş biçimi türsel yaşamın daha tikel ya da daha genel bir biçimi olmasına, ve türün yaşamı daha tikel ya da daha genel bir bireysel yaşam olmasına —ve zorunlu olarak böyle olmasına— karşın, insanın bireysel yaşamı ile türsel yaşamı birbirinden ayrı şeyler değildir.
Türsel bilinç olarak insan kendi gerçek toplumsal yaşamını olurlar ve kendi gerçek varoluşunu düşüncede yinelemekten başka bir şey yapmaz; tıpkı türsel varlığın, tersine, kendini türsel bilinçte doğruladığı ve kendi evrenselliği içinde, düşünen varlık olarak, kendisi için (pour soi) olduğu gibi.
İnsan —demek ki hangi derecede olursa olsun tikel bir birey ve tikelliği onu bir birey ve gerçek bireysel bir toplumsal varlık durumuna getirir— demek ki bir o kadar da bütünselliktir, düşünsel bütünsellik, gerçeklikte ya toplumsal varoluşun hayranlıkla seyri ve gerçek zevki, ya da yaşamın insanal belirtilerinin bütünselliği olarak varolan, düşünülmüş ve duyulmuş toplumun kendisi için varoluşu.
Demek ki düşünce ile varlık gerçi birbirinden ayrıdırlar, ama aynı zamanda birarada bir birlik oluştururlar.
Ölüm, türün belirli birey üzerindeki katı yürekli utkusu gibi görünür ve onların birliğini yalanlıyora benzer; ama belirli birey, belirli bir türsel varlıktan başka bir şey değildir, ve böyle olduğu için de ölümlüdür.
{[10] 4. Nasıl ki özel mülkiyet, insanın hem kendi kendisi için nesnel, hem de aynı zamanda tersine yabancı ve insanal-olmayan bir nesne durumuna gelmesi, yaşamının belirtisinin yaşamının yabancılaşması, gerçekleşmesinin gerçeklikten yoksunlaşması, yabancı bir gerçeklik olması olgusunun duyulur dışavurumundan başka bir şey değilse, özel mülkiyetin olumlu kaldırılması, yani insanal yaşam ve insanal varlığın, nesnel insanların, insanal yapıtların, insanlar (sayfa 194) için ve insanlar tarafından duyulur temellükü de, tıpkı öyle, sadece salt, dolayımsız yararlanma anlamında, sadece sahip olma, malik olma anlamında anlaşılmalıdır. İnsan kendi evrensel varlığını evrensel bir biçimde, demek ki bütünsel insan olarak temellük eder. Dünya ile insanal ilişkilerinin herbiri, görme, işitme, koklama, tat alma, düşünme, seyir, duygu, irade, etkinlik, sevgi, uzun sözün kısası bireyselliğinin tüm örgenlikleri, kendi biçimleri içinde, apansız toplumsal örgenlikler olan örgenlikler gibi, [VII] nesnel davranışları ya da nesne ile ilişkilerinde, nesnenin temellükü, insanal gerçekliğin temellüküdürler; nesne ile ilişkileri, insanal gerçekliğin belirtisidir;[3*] insanal etkinlik ve insanal acıdır bu; çünkü, insanal anlamda kavrandığında, acı, insanın kendinden duyduğu zevktir.
Özel mülkiyet bizi öylesine alıklaştırmış ve sınırlı kılmıştır ki, bir nesne ancak ona malik olduğumuz, demek ki [o nesne] bizim için sermaye olarak varolduğu, ya da bizim tarafımızdan araçsız sahip olunduğu, yenildiği, içildiği, giyildiği, içinde oturulduğu vb., kısacası bizim tarafımızdan kullanıldığı zaman bizimdir, —her ne kadar özel mülkiyet sırası geldiğinde sahip olmanın kendisinin bütün bu dolaysız gerçekleşmelerini ancak geçim araçları olarak etkisi içine alır, ve her ne kadar bunların araç hizmeti gördüğü yaşam, özel mülkiyet yaşamı, emek ve sermayeleştirme ise de.
Bütün bu fizik ve entelektüel duyular yerine, demek ki, bütün bu duyuların yalın yabancılaşması, malik olma duyusu belirmiştir. İnsanal varlık, kendinden yola çıkarak kendi iç zenginliğini doğurmak için, bu mutlak yoksulluğa indirgenmeliydi. (Malik olma kategorisi üzerine, 21 Yaprak’taki Hess’e bakınız.[11] ) (sayfa 195)
Özel mülkiyetin kaldırılması, demek ki, bütün insanal duyuların ve bütün insanal niteliklerin bütünsel kurtuluşudur; ama o [özel mülkiyetin kaldırılması -ç.], bu duyular ve bu nitelikler öznel bakımdan olduğu kadar nesnel bakımdan da insanal duruma geldikleri içindir ki, işte bu kurtuluştur. Göz, insanal göz durumuna gelmiştir, tıpkı nesnesinin de, insandan gelen ve insana yönelmış toplumsal, insanal bir nesne durumuna gelmiş bulunması gibi. Demek ki, duyular, kendi praxis’lerinde doğrudan doğruya kuramcı durumuna gelmişlerdir. Onlar nesne ile nesne için ilişkilidirler, ama nesnenin kendisi, kendi kendisine ve insana[4*] nesnel insanal bir ilişkidir ve tersi de böyledir. Gereksinme ve zevk bundan ötürü kendi bencil doğalarını yitirmişlerdir ve doğa da kendi yalın yararlılığını yitirmiştir, çünkü yararlılık insanal yararlılık durumuna gelmiştir.
Aynı biçimde öteki insanların duyuları ve yararlanması da benim kendi temellüküm durumuna gelmişlerdir. Bu dolayımsız örgenlikler dışında, demek ki toplum biçimi altında toplumsal örgenlikler kurulur; böylece, örneğin ötekiler ile doğrudan doğruya ortaklık biçiminde etkinlik vb., benim yaşamımın bir belirtiinsanal yaşamın bir temellük (sayfa 196) biçimi durumuna gelmiştir.
Herkes bilir ki, insanal göz insanal-olmayan kaba gözden başka türlü görür, insanal kulak kaba kulktan başka türlü işitir, vb..
Görmüş bulunduğumuz gibi, insan kendini kendi nesnesi içinde, sadece bu nesnenin onun için insanal nesne ya da nesnel nesne durumuna gelmesi koşulu ile, yitirmez. Bu da ancak, nesne onun için toplumsal bir nesne, o kendisi için toplumsal bir varlık, toplum onun için bu nesnede varlık durumuna geldiği zaman olanaklıdır.
Öyleyse, bir yandan, toplumda her yerde nesnel gerçeklik insan için özsel insanal güçler gerçekliği, insanal gerçeklik ve bunun sonucu insanın kendi öznesneler onun için kendi kendisinin nesnelleşmesi, onun bireyselliğini doğrulayan ve gerçekleştiren nesneler, kendi nesneleri durumuna gelirler, yani o kendisi nesne durumuna gelir. Nesneler ne biçimde onun nesneleri olurlar; bu, nesnenin doğası ile buna karşılık düşen özsel gücün doğasına bağlıdır; çünkü olurlamanın tikel, gerçek biçimini oluşturan şey, işte bu ilişki belirleniminin ta kendisidir. Bir nesne, göz için, kulak için olduğundan başka türlü algılanmıştır ve göz nesnesi kulak nesnesinden başka bir nesnedir. Her özsel gücün tikelliği, onun tikel özünün, öyleyse tikel nesnelleşmesi biçiminin, nesnel, gerçek, yaşayan Varlığının da ta kendisidir. Demek ki, insan, kendini nesnel dünyada, [VIII] sadece düşüncede değil, ama bütün duyular ile de olurlar.[12]
Öte yandan, bu işleri öznel olarak alırsak: insanın (sayfa 197) insanın müzik duygusunu uyandıran şey, ilkin müziktir; müzikçi olmayan kulak için, en güzel müzik hiç bir anlam taşımaz,[13] bir nesne [değil]dir, çünkü benim nesnem ancak benim özsel güçlerimden birinin doğrulanması olabilir, öyleyse benim özsel gücüm öznel yeti olarak kendisi için neyse, o da benim için ancak o olabilir, çünkü benim için bir nesnenin anlamı (onun ancak kendisine karşılık düşen bir duyu için anlamı vardır) benim duyumun uzandığı yere kadar uzanır.[14] Toplumsal insanın duyuları, toplumsal-olmayan insanınkilerden işte bu nedenle başkadırlar; ancak insanal özün nesnel olarak açılmış zenginliği sayesindedir ki, insanın öznel duyma yetisinin zenginliği ilkin ya geliştirilmiş ya da üretilmiştir, [bu sayededir ki -ç.] bir kulak müzikçi olur, bir göz biçim güzelliğini görür, kısacası duyular insanal zevke elverişli hale gelir, kendilerini insanın özsel güçleri olarak olurlayan duyular olurlar. Çünkü sadece beş duyu değil, ama tinsel duyular, pratik duyular (istek, sevgi vb.) denilen duyular da, kısacası insanal duyu, duyuların insanlığı, ancak kendi nesnelerinin varoluşu, insanallaştırılmış doğa sayesinde oluşurlar. Beş duyunun oluşması, tüm geçmiş tarihin işidir. Henüz kaba pratik gereksinmenin tutsağı bulunan duyunun, ancak sınırlı bir anlamı vardır.} Açlıktan ölen insan için, yiyeceğin insanal biçimi değil, ama sadece yiyecek olarak soyut varlığı vardır; o, pekala en kaba biçimi altında bulunabilir ve bu beslenme etkinliğinin, hayvanal beslenme etkinliğinden ne bakımdan ayrıldığı söylenemez. Kaygı ve yoksulluk içindeki adam en güzel oyun karşısında bile duyusuzdur; maden tecimi yapan biri, madenin güzelliği ya da kendine özgü doğasını değil, ama sadece tecimsel değeri görür; madenbilimsel duyusu yoktur onun. Demek ki, insanal özün nesneleşmesi, (sayfa 198) kuramsal bakımdan olduğu kadar pratik bakımdan da, insan duyusunu insanal kılmak için olduğu kadar, insan ve doğa özünün tüm zenginliğine karşılık düşen insanal duyuyu yaratmak için de zorunludur.
{Kurulmaya başlayan toplum, özel mülkiyetin ve onun zenginlik ve yoksulluğunun —maddi ve tinsel zenginlik ve yoksulluk— hareketi ile bu kuruluş için gerekli tüm gereci nasıl bulursa, kurulmuş bulunan toplum da, kendi sürekli gerçekliği olarak, varlığının bütün bu zenginliği ile birlikte insanı, zengin insanı, evrensel ve derinden derine gelişmiş duyularla bezenmiş insanı öyle üretir.}
Öznelcilik ile nesnelciliğin, tinselcilik ile maddeciliğin, etkinlik ile etkinsizliğin kendi karşı-olumlarını, ve dolayısıyla bu türden karşıtlar olarak varoluşlarını, nasıl ancak toplum durumu içinde yitirdikleri görülüyor; {kuramsal karşı-olumların kendilerinin çözümünün, nasıl ancak pratik bir biçimde, insanların pratik enerjisi ile olanaklı olduğu, öyleyse çözümlerinin hiç bir zaman sadece bilinç işi değil, ama felsefenin onu sadece kuramsal bir iş olarak kavramış bulunduğu için çözemediği gerçek bir dirimsel iş olduğu da görülüyor … }
{Sanayi tarihi ve sanayiin yapılaşmış nesnel varoluşunun, nasıl özsel insanal güçlerin, nasıl somut olarak varolan insan, şimdiye kadar, —yabancılaşma içinde hareket edildiğinden— özsel güçlerinin gerçekliği ve türsel insan etkinliği olarak, ancak insanın evrensel varlığı, din, ya da evrensel soyut özü içindeki tarih (siyaset, sanat, edebiyat, vb.) tasarlanabildiği için, insanın özü ile bağlantısı içinde değil, ama her zaman salt dışsal bir yararlılık bağlantısı bakımından tasarlanmış, somut olarak varolan insan ruhbiliminin açık kitabı oldukları görülür. [IX] Günlük maddi sanayi içinde (—şimdiye kadar tüm irsanal etkinlik, emek, öyleyse sanayi, kendi kendine yabancılaşmış bir etkinlik olmuş olduğuna göre, bu sanayi, sözkonusu genel hareketin bir parçası (sayfa 199) olarak tasarlanabildiği kadar, bu hareketin kendisi de becerinin tikel bir parçası olarak tasarlanabilir—), karşımızda, somut, yabancı, yararlı nesneler biçimi altında, yabancılaşma biçimi altında, nesnelleşmiş insanın özsel güçlerini görürüz. Bu kitabın, yani tarihin en somut biçimde varolan, en anlaşılabilir parçasının kendisi için kapalı kaldığı bir ruhbilim, gerçek bir bilim, içerik bakımdan gerçekten zengin bir bilim durumuna gelemez.} Kısacası, yükseklerden bakarak, insanal emeğin bu büyük parçasını bir yana bırakan, ve insanal etkinliğin bütün bu açılmış zenginliği, ona belki tek sözcükle: “gereksinme”, “kaba gereksinme”den başka bir şey söylemedikçe, eksikliklerinin bilincinde olmayan bir bilim üzerine ne düşünmeli?
Doğa bilimleri engin bir etkinlik göstermiş, ve durmadan büyüyen bir gereci kendi gereçleri yapmışlardır. Bununla birlikte, onlar felsefeye ne kadar yabancı kalmışlarsa, felsefe de onlara o kadar yabancı kalmıştır. Bir anlık birlikleri >imgeleme yetisinin bir yanılsamasından başka bir şey değildi.[15] İstek vardı, ama yetenekler eksikti. Tarihçiler bile doğa bilimlerine, ancak arada bir, ancak bazı büyük buluşların açıkladıkları bilgilerin, yararlılığın bir gelişme uğrağı olarak iletmede bulunurlar. Ama sanayi yoluyla, doğa bilimleri insanal yaşama pratik olarak bir o kadar karışmış ve onu dönüştürmüş, ve doğrudan doğruya insandışılaştırmayı tamamlama durumunda kalmalarına karşın, insanal kurtuluşu hazırlamışlardır. Sanayi, doğanın, ve bunun sonucu doğa bilimlerinin, insan ile gerçek tarihsel ilişkisidir; demek ki eğer insanın özsel güçlerinin dışrak (exotérique) bir açınlanması olarak kavranırsa, doğanın insanal özü ve insanın doğal özü de kavranır; sonuç olarak doğa bilimleri soyut olarak maddi ya da daha doğrusu idealist yönelimlerini yitirecek ve insanal bilimin temeli olacaklardır, daha (sayfa 200) şimdiden —yabancılaşmış bir biçim altında da olsa— gerçekten insanal yaşamın temeli durumuna gelmiş bulundukları gibi; yaşam için bir temel ve bilim için bir başka temel vardır demek, daha ilk anda bir yalandır. {İnsanal tarih içinde oluş durumundaki doğa —insanal toplumun doğuş belgesi— insanın gerçek doğasıdır, öyleyse sanayiin oluşturduğu biçimdeki doğa, yabancılaşmış bir biçim altında da olsa, insanbilimsel (anthropologique) doğadır.} Duyulur dünya (bkz: Feuerbach) tüm bilimin temeli olmalıdır.[16] Bilim ancak hem duyulur bilinç ve hem de somut gereksinme ikili biçimi altında duyulur dünyadan yola çıktığı samandır ki —demek ki bilim eğer doğadan yola çıkarsa— gerçek bilimdir. Tüm tarih, “insan”ın duyulur bilinç nesnesi ve “insan olarak insan” gereksinmesini [somut doğal] gereksinme durumuna dönüştürmeye (geliştirmeye)[17] yaramıştır. Tarihin kendisi doğa tarihinin, doğanın insan durumuna dönüşmesinin gerçek bir parçasıdır. Daha sonra, insan biliminin doğa bilimlerini kapsayacağı gibi, doğa bilimleri de insan bilimini kapsayacaklardır: sadece bir tek bilim
[X] İnsan, doğa bilimlerinin dolayımsız nesnesidir;[18] çünkü insan için dolayımsız duyulur doğa doğrudan doğruya (sayfa 201) insanal duyulur dünyadır (özdeş deyim); bu duyulur doğa, onun için araçsız biçimde somut olarak varolan öteki insandır; çünkü onun kendi öz duyulur dünyası, ancak öteki insan sayesinde onun kendisi için insanal duyulur dünyadır. Ama doğa da insan biliminin dolayımsız nesnesidir. İnsanın ilk nesnesi —insan— duyulur dünya olan doğadır, ve insanın tikel ve somut özsel güçleri, kendi nesnel gerçekleşmelerini ancak doğal nesnelerde bulduklarından, kendinin bilincine de ancak genel olarak doğabiliminde varabilirler. Düşünce öğesinin ta kendisi, düşüncenin dirimsel belirtisinin öğesi olan dil, somut niteliktedir. Doğanın toplumsal gerçekliği ile insanal doğal bilimler ya da doğal insan bilimleri özdeş deyimlerdir.
{Zengin insan ile zengin insanal gereksinmenin, ekonomi politiğin zenginlik ve yoksulluğunun yerini nasıl aldıkları görülüyor. Zengin insan, aynı zamanda bir insanal dirimsel belirti bütünselliği gereksinmesi bulunan insandır da. Kendi öz gerçekleşmesi, kendinde içsel zorunluluk olarak, gereksinme olarak varolan insan. İnsanın sadece zenginliği değil, ama yoksulluğu da —sosyalizmde— aynı derecede insanal ve bunun sonucu toplumsal bir anlam kazanır. Yoksulluk insanlara en büyük zenginliği, [yani-ç.] öteki insanı, bir gereksinme olarak duyuran edilgin bağdır. Nesnel özün bendeki adlandırması, benim özsel etkinliğimin duyulur patlak verişi, böylece benim varlığımın etkinliği durumuna gelen tutkudur.[19] } (sayfa 202)
5° Bir varlık, ancak kendi kendisinin efendisi olduğu andan sonradır ki, kendini bağımsız olarak görmeye başlar, ve o, ancak varoluşunu kendi kendine borçlu olduğu zamandır ki, kendi kendisinin efendisidir. Bir başkasının kayrası ile yaşayan bir insan, kendini bağımlı bir varlık olarak görür. Ama ben, sadece yaşamımın bakımını bir başkasına borçlu bulunmakla kalmayıp, ayrıca eğer yaşamımı da o yaratmış, yaşamımın kaynağı da o olmuş bulunuyorsa, tamamen bir başkasının kayrası ile yaşıyorum, ve yaşamım, eğer benim kendi öz yapıtım değilse, zorunlu olarak kendi dışında sözde bir temele sahip demektir. Bu nedenle, yaratma, halk bilincinden kovulması çok güç bir fikirdir. Doğa ile insanın kendi başlarına varoldukları olgusu, onun için kavranılmaz bir şeydir; çünkü bu olgu pratik yaşamın tüm apaçıklıklarına ters düşer.
Dünyanın yaradılışı [inancı -ç], géognoise ile, yani kürenin oluşmasını, dünyanın oluşunu bir süreç, bir kendi-kendini-oluşturma süreci olarak tasarlayan bilim tarafından iyiden iyiye sarsılmıştır. Kendiliğinden üretme, yaratma kuramının tek pratik çürütülmesidir.
Oysa, yalıtık bireye, Aristo’nun söylemiş bulunduğu şeyi söylemek gerçi kolaydır: “Sen baban ile annen tarafından dünyaya getirildin, sende insanı üretmiş bulunan şey, demek ki iki insanın çiftleşmesi, demek ki insanların cinsel bir eylemidir.” Öyleyse insanın yaşamını, fizik bakımdan bile insana borçlu bulunduğunu görüyorsun. Oyleyse gözünü sadece bir yön üzerine, babamı dünyaya kim getirdi, onun büyük babasını dünyaya kim getirdi? … vb. diye kendine sorular sormakta devam ettiğin sonsuz dizi üzerine dikmemelisin. Bu dizide somut olarak gözle görülür olan ve çoğalmada insanın kendi kendini yinelemesi, öyleyse insanın hep özne kalması sonucunu veren çevrimsel hareketi de görmelisin. Ama sen şu yanıtı vereceksin: Eğer ben seninle bu çevrimsel hareket üzerinde uzlaşırsam, sen de benimle, (sayfa 203) bana: ilk insanı ve genel olarak doğayı kim yarattı? sorusunu sordurmaya kadar götüren dizi üzerinde uzlaş. Sana ancak şu yanıtı verebilirim: Senin sorun, bir soyutlama ürününün ta kendisi. Kendine bu soruya nasıl vardığını sor; kendine senin sorunun, saçma olduğu için yanıtlayamadığım bir görüş noktasından yola çıkarak sorulup sorulmadığını sor. Kendine bu dizinin usa-uygun bir düşünce için böylece varolup olmadığıni sor. Sen doğa ile insanın yaradılışı sorusunu sorduğuna göre, insanı ve doğayı soyutluyorsun demektir. Onları varolmayan şeyler olarak koyuyor, ama gene de sana varolduklarını tanıtlamamı istiyorsun. O zaman sana şöyle derim: Soyutlamanı bir yana bırak, sorduğun soruyu da bir yana bırakacaksın, yok eğer soyutlamanda direnmek istiyorsan, tutarlı ol, ve insan ile doğayı varolmayan şeyler olarak düşünmene karşın [XI], gene de düşündüğüne, kendin de doğa ve insan olduğuna göre, o zaman kendi kendini varolmayan şey olarak düşün. Düşünme, bana soru sorma; çünkü düşündüğün ve bana soru sorduğun anda, doğanın ve insanın varlığını soyutlama biçiminin hiç bir anlamı kalmıyor. Yoksa her şeyi hiçlik olarak koyacak, ve sen kendin olmak isteyecek kadar bencil misin?
Bana şöyle yanıt verebilirsin: Ben, doğanın vb. hiçliğini koymak istemiyorum; ben, sana,. onun doğuş belgesi sorusunu soruyorum, anatomiciyi kemikli yapılışlar vb. üzerinde sorguya çektiğim gibi.
Ama, sosyalist insan için, evrensel tarih adı verilen şeyin tümü, insanın insanal emek tarafından oluşturulmasından, doğanın insan için oluşundan başka bir şey değildir; öyleyse o, kendisinin kendisi tarafından oluşturulmasının, kendi doğum sürecinin açık ve çürütülmez kanıtına sahiptir. Eğer insan ve doğanın özsel gerçekliği, eğer insan için doğanın varoluşu olan insan ve insan için insanın varoluşu olan doğa bir olgu, somut, apaçık bir şey durumuna gelmişlerse, yabancı bir varlık, doğanın ve insanın üstüne konmuş (sayfa 204) bir varlık sorunu —bu sorun, doğa ile insanın özselsizliğinin (inessentialité) itirafını içerdiğinden— pratik bakımdan olanaksız bir duruma gelmiştir. Tanrıtanımazlık, bu ikincil şeyi yadsıdığı ölçüde, artık anlamsızdır; çünkü tanrıtanımazlık Tanrının yadsınmasıdır ve bu yadsıma ile o insanın varoluşunu koyar, ama sosyalizm olarak sosyalizmin artık bu orta terime gereksinmesi yoktur. O, öz olarak insanın ve doğanın kuramsal ve pratik bakımdan duyulur bilincinden yola çıkar. O insanın artık orta terim aracıyla dinin kaldırılması olmayan olumlu kendinin bilincidir, tıpkı gerçek yaşamın, insanın, artık orta terim aracıyla özel mülkiyetin kaldırılması olmayan olumlu gerçekliği, [yani -ç.] komünizm olması gibi. Komünizm, olumluyu, yadsımanın yadsınması olarak koyar, öyleyse o insanın kurtuluş ve kendini onarımının gerçek uğrağı, tarihin gelecekteki gelişmesi için zorunlu uğraktır. Komünizm, yakın geleceğin zorunlu biçimi ve enerjetik ilkesidir, ama komünizm olarak komünizm, insanal gelişmenin ereği, — insanal toplumun biçimi değildir. (sayfa 205)
[ÖZEL MÜLKİYET REJİMİNDE VE SOSYALİZMDE İNSANAL GEREKSİNMELERİN ANLAMI.
SAVURGAN ZENGİNLİK İLE SINAİ ZENGİNLİK ARASINDAKİ AYRIM.BURJUVA TOPLUMDA İŞBÖLÜMÜ]
[XIV] 7° Sosyalizmde insanal gereksinmelerin zenginliğinin ne anlam kazandığını ve, bunun sonucu, yeni bir üretim biçimi ile yeni bir üretim nesnesinininsanın özsel gücünün yeni bir belirtisi ve insanal özün yeni bir zenginleşmesi. Özel mülkiyet çerçevesinde, şeyler ters bir anlam kazanırlar. Her insan, öteki için, onu yeni bir özveriye zorlamak, yeni bir bağımlılık içine sokmak ve yeni bir yararlanma, ve bunun sonucu iktisadi yıkım biçimine götürmek üzere, yeni bir gereksinme yaratmaya çalışır. Herkes, onda kendi bencil gereksinmesinin doyumunu bulmak için, öteki insanları egemenlik altına alan yabancı bir özsel güç yaratma ardında koşar. Nesneler (sayfa 206) yığını ile birlikte, demek ki, yabancı varlıkların insanın uyruğu bulunduğu egemenliği de büyür ve her yeni ürün, bu karşılıklı aldatma ve karşılıklı soygunu daha da pekiştirir. İnsan insan olarak bir o kadar yoksullaşır, düşman varlığa egemen olmak için bir o kadar paraya gereksinme duyar, ve parasının erkliği de üretim hacmi ile tastamam ters orantılı olarak düşer, yani paranın erkliği arttığı ölçüde, onun yoksulluğu da artar. — Demek ki, para gereksinmesi, ekonomi politik tarafından üretilen gerçek gereksinme ve onun ürettiği tek gereksinmedir. Paranın niceliği gitgide onun tek ve erkli özgülüğü durumuna gelir; her şeyi kendi soyutlamasına indirgediği gibi, kendi öz hareketi içinde kendini de nicel bir varlığa indirger. Ölçü yokluğu ve ölçüsüzlük onun gerçek ölçüsü durumuna gelirler.
— Öznel düzeyde de bu kendini, bir yandan ürünlerin ve gereksinmelerin genişlemesinin, türetici ve durmadan insanlık-dışı, incelmiş, doğaya karşı ve düşsel istekleri hesaplamakta olan köle durumuna gelmesinde gösterir — özel mülkiyet kaba gereksinmeyi insanal gereksinme durumuna dönüştürmeyi bilmez; imgelem, keyfe bağlılık, yelteklik (caprice) onun idealizmidir, ve [hiç -ç.] bir harem ağası, efendisini, sınai harem ağasından, [yani -ç.] üreticiden daha büyük bir bayağılıkla koltuklamaz ve ustalıkla göze girmek için, düzenbazlıkla para kazanmak ve çok hıristiyanca sevdiği komşusunun cebinden mangır çekmek için, ondan daha pis araçlarla efendisinin körelmiş yeteneklerini uyandırmaya çalışmaz. — (Her ürün, ötekinin varlığının parasının çekilmeye çalışıldığı bir yemdir; her gerçek ya da olanaklı gereksinme, sineği ökseye çekecek olan bir güçsüzlüktür: — insanın toplumsal özünün evrensel sömürüsü, tıpkı eksikliklerinden herbiri gibi, cennet ile bir bağ, insan yüreğinin rahibe açık olan bir köşesidir; her gereksinme, komşuya en sevimli bir biçimde yaklaşmak, ve ona şöyle demek için bir fırsattır: Sevgili dostum, senin için zorunlu olan şeyleri (sayfa 207) sana vereceğim; ama sen sine qua non ne anlam kazandıklarını görmüş bulunuyoruz: [20] koşulunu biliyorsun; seni bana bağlayan antlaşmayı hangi mürekkeple imzalayacağını biliyorsun; ben sana bir zevk sağlarken seni kazıklayacağım). Sınai harem ağası insanın en pis heveslerine katlanır, onun gereksinmesi ile onun arasında aracılık yapar, ondaki hasta istekleri uyandırır, daha sonra bu aracılıkların ücretini istemek üzere, onun kusurlarını gözetir.
— Bu yabancılaşma öte yandan, bir yanda gereksinmelerin ve onları karşılama araçlarının aşırı inceliğini, öte yanda gereksinmenin tam, kaba ve soyut yalınlığı olan hayvanca bir yabanıllığa dönüşü üreterek kendini gösterir; ya da daha doğrusu, o, karşıt anlamı ile birlikte kendi kendini yeniden doğurmaktan başka bir şey yapmaz. Temiz hava gereksinmesi bile işçi için bir gereksinme olmaktan çıkar; insan, inine döner, ama o şimdi uygarlığın bulaşıcı ve pis kokulu soluğu ile bozulmuştur ve artık orada, ancak, her gün ondan kaçabilecek, eğer parasını ödemezse her gün atılabileceği yabancı bir erklik olarak, [XV] güvenilmez bir biçimde yaşar. Onun, bu ölüm evini ödemesi gerekir. Ahileus’da Prometheus’un yabanılı insana dönüştürmesini sağlamış bulunan en büyük armağanlardan biri olarak gösterdigi ışık evi, işçi için öyle olmaktan çıkar. Işık, hava, vb., ya da en ilkel hayvanal temizlik, insan için bir gereksinme olmaktan çıkarlar. Pislik, bu durgunluk, insanın bu kokuşması, uygarlığın bu (sözcük anlamında) çirkef kuyusu, onun yaşam öğesi durumuna gelir. Eksiksiz ve doğaya karşı savsama, çürümüş doğa yaşamının öğesi durumuna gelir. Duyularımın hiç biri, sadece insanal yönü altında değil, ama insanlık-dışı, yani hayvanaldan da beter yönü altında bile, yoktur artık. İnsanal emeğin en kaba biçimlerinin (ve aletlerinin) geri geldikleri görülür: Romalı kölelerin değirmentaşı,[21] birçok (sayfa 208) İngiliz işçisi için üretim biçimi, varoluş biçimi durumuna gelmiştir. İnsanın insanal gereksinmeleri olmaması yetmez, hayvanal gereksinmeler de ortadan kalkarlar. İrlandalı artık yeme gereksinmesinden, ve üstelik patates yeme, ve hatta en kötüsünden, domuz patatesi yeme gereksinmesinden başka bir şey bilmez. Ama İngiltere ve Fransa’nın her sanayi kentinde daha şimdiden küçük bir İrlanda var. Yabanıl olsun, hayvan olsun, hiç değilse av, hareket, vb., topluluk gereksinmesi duyarlar. —Makinenin, çalışmanın yalınlaştırılması, henüz oluşma aşamasında bulunan insanı, henüz hiç gelişmemiş bulunan insanı —çocuk—, işçi durumuna dönüştürmek için kullanılmıştır, oysa işçi yüzüstü bırakılmış bir çocuk durumuna gelmiştir. Makine, güçsüz insanı makine durumuna dönüştürmek için, kendini insanın güçsüzlüğüne uyarlar (uydurur).—
{Gereksinmelerdeki ve onları karşılama araçlarındaki artış, gereksinmeler ve araçlar yokluğunun doğmasına nasıl yolaçar? İktisatçı (ve kapitalist: genel olarak, deneysel işadamlarının kusurları ve bilimsel varoluşlarından başka bir şey olmayan iktisatçılara başvurduğumuz zaman, hep deneysel işadamlarının sözünü ediyoruz) bunu şöyle kanıtlar: l° o işçinin gereksinmesini fizik yaşamın en zorunlu ve en yoksul sürdürülmesine ve etkinliğini de en soyut mekanik harekete indirger, ve sonuç olarak şöyle der: insanın ne başka gereksinmesi, ne başka etkinliği, ne de başka zevki vardır; çünkü bu yaşamı bile, o insanalyoksul yaşamı (varoluşu) kural olarak ve üstelik evrensel kural olarak hesaplar: insanların büyük yığını bakımından geçerli olduğu için evrensel; işçinin etkinliğini tüm etkinliğin arı bir soyutlaması durumuna getirdiği gibi, işçiyi de duyu ve gereksinimden yoksun bir varlık durumuna getirir; bunun sonucu işçinin her lüksü ona kınanacak bir şey, ve en soyut gereksinmeyi aşan her şey de —edilgin zevk ve etkinlik belirtisi olarak da olsa— lüks olarak görünür. (sayfa 209) Ekonomi politik, bu zenginlik bilimi, öyleyse aynı zamanda vazgeçme, yoksunluklar, esirgeme bilimidir de, ve gerçekten temiz hava ya da fizik hareket gereksinmesini bile insandan esirgeyecek kadar ileri gider. Bu tansıklı sanayi bilimi çilecilik (ascétisme) bilimidir de, ve onun gerçek ülküsü, çileci, ama tefeci cimri ile, çileci, ama üretici köledir. Sağtörel ülküsü, ücretinin bir parçasını Biriktirme Sandığına götüren işçidir, ve bu kendi gözde delice hevesi (lubie favorite) için, hatta aşağılık bir sanat bile bulmuştur. Bu delice heves, büyük bir duygululuk ile birlikte, tiyatroya taşınmıştır. Öyleyse ekonomi politik —din dışı ve tat almaya dönük yönüne karşın— gerçek bir sağtörel bir bilim, bilimlerin en sağtörel olanıdır. Kendinden vazgeçme, yaşamdan ve tüm insanal gereksinmelerden vazgeçme, onun baş savıdır. Ne kadar az yer, ne kadar az içer, ne kadar az kitap satın alır, tiyatroya, baloya, meyhaneye ne kadar az gider, ne kadar az düşünür, sever, kuram kurar, ne kadar az şarkı söyler, konuşur, kılıç oynarsan, vb., o kadar çok biriktirir, ne güvelerin ne de tozun yiyebilecekleri hazineni, sermayeni, o kadar çok artırırsın. Sen ne kadar azsan, yaşamını ne kadar az belirtirsen, o kadar çoğa sahipyabancılaşmış yaşamın o kadar büyür, yabancılaşmış varlığından o kadar çok biriktirirsin. [XVI] İktisatçı senden yaşam ve insanlık olarak aldığı şeylerin yerine, para ve zenginliği koyar ve senin yapamadığın her şeyi, senin paran yapabilir: yiyebilir, içebilir, baloya, tiyatroya gidebilir; sanatı, derin bilgiyi, tarihsel ilginçlikleri, siyasal erkliği sınar; yolculuk edebilir; bütün bunları sana verebilir; bütün bunları satın alabilir; gerçek yetenektir o. Ama bütün bunlar olan onun [paranın -ç.], kendi kendini yaratmaktan, kendi kendini satın almaktan başka bir olanağı yoktur; çünkü geri kalan her şey onun uşağıdır ve eğer ben efendiye sahipsem onun uşağına da sahibim demektir, ve uşağına gereksinmem yoktur. Demek ki, bütün tutkular ve tüm etkinlik, zenginlik susuzluğu (sayfa 210) içinde yokomalıdırlar. Demek ki, işçi, tam yaşamak isteyecek kadarına sahip olmalı, ve sadece sahip olmak için yaşamayı istemelidir.}
Gerçi şimdi iktisadi alanda bir tartışma başgösterir. Birileri (Lauderdale, Malthus, vb.) lüksü salık verir ve tutumu kargışlar, öbürleri ise (Say, Ricardo, vb.) tutumu salık verir ve lüksü kargışlar. Ama birinciler lüksü emek (yani mutlak tutum) üretmek için istediklerini, öbürleri de tutumu zenginlik, yani lüks üretmek için istediklerini gizlemezler. Birinciler, zenginlerin tüketimini belirlemesi gereken şeyin sadece kazanç susuzluğu olmadığı romantik yanılsaması içindedirler ve zenginleşme aracı olarak doğrudan doğruya savurganlığı göstererek kendi öz yasalarının tersini söylerler; ve öbürleri de sonuç olarak onlara, abartmalı bir ağırbaşlılık ve büyük bir ayrıntı lüksü ile, savurganlık aracıyla, benim varlığımı artırmayıp azalttığımı tanıtlarlar; ikinciler üretimin düpedüz geçici heves ve öykünme tarafından belirlenmiş bulunduğunu gizleme ikiyüzlülüğüne düşerler; “aşırı derecede incelmiş gereksinmeler”i unuturlar; tüketim olmaksızın üretilemeyeceğini unuturlar; üretimin rekabet aracıyla daha evrensel ve daha şatafatlı olacağını unuturlar; kendileri için nesnenin değerini kullanımın ve kullanımı da modanın belirlediğini unuturlar. Sadece “yararlı”nın üretildiğini görmek isterler, ama yararlı ürete ürete, üretimin yararsız bir nüfus aşırılığı ürettiğini unuturlar. Savurganlık ile tutumun, lüks ile yoksunluğun, zenginlik ile yoksulluğun, birbirleri ile eşdeğerde olduklarını birileri de, öbürleri de unuturlar.
{Ve sen, eğer kendini iktisadın öğrettiklerine uydurmak istiyor, yanılsama içine düşmek istemiyorsan, sadece yemek vb. gibi dolayımsız duyularında tutumlu olmakla kalmamalı, kendini genel çıkarlara katılmak, acımak, güvenmek vb. gibi şeylerden de esirgemelisin.}
Senin olan her şeyi, satılır, yani yararlı kılmalısın. Eğer (sayfa 211) ben iktisatçıya: Bedenimi bir başkasının isteğine bırakma, satma yoluyla para kazanırsam, iktisadi yasalara uymuş (Fransa’da fabrika işçileri, karılarının ve kızlarının fuhşunu ek çalışma saati olarak adlandırırlar, ki bu tamamıyla doğrudur), ya da dostumu Faslılara sattığım zaman iktisada uygun davranmamış mı olurum (ve asker vb. tecimi biçimi altında dolaysız insan satışı tüm uygar ülkelerde görülür) diye sorarsam, o bana şu yanıtı verir: Benim yasalarıma aykırı davranmış olmazsın, ama yeğenlerim olan sağtöre ve dinin söylediklerine dikkat et; benim iktisadiiktisadi dinimin sana karşı söyleyecek hiç bir şeyleri yok, ama… Ama ben, o zaman daha çok ekonomi politiğe mi inanmalıyım, yoksa sağtöreye mi? Ekonomi politiğin sağtöresi, kazanç, emek ve tutumdur, azla yetinirliktir… ama ekonomi politik bana gereksinmelerimi karşılamayı söz verir. Sağtörenin ekonomi politiği bulunçta, erdemde, vb. zenginliktir, ama eğer yaşamıyorsam nasıl erdemli olabilir, eğer hiç bir şey bilmiyorsam nasıl iyi bir bulunç taşıyabilirim? Tüm bu durum, yabancılaşmanın özünde temellendirilmiştir: her küre (sphère, düzey, alan) bana ayrı ve karşıt bir kural uygular: sağtöre bana bir, ve iktisat bir başka kural uygular; çünkü herbiri insanın belirli bir yabancılaşmasıdır ve herbiri [XVII] yabancılaşmış özsel etkinliğin tikel bir küresini tutar, herberi öbür yabancılaşma ile bir yabancılaşma ilişkisi içindedir. Böylece M. Michel Chevalier, Ricardo’yu sağtöreyi bir yana bırakmakla kınar. Ama Ricardo, iktisadı kendi öz dili ile konuşturur. Eğer iktisat sağtörel değilse, Ricardo bu konuda bir şey yapamaz. M. Chevalier sağtöre yaptığı ölçüde iktisadı bir yana bırakır, ama ekonomi politik yaptığı ölçüde de, sağtöreyi zorunlu olarak ve gerçekten bir yana bırakır. İktisadın sağtöre ile bağlantısı, eğer ayrıca keyfe bağlı, olumsal, ve bunun sonucu temelsiz ve bilimsel özlükten yoksun değilse, eğer yapmacık olarak önem verilmiyor, ama özsel olarak gözönünde tutuluyorsa, iktisadi (sayfa 212)görünüşten başka bir şey değildir ve eğer bir karşıtlık varsa, bu o karşıtlık değildir. Ekonomi politik, sağtörel yasaları kendibiçiminde dile getirmekten başka bir şey yapmaz.
{İktisat ilkesi olarak gereksinme yokluğu, kendini en parlak biçimde iktisadın nüfus kuramında gösterir. Aşırı insan vardır. Hatta insanların varoluşu bile arı bir lükstür ve eğer işçi “sağtörel” ise (Mill cinsel bakımdan perhizli davranan kimseler için kamusal kutlamalar, ve evliliğin bu [ülküsel] kısırlığına karşı yanlışlık yapan kimseler için de kamusal bir kınama önerir[22] … Sağtöre değil mi, çilecilik öğretisi değil mi bu?) üreme planında tutumlu olacaktır. İnsan kamusal bir yıkım olarak görünür.)
Üretimin zenginler için taşıdığı anlam, açıkça yoksullar için taşıdığı anlamda belirir; yukarda bulunan kimselere göre, bu anlam kendini hep ince, eğreti kılıklı, belirsiz bir biçimde dışavurur, görünüştür; aşağıda bulunan kimselere göre [ise -ç] kendini kaba, dolaysız, içten bir biçimde dışavurur, özdür. İşçinin kabaincelmiş gereksinmesinden çok daha büyük bir kâr kaynağıdır. Londra’nın bodrum katları, kiraya verenlerine saraylardan daha çok gelir getirirler, yani mülk sahibine göre, onlar daha büyük bir zenginlik, demek ki iktisatçı gibi konuşmak gerekirse, daha büyük bir toplumsal zenginliktirler.
Ve sanayi, gereksinmelerin inceliği üzerine hava oyunu (speculation) oynadığı gibi, kabalıkları, ama yapay olarak yolaçılmış kabalıkları üzerine de hava oyunu oynar. Bu kaba gereksinmelerin sağladıkları gerçek sevinç, demek ki kendi kendini avutmaya dayanır, demek ki bu sevinç, gereksinmenin o görünürdeki karşılanması, o kaba gereksinme (sayfa 213) barbarlığı içindeki uygarlıktır. Bunun sonucu İngiliz küçük kahveleri özel mülkiyetin simgesellüksü sınai lüks ve sınai zenginliğin insan ile gerçek ilişkisini gösterir. Demek ki, bu küçük kahveler, halkın, İngiliz polisi tarafından hiç değilse tatlılıkla davranılan tek gerçek pazar eğlenceleridirler.