Toplumların açmazlarından yalnız o toplumları yönetenler sorumludur görüşü pek yaygındır. Bu görüşte olanların tümü gündelik yaşamın çarklarında dönüp duran ve kendilerini yönetilmeye bırakmış kimselerdir. Bu anlamda kuramlar bile geliştirildiği olur, tarihten örnekler verilir: falanca kral şöyle yapmasaydı her şey çok değişik olacaktı diye düşünülür. Kralı bir güç olarak var sayarken uyrukları yani koca toplumu yok sayarlar. Bu yönde görüşler üretene nereden biliyorsun dediğinizde yüzünüze bir garip bakacaktır: bunu bilmeyecek ne var? Oysa toplumların açmazlarından yönetenlerden önce yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla yönetilenler sorumludur: her toplum kendinin suçlusudur. Burada falancanın filancadan, kralın kaçakçıdan ya da bıçakçıdan daha az ya da daha çok sorumlu olduğunu düşünemeyiz. Bir toplumun bireyleri, tek tek bilinç düzeyleri ne olursa olsun, birlikte ortak bir bilinç oluştururlar. Toplumun her kesimimde etkin olan ortak bilinç daha çok ortalama bilinçlerin ürünüdür. Ortak bilinç ya da toplumsal bilinç tek tek bilinçlerin toplamı değildir, bu bilinçlerin önde gelenlerinin toplamı hiç değildir. Ortak bilinç bir toplumun düşünce düzeyini ortaya koyar, özellikle onun bugünle ilgili algısıyla, dünle ilgili görüşleriyle ve yarınla ilgili öngörüleriyle ilgilidir.
“Ortak bilinç” yerine “toplumsal bilinç” deyimini kullanmak daha doğru olacaktır: ortak bilinç evrensel bilinci anımsatan bir genişlikte düşünülebilir çünkü. “Evrensel bilinç” anlamında ortak bilinçten sözetmek olasıdır. Ortak bilinç de toplumsal bilinç de evrensel bilinç de gerçekte bir tasarımdır. Somut olarak varolan, elle tutulur gözle görülür olan yalnızca bireysel bilinçtir. Bunu tekil ve çoğul ilişkisine benzetebiliriz ya da hatta onunla açıklayabiliriz. Antisthenes gibi düşünürsek: “Pamuk” vardır ama “Kedi” yoktur, “Kedi” bir fikirdir. Bununla birlikte “Kedi” vardır, hatta “Pamuk”dan daha zengin içerikli olarak, daha kalıcı olarak vardır, bilincin bir üretimi olarak vardır. “Pamuk” bir gün ölecek, “Kedi” varlığını, görünmeyen varlığını sürdürecektir. Toplumsal bilinç bizim gözlerimizle gördüğümüz bir şey değildir ama vardır. Nesnelerin gerçekliği olduğu gibi kavramların da gerçekliği vardır. Bu gerçeklik verilmiş bir gerçeklik değil etkin anlık çerçevesinde edinilmiş bir gerçekliktir.
Toplumsal bilinç toplumun bütün davranışlarında olduğu gibi bireylerin çeşitli davranışlarında dışlaşır. Bireysel bilincin toplumsal bilinç üzerindeki etkisi sınırlıyken toplumsal bilincin bireylerin bilinci üzerindeki etkisi geniş ve derindir. Toplumsal bilinç bireylerin bilincini öncelikle görenekler ve alışkılar çerçevesinde etkiler. Bir toplumda insanların davranışları benzeşirler: onda birbirine düşman ya da uzak insanların bile davranış açısından benzeştiğini görebiliriz. Bu elbette öncelikle bilinçlerin benzeşmesidir. Ayrıksı durumlar her zaman vardır: hırsızlığa yatkın bir toplumda dürüst insanlar hiç yoktur diyemeyiz. İspanya iç savaşında faşist generallerden biri, düşmanın yani cumhuriyetçilerin de aynı soylu ulusun insanları olmakla kendilerine çok büyük güçlükler çıkardığını garip bir övünme havasında söylüyordu. Gene de toplumsal bilinçten ırkçı bir anlam çıkarmamaya özen göstermeliyiz: toplumsal bilincin oluşum koşulları kanla değil somut yaşam koşullarıyla ilgilidir, yerin ve zamanın iktisadi, toplumsal, iklimsel koşullarıyla ilgilidir. Toplum yaşamının değişimlerine göre toplumsal bilinçte dönüşümler olur, inişler çıkışlar olur. Toplum her zaman akışkan bir yapı gösterir.
Bu yüzden toplumsal bilinci değişmez bir değer, bir kere oluştu mu hiç değişmeyecek ve hep aynı kalacak bir kazanım olarak görmemek doğru olur. Tarihe baktığımızda toplumsal bilinçlerin özellikle iktisadi nedenlerle, daha çok da nüfus artması ya da eksilmesi gibi, savaşlar ve kıtlıklar gibi nedenlerle köklü dönüşümlere uğradığını görüyoruz. Bir toplumun bilinç dönüşümlerini en açık biçimde geleneklerde yani kökü geçmiş zamanlarda olan kültür yaşamında gözlemlemek olasıdır: örneğin bir toplum belli bir dönemde hatta çeşitli süreçlerle belirgin uzunca bir dönemde büyük dehalar yetiştirirken yavaş yavaş kısırlaşma belirtileri gösterebilir, bunun tersi de olabilir. Hatta bir toplumun uzun yüzyıllar boyu büyük dönüşümler göstermeden yaşamını sürdürdüğü de olur: bu durum özellikle tarım toplumlarıyla ilgili bir durumdur. Bireyler nasıl kişiliklerini birdenbire değiştiremezlerse, kişilik dönüşümleri yani bireysel bilinç dönüşümleri nasıl çok yavaş hatta görülemeyecek kadar yavaş olursa, toplumların kişilik dönüşümleri de yani toplumsal bilinç dönüşümleri de o ölçüde yavaş olur, çok uzun zaman dilimlerine yayılır. Bireylerin kişiliğinde görülen hızlı değişimler sağlıksızlık belirtisidir. Toplumlarda bu tür hızlı değişimleri her zaman göremeyiz. (Benden ayrılmayın. Kısa bir aradan sonra…)