DOĞA FELSEFESİ UZAY VE ZAMAN
Doğa felsefesi’ne geliyoruz. Burada bay Dühring, öncellerinden hoşnut olmamak için yeniden her türlü nedene sahip. Doğa felsefesi “o denli aşağıya düşmüştü ki karışık ve bilgisizliğe dayanan bir şiir karikatürü halini almış ve mutlak papazlığında madrabazlık eden ve halkı aldatan Schelling gibi fahişe filozof taslakları ve aynı soydan başka çapkınların işi olmuştu”.
Bıkkınlık bizi bu “canavarlar”dan kurtardı, ama şimdiye değin yalnızca “kararsızlığa” yer açtı; “ve kamuoyuna gelince, onun bakımından büyük bir şarlatanın gidişinin, çoğu kez daha küçük boyda ama işbilir bir ardıl için birincinin metaını hemen bir başka etiket altında sürme fırsatından başka bir şey olmadığı bilinir.”
Bilginler de “dünyayı kapsayan fikirler imparatorluğunda gezinti yapma isteğini” pek duymaz ve bundan ötürü teori (sayfa 99) alanında “tutarsız düşüncesizlikler”den başka bir şey yapmazlar. Buna hemen bir çare bulunması gerekmektedir ve çok şükür ki bay Dühring, bu işin başındadır.
Dünyanın (acun, evren) zaman içinde yayılması ve uzay içinde sınırlanması üzerine bundan sonraki açıklamaları doğru değerlendirebilmek için, “evren şemaları”nın bazı yerlerini yeni baştan ele almamız gerekiyor.
Gene Hegel ile tam bir uyum içinde (Ansiklopedi, § 93), Varlığa —Hegel’in kötü sonsuzluk dediği— sonsuzluk atfedilir, sonra da bu sonsuzluk incelenir.
“Çelişkisiz düşünülecek bir sonsuzluğun en açık biçimi, sayı dizisindeki rakamların sınırsız birikimidir. … Saymaya devam etme olanağını hiç tüketmeksizin, her sayıya bir birim daha ekleyebildiğimiz gibi, her Varlık durumundan sonra bir başka durum dizilir ve sonsuzluk, bu durumlarin sınırsız çoğaltılmasına dayanır. Öyleyse, doğrulukla düşünülmüş bu sonsuzluğun, ancak bir tek yönü ile birlikte, bir tek temel biçimi var. Gerçekten, düşüncemiz için durumların birikiminde karşıt bir yön düşünmek her ne denli önemsizse de, geri geri giderek ilerleyen sonsuzluk düşüncesi, düşüncesiz bir zihinsel üretimden başka bir şey değildir. Çünkü gerçeklikte bu birikimi, gerçekte ters yönde geçmek gerekeceği için, durumlarından her birinde, arkasında sonsuz bir sayı dizisi bulunurdu. Ama bu da sayılmış bir sonsuz dizi gibi kabul edilmez bir çelişkiye düşmek olurdu ve buna göre, sonsuz için bir ikinci yön düşünmek saçmadır.”
Bu sonsuzluk anlayışından çıkartılacak ilk sonuç, dünyadaki bu neden-sonuç zincirinin bir gün bir başlangıcı olması gerektiğidir:
“Sayılmış sayılmazı varsaymasından ötürü, birbiri arkasına sıralanan sonsuz bir nedenler dizisi aklın almayacağı bir şeydir.”
Demek ki bu son neden tanıtlanmış oluyor.
İkinci sonuç “belirli sayı yasasıdır: Bağımsız varlık ya da nesnelerin her gerçek cinsinde özdeşin birikimi, ancak belirli bir sayının oluşması olarak düşünülebilir.” (sayfa 100)
Yalnızca gökcisimlerinin varolan niceliklerinin her an belirli bir sayıda olması gerekmekle kalmaz, dünyada varolan en küçük bağımsız madde parçacıklarının toplam niceliğinin de her an belirli bir sayıda olması gerekir. Bu son zorunluluk, atomsuz hiçbir bileşimin düşünülemeyeceğinin gerçek nedenidir. Her gerçek bölünme durumu, her zaman eksiksiz bir belirlenebilirlik içerir ve sayılmış sayılmaz çelişkisinden kaçınmak isteniyorsa, bunu içermesi gerekir. Aynı nedenden ötürü, yalnızca dünyanın güneş çevresindeki dönüşlerinin şu andaki sayısının belirtilmesi her ne denli olanaksızsa da, belirli bir sayı olması gerekmekle kalmaz, ayrıca tüm devirli doğal süreçlerin de bir başlangıcı olması ve doğanın birbirini izleyen bütün farklılıklarının, bütün biçimlerinin de köklerini kendi kendine özdeşşimdiye değin bilinmeyen bir önem kazandırmış bulunduğumuz son derece yalınyalınca betimlenmiş öğeleri hatırlansın” der.
Kazandırmış bulunduğumuz! Şimdiki belirtme ve (sayfa 101) derinleştirme biçimimiz! “Biz” kimiz ve bu “şimdiki zaman” ne zaman başlıyor? Kim derinleştiriyor ve kim belirtiyor?
“Tez: Dünyanın zaman içinde bir başlangıcı vardır ve uzay içinde de sınırlanmış bir durumdadır. — Kanıt: Gerçekten, eğer dünyanın zaman içinde bir başlangıcı olmadığı kabul edilirse, her belirli anda geçmiş bir ezeliyet ve buna göre dünyadaki işlerin ardışıklık durumlarından oluşan sonsuz bir dizi var demektir. Oysa, bir dizinin sonsuzluğu bu dizinin daha sonraki bir bireşim tarafından tamamlanamamasına dayanır. Öyleyse geçmiş dünya durumlarının sonsuz bir dizisi olanaksızdır ve buna göre dünyanın bir başlangıcı, dünyanın varlığının zorunlu bir koşuludur. İlkin bunun tanıtlanması gerekiyordu. — İkinci noktaya gelince, eğer karşıtı kabul edilirse dünya, birlikte varolan şeylerden verilmiş sonsuz bir bütün olacaktır. Oysa, her türlü sezgiye açık belli sınırlar içinde verilmiş olmayan en küçük niceliğin (quantum) büyüklüğünü, biz ancak parçaların bireşimi aracıyla ve bu türlü en küçük nicelik bütünlüğünü de eksiksiz bireşim ya da birimin kendi kendine yinelenmiş katılması aracıyla tasarlayabiliriz. Son olarak, bütün uzayları dolduran dünyayı bir bütün olarak tasarlamak için, sonsuz bir dünyanın parçalarının daha sonraki bireşimine eksiksiz (tam) olarak bakmak, yani birlikte-varolan şeylerin sayımında sonsuz bir zamanın akıp gittiğini kabul etmek gerekir, ki bu da olanaksızdır. Öyleyse gerçek şeylerin sonsuz bir katışmacı (agrégat), ne verilmiş bir bütün, dolayısıyla ne de aynı zamanda verilmiş olarak kabul edilebilir. Öyleyse bir dünya, uzaydaki yayılışı bakımından sonsuz değil, sınırlar içine kapatılmış bulunur ki bu da tanıtlanacak ikinci nokta idi.”[6*]
Bu önermeler, Immanuel Kant’ın ilk kez 178 l’de yayınlanan ve Arı Usun Eleştirisi adını taşıyan çok ünlü kitabından sözcüğü sözcüğüne kopya edilmişlerdir; I. kısım, ikinci kesim, kitap II, bölüm II, 2. seksiyon: “Arı Usun Birinci Çatışkısı”nda herkes bunları okuyabilir. Öyleyse bay Dühring’in (sayfa 102)adını yapıştırmış ve henüz zamanın olmadığı ama dünyanın gene de olduğu bir zaman bulunduğunu bulgulamış olma övüncünden başka bir şey düşmüyor. Bütün geri kalan, yani bay Dühring’in açıklamasında gene de bir anlam taşıyan her şey için “Biz”, Immanuel Kant’tan başkası değildir ve “şimdiki zaman” da ta 95 yıl önce başlar. Gerçekten “son derece yalın”! Tuhaf bir “şimdiye değin bilinmeyen önem”!
Ne var ki Kant, yukarda tezleri hiçbir zaman kendi tanıtlamasıyla çözülmüş şeyler olarak koymaz. Tersine. Karşı sayfada tersini ileri sürer ve tanıtlar; dünyanın zaman bakımından başlangıcı, uzay bakımından sonu yoktur ve çatışkıyı, çözülmez çelişkiyi, birinin öbürü denli tanıtlanabilir olması olgusunda görür. Zekası o denli zeyrek olmayanları bu, belki “bir Kant”ın burada çözümlenemez bir güçlük bulduğu kuşkusuna düşürmüştür. Ama bizim cesur “tamamen özgün sonuç ve görüşler” imalatçımızı değil: Kant’ın çatışkısında o, kendisine yarayan ne varsa utanıp sıkılmadan kopya eder ve geri kalanı da bir yana atar.
Sorunun kendisi çok kolay bir biçimde çözülür. Zamanda ezelilik, uzayda sonsuzluk, a priori olarak ve sözcüğün yalın anlamına göre, ne önden ne arkadan, ne yukardan ne aşağıdan, ne sağdan ne soldan, hiçbir yandan sonu olmamak demektir. Bu sonsuzluk, sonsuz bir dizinin sonsuzluğundan bambaşka bir şeydir, çünkü sonsuz bir dizi her zaman birimden, bir ilk terimden başlar. Bu dizi fikrinin konumuza uygulanma olanaksızlığı, onu uzaya uyguladığımız anda kendini gösterir. Uzaya uygulanmış sonsuz dizi, belirli bir noktadan kalkarak belirli bir yönde sonsuzluğa çekilmiş bir çizgi demektir. Uzayın sonsuzluğunu, uzaktan da olsa, açıklar mı bu? Tersine, uzayın boyutlarını kafada canlandırmak için, ikişer ikişer karşıt üç yönde çizilmiş en az altı çizgi gerek ve buna göre bu, bize bu boyutlardan altı tane verir. Kant bunu o denli iyi anlıyordu ki kendi sayı dizisini ancak dolaylı olarak, bir dolambaçla evrenin uzaysallığına aktarmıştı. Buna (sayfa 103) karşılık bay Dühring, bizi uzayda altı boyut kabul etmeye zorlar ve hemen sonra da uzayın bilinen üç boyutu ile yetinmek istemeyen Gauss’un matematik mistisizmini damgalamak için hoşnutsuzluk sözü bulmakta güçlük çeker.[7*]
Zamana uygulanınca, birimlerin iki yana giden sonsuz çizgi ya da dizisi, belli bir eğretilemeli anlam taşır. Ama eğer zamanı birimden başlayarak sayılan ya da belirli bir noktadan yola çıkan bir çizgi olarak düşünürsek, bununla a priori olarak zamanın bir başlangıcı bulunduğunu söylemiş, tanıtlamak istediğimiz şeyin ta kendisini varsaymış oluruz. Zamanın sonsuzluğuna tek yönlü bir yarı-sonsuzluk niteliği vermiş oluruz; ama yarısından bölünmüş ve tek yönlü bir sonsuzluk, “çelişkisiz düşünülmüş bir sonsuzluğun” gerçek karşıtı olan kendinde (en soi) bir çelişkidir de. Bu çelişkiden, ancak diziyi kendisinden başlayarak saymaya başladığımız birimin, çizgiyi kendisinden başlayarak ölçtüğümüz noktanın, çizgi ya da dizi biçimindan şuraya ya da buraya koymamızın önem taşımadığı, dizi içinde herhangi bir birim, çizgi üzerinde herhangi bir nokta olduğunu kabul ettiğimizde kurtulabiliriz.
Ama ya “sayılmış sonsuz sayı dizisi” çelişkisi? Bay Dühring bunu sayma hünerini gösterir göstermez, bu çelişkiyi daha yakından inceleyecek durumda olacağız. Bay Dühring, -µ’dan (eksi sonsuz) sıfıra kadar saymayı başarınca gelsin. Gerçekten, kendisinden başlayarak saymaya başladığı sayı ne olursa olsun, arkasında sonsuz bir dizi ve onunla birlikte çözmesi gereken sorunu bıraktığı açıktır. Yalnızca kendi 1 + 2 + 3 + 4… sonsuz dizisini tersine çevirsin ve sonsuzdan başlayarak birime gelmek için saymayı denesin; bu açıkça neyin sözkonusu olduğunu bilmeyen bir adamın girişimidir. Dahası var. Bay Dühring sonsuz geçmiş zaman dizisinin sayılmış olduğunu öne sürdüğü zaman, bununla zamanın bir başlangıcı olduğunu ileri sürer; çünkü, başka türlü “sayma”ya hiç başlayamazdı. Öylese, bir kez daha, tanıtlayacağı şeyi (sayfa 104) varsayım yoluyla elaltından kabul ettirir. Öyleyse, sayılmış sonsuz dizi fikri, başka bir deyişle dühringvari evrensel belirli sayı yasası, in adiecto bir çelişkidir, kendinde bir çelişki, hatta saçma bir çelişki içerir.[8*]
Bir şey açık: Bir sonu olan, ama başlangıcı olmayan sonsuz, bir başlangıcı olan, ama sonu olmayan sonsuzdan ne daha çok, ne de daha az sonsuzdur. En küçük bir diyalektik anlayış, bay Dühring’e başlangıç ile sonun, kuzey ve güney kutupları gibi zorunlu olarak birbirine bağlı bulunduklarını ve son ortadan kaldırılırsa, başlangıcın da kendisinin son durumuna, — dizinin sahip olduğu tek son durumuna geleceğini ve tersinin de böyle olduğunu söylerdi. Sonsuz dizilerle çalışma matematik alışkanlığı olmasa, her türlü aldanma olanaksız olurdu. Matematikte belirsize, sonsuza varmak için belirliden, sonludan yola çıkmak gerektiğinden, olumlu olumsuz tüm matematik dizilerinin birimden başlamaları gerekir, yoksa bu diziler hesap yapmaya yaramazlar. Ama matematikçinin mantıksal gereksinmesi, gerçek dünya için bir yasa oluşturmaktan çok uzaktır.
Ayrıca bay Dühring, gerçek sonsuzluğu çelişkisiz düşünme işinin üstesinden hiçbir zaman gelemeyecektir. Sonsuzluk bir çelişkidir ve çelişkilerle doludur. Bir sonsuzun sonlu değerlerden bileşmiş olması aslında bir çelişkidir, ama durum da budur. Maddi dünyanın sınırlı niteliği, onun sınırsız niteliğinden daha az çelişkilere götürmez ve bu çelişkileri ortadan kaldırmayı gözeten her girişim, gördüğümüz gibi yeni ve daha ağır çelişkilere götürür. Sonsuzluk, işte bir çelişki olduğu içindir ki, zaman ve uzay içinde sonsuzca akıp giden sonsuz bir süreçtir. Çelişkinin ortadan kaldırılması, sonsuzluğun sonu olurdu; Hegel bunu çok doğru bir biçimde (sayfa 105) görmüştü ve bundan ötürü bu çelişki üzerinde uzun uzun tartışan baylara, layık oldukları aşağısama ile davrandı.
Devam edelim. Demek ki zamanın bir başlangıcı var. Peki, bu başlangıçtan önce ne vardı? Değişmez, kendi kendine özdeş bir durum içinde bulunan dünya mı? Bu durumda hiçbir değişiklik olmadığından, çok özel zaman kavramı, kendiliğinden daha genel Varlık fikri durumuna dönüşür. İlkin, bay Dühring’in kafasında hangi kavramların dönüştüğü, bizi burada hiç ilgilendirmez. Sözkonusu olan zaman kavramı değil, bay Dühring’in hiç de o denli ucuz kurtulamadığı gerçek zamandır. İkinci olarak, zaman kavramı istendiği zaman daha genel Varlık fikri durumuna dönüşebilir, bu bizi bir adım bile ileri götürmez. Çünkü her Varlığın temel biçimleri uzay ve zamandır ve zaman dışında bir Varlık, uzay dışında bir Varlık denli büyük bir saçmalıktır. Hegelci “ezeli geçmiş Varlık” ile yeni-schellingci “anımsanmaz Varlık”, bu zaman dışındaki Varlık karşısında ussal tasarımlardır.[9*] Bu nedenle bay Dühring, bu işi de büyük bir sakınım ile ele alır: Açıkça söylemek gerekirse bu, bal gibi bir zamandır, ama aslında zaman denilemeyecek bir zaman: Zamanın kendisi gerçek parçalarda bileşmez ve yalnızca anlığımız tarafından istediğince bölünmüştür, —yalnızca zamanın ayırdedilebilir olgular tarafından gerçek bir doluşu, sayılabilire bağlanır—, boş bir süre birikiminin ne anlama geleceği burada hiçbir önem taşımaz; önemli olan, dünyanın burada varsayılan durumda sürüp sürmediği, bir süreden geçip geçmediği sorunudur. Böyle bir içeriksiz sürecin ölçülmesinden, tıpkı boş uzayda nedensiz ve amaçsız ölçümler yapmaktan olduğu gibi, hiçbir şey çıkmayacağını çoktan beri biliyoruz ve işte bu yöntemdeki cansıkıcılıktan ötürüdür ki Hegel, bu sonsuzu kötü sonsuz olarak niteler. Bay Dühring’e göre zaman, ancak değişiklikle vardır, yoksa değişiklik zamanda ve zamanla değil. İşte, zaman değişiklikten farklı olduğu içindir ki değişiklik aracıyla ölçülebilir, çünkü ölçü her zaman ölçülecek şeyden farklı bir şey anlamına gelir. Ve içinde ne olduğu bilinen (sayfa 106) değişikliklerin geçmediği zaman, zaman olmamaktan uzaktır; tersine, hiçbir yabancı katkının etkilemediği an zamandır, yani gerçek zaman, zaman olarak zaman. Gerekten eğer biz, zaman kavramını her türlü yabancı ve aykırı katkıdan arıtılmış olarak, tüm anlığı içinde kavramak istersek, zaman içinde birlikte ya da ardarda olup biten çeşitli olayları yabancı şeyler olarak onun dışına atmak ve böylece içinde hiçbir şey olup bitmeyen bir zaman düşünmek zorundayız. Böyle yapmakla, zaman kavramını genel Varlık fikri içinde yitirmemiş ama ilk kez olarak arı zaman kavramına erişmiş oluruz.
Ama bütün bu çelişki ve bu olanaksızlıklar, bay Dühring’in evrenin başlangıçtaki kendi kendine özdeş durumu üzerine olan düşüncesiyle içine düştüğü karışıklık yanında çocuk oyuncağı kalır. Eğer dünya bir zamanlar kesinlikle hiçbir değişikliğe sahne olmayan bir durum içinde idiyse, bu durumdan değişikliğe nasıl geçebildi? Değişiklikten kesinlikle bağışık olan, özellikle ezelden beri bu durum içinde bulunan bir şey, hareket ve değişiklik durumuna geçmek üzere bu durumdan kendi başına hiçbir biçimde çıkamazdı. Öyleyse onu harekete getiren bir ilk itişin dışardan, dünyanın dışından gelmiş olması gerekir. Oysa, “ilk itiş”in, Tanrı delmenin bir öteki biçiminden başka bir şey olmadığı bilinir. İşte bay Dühring’in evren şemalarından yolcu etmiş olduğunu o denli hoş bir biçimde öne sürdüğü Tanrı ve öteki-dünya, her ikisi de belginleştirilmiş ve derinleştirilmiş olarak, doğa felsefesine gene kendisi tarafından geri getirilmiş bulunuyor.
Devam edelim. Bay Dühring şöyle diyor:
“Varlığın sürekli bir öğesine büyüklük düştüğü yerde bu büyüklük, belirlenebilirliği içinde değişmez kalacaktır. Madde ve mekanik enerji (erke) konusunda … bu böyledir.”
Geçerken söyleyelim, birinci tümce, bay Dühring’in belitsel bir biçimde gereksiz-yinelemesi cafcaflı anlatımının değerli bir örneğini veriyor: Büyüklük, değişmediği yerde, aynı kalır. Öyleyse, bir kez dünyada bulunan mekanik enerji[10*] (sayfa 107) miktarı sonsuz olarak aynı kalır. Doğru olduğu ölçüde, Descartes felsefesinin aşağı yukarı üçyüz yıl önce bunu bilip söylediği,[11*] doğa biliminde enerjinin sakınımı öğretisinin yirmi yıldan beri her yerde elüstünde tutulduğu ve bay Dühring’in bunu mekanik enerji ile sınırlandırarak, bu öğretinin iyiliğini hiç de artırmadığı gerçeğini bir yana bırakalım. Ama değişiklikten bağışık durum zamanında mekanik enerji nerede idi? Bu soruya bay Dühring, hiçbir yanıt vermemekte direnir.
Pekala, sonsuz olarak kendine eşit kalan bu mekanik enerji o zaman neredeydi ve ne yapıyordu bay Dühring? Yanıt:
“Evrenin ya da daha doğrusu maddenin hiçbir geçici değişiklik birikimi içermeyen, değişiklikten bağışık bir Varlığının başlangıç durumu, ancak kendi üretici yeteneğinin gönüllü sakatlanışında bilgeliğin doruğunu gören bir anlığın ortadan kaldırabileceği bir sorundur.”
Öyleyse: Ya benim değişiklikten bağışık başlangıç durumumu incelemeksizin kabul edersiniz, ya da ben, çok yapıt veren Eugen Dühring, hepinizi zeka hadımları ilan ederim. İşte bu, kuşkusuz birçoklarını durdurabilir! Biz ki bay Dühring’in üretici yetisinin bazı örneklerini daha önce görmüş bulunuyoruz, bu zarif sövgüyü yanıtsız bırakır ve bir kez (sayfa 108) daha sorumuzu sorabiliriz: Ama, bay Dühring, lütfen, mekanik enerjiden ne haber?
İşte bay Dühring güç durumda. Gerçekten kemküm eder:
“Başlangıçtaki bu limit-durumun mutlak özdeşliği geçiş ilkesini kendiliğinden vermez. Bununla birlikte anımsayalım ki iyice bildiğimiz varlık zincirinde, ne denli küçük olursa olsun, her yeni halka için de sonuçta durum aynıdır. Sözkonusu olan bu önemli nokta üzerinde güçlük çıkarmak isteyen kişi, bunun daha az görüldüğü fırsatlarda kendini bu işten bağışık tutmamaya gözkulak olmakla iyi edecektir. Öte yandan, gitgide kerteli aracı durumları araya katma olanağı her zaman vardır ve bundan ötürü süreklilik köprüsü, üstünden değişmeler aşamasının yok olmasına değin varmak için, açık kalır. Arı kavram bakımından bu süreklilik, ana fikri aşmakta bize elbette yardımcı olmaz, ama o bizim için yasaların her türlü uygulamasının ve bilinen bütün öteki geçişlerin temel biçimidir, öyleki biz onu, bu ilk denge ile onun bozulması arasında aracı gibi kullanmak hakkına da sahip bulunuruz. Ama eğer biz, deyim yerindeyse [!] hareketsiz dengeyi bugünkü mekaniğimizde özel bir duraksama göstermeksizin [!] kabul edilen kavramlar nedeniyle düşünseydik, maddenin dönüşümler aşamasına nasıl varabildiğini göstermek büsbütün olanaksız olurdu.”
Bize yığınlar mekaniğinden başka, ayrıca, yığınlar hareketinin son derece küçük parçacıkların hareketi durumuna bir dönüşümü de vardır deniliyor,[12*] karanlık içinde yitip gidiyorlarsa, buna şaşmamalıyız”.
Bay Dühring’in tüm söyleyeceği, işte bu. Kendimizi bu gerçekten acınası kaçamak ve formüllerle yanıtlandırılmış saysaydık, gerçekten yalnızca üretici yetinin gönüllü sakatlanmasında değil, ama körün değneğinde de bilgeliğin doruğunu görürdük. Bay Dühring, mutlak özdeşliğin kendiliğinden, (sayfa 109)
Birincisi: Varlığın iyi bilinen zincirinde, ne denli küçük olursa olsun, her halkadan bir sonrakine geçişi tanıtlamak da bir o denli zordur. — Bay Dühring, okurlarını ağzı süt kokan çocuklar yerine koyar gibidir. Varlık zincirinin en küçük halkalarının tikel geçiş ve bağlantılarının kanıtı, doğa biliminin içeriğinin ta kendisini oluşturur ve eğer bu iş herhangi bir yerden aksarsa, hiç kimse, hatta bay Dühring bile, meydana gelen hareketi hiçlikten hareket ederek açıklamayı aklına getirmez, ama yalnızca iletmeden, dönüşümden ya da bir önceki hareketin yayılmasından hareket ederek açıklamayı düşünür. Tersine, burada [Dühring’in yukarda aktarılan parçasında, -ç.], açıkça hareketi hareketsizlikten, yani hiçlikten çıkarma amacı var.
İkincisi: “Süreklilik köprüsü”. Arı kavram bakımından bu köprü, kuşkusuz güçlüğün üstesinden gelmemize yardımcı olmaz, ama biz gene de onu hareketsizlik ile hareket arasında dolayım olarak kullanmak hakkına sahibiz. Ne yazık ki, hareketsizliğin sürekliliği hareket etmemeye dayanır; öyleyse nasıl hareket meydana getirebilir, işte her zamandan daha gizemli kalan şey. Ve bay Dühring, hareket yokluğundan evrensel harekete geçişini her zaman öylesine küçük parçacıklar biçiminde ayrıştırabilir ve ona öylesine istediği denli uzun bir süre verebilir ki hiçbir zaman bir milimetrenin onbinde-biri kadar ileri gitmiş olmayız. Yaratıcı bir eylem olmadıkça hiçlikten, bir matematik diferansiyel denli küçük de olsa, herhangi bir şey, çıkaramayız. Öyleyse süreklilik köprüsü, üzerinden bir bay Dühring’in geçebileceği bir eşek köprüsü[13*] bile değil.
Üçüncüsü: Bugünkü mekanik geçerlikte kaldığı sürece —ve bay Dühring’i göre bugünkü mekanik, düşüncenin (sayfa 110) oluşmasının en özsel kaldıraçlarından biridir— hareketsizlikten harekete nasıl geçildiğini göstermek olanaksızdır. Ama mekanik sıcaklık teorisi bize, bazı koşullar altında, kütleler hareketinin moleküler hareket durumuna dönüştüğünü gösterir (ne var ki hareket, burada da hiçbir zaman hareketsizlikten değil, bir başka hareketten çıkar) ve bay Dühring, ezile büzüle, bunun belki de kesin statik (dengede olan şey) ile dinamik (hareket eden şey) arasında bir köprü kurabileceği fikrini aşılar. Ama bu süreçler, “biraz karanlık içinde yitip giderler”. Ve bay Dühring de bizi, karanlık içinde yelkenleri inik bırakır.
Bay Dühring’in bütün derinliği ve bütün belginliği ile durmadan daha belgin bir budalalığa, durmadan daha derin bir biçimde batmış ve işte ulaşmamız gereken yere — “karanlığa” varmış bulunuyoruz. Ama bu, bay Dühring’i pek o denli sıkmaz. Hemen bir sayfa sonra, “kendi kendine özdeş sürerlik (permanence) kavramını, hemen maddenin ve mekanik güçlerin tutumuna dayanan gerçek bir içerikle donatabildiğini” ileri sürme yüzsüzlüğünü gösterir.
Ve başkalarına “şarlatan” diyen de bu adam!
Bereket versin ki bu umutsuz şaşkınlık ve karışıklıklar ortasında bize, “karanlık içinde”, hem de ruhumuzu yücelten cinsten bir avunç kalıyor:
“Öbür göksel cisimlerde yaşayanların matematiği de, bizim belitlerimizden başka bir temele dayanamaz!” (sayfa 111)