İki elim aralarında kavgaya giriştiler. Okuduğum kitabı kapayıp araya girmesin diye bir yana ittiler. Sonra beni selamlayıp kavgalarına hakem tayin ettiler. Hiç zaman yitirmeksizin parmaklarını birbirlerine dolayıp masanın kenarında bir koşuşturmaca tutturdular, bir biri, bir diğeri öne geçerek masa boyunca birkaç kez gidip geldiler. Gözlerimi onlardan ayıramadım. Onlar benim ellerim olduğuna göre taraf tutmamalıydım, yanlış bir kararla başıma kim bilir ne belalar sarardım. Yani, görevim hiç kolay değildi, avuçlarımın arasındaki karanlık bölgede gözlerimden kaçmaması gereken hilelere başvuruyorlardı. Ben de çenemi masaya dayamış, gözümden tek bir şeyin kaçmaması için dikkat kesilmiştim.
O güne dek sol elime karşı kötü bir düşüncem olmamasına rağmen, hep sağ elimden yana olmuştum. Sol elim durumu yüzüme vurarak itiraz etseydi, bu kötüye kullanılabilir duruma derhal son verirdim. Fakat sol elimden en ufak bir sızıldanma dahi işitmedim. Örneğin sağ elim sokakta selam vermek için şapkamı kaldırırken sol elim kalçamda ürkekçe geziniyordu. Şu an sürmekte olan kavga için kötü bir hazırlık devresiydi bu. Sol elim, nasıl edeceksin de, sağ elimin yıllar içinde güçlenen baskısına dayanabileceksin? Gördüğüm şey bir kavga değil artık, bu düpedüz sol elimin idam fermanı. Şimdiden masanın sol köşesine sıkıştı sol elim. Sağ elim sürekli olarak üzerine binip duruyor. Eğer bu dehşet verici anda düşünme yeteneğimi yitirmiş olsam, o anda aklıma düşen fikri, bunların benim ellerim olduğunu, öyleyse onları bir çırpıda birbirlerinden uzaklaştırabileceğimi, acı dolu kavgalarına bir son verebileceğim fikrini uygulamaya koyulmazsam sol elim bileğimden kırılırdı, masadan aşağıya düşer kalırdı, yengisinden dolayı zafer sarhoşu olan sağ elim kendini tutamaz, beş başlı Kerbelos misali yüzüme saldırırdı.Ama şimdi birbirlerinin üzerinde , uysal yatıyorlar,sağ elim sol elimin sırtını sıvazlıyor;yansızlığını yitiren hakem, ben,bu davranışlarını başımı sallayarak onaylıyorum.
***
Mavi Oktav Defterlerinden
Birinci Defter
* Her insan kendi içinde bir oda taşır.
* Doğru izi sonsuza dek yitirdiklerine yönelik insanların içine sürüklenebilecekleri o derin inanç, böyle bir şeyin onlarda yol açacağı derin umursamazlık.
* Bu iş için yeterince güçlü değilim, uzun süredir biliyorum bunu, ama değiştirmek için hiçbir şey yapmıyorum.
* Kent tarafından kusulan sefaletin toplanıp biriktiği bu evde bile,
* Evet, tüm çıkış yolları her zamanki gibi yine pusluydu,
İkinci Defter
* Yazılı ya da kulaktan aktarılmış olsun, dünya tarihi, bizi çoğunlukla bütünüyle yanıltır; ama insanoğlunun sezgi gücü, çoğunlukla yanlış yönlendirse de yine de insana kılavuzluk ediyor, kimseyi yüzüstü bırakmıyor.
Üçüncü Defter
* Ruhsal bir savaşımda, kendinin olanla dışarıdan geleni birbirinden ayırma saçmalığı
* Dünyanın kürüne pasına bulanmış gözlerle bakınca, bir tünelde kaza geçirmiş trenin yolcularına benziyoruz; kaza yerinden artık tünelin girişindeki ışık görünemiyor, çıkıştaki ışık ise henüz öylesine küçük ki, onu seçebilmek için bakışların sürekli arayışta olması gerekiyor, ve hatta, bir girişin ve çıkışın olduğu da kesin değil. Çevremizde, yine de, duyularımız karmaşasında, ya da aşırı duyarlılığında, ucubelerden başka bir şey göremeyiz; ve her birimizin o andaki ruh haline ve aldığı yasaya göre değişen, insanı hayran bırakan ya da yorgun düşüren bir kaleydeskop oyunu seyrederiz. Şimdi ne yapacağım? ya da: Neden yapmalıyım bunu? soruları, böylesi yerlerde sorulacak sorular değildir.
* İnsanlığın tarihi, bir yolcunun iki uzun adımı arasındaki geçen andır.
* Dışarıdan insan her zaman başarıyla kuramlara başvurarak dünyayı çökertebilir, ama sonra dosdoğru birisinin kazdığı hendeğe düşecektir, ama insan yalnızca içerden kendisini ve dünyayı dinginlik ile gerçeklik durumunda tutabilir.
* Çalılık eski bir yol kapayıcısıdır. İleri geçebilmek için onu ateşe vermek gerekir.
* İnanan kişi, mucizelere kapalıdır. Gündüzleri yıldızlar görünmez.
* Görüş alışverişi, kanıların ille de güçsüzleştirilmesi değildir -yakınılacak bir şey de olamaz bu- ama kanıların güçsüzlüğüdür.
* İnsanların eylemlerinin insanlar tarafından yargılanması hem gerçek, hem de boştur, yani, ilkin gerçek, sonra boştur.
* İnanmak, insanın kendi içindeki yol edilemez öğenin özgür bırakılması, ya da, daha doğrusu, yok edilemez olması, ya da, daha doğrusu, olmasıdır.
* Herkes gerçeği göremez, ama gerçek olabilir.
* Ayrıcalıklı kişilerin ezilmişler karşısında kendilerini bağışlatmak için omuzlarında hissettikleri kaygılar, aslında ayrıcalıklı kişilerin ayrıcalıklı kanunlarını koruyabilme kaygılarıdır.
* Öğretmenin payına gerçek umutsuzluk, öğrencinin payına sürekli umutsuzluk düşer.
* Ama her dumanın altında ateş vardır ve dört bir yanında kara dumandan başka bir şey görememesi ayakları yanan kimseyi kurtarmayacaktır.
* İntihar eden kişi, hapishanenin avlusunda darağacı kurulduğunu gören, bu darağacının kendisi için kurulduğu kuruntusuna kapılıp, geceleyin hücresinden kaçarak kendisi asan bir tutukludur.
Dördüncü Defter
* Eski bir şakadır. Dünyayı sıkıca tutar, ama dünyanın bizi tuttuğundan yakınırız.
* (Kafka’nın Kafka Tanımı) Aile yaşamı, arkadaşlık, evlilik, meslek, edebiyat gibi ne varsa her şeyde başarısız olmamın, hatta başarısız bile olamayışımın nedeni miskinlik, kötü niyet ya da beceriksizlik değil -gerçi bunların hepsinin de kendince bir rolü var bunda, çünkü “haşarat boşluktan doğar”- bütün bunlar değil, ayağımın altında bir zeminden, havadan, buyruktan yoksun oluşumdur. Benim ödevim bunları yaratmak, sadece belki, o zaman, elden kaçırdıklarımı ele geçirebileceğim için değil, ama elden kaçırdığım bir şey olmadığı için, çünkü ödev ödevdir nasıl olsa. Hatta bu en birincil ödevimizdir, ya da hiç değilse, bu ödevin yansıması, tıpkı, hava basıncının düşük olduğu yüksekliklere tırmanan birinin aniden çok uzaklardaki güneş ışığıyla karşılaşması gibi. İstisnai ödev de değil; kuşkusuz daha önceden bana yöneltildi. Doğru, şimdiki ölçüde yöneltilmiş miydi, bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla, dünyaya gelirken evrensel insan zayıflığının dışında, yaşamın gerektiği hiçbir şey getirmemiştim yanımda. Bu güçsüzlük ki, bir bakıma devcileyin güç- içinde, asla savaşma değil, sadece temsil etme hakkını kendimde gördüğüm ve kuşkusuz kendime çok yakın bulduğum içinde yaşadığım çağın olumsuz özelliklerini gayretle özümsedim. Ne bir parça olumlu, ne de olumluya devrilip aşırı olumsuz, bunlar benim kalıtımsal olarak pay almadığım şeyler. Ben Kierkegaard gibi, Hıristiyanlığın artık iyice iki yana düşmüş eli tarafından yaşama salınmadım, ne de siyonistler gibi artık bizden uzaklaşarak uçup giden Yahudi ibadet cübbesinin ucundan yakalayabildim. Bir son ya da bir başlangıcım ben.
* Burada herkese imana ilişkin iki soru sorulur: Biri bu yaşama inanılıp inanılmayacağı, ikincisi yaşamın amacının bulunup bulunmadığı. Her iki soru da, kendi yaşamlarının gerçekliğinden dolayı herkes tarafından kesin ve çabuk bir “evet” ile cevaplanıyor; öyle ki soruların doğru anlaşılıp anlaşılmadığına ilişkin bir kuşku oluşuyor: Ne olursa olsun, her insanın kendi “Evet”ini dile getirmeden önceona giden yolu uğraşarak aşması gerekiyor: çünkü soruların saldırısı altında verilen cevaplar, yüzeyden çok derinlerde bile çok karmaşık ve ele geçirilmesi zor cevaplardır.
* İnsanlar gibi dinlerden de geçilmiyor.
Beşinci Defter
* Sen sınır tanımazken ben nasıl sana hükmedebilirim.
Sekizinci Defter
* Lamba paramparça oldu, yabancı bir adam elinde yeni bir lambayla odaya girdi, kalktım, ailem de benimle birlikte kalktı, onu selamladık, oralı bile olmadı.