“Bulunduğu toplum için fikir üretip de söylemeyen ya tembel, ya bencil, ya da korkaktır.”
Seneca
Psikolojik savaşın başarısında etüdünün iyi yapılması, stratejisinin iyi belirlenmesi birinci derecede önemlidir. Bir toplumun korku duygusu ile oynamak hem askeri hem kültürel savaşta kullanılır.
Korku duygusu ile eğitilen bireylerden oluşan toplumda korumaya yönelik, tutucu özellikler daha belirgindir. Korku duygusu beyinde savunma ve korunmaya yönelik zihinsel şartlanmalar geliştirir. Sevgi ve güven duygusu ortamında beyinde yenilik arama davranışına yönelik zihinsel şartlanmalar gelişir. Özgür bireylerin yönetici, üretken olmalarının biyolojik temeli budur.
Çaresizliği, korkuyu öğrenmiş bireylerden oluşan toplum hep çoban arayışı içerisindedir. Özgür ruhlu, özgür kafalı insanlar yetiştiren okullar güven duygusu ve güven kültürünü geliştirir.
Çağdaşlık, demokratik kültürün yerleşmesi ile mümkündür. Üniversitelerde dilin kemiği, aklın dizgini yoksa bilimsel üretim kalitesi artar.
“Sorma, düşünme, itaat et” düşüncesi Mezopotamya kültürlerinden bu güne gelen bir davranış kalıbı idi.
Günümüzde bu özellik meziyet değil, sakınca haline geldi, insanlık pek çok evreler geçirdi. Kölelik dönemi, işçilik dönemi ve bugün yaşanan özgürlük dönemidir bu evreler.
Özgürlük döneminde çocuk bile hakkını aramak zorundadır. Nitekim 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesini kabul etti ve 1990’da yürürlüğe koydu. Çocuk haklarında bugün gelinen nokta, insanlığın gelişim sürecinin önemli bir noktasıdır. (Doğan, 2000)
Dünya teknolojik bir köy oldu, iletişim olağanüstü hızlı. Herkesin birbirinden haberi var. Küreselleşme kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Fakat “yeni dünya düzeni” adil işlememektedir.
Özgürlük Tehdit Altında mı?
Bir ülkede kaynakların yarıdan fazlası %10’luk bir grup tarafından kontrol ediliyorsa, bu rahatsız edici bir tablodur.
Bir ülkede, yönetim %10’luk bir grup tarafından yapılıyorsa, bu suçluluk duygusu uyandıracak bir tablodur.
Aristoteles orta sınıfın güçlü olması ve onun siyaseti yönetmesinin ideal olduğunu söylüyordu.
Gelirin adil dağılmaması, yönetimin adil olmaması insanlarda servet düşmanlığı ortaya çıkarır.
Adaletsizliğe karşı hak arama duygusunun gelişmesini önlemek için, zorbalık ve itaat kültürünün desteklenmesi, egemenlerce “kısa ve çabuk yol” olarak görülmüştür. Ancak insanlık, diğer evreleri yaşadıktan sonra artık, özgürlük sosyolojik dönemine girdi. Bu evrede; baskı, tehdit, korkutma yöntemleri ile toplumu idare etmek uzun süre etkili olmayacaktır.
Devlet Baba Düşüncesi
Gelenek yapımızda oluşmuş kollektif bilinçaltı kalıplar devleti baba yerine koyma eğilimindedir. Devlete itiraz etmenin babaya itiraz olarak algılanmasının psikodinamik boyutu vardır. Kollektif bilinçaltındaki düşünce ve duygu kalıplarına (Archetyp) uygun politikalar üretilmelidir. Bu nedenle yasa dışı eylemi zorlayan ideolojik etkinlikler, yürüyüşler ve okul önlerindeki protestolar toplumsal cevap bulamamaktadır. Toplumun büyük çoğunluğu düşüncesini devleti incitmeden yapma duygusunu taşıması seçim tepkileri şeklinde ortaya çıkabilir. Devleti kutsallaştıran, dogmatik olarak devlete bağlılık duygusu ile babaya bağlılık duygusunun ayrıştırılması uzun sosyolojik faz gerektirir.
Çözüm Nedir?
îyi adamlar ile kötü adamlar arasındaki kavga bitmeyecektir. Uzun vadeli çözüm, iyi adamların çoğalmasıdır.
Orta vadeli çözüm, iyi adamların organize olmayı, doğruyu doğru şekilde savunmayı başarabilmeleridir.
Kendini beğenmiş “kurtarıcılar” beklemek, itaat kültürünün devam eden bir anlayışıdır. Bilim, sürekli gerçeği arama çabasıdır. Çözüm için, hak arama bilincinin oluşması gerekmektedir.
Anadolu insanı köleliğe değil, özgürlüğe layıktır.
Bilinçli bir halkın karşı konulmaz iradesi, yanlışları düzeltecek tek güçtür.
Hak Arama Bilinci
Bir halk, hakkına sahip çıkacak oranda bilinçli ise, o toplumda kötü adamlar azınlıkta kalacaktır.
İslâm peygamberi bir gün şöyle söylüyor: “Zalime yardım ediniz.” Bunun üzerine arkadaşları bu nasıl olur, diyorlar. Cevap çok net olarak gelir: “Ondaki hakkınızı alarak ona yardım ediniz.”
Gerçekten de bir insan eğer hakkını aramıyorsa, kişi o hakka layık değildir.
Günümüz insanlığının ortak değerlerinden birisi demokrasidir. Demokrasiye inanan insanın üç temel özelliği vardır:
1. Eleştiriye açıktır.
2. Farklı düşünceye saygılıdır.
3. Zor yoluyla fikir değiştirmeye çalışmaz.
Hakkını arama bilincine sahip bir insan, bu özelliklerini koruyarak sürekli düşünce üretiminde bulunacaktır.
“Eğer ben hakkımı aramazsam, beni yönetenler haksızlığa devam edecekler” diyerek, demokratik yöntemlerle hakkını aramayı başaracaktır, insanlar haklar ve özgürlükler konusunda bilinçlenirse, toplumsal gelişmenin getirilerinden ve çağın nimetlerinden herkes yararlanmış olur.
Katılımcılık, Sosyal Patlamanın Çözümüdür
Otoriter yönetimlerde, yönetilenler kendilerini idare edenleri sorgulamazlar, hesap sormazlar, eleştiremezler. Bu nedenle muhalefet yoktur.
Otoritesi olan rızaya dayalı sistemde ise, yönetilenler eleştirilebilir. Yanlış yapanlardan hesap sorabilir. Halk örgütlenerek hak arama çabasına girebilir.
Yönetimde keyfiliği önleyecek tek yol budur.
Demokrat yönetimlerde bir general çıkıp, “Devletin yüce menfaati söz konusu olduğunda hukuk rafa kaldırılabilir” gibi antidemokratik bir sözü söyleyemez.
Demokrat yönetimde haksızlığa uğradığını düşünen insanlar, yasadışı yollarla hakkını aramaya çalışmazlar.
Gerçekten de bugün Batı ülkelerinde üç kişi bir araya gelse, dernek kurarak bir amaç etrafında çalışmaktadırlar. Bu bizim .kültürümüzde de vardır. Vakıflarla sivil toplum örgütlenmesi şeklinde insanlar yönetime katılıp düşünce üretmişlerdir.
Yönetilenler olabildiğince her düzeyde iktidara ortak olduklarında, yaşanan keyfilikler önlenece’ktir. Katılım ne kadar yaygın ve etkili olursa, insanlar o kadar sistemi kendi eserleri gibi görecek ve sahip çıkacaklardır. Yapılan eleştiriyi, özeleştiri olarak düşünecekler ve hatalarını düzeltmeye çalışacaklardır.
Sürü içgüdüsüne Dikkat!
Hak ve özgürlük bilincinin karşıt duygusu, sürü içgüdüsüdür. Sürü içgüdüsüne sahip insanlar, duygularını bastırırlar. Maruz kaldıkları haksızlık karşısında direnemeyip alkole yönelirler, çocuklarını ezerler ve sağlıklarını bozarlar. Sürü içgüdüsünün yaşandığı yerde adi suçlar, cinayetler artar, kaba kuvvete dayalı sosyal patlamalar yaşanabilir.
Sürü içgüdüsüne sahip olan yığınların patlaması Çin, Roma büyük yürüyüşlerini, Fransız büyük devrimini doğurdu.
Patlamalar yerine boşalmaları sağlayacak modelde beş özellik gereklidir:
1. Sorumluluğu paylaşmak.
2. Birlikte karar vermek.
3. Başkasının haklarına saygı göstermek.
4. Eleştiriye açık olmak.
5. Düşünceleri zorla değiştirmeye çalışmamak.
Bu modelin adı özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı demokrasidir. Demokrasiyi değer olarak benimsemek yetmez, yöntem.olarak da benimsemek gerekir. Demokratik bir grup içinde yaşadığına inanan insan, kendini güvende hissedecektir. Kendini güvende hisseden insan da, beklemeyi bilecektir.
Değişime Karşı Korku
Otoriter eğilimli kişiler, özgürlüğü ve çoğulculuğu tehdit olarak algılarlar. Kendisini tehdit altında gören kişi, daima korku içindedir. Korku içerisindeki kişi, kimseye güvenmemeye başlar.
Diktatörlüğe Gidiş
Gerçekten de korku, insanları diktatörlüğe götürmeye başlar. Korkan kişi, suçluları şiddetle cezalandırır. Her şeyi potansiyel tehdit olarak algılama eğilimindedirler. Denetimleri aşırı biçimde artırırlar ve özgürlükleri kısıtlarlar. Otoriteye korunma amacıyla iyi bakma eğilimlerinin onları kötü sona daha çok yaklaştırdığının farkına varamazlar.
Marilyn French, “Beyond Power” isimli kitabında (1985):
“Güç kullanımı acıya, geçici zevklere karşı bir koruyucu olarak artırılmaktadır. Fakat yaşamdaki her şey gibi güç kullanımı da kısa ömürlüdür. Baskı ve zorbalık düzeni sağlamak için basit ve zaman almayan bir yöntem olarak görülür. Aslında grup uyumu için katılımı sağlamaktan, kişileri dinlemekten onları ikna etmekten ve karşılıklı etkileşimden daha pahalı ve can sıkıcıdır” demektedir.
Otoriter eğilimli kişiler, güce dayalı disiplini bir yöntem olarak benimsediklerinden sıcak ve sevilen kişiler olamayacaklardır. Sevilemeyen kişiler, değişime kapalı kalacaklardır. Fildişi kulede yaşar gibi topluma çıkamayacaklardır. Her değişim onlar için bir tehdittir.
Çocukları bile, “Düşmanını tanı” öğretisiyle büyüten bir düşünce sistemi, gerçekten korkak bir sistemdir. Egemen konumlarını korumak için oluşturdukları kuşkuculuk paranoyasının etkisinde kalarak sağlıklı düşünememektedirler.
Tutucu kişilik özellikleri ile denenmemiş şeylere şüphe ve korku ile yaklaşacaklardır. Hep denenmişi tercih edeceklerdir.
Demokratik Liderlik Nedir?
Demokrat olmayan liderlerin bazı mitleri vardır.
• Bir şeyin olmasını istemiyorsan, komisyona havale et.
• Demokrasi, iş ortamında yürümez.
• Demokrasi, aile ortamında yürümez.
• Demokrasi, kulağı dolaştırarak göstermek gibidir.
Fakat Hitler, Mussolini,Franco gibi diktatörlerin çıkmasının nedenleri analiz edilirken şu noktaya gelindi. Demokrasi ideal sistem değildir ama mevcutlar içerisinde en iyisidir. Demokrasi bir araçtır, amaç değildir. Demokrasi iyi insanların elinde olursa, toplumsal barış sağlanır. Demokrasinin iyi insanların elinde olması için de, toplumda iyi adamların çoğunlukta olması gerekmektedir.
Demokrat bir lider, ister annebaba olsun, ister politikacı, isterse patron olsun altı ana özellikle ayırt edilir:
1 Eleştiriye açıktır.
2 Birlikte karar vermeyi hedefler.
3 Sorumluluğu paylaşır.
4 Başkalarının hakkına saygı duyar.
5 Karşı tarafı aktif olarak dinler.
6 Zor kullanarak fikir değiştirmeye çalışmaz.
Özgürlük ve bağımsızlık duygularının fazla olduğu günümüz gençliğinde, sevgidisiplinilginin dengeli verilmesi, yaratıcılık, keşfedicilik, girişimcilik özelliklerini harekete geçirir. Karara katılan, kendisinin fikrine önem verilen genç, özgüven sahibi olacaktır. Fikri sorulmayan, onun adına karar verilen genç ise, sürü içgüdüsü ile hareket edecektir. Baskı, tehdit, korkutma ve sindirmeyi hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak benimsediği için, yönetici konumuna geldiğinde acımasız lider ortaya çıkacaktır.
Sorun yaşadığı zaman kendini sorgulamayan, kusuru başkasında arayan, toplumu suçlayan yöneticilerin çocukları hep böyledir. Kendi becerisizliklerini başkasının kusurları ile örtmeye çalışırlar.
Çocukluğunda yaşadığı ailede demokratik işleyiş varsa, çocuk demokratik bir grup içinde yaşama tecrübesi kazandığı için hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak baskı ve şiddeti kullanmayacaktır, ikna ve inandırma yöntemiyle hareket edecek ve barışçıl sonuçlar elde edecektir.
Ulusal Güvenlik Sendromu
Bir insan düşününüz; “Düşmanını tanı, senin Türk’ten başka dostun yoktur”, gibi sürekli beyin yıkama yöntemleriyle eğitilmiştir. Bu çocuğun kendine olan özgüveni ve çevresine itimadı nasıl gelişebilir?
Bu insan çocukluğunda otoriter bir aileden gelmişse, bu ailelerde sorun çözme ve hak arama yöntemi olarak baskı, şiddet, tehdit, sindirme, korkutma, azarlama yöntemleri uygulanır.
Bu kişi, demokratik bir grup içerisinde yaşama deneyimini kazanamamıştır.
Bu kişi, hep emir almaya ve emir vermeye alışmıştır. Halbuki demokratik grup işleyişinde emir verilmez, fikir verilir. Kural koyulmaz, örnek olunur.
Bu kişi ülke güvenliğinden sorumlu bir makama geldiğinde, doğal olarak kendi dağarcığındaki değerleri ve yöntemleri uygulayacaktır. Sevmediği, hoşlanmadığı veya kendisi gibi düşünmeyen herkesi potansiyel tehlike olarak algılayacaktır.
Her şeyi mavi kuvvetlerkırmızı kuvvetler diye ayıracak, sürekli düşman arayacaktır.
Böyle yetişen kişiler sürekli korku ve güven bunalımı içerisindedirler. Bu nedenle yanlış istihbarat raporları ile kolaylıkla yanıltılabilirler.
Son 56 yıldır bu süreç işlemiş, kararları ile üç bine yakın subay astsubay yargısız infaza maruz kalmıştır. Yahut kendi kültürel kimliklerini yaşamak isteyen, anasından öğrendiği dili konuşmak, yazmak isteyenler bölücülükle suçlanır hale gelmişlerdir.
Korku kültüründen gelen insanlar dostları ile düşmanlarını kolayca karıştırabildikleri için, büyük hatalar yaparlar. Evrensel değerleri savunanlar, hemen vatan hainliği ile suçlanırlar.
Kendilerini en büyük vatansever, her şeyi bilen kurtarıcı psikolojisinde gördükleri için, eleştiriye açık değildirler. Diyalogdan kaçarlar. Problemleri konuşmayı vakit kaybı gibi algılarlar. Zaten empati yetenekleri gelişmediği için, başkalarını dinlemezler. Dinleseler de karşılarındakine az sonra ne diyeceklerini düşünerek dinlerler.
Küreselleşmenin ve yeni dünya düzenin yaşandığı günümüzde Türkiye, yerini Batı değerlerinden yana koymuştur. Hak ve özgürlük esasına dayalı yeni dünya düzeninde hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak demokratik yöntemler geçerlidir.
Her türlü fikrin pazara sunulduğu, doğru fikirlerin yaşayacağı, yanlış fikirlerin zamanla yok olacağına inanan yeni dünya düzeninde zorba yaklaşımlar, korku ve güvensizliğe dayalı güvenlik konseptleri savunulamaz.
Interneti yasaklamayı, ulusal güvenlik tartışması içine sokan iki devlet var dünyada. Bunlardan biri Afganistan, diğeri de Türkiye.
Bir ailede baba yetersizse, anne veya büyük oğul direksiyona geçer. Türkiye de sivil irade sorunları konuşarak çözmek için otoritesini ortaya koymalıdır. Yoksa dış dünyada Türkiye’nin imajı militarist bir yönetim olarak gözükmeye devam edecektir.
Büyük yöneticiler, farklı karakterdeki insanları aynı amaç etrafında benzer hareket şekliyle çalıştırmayı başarırlar. Osmanlı ve ABD bunu başardı. Biz de başarmalıyız.
Duygusal Hayatın Eğitilmesi
İnsanda, düşünen beyin, hisseden beyin diye tanımlayabileceğimiz iki beyin vardır.
İnsanoğlu gezegenimizin en üstün varlığı ise, bu güçlü olduğu için değil, akıllı olduğu içindir.
İnsan beyninin kuru gerçekleri kaydeden bölümü hipokampustur. Duygusal çeşniyi kaydeden bellekte amigdala isimli badem şeklindeki hücreler grubudur.
Korku, öfke, heyecan, depresyon, neşe, sevinç, kıskançlık, şüphecilik beyinde kimyasal olarak özellikle amigdal bölgesinin yönetimindedir. Yüz ifademizi burası belirler.
Duygusal anılar, korkular, heyecanlar beynin ilgili bölgelerinde “netvvork” olarak kaydedilir. Beynin amigdal bölgesi çıkarıldığında duygusal körlük oluşur. Çok iyi konuşabildiği halde yakınlarına karşı sevgi, nefret ve acıma hissedemez hale gelir.
Beyne bir uyarı geldiğinde talamus bölgesi bunu süzgeçten geçirir ve bu bilgileri beyin kabuğuna gönderir. Bu arada bazı bilgileri de doğrudan amigdale gönderir. Bu tasnif duygusal şartlanmalarla ilgilidir.
Çocukluk dönemlerinde korkutularak yetiştirilmiş insanların beyinlerinde, böyle refleksler oluşmaktadır. Sormadan, düşünmeden itaat etmek konusunda duygusal şartlanmalar meydana gelmektedir.
Kişi eğer isterse beyindeki bu duygusal şartlanmayı değiştirebilmektedir. Beyninin sağ ön bölgesi zarar görmüş kişiler, empati yeteneklerini yitirmektedirler. Söylenenleri anlıyorlar ama ses tonundaki duygusal farklılığı ayırt edemiyorlar.
Duygusal hayat ve korkular atalarımızdan bize miras kalmıştır. Ama biz onları değiştirebilecek zihinsel ve duygusal altyapıya sahibiz. “Sorma, düşünme itaat et” zihinsel şartlanması yerine, “sorgula, düşün, uygula” gibi zihinsel ve duygusal şartlanmalar çağımızın doğrularıdır.
Prof.Dr.Nevzat Tarhan