Olgunluk ve yaşlanma arasında çok büyük, engin bir fark vardır ve insanların kafası bu konuda hep karışık kalmıştır. İnsanlar yaşlanmanın olgunlaşmak olduğunu zanneder, ancak yaşlanma bedene aittir. Herkes yaşlanıyor, herkes ihtiyarlayacak ama olgun olmak zorunda değil. Olgunluk manevi bir gelişimdir.
Yaşlanmak senin yaptığın bir şey değildir, yaşlılık fiziksel olarak kendi kendine gerçekleşen bir şeydir. Doğan her çocuk zaman geçtiğinde yaşlanır. Olgunluk senin hayatına getirdiğin bir şeydir; o farkındalıktan çıkar. Bir kimse tam bir farkındalıkla yaşlanırsa olgunlaşır. Yaşlılık artı farkındalık, yaşantı artı farkındalık, olgunluktur.
Bir şeyi iki biçimde deneyimleyebilirsin. Onu öylesine, hipnotize olmuş gibi, gerçekleşmekte olan şeye dikkat etmeden, fark etmeden deneyimleyebilirsin; olay gerçekleşti ama sen orada değildin. O senin mevcudiyetinde gerçekleşmedi, sen yoktun. Sadece oradan geçip gittin, sende hiçbir şekilde bir iz bırakmadı. Sende hiçbir işaret bırakmadı, ondan hiçbir şey öğrenmedin. O hafızanın bir parçası olmuş olabilir çünkü bir anlamda oradaydın ancak hiçbir şekilde senin bilgeliğin haline gelmedi. Onun aracılığıyla hiç gelişmedin. O zaman yaşlanıyorsun.
Fakat bir deneyime farkındalık getirirsen, aynı deneyim olgunluğa dönüşür.
İki tür yaşama yolu vardır: Birincisi derin bir uykuda yaşamaktır; o zaman yaşlanırsın, her an yaşlanırsın, her an ölmeye devam edersin, hepsi bu! Tüm yaşamın uzun, yavaş bir ölümden ibarettir. Fakat deneyimlerine farkındalık getirirsen —ne yaparsan, başına ne gelirse gelsin uyanıksın, dikkatlisin, tetiktesin; deneyimin her açıdan tadını çıkarıyorsun, onun anlamını çözmeye çalışıyorsun, onun en derinine ulaşmaya çalışıyorsun, başına gelen şeyi yoğun bir şekilde ve tam olarak yaşamaya çalışıyorsun— o zaman o yalnızca yüzeysel bir olgu değildir. İçinde, derinlerde bir yerlerde onunla birlikte bir şey değişiyor. Daha uyanık hale geliyorsun. Eğer bu deneyim bir hataysa onu asla tekrar etmeyeceksin.
Olgun bir kişi asla aynı hatayı tekrar etmez. Ama bir kimse sadece yaşlıysa aynı hatayı defalarca ve defalarca tekrar eder durur. O bir çemberin içinde yaşar; hiçbir zaman bir şey öğrenmez. Bugün kızacaksın, dün kızgındın ve önceki gün kızgındın. Ve, yarın kızacaksın ve öteki gün de kızacaksın. Tekrar tekrar kızarsın, tekrar tekrar tövbe edersin, tekrar tekrar onu bir kez daha yapmamak için derin kararlar alırsın. Ama karar almak bir şeyi değiştirmez; ne zaman rahatsız edilsen öfke seni ele geçirir, sana sahip olur. Aynı hata tekrarlandı: Yaşlanıyorsun.
Şayet tam olarak kızgınlığı deneyimleyecek olursan, bir daha asla kızmayacaksın. Tek bir deneyim bile onun aptallık, saçmalık, safi salaklık olduğunu öğretmeye yetecektir; o sadece bir günah değil, silme aptallıktır. Bir hiç uğruna kendine zarar veriyorsun ve başkalarına zarar veriyorsun. O buna değecek bir şey değil. İşte o zaman olgunlaşıyorsun. Yarın bu durum tekrarlanacak ama kızgınlık tekrarlanmayacak. Ve olgunluk edinmekte olan kişi bir daha kızgın olmayacağına karar vermedi, hayır; bu olgunlaşmakta olmayan bir kimseye ait bir göstergedir. Olgunluk sahibi bir insan asla gelecekle ilgili bir karar vermez; olgunluğun kendisi icabına bakar. Bugün yaşıyorsun; bu yaşantının kendisi yarının nasıl olacağına karar verecek; onun içinden çıkacak.
Şayet öfke can yakıcı, zehirleyici olduysa, cehennem azabı yaşattıysa bir tapınağa gidip, “Şimdi bir daha asla kızmayacağıma ant içiyorum,” diye ilan etmenin ne anlamı var? Tüm bunlar çocukça, hiç ilgisi yok! Eğer öfkenin zehirli olduğunu bilmişsen bitmiştir! Bu yol kapanmıştır, bundan sonra senin için bu kapı yoktur. Bu durum yarın tekrarlanacak ama sen o durum tarafından ele geçirilmeyeceksin. Bir şey öğrenmiş oldun; bu kavrayış orada olacak. Hatta belki de güleceksin, insanların nasıl da aptallaşabildiğine bakıp eğleneceksin. Anlayışın her deneyim aracılığıyla gelişiyor.
Hipnoz altındaymışsın gibi yaşayabilirsin —insanların yüzde doksan dokuzu böyle yaşıyor— ya da yoğun olarak, farkındalıkla yaşayabilirsin. Farkındalıkla yaşarsan olgunlaşırsın; aksi takdirde sadece ve sadece yaşlanırsın. Ve yaşlanmak bilge olmak demek değildir. Eğer gençken bir aptalsan ve artık yaşlandıysan, sadece yaşlı bir aptal olursun, hepsi bu! Sadece yaşlanarak bilge olamazsın. Hatta daha da ahmak olabilirsin çünkü bir robot gibi mekanik alışkanlıklara yapışmış olabilirsin.
Hayat iki şekilde yaşanabilir. Bilinçsizce yaşarsan yalnızca ölürsün; bilinçli olarak yaşarsan giderek daha fazla yaşam edinirsin.
Ölüm gelecek. Fakat, o hiçbir zaman olgun bir insana gelmez, sadece yaşlanmakta olan ve ihtiyarlayan bir insana gelir. Olgun bir kimse asla ölmez çünkü ölüm aracılığıyla bile öğrenecektir. Ölüm dahi yoğun bir biçimde yaşanacak, seyredilecek ve izin verilecek bir deneyim olacaktır.
Olgun insan asla ölmez. Aslında ölüm olgunluk kayasında mücadele eder ve kendisini parçalar, intihar eder. Ölüm ölür ama olgun insan asla. Tüm uyanmış olanların mesajı senin ölümsüz olduğundur. Onlar bunu biliyor, onlar kendi ölümlerini yaşadılar. Onlar gözlediler ve ölümün etrafında dolanabileceğini ama senin mesafeli kalacağını, çok uzak duracağını buldular. Ölüm yakınlarında gerçekleşir ama asla senin başına gelmez.
Varlığın ölümsüz, varlığın sonsuz derecede mutlu, varlığın Tanrısal ama bu deneyimleri zihnine ve hafızana sığdıramazsın. Hayatın içinden geçmeli ve onu elde etmelisin. Pek çok çile, pek çok acı var. Ve, acı ve çile yüzünden insanlar aptalca yaşıyor. Neden insanların hipnoz altında yaşamada ısrarcı olduklarının, niçin Budaların ve Mesihlerin insanlara devamlı uyanmalarını söylediğinin ve kimsenin buna kulak asmadığının anlaşılması gereklidir. Hipnozla birtakım çok derin bağlar, ona yapılmış çok derin bazı yatırımlar olmak zorunda. Bu yatırım nedir?
Mekanizma anlaşılmalıdır, aksi taktirde beni dinleyeceksin ve hiçbir zaman farkına varmayacaksın. Beni dinleyecek ve, “Evet, bu adam farkında ol diyor ve farkında olmak iyi bir şey. Ve farkındalığa erişen insanlar olgunlaşır…” diyerek onu bilginin bir parçası haline getireceksin. Ama bizzat kendin ona erişmeyeceksin, o sadece bilgi kalacak. Bilgin hakkında başkalarıyla iletişim kurabilirsin ama bu şekilde kimseye yardım edilmez.
Neden? Hiç bu soruyu sormuş muydun? Neden farkındalığa erişemiyorsun? Şayet o sonsuz saadetlere, satcithananda’ya, değişmez hakikate götürüyorsa; neden farkında olunmasın? Niçin uykulu olmakta ısrar ediyorsun? Bazı yatırımlar var ve yatırım şudur: Farkında hale gelirsen ıstırap vardır. Farkında olursan, acının farkına varırsın ve acı o kadar çoktur ki teskin edici bir şey alıp uyuklamak istersin.
Hayattaki bu uyuklama hali acıya karşı bir korunma olarak iş görür. Ancak sorun şudur; şayet acının karşısında uyuyorsan, zevkin karşısında da uyukluyorsundur. Bunu iki tane musluk varmış gibi düşün: Bir tarafında “acı” ve diğer tarafında “zevk” yazıyor. Üzerinde “acı” yazan musluğu kapatmak ve üzerinde “zevk” yazan musluğu ise açmak isterdin. Ancak, oyun şudur; acı musluğunu kapatırsan zevk musluğu da hemen o an kapanır çünkü her ikisinin arkasında, üzerinde “farkındalık” yazan başka bir musluk vardır. Ya ikisi de açık kalır ya da ikisi de kapalı çünkü ikisi de aynı olgunun iki yüzüdür, iki yönüdür.
Ve zihnin bütün çelişkisi de budur; zihin giderek daha çok mutluluk ister: Mutluluk sen farkında olursan mümkündür. Ve sonrasında zihin giderek daha az acı içinde olmak ister: Ancak giderek azalan acı yalnızca sen farkında değilsen mümkündür. Şimdi bir açmazdasın. Eğer hiç acı istemezsen zevk o an hayatından kaybolur, mutluluk kaybolur. Mutluluk istersen musluğu aç; hemen o an acı da akmakta. Farkındaysan, her ikisinin de farkında olmak zorundasın. Hayat zevk ve acıdır. Hayat mutluluk ve mutsuzluktur. Hayat gece ve gündüzdür, hayat yaşam ve ölümdür. Her ikisinin de farkında olmak zorundasın.
O yüzden bunu hatırla: Eğer acıdan korkarsan hipnoz altında kalacaksın; yaşlanacak, ihtiyarlayacak ve öleceksin. Bir fırsatı kaçırdın. Farkında olmak istersen acının da, zevkin de farkında olmak zorundasın; onlar iki ayrı olgu değil. Ve farkında hale gelmiş bir insan çok mutlu olur ama aynı zamanda senin yapmaya muktedir olmadığın, derin mutsuzlukları da yaşamaya gücü vardır.
Bir gün, bir Zen Ustası öldü ve baş müridi —kendisi de ünlü birisiydi, hatta Ustadan daha da ünlüydü; aslında Usta onun yüzünden ünlü olmuştu— ağlamaya başladı; tapınağın merdivenlerinde oturup gözlerinden yaşlar akarak ağlamaya başladı. Binlerce insan toplanmıştı; insanlar buna inanamadı çünkü aydınlanmış bir insanı gözlerinden yaşlar dökülüp hıçkırırken ve ağlarken göremezsin. “Buna inanamıyoruz; neler oluyor? Ağlıyorsun ve bizzat sen kendin bize özdeki varlık hiçbir zaman ölmez deyip durmaktasın. Seni milyonlarca kez ölüm yoktur derken duyduk; öyleyse niçin ağlıyorsun? Ustan kendi varlığının içinde hâlâ canlı” dediler.
Mürit gözlerini açtı ve dedi ki, “Beni rahatsız etmeyin. Bırakın ağlayıp zırlayayım. Ben Usta ve onun varlığı için ağlamıyorum, ben onun bedeni için ağlıyorum. Onun bedeni de güzeldi. Bu beden bir daha asla var olmayacak.”
Ve sonra birisi bunun adına leke sürebileceğini söyleyip ikna etmeye çalıştı: “Çok sayıda insan toplandı ve onlar senin aydınlanmamış olduğunu düşünecekler.”
Mürit de, “Bırak canları ne istiyorsa düşünsünler. Aydınlandığım günden beridir sonsuz derecede mutlu olmaya başladım ama aynı zamanda acıya ve ıstıraba da sonsuz duyarlı hale geldim” dedi.
Bu böyle olmalı gibi geliyor. Buda’ya vursan, Buda, sana vurmuş olsalar senin hissedeceğinden daha fazla acı çekecektir çünkü o sonsuz duyarlı hale gelmiştir. Onun duyarlılığı çok hassastır, o aynı bir nilüferin taçyaprağı gibidir. Taşın ona çok derinden çarpacaktır, ona derin bir acı verecektir. Elbette o bunun farkında olacaktır, elbette ondan ayrı duracaktır. Elbette o bunun ötesine geçecektir, o bunun gerçekleştiğini ve kendisinin onun bir parçası olmayacağını biliyor olacak, o, onun etrafını çevreleyen bulutumsu bir şey gibi olacak; ancak bu olay gerçekleşiyor.
Sen acıya çok duyarlı olamazsın; o kadar derin uykuya dalmış durumdasın ki! Bir ayyaş gibi ortalıkta dolanıyorsun; ayyaş sokakta yere düşer, yola kafasını çarpar ve bir şey olmaz. Farkında olmuş olsa acı olacaktı.
Buda sınırsızca acı çeker ve Buda sınırsızca keyif alır. Her zaman anımsa; ne zaman yüksek bir zirveye ulaşırsan, derin bir vadi de aynı anda yaratılır. Cennete ulaşmak istersen, köklerin cehennemin ta içine gitmek zorundadır. Acıdan korktuğun için farkında olamazsın ve o zaman da hiçbir şey öğrenemezsin.
Bu tıpkı düşmanlarından çok korktuğun için evinin kapılarını kapatman gibi bir şeydir. Artık dostlar bile giremezler, hatta sevgili bile dışarıda kalmıştır. Sevgili kapını çalıp duruyor ama sen korkuyorsun; belki de düşmandır çalan. O yüzden kapalısın. Ben hepinizi böyle görüyorum; kapalı, düşmandan korkmuş ve dost içeri giremiyor. Dostunu düşmana çevirdin; artık kimse giremez, çok korkuyorsun.
Kapıyı aç. Taze hava içeri girdiğinde, tehlikelerin de içeri girmesi için her türlü olasılık mevcuttur. Dost geldiğinde düşman da gelir çünkü gündüz ve gece birlikte içeri girer, acı ve zevk birlikte içeri girer, yaşam ve ölüm birlikte içeri girer. Acıdan korkma, aksi taktirde anestezi altında yaşayacaksın.
Cerrah sana ameliyat yapmadan önce anestezi yapar çünkü çok fazla acı olacaktır, o kadarını kaldıramayacaksın. Bilincin karartılmak zorundadır, karanlık hale getirilmelidir, o zaman senin tüm bedenini kesebilir ve sen acı çekmezsin.
Acı korkusu yüzünden karartılmış bir bilinçte, karartılmış bir varoluşta, neredeyse cansız bir hayatı yaşamaya kendini zorladın; korku budur. Bu korkuyu bırakmalısın, korkuyla yüzleşmelisin, ıstırabın içinden geçmelisin, ancak o zaman dostun içeri girme olasılığı açık hale gelir.
Ve her ikisini de bildiğinde, ansızın üçüncü oluverirsin. Her ikisini de —acıyı ve zevki, ikiliği, geceyi ve gündüzü— bildiğin zaman ansızın aşkın hale gelmiş oldun.
Olgunluk farkındalıktır. Yaşlanmak sadece kendini heba etmektir.
ANIMSANMASI GEREKEN EN TEMEL ŞEY hayatın diyalektik olduğudur. O ikilikler aracılığıyla var olur, o zıtlar arasındaki bir ritimdir. Sonsuza kadar mutlu olamazsın, aksi taktirde mutluluk tüm anlamını yitirecektir. Sonsuza kadar ahenk içerisinde kalamazsın, aksi taktirde ahengin farkında olamayacaksın. Ahengi tekrar tekrar uyumsuzluk takip etmek zorundadır ve mutluluğu tekrar tekrar mutsuzluk takip etmek zorundadır. Her zevkin kendi acısı vardır ve her acının kendi zevki vardır.
Kişi bu ikiliği anlamadığı sürece gereksiz bir ıstırabın içerisinde kalır.
Tüm ıstırabı ve tüm kendinden geçiren zevkleriyle bütünü kabul et. İmkânsız olanı isteme; sadece kendinden geçirecek zevklerin olmasını ve hiç ıstırap olmamasını arzulama. Kendinden geçirici zevkler tek başına var olmaz, onların kontrasta ihtiyacı vardır. Istırap karatahta haline gelir, o zaman zevk çok netleşir ve parlar. Tıpkı gecenin karanlığında yıldızların çok parlak olması gibi. Gece ne kadar karanlıksa yıldızlar da o kadar parlaktır. Gündüz vakti onlar ortadan kalkmaz, sadece görünmez olurlar; onları hiç kontrast olmadığı için göremezsin.
Ölümün olmadığı bir hayatı düşün; dayanılmaz bir acı olurdu, dayanılmaz bir varoluş olurdu. Ölüm olmadan yaşamak mümkün olmazdı: Yaşamı ölüm tanımlar, ona bir çeşit yoğunluk verir. Yaşam azalmaya devam ettiği için her an değerli hale gelir. Hayat sonsuz olsa kim umursardı? Kişi yarını sonsuza dek bekleyebilirdi; o zaman kim şimdi ve burada yaşardı? Yarın ölüm orada olduğundan, seni şimdi burada yaşamaya zorluyor. Şimdiki anın içine dalmak zorundasın, onun en derinine gitmek zorundasın çünkü kim bilir? Gelecek an gelebilir de gelmeyebilir de.
Bu ritmi gören birisi rahatlar, her ikisiyle de rahattır. Mutsuzluk geldiğinde kişi onu aynı oyundaki ortaklardan birisi olduğunu bilerek buyur eder. Bu devamlı olarak hatırlanması gerekli olan bir şeydir. Şayet bu sende temel bir anımsama olarak yer ederse, hayatın tamamıyla yepyeni bir lezzet kazanacak; özgürlüğün lezzeti, takılıp kalmamanın lezzeti, bağlı olmamanın lezzeti. Her ne gelirse gelsin sen hareketsiz, sessiz, kabul eder halde kalırsın.
Ve, acıyı, hüsranı ve ıstırabı sessiz ve kıpırdamadan kabul etmeye muktedir olan kişi, ıstırabın bizzat kendisinin tüm niteliğini dönüştürür. Onun için ıstırap da bir hazine haline gelir; onun için acı bile netlik sağlar. Onun için karanlığın bile kendi güzelliği, derinliği, sonsuzluğu vardır. Onun için ölüm bile son değil, sadece bilinmeyen bir şeyin başlangıcıdır.