-Beni anlamadı. Ona neler anlatmak istemiştim. Anlamadı. Bilseniz nasıl kırıldım. Anlaşılmamak çok acı geldi bana. Neden bilmem, anlayacak sanmıştım. Size söyleyebilirim, anladığını da sanmıştım. Hep beni anlıyor diye bakmıştım. Boşunaymış, anlamamış. Başından beri anlamamış hem de. Çok yazık. Şimdi kendimi öyle boş hissediyorum ki. Öyle boş. Ne diyeceğimi bilmiyorum.
-Beni kimse anlamıyor. Ne annem, ne babam, ne de arkadaşlarım. Kimse anlamıyor. Ben de artık onlara anlatma çabasına girmiyorum. Kimsenin beni anlamadığını biliyorum. Artık beni anlayacak birinin çıkacağından umudum da yok. İnanın yok. Ama birinin beni anlaması gerek. Dünyada beni anlayacak bir kişinin bile olmaması ne acı. Kitaplara kapanıyorum, müzik dinliyorum. Onlar beni anlıyor mu bilmiyorum ama hiç değilse ben onları anlamaya çalışıyorum. Bu da bir şeydir.
-Beni hiç anlamamış. Düşünebiliyor musunuz, beni hiç anlamamış. Yıllar sonra anladım bunu. Anladım ve yıkıldım. Neredeyse on beş yıl oluyor. Flört etmişiz, arkadaş olmuşuz, evlenmişiz, çocuklarımız olmuş. Ve sonunda beni anlamadığını anlıyorum. Beni yıkan da, bugün beni anlamaması değil, başından beri anlamamış olması. Başından beri beni anlamamış.
Diyeceksiniz ki, nasıl olur, bugüne kadar sizi anlamadığını anlamadınız. İnanın, anlamamışım, asıl kendi aptallığıma kızıyorum. İnanın, insanlara güvenim kalmadı. Dünyada hiçbir şeye güvenemeyecek mi insan? Anlaşılmamak. Çok önemli mi? Evet, çok önemli. Belki de bütün hayatımızı anlaşılmak, için yaşıyoruz. Bu denli önemli. İnsanın anlaşılması. Burada güç olan, sizi başka birinin anlamasının gerekli oluşu. Anlaşılmak için bizden başka birisi gerekli. İşte o birisi çok önemli. Belki de hayatımızın en önemli birisi.
Anlaşılmanın önemli yanı doğru anlaşılmak. Yoksa, herkes birbirinden bir şey anlıyor. Ama doğru mu anlıyor’? Belki de asıl sorun bu. Doğru anlamak, sanıldığından daha incelikli, çok daha duyarlı bir iş. İnsanın yalnız dışını değil, içini de görebilmek. Yalnız görüneni değil görünmeyeni de sezebilmek. Yalnız bugünü değil, dünü de, yarını da kavrayabilmek. Asıl güçlük burada. İncelik isteyen, duyarlılık isteyen, sezgi isteyen, sevgi isteyen, saygı isteyen insanca bir bakışın az bulunurluğu burada. Bir insanı doğru anlayabilmek? Yıllar boyu hep bunu düşünmüştüm. Yanımdaki insanı doğru anlıyor muydum? Yanımdaki insanı anlıyor muydum? Kuşkum mu vardı? Evet, hep kuşkum vardı. Yanımdaki insandan değil, kendimden kuşku duyuyordum. İnsanı anlama yetilerim yeterli miydi? İnsanı anlama dikkatim yeterli miydi? İnsanı anlama isteğim yeterli miydi? Ben, bir insanı anlamak için yeterli miydim? Kendimden hep kuşku duydum. Kendi yeterliliğimden kuşku duydum. Bundan kuşku duymayan insanlardan da hep kuşku duydum.
Ben onu biliyorum, diyenlerden. Ben onu tanıyorum diyenlerden. Hep kuşku duydum. Bir insanı tanımak öyle kolay mıydı? O insan sürekli değişen insan değil miydi? Bir insanı tanıyabilirdiniz ama o insan on yıl önceki insan olabilir miydi, üç ay önceki insan mıydı, dünkü insan mıydı? Bunu düşünür müydünüz? Hayır. Bunu düşünmezdiniz. Bir insana bir kez bakardınız, sonra o insanın hep öyle olduğunu düşünürdünüz. Oysa yanlıştı bu, o insan aynı insan değildi, olamazdı. Bunu düşünmezdiniz. Sonra da şaşırırdınız. Çok şaşırırdınız. O böyle yapmazdı. Ben onu iyi tanırım, o böyle değildir. Hayret, bu yanını hiç bilmiyordum. Ya insanın kendini tanıması? Belki de işin en güç olanı. KENDİNİ TANIMAK.
Kendinizi merak ettiniz mi?, Ben kimim? Ben nasıl biriyim? Ben nasıl bir kadınım? Ben nasıl bir erkeğim? diye düşündünüz mü? Siz kendinizi merak etmedinizse, siz kendinizi doğru dürüst tanımadınızsa, nasıl olur da başkasının sizi anlamasını beklersiniz? Siz kendinizi anlıyor musunuz? Siz kendinize anlayışlı davranıyor musunuz? Yoksa sürekli kendinizi yargılıyor musunuz? Kendinizi hor mu görüyorsunuz? Kendinizi değersiz mi buluyorsunuz, işe yaramaz biriyim, mi diyorsunuz? Dikkat edin, kendimizi hep başkasının gözüyle görmeye alışmışızdır. Hep Başkaları bizi nasıl bulur? diye düşünmüşüzdür. Başkaları. Hep başkaları. Arkadaş, sevgili, eş, komşular, çevre, toplum. Hep başkaları. Onlar için giyinmişiz, onlar için soyunmuşuz, onlar için konuşmuşuz, onlar için susmuşuz. Hep başkaları. Başkalarının gözündeki insan olmuşuz. Ya kendimiz? Biz kimiz ve kendimiz için ne yapmışız? Belki de kaçtığımız sorun budur. Son kitabımla ilgili konuşmalarda sık sık aynı soruyu duydum:
-Nasıl oluyor da erkek olduğunuz halde kadınların duygularını bu denli iyi anlayabiliyorsunuz? Soruyu şu yanıtla karşılıyordum:
-Erkekler kadınları anlayamaz mı? Yanıt genellikle şöyle oluyordu:
-Ben anlayanını hiç görmedim. Kadınlar, kadınların duygularını, düşüncelerini, davranışlarını, sorunlarını bir erkeğin anlayabileceğini görmemişlerdi, düşünemiyorlardı. Toplumumuzda kadın-erkek iletişimi bu kadar mı kopmuştu? Erkekler, kadınları bir türlü doğru anlayamıyor muydu? Böyleyse, neden böyle oluyordu? Toplumumuzda insan mutluluğunun önündeki önemli engellerden biri de bu muydu? Erkekler kadınları anlayamıyordu. Peki, kadınlar erkekleri anlıyor muydu?
Belki de temelde yatan sorun İNSAN İNSANI ANLIYOR MUYDU? Yoksa biz, İNSAN’ın önünde duran yükümlülükleri görmekten insanı göremiyor muyduk? Acaba günlük hayat bizi öylesine boğuyor da, bu karmakarışık dokuda yanımızdaki İNSAN’ı kaybediyor muyduk? -Bir gün olsun eline bir çiçek alıp getirmedi. -Bir gün de bana işinde yoruluyor musun diye sormadı. -Harçlığın yetiyor mu diye bir kere olsun merak etmedi. Gençler, orta yaşlılar, yaşlılar, kadınlar, erkekler bunca hayhuyun içinde bir kere olsun, bir gün olsun, kendinden başkasını düşündüler mi, kendinden başkasını merak ettiler mi, kendinden başkasının ne isteyebileceğini duyumsadılar mı? Kendimize de sormayalım mı? Düşündük mü, merak ettik mi, duyumsadık mı? Yoksa her şey elektrik faturaları mı, değiştiremediğimiz takımlar mı, alamadığımız elektrik süpürgesi mi? Kendimize de sormayalım mı? Gelin önce kendimize soralım. Sonra da yanımızdaki insana söyleyelim. Onunla konuşalım. Ona anlatalım. Konuşmaktan, anlatmaktan korkmayalım. Beni anlamalısın, diyelim. Bunu söylemek bizi küçültmez. Küçültür, o anlasın diye düşünmeyelim. Gelin bunu yapalım.
İnsan, insanca davranırken sadece büyür.