Denizler Tanrısı Poseydon; Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken, durmadan tanrıların işine karışan Kral Odisseus’un bütün gemilerini batırdı ve onu, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına, çırılçıplak savurdu… “ Ne var ki Tanrıça Atena da her zaman olduğu gibi Odisseus’un yardımına koştu hemen. Ve onu savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının yardımıyla, ülkesi İtake adasına ulaştırdı. Tanrıça Atena; Troya’da savaşırken ülkesini asalak eşkıyaların nasıl sardığını anlattı Odisseus’a. Olup bitenleri Atena’nın ağzından ayrıntılarıyla dinledikten sonra Odisseus, yanında duran o kocaman kayayı söküp gökyüzüne fırlatmak ve böylece koparacağı gürültüyle, bunca sömürü içinde hâlâ uyuyan bütün Akdenizli halkları uyandırmak istedi! Ne var ki Atena;”Acele etme!” dedi.
“Senin neler yapman gerektiğini bir bir söyleyeceğim… Kimseler tanıyamasın diye o düzgün derini buruş buruş yapacağım ilkin. Ondan sonra da seni, emektar Çobanın Eumayos’un kulübesine göndereceğim. Eumayos; hem senin, hem bütün halkın ocağına çöreklenmiş o asalak haydutların girdisini çıktısını anlatacak sana…” Atena’nın hemen yaşlı bir adama dönüştürdüğü Odisseus, onun öğütlediği gibi yaşlı Çoban Eumayos’un kulübesine ulaştı. Eumayos onu hemen odasına buyur etti. Hem konuşuyor, hem de konuğunun karnını doyurmak için sağa sola koşuşuyordu. Bir ara kilden bir testiyi kaptığı gibi dışarı çıktı kulübesinden. Kılık değiştirmiş Kral Odisseus biran önce Eumayos’un ülkesinde ve konağında olup bitenler hakkında bilgi vermesini istiyordu. Ne var ki kendisinin Odisseus olduğunun anlaşılmasını da haliyle istemiyordu… O zaman ülkesini saran eşkıyalarla girişeceği savaşın daha başında yenilgiye uğrardı!… Bir süre sonra Eumayos, elindeki testiyi şarapla doldurup gelmişti… “Çok açsın, ihtiyar, biliyorum. Yeğenim bir domuz kesti dışarıda. Yemek hazırlıyor… Ama fazla beklemeyiz… Ya işte böyle, ben de iyice çöktüm artık… Yıllar değil de efendimin başına gelenler çökertti beni!… Ah, şimdi buralarda olsaydı… Çalıştığımın karşılığını fazlasıyla verirdi bana… Yalnız benim değil sürülerine, tarlalarına bakan bütün çalışanlarına bol bol verirdi…
“ Sevimli Çoban Eumayos böyle kesik kesik konuşurken, daldan dala atlıyor; adını anmadan efendisi Odisseus ve ülkesini soyan eşkıyalar konusunda bir şeyler anlatıyordu. Çok geçmeden çobanın yeğeni bir sini dolusu kızarmış etlerle girdi içeri… Hemen yemeğe başladılar… Eumayos konuğunun önündeki şarap tasını doldurduktan sonra; “Eh, etlerimiz pek yağlı değil ama,” diye söze başladı. “Artık kusuruma bakmazsın ihtiyar. Hani demin anlatıyordum ya, ülkemiz öyle masal ülkesi gibiydi. Efendim kimseyi kimseye ezdirtmezdi. Halkımızın da öyle birbirinin malına-ırzına göz dikme gibi bir geleneği yoktu. Zaten efendim böyle şeylere hiç izin verir miydi? Ama bazı ülkelerde böyle şeyler olduğunu kulaktan duyardık… Ne var ki bütün bu belalar, savaş denen o afetten sonra gelip bizim ülkemize de çöreklendi! Adı Agamemnon mu ne , o doymaz kralın adamlarının yirmi yıl filan önce gelip efendimi alıp götürmeleriyle başladı her şey… Ben efendimin hanımından duydumdu: Güzeller güzeli bir Helena varmış… Troyalı prens onu zorla kaçırmış… Sonra da o boyu posu devrilesi Agamemnon denen herifin adamları, sözde Helena’nın namusunu temizlemek için Efendimi deniz ötelerine alıp götürdüler! Gidiş o gidiş…
“ Burada bir tas şarap daha sundu Odisseus’a yaşlı çoban… “ Helena’nın namusu için,” diye yeniden söze başladı, “nice yiğitler devrilip devrilip gittiler. Bunun neresi namus savaşı?…. Bir prens bir kraliçeyi nasıl zorla kaçırabilir?!… Helena’nın gönlü çekmiş, bir delikanlıyla kaçmış. Kime ne bundan? O hınzır kral bu bahaneyle oradan ganimet toplayacaktı… Bunda anlaşılmayacak bir taraf yok! Ne var ki benim efendim böyle kanlı ganimetleri istemezdi… Her neyse, gitti işte… Karada mı, denizlerde mi, nerelerde kaldı kemikleri?… Tabii buralarda da bir avuç hazırcı eşkıya, onun öldüğünü duymuş olmalılar…. O yüzden halkımızın varını yoğunu yiyip içmeye başladılar. Kalkıp Efendimin konağına da yerleştiler. Ben burada beslediğim yağlı domuzların, koyunların en iyilerini hep onlara götürüyorum. Hem de her gün ikişer tane! Diğer komşu çobanlar da öyle… Bu soyguncu haydutların amacı artık anlaşıldı. Ürettiklerimizi, kıyıda köşemizde biriktirdiklerimizi ha bire yiyip içecekler… Şimdi de Odisseus’un sözde dul hanımını yataklarına almak istiyorlar! Geceleri şarapları çekip çekip naralar atıyorlar… Bıyığı yeni terleyen oğlu Telemahos da bunlara dayanamayıp babasını deniz ötelerinde aramaya gitti… Neyse ihtiyar konuğum, tasın boşaldı, tazeleyeyim… Sen rahat rahat yemene bak…” Eumayos bir tas daha şarap doldurup sundu dilenci kılığındaki ihtiyar konuğuna… Odisseus bir dikişte boşalttı tası… Sonra da hemen yerinden fırlayıp pırıl pırıl gönüllü çobanını şapur şupur öpmek geçti içinden. Ama bunu yapamazdı. Zar zor kendini tutup uzun uzun yüzüne baktı üzgün Eumayos’un… Eumayos da susup uzun uzun, yaşlı gözlerle baktı ona. Eski güzel günlere dönebilmek için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu ikisi de. Üstelik hemen!