Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkAnti-Dühring - Friedrich EngelsAnti-Dühring - Felsefe | Evren Şeması - Friedrich Engels

Anti-Dühring – Felsefe | Evren Şeması – Friedrich Engels

EVREN ŞEMASI
“Her şeyi kapsayan varlık, tektir. Bu varlık kendi kendine yettiğinden, ne yanında, ne üstünde, hiçbir şey yoktur. Ona bir ikinci varlığı eş koşmak, onu olmadığı bir şey, yani daha geniş bir bütünün bir parçası ya da bir öğesi durumuna düşürmek anlamına gelir. Düşüncemizi kendi birliği içinde bir çerçeve gibi kullandığımız her an, bu düşünce birliği içine girmesi gereken şeylerden hiçbiri, kendinde ikilik barındıramaz. Ve bu düşünce birliğinden, kaçınabilen hiçbir şey de yoktur. … Tüm düşüncenin özü, bilinç öğelerinin bir birlik durumunda bir araya gelmesidir. Bireşimin birlik noktası aracıyladır ki bölünmez dünya kavramı doğmuş ve evren (sözcüğün —univers— kendisi anlatıyor) kendisinde her şeyin bir birlik durumunda birleştiği bir şey olarak tanınmıştır.”
Buraya değin konuşan, bay Dühring. Matematik yöntem: (sayfa 92)
“Her sorun, sanki yalın matematik … ilkeleri sözkonusuymuş gibi, yalın temel biçimleri üzerinde, belitsel (axiomatique) biçimde çözümlenmeli. ….”
İlkin burada uygulanmış olan yöntem, işte bu.
“Her şeyi kapsayan varlık, tektir.” Eğer bir gereksiz yineleme (tautologie) —öznede daha önce anlatılmış bulunan şeyin yüklemde gene yinelenmesi— bir belit oluşturursa, işte en iyilerinden biri. Öznede bay Dühring bize, Varlığın her şeyi kapsadığını söylüyor ve yüklemde, gözü yılmaksızın, öyleyse hiçbir şeyin onun dışında olmadığını ileri sürüyor. Ne kocaman “sistem doğurucu fikir!”
Gerçekten, sistem doğurucu. Altı satır geçmeden bay Dühring, Varlığın tekliğini (unicité), düşüncemizin birliği gereğince, Varlığın birliği (unité) durumuna dönüştürmüş. Her düşüncenin özü bir birlik durumunda bireşime dayandığından, Varlık, düşünüldüğü andan başlayarak, bir olarak, dünya kavramı da bölünmez olarak düşünülür ve düşünülmüş varlık, dünya kavramı bir olduğuna göre, gerçek Varlık, gerçek dünya da bölünmez bir birliktir. Ve böylece, “zeka bir kez Varlığı türdeş evrenselliği içinde kavramayı öğrendikten sonra, artık öteki dünya için yer yoktu”.
İşte, Austerlitz ve Jena, Sadová ve Sedan’ı tamamen gölgede bırakan bir sefer. Birkaç tümcede, en çok bir sayfada, bir kez birinci belit harekete getirildikten sonra, bütün öteki dünyayı, Tanrıyı, göksel lejyonları, cennet, cehennem ve arafı, ruhun ölmezliği ile birlikte ortadan kaldırmış, hesabını görmüş, yok etmiş bulunuyoruz.
Varlığın tekliğinden (unicité) birliğine (unité) nasıl geçiyoruz? Onu kafamızda tasarlamamız yeter. Düşüncemizi, birliğiyle birlikte onun yöresinde bir çerçeve gibi genişletmemiz üzerine tek Varlık, düşüncede bir Varlık, bir düşünce birliği durumuna geliyor; çünkü her düşüncenin özü, bilinç öğelerinin bir birlik durumunda bireşimine dayanır.
Bu son önerme düpedüz yanlıştır. İlkin düşünce, türdeş öğelerin bir birlik durumunda birleşmesi olduğu denli bilinç nesnelerinin kendi öğelerine ayrılmasıdır da. Çözümleme (sayfa 93) olmadan bireşim de olmaz. İkinci olarak, düşünce, yanlışlık yapmaksızın, ancak içlerinde ya da gerçek prototipleri içinde bir birliğin daha önce varolmuş bulunduğu bilinç öğelerini bir araya getirebilir. Eğer bir kundura firçasını bir memeli hayvan birliği içine sokarsam, bundan ötürü onun memeleri çıkmaz. Varlığın birliği, bir başka deyişle, varlık fikrinin birlik olarak töreliliği (meşruiyeti), tanıtlanması gereken şeyin ta kendisidir; eğer bay Dühring Varlığı, örneğin ikilik (dualité) olarak değil de, birlik olarak düşündüğü güvencesini veriyorsa, bununla bize kendi alçakgönüllü görüşünü bildirmekten başka bir şey yapmış olmuyor.
Bay Dühring’in düşüncesi, arı durumu içinde şöyle bir gidiş izliyor: Varlıkla başlıyorum. Öyleyse, Varlığı düşünüyorum. Varlık düşüncesi birdir. Oysa, düşünce ile Varlık uyuşmalıdırlar, birbirlerine uygun düşerler, “örtüşürler”. Öyleyse, Varlık gerçeklikte de birdir. Öyleyse, “öteki dünya” yoktur. Ama bay Dühring bize yukardaki çetrefil dili sunacak yerde bu denli açık bir dil kullanmış olsaydı, bütün ideoloji açıkça ortaya çıkardı. Düşüncenin herhangi bir ürününün gerçekliğini, düşünce ile varlığın özdeşliği aracıyla tanıtlamaya kalkışmak, işte bu tam da bir Hegel’in… en saçma sayıklamalarından biriydi.
Bay Dühring, hatta bütün tanıtlaması doğru olsaydı bile, tinselcilerden (spiritualistes) bir karış toprak kazanmış olmazdı. Tinselciler ona, kısaca şu yanıtı verirler: Dünya bizim için de birdir; bu dünya ve öteki dünya biçimindeki bölünüş, yalnızca bizim ilk günah durumundaki, özgül olarak dünyasal görüş açımız bakımından sözkonusudur; kendinde ve kendi için, yani Tanrı olarak, Varlığın tümü birdir. Ve tinselciler, bay Dühring’e sevdiği öteki gökcisimleri üzerinde eşlik edecek ve ona, üzerinde ilk günahın işlenmediği, dolayısıyla bu dünya ile öteki dünya arasında karşıtlık bulunmayan ve dünyanın birliğinin bir inanç konutu (postulat) olduğu bir ya da birçok gökcisimleri göstereceklerdir.
İşin en gülünç yanı bay Dühring’in, Tanrının yokluğunu Varlık kavramından hareketle tanıtlamak için, Tanrının (sayfa 94) varlığı ontolojik (varlıkbilimsel) kanıtını kullanmasıdır. Şöyle: Eğer Tanrıyı düşünüyorsak, onu tüm yetkinliklerin toplamı olarak düşünüyoruz. Ama tüm yetkinliklerin toplamı içinde, herşeyden önce varlık var, çünkü varlıksız bir varlık, zorunlu olarak yetkinlikten uzaktır. Öyleyse, Tanrının yetkinlikleri arasında varlığı da saymalıyız. Öyleyse Tanrının varolması gerek. — Bay Dühring, işte tastamam bu ince düşüncelere dalar: Varlığı düşündüğümüz zaman, onu bir kavramı olarak düşünürüz. Bir bir kavramı içinde toplanmış olan şey, bir’dir. Eğer varlık bir olmasaydı, kendi kavramına uygun düşmezdi. Öyleyse, bir olması gerek. Öyleyse Tanrı yoktur, vb..
Eğer Varlıktan ve yalnızca Varlıktan söz ediyorsak birlik, sözkonusu edilen bütün nesnelerin… varolduklarından başka bir anlama gelemez. Bu nesneler, başka hiçbir şeyde değil, bu Varlığın birliği içinde bir araya gelmişlerdir ve bunların hepsinin varoldukları biçimindeki genel önerme, bunlara yalnızca ortaklaşa olan ve olmayan başka özellikler verememekle kalmaz, ayrıca bütün bu özgürlükleri geçici olarak kurgudan dıştalar. Çünkü, bütün bu nesnelerde Varlığın ortak öznitelik (attribut) olduğu yalın temel gerçeğinden bir milimetre bile uzaklaşır uzaklaşmaz, bu nesnelerin farklılıkları kendilerini bize göstermeye başlarlar — ve bu farklılıkların kimilerinin ak, kimilerinin kara, kimilerinin canlı, kimilerinin cansız, kimilerinin bu dünyadan, kimilerinin öteki dünyadan olmasından ileri gelip gelmediğini bilmeye gelince, hepsinde ortak öznitelik olarak yalnızca varlığın bulunduğu olgusundan yola çıkarak bunu kararlaştıramayız.
Dünyanın varlığı, birliğin koşulu da olsa, çünkü o bir olmadan önce varolmalıdır, dünyanın birliği Varlığına dayanmaz. Varlık, kısacası, çevrenimizin bittiği noktadan sonra açık bir sorundur. Dünyanın gerçek birliği, maddeselliğine dayanır ve bu maddesellik birkaç hokkabaz çığırtkanlığıyla değil, ama felsefe ve doğa biliminin uzun ve sıkıntılı bir geliştirilmesiyle tanıtlanır.
Okumamıza devam edelim. Bay Dühring’in bize sözünü (sayfa 95) ettiği Varlık, “bütün özel belirlenimlerinden vazgeçmesi gereken ve gerçekte, düşünce hiçliği ya da düşünce yokluğunun karşılığından başka bir şey simgelemeyen, kendi kendine benzer o arı varlık” değildir.
Ne var ki az sonra, bay Dühring’in dünyanın gene de her türlü iç ayrımdan, her tür hareket ve değişiklikten yoksun, öyleyse gerçekte düşünce hiçliğinin bir karşılığı, dolayısıyla gerçek bir hiçlikten başka bir şey olmayan bir Varlıkla başladığını göreceğiz. Dünyanın güncel, farklılaşmış, değişen, bir evrim, bir oluşVarlık- hiçlikten başlayarak gelişir ve ancak bunu kavradıktan sonradır ki bu sürekli değişiklik altında da olsa “kendi kendisiyle özdeş, evrensel Varlık kavramı”nı “tutacak” duruma geliriz. Öyleyse şimdi değişmezliği olduğu denli değişmeyi, Varlığı olduğu denli Oluşu da kapsayan yüksek aşamada bir Varlık kavramına sahip bulunuyoruz. Bu noktaya gelince de, “cins ile türün, ya da genel bir deyişle evrensel ile özelin, kendileri olmadıkça şeylerin yapısının kavranamayacağı en yalın ayırdetme araçları olduklarını” görüyoruz.
Ama bunlar, nitelik ayırdetme araçlarıdır; bunlar üzerinde tartıştıktan sonra, devam ediyoruz: “cinslerin karşısına, içinde hiçbir tür farkının artık yer bulmadığı türdeşlik kavramı olarak, büyüklük kavramı çıkar”; yani nitelikten niceliğe geçiyoruz ve nicelik her zaman “ölçülebilir” bir şeydir.
Şimdi “evrensel işlem şemalarının bu kesin ayrıştırması” ve onun “gerçekten eleştirici bakış açısı”nı, bir Hegel’in kabalıkları, düzensizlikleri ve saçmasapan kuruntuları ile karşılaştıralım. Görürüz ki Hegel’in Mantık’ı Varlık ile başlar bay Dühring’de olduğu gibi; Varlığın hiçlik olduğu ortaya çıkar, bay Dühring’de olduğu gibi; bu varlık-hiçlikten, sonucu varoluş yani Varlığın daha yüksek, daha dolu bir biçimi olan oluşa geçilir — tastamam bay Dühring’de olduğu gibi. Varoluş niteliğe, nitelik de niceliğe götürür — tıpkı bay Dühring’de olduğu gibi. Ve önemli hiçbir şeyin eksik kalmaması için, bay Dühring, bir başka fırsatta bize şöyle der:
“Duyumsuzluk dünyasından duyum dünyasına, ancak (sayfa 96) bütün nicel kerteliliğine karşın, yalnızca bir ve aynı niteliğin yalın bir derecesinden alabildiğine ayrıldığını ileri sürebileceğimiz … nitel bir sıçrama ile geçilir.”
İşte, örneğin kaynama ve donma noktasının, ısıtılmış ya da soğutulmuş su için —normal basınç altında— yeni bir topaklanma durumuna sıçrama sonucunu vermesi yani niceliğin niteliğe dönüştüğü düğüm noktaları olması gibi, yalnızca nicel bir artış ya da azalışın, bazı belirli düğüm noktalarında, nitel birsıçrama meydana getirdiği hegelci ölçü ilişkileri düğüm çizgisinin ta kendisi.
Bizim irdelememiz de köklere değin gitmeye çalıştı ve Dühringvari temel şemaların kökleri olarak, köktenci derinlikleriyle birlikte, bula bula… hegelci geleneğe sıkı sıkıya uygun bir “tümdengelim” içinde ve çalıntıyı gizlemeye de pek öyle girişilmiş olmaksızın, bir Hegel’in “saçma düşlemler”ini, hegelci Mantık
Ve bütün Varlık bilgisi ilkelerini öncellerinin en çok karaçaldığından aşırmakla yetinmeyen bay Dühring, nicelikten niteliğe sıçramalarla geçiş konusunda yukarda verilmiş bulunan örneği verdikten sonra, Marx üzerine şöyle demek soğukanlılığını da gösteriyor:
“Onu [Marx’ı] örneğin niceliğin niteliğe döndüğü yolundaki karışık ve bulanık hegelci fikre sarılır görmek ne gülünç!”
Karışık ve bulanık fikir! Peki ama, burada fikir değiştiren kim, gülünç olan kim, bay Dühring?
Bütün bu inciler, kuralın gerektirdiği gibi, “belitler tarafından kararlaştırılmış” olmamaları bir yana, düpedüz dışardan, Hegel’in Mantık’ından ithal edilmişlerdir. Ve öylesine ki bütün bir bölümde Hegel’den alınmamış bir tek fikir dizisinin gölgesi bile görülmez ve işin sonunda her şey, uzay (mekan) ile zaman, değişmezlik ile değişme üzerine boş bir ince eleyip sık dokumaya indirgenir.
Hegel- Varlıktan Öze, diyalektiğe geçer. Burada, düşüncenin belirlenimlerini örneğin, olumlu ve olumsuz gibi iç (sayfa 97) karşıtlık ve çelişkilerini inceler, sonra nedenselliğe ya da nedensonuç ilişkisine geçer ve işi zorunluluk ile tamamlar. Bay Dühring de başka türlü yapmaz. Hegel’in öz (essence) öğretisi dediği şeyi bay Dühring, Varlığın mantıksal nitelikleri olarak çevirir. Ama bu nitelikler, her şeyden önce “güçlerin uyuşmazlığı” içinde, karşıtlıklar içinde toplanır. Buna karşılık bay Dühring, çelişkiyi kökten yadsır; bu konuya ilerde gene geleceğiz. Sonra nedenselliğe ve ondan da zorunluluğa geçer. Öyleyse, bay Dühring kendinden: “Felsefemiz kafesten çıkmaz” diye söz ettiği zaman, kuşkusuz kafes içinde, yani hegelci kategorilerin şematizmi kafesinde felsefe yaptığını söylemek ister. (sayfa 98)

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments