Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkKöylüler Savaşı - Friedrich EngelsKöylüler Savaşı | Önsöz - Friedrich Engels

Köylüler Savaşı | Önsöz – Friedrich Engels

ÖNSÖZ
I
Bu yapıt, daha yeni tamamlanmış bulunan karşı-devrimin dolaysız etkisi altında, 1850 yazında Londra’da yazılmıştı; 1850’de, Hamburg’da, Karl Marks tarafından yönetilen iktisadi ve siyasal bir dergi olan Neue Rheinische Zeitung’un [Yeni RenGazetesi] 5. ve 6. sayılarında yayımlandı. Almanya’daki siyasal dostlarım bu yapıtın yeniden basılmasını istiyorlar ve ben de onların bu isteğine uyuyorum, çünkü bu yapıt, ne yazık ki, hâlâ güncel bir değer taşıyor.
Bu çalışma, yeni bir kişisel belge verme iddiasında değil; tersine, köylü ayaklanmaları ve Thomas Münzer ile ilgili tüm gereçler, Zimmermann’dan [1] [sayfa 15] en iyi derlemesi olarak kalır. Zaten Zimmermann da, konusunu çok sever. Kitabın her yanında ezilen sınıf yararına kendini gösteren o devrimci içgüdü, onu aşırı-solun Frankfurt’taki en iyi temsilcilerinden biri durumuna getirmişti. O günden beri, kuşkusuz biraz yaşlanmış olmalı.
Buna karşılık, Zimmermann’ın kitabında iç bağlantının bulunmadığı, onun, zamanında tartışılan dinsel ve siyasal sorunları, çağdaş sınıf savaşımlarının yansısı olarak sunma başarısını gösteremediği, bu savaşımlarda, ezenler ve ezilenlerden, kötüler ve iyilerden, ve en sonunda da kötülerin zaferinden başka bir şey görmediği, savaşımın patlak vermesini olduğu gibi sonucunu da belirleyen toplumsal ilişkileri kavrayışının son derece eksik olduğu her ne kadar doğruysa da, bunun kusuru, bu kitabın yayımlandığı dönemdedir. Hatta bu kitabın, zamanı için, henüz çok gerçekçi olduğu, ve idealist Alman tarihcilerinin yapıtları arasında, övülmeye değer bir istisna oluşturduğu bile söylenebilir.
Benim açıklamam, savaşımın tarihsel akışını ancak kalın çizgileri içinde şöyle bir çizerek, Köylüler Savaşının kökenini, bu savaşa katılan çeşitli partiler tarafından alınan konumları, bu partilerin davranışlarını açıklamak için başvurdukları siyasal ve dinsel teorileri, ve son olarak savaşımın sonucunu, sınıfların toplumsal yaşamının tarihsel koşullarının zorunlu sonuçları olarak göstermeye çalışır. Başka bir deyişle, ben, Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, emtia ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil, ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım. Tarihin tek materyalist görüşü olan bu görüş, benden değil, Marks’tan gelir; bu görüş, onun 1848-49 Fransız devrimi üzerine, yukarda adı geçen dergide yayımlanan çalışmalarında, ve Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı yapıtında bulunur.
1525 Alman devrimi ile 1848-49 Alman devrimi arasındaki [sayfa 16] benzerlik, benim bu yapıtı yazdığım sıralarda, gözden kaçmayacak kadar açıktı. Bununla birlikte, olayların genel akışının, orada [1525’te, -ç.] olduğu gibi burada da [1848-49’da da, -ç.], çeşitli yerel ayaklanmaların, birbiri ardına, bir tek ve aynı prensler ordusu tarafından ezilmesi sonucunu veren benzeşmesi yanında, her iki durumda da, kent burjuvazisinin davranışındaki, bazan gülünçlüğe kadar varan benzeyiş yanında, son derece açık ve seçik farklılıklar da var:
“1525 devriminden kim yararlandı? Prensler. 1848 devriminden kim yararlandı? Büyük Hükümdarlar, Avusturya ve Prusya. 1525’in küçük prenslerinin arkasında, onlara vergi ödemekle bağımlı küçük-burjuvalar vardı; 1850’nin büyük prenslerinin ardında, Avusturya ve Prusya’nın ardında ise, devlet borcu aracıyla bunları çarçabuk kendilerine bağımlı kılan modern büyük burjuvalar var. Ve büyük burjuvaların arkasında da, proleterler.
Bu tümcede, Alman büyük burjuvazisinin gereğinden çok övüldüğünü söylemek zorunda kalmaktan üzgünüm. Alman büyük burjuvazisi, Prusya’da olduğu gibi, Avusturya’da da, “devlet borcu aracıyla krallığı “çarçabuk kendine bağımlı kılma fırsatını buldu; ama bu fırsattan hiçbir zaman, hiçbir yerde yararlanamadı.
1866 savaşından sonra, Avusturya, göksel bir bağış gibi, burjuvazinin eline düşmüştür; ama bu burjuvazi egemen olmasını bilmez, hangi konuda olursa olsun güçsüz ve yeteneksizdir. O sadece bir şey bilir. Emekçilere karşı, bunlar kımıldar kımıldamaz, sert davranmak. Sadece Macarlar’ın buna gereksinmeleri olduğu içindir ki, dümeni elinde tutar.
Ya Prusya’da? Gerçi devlet borcu ölçüsüz bir biçimde artmıştır, bütçe sürekli olarak açık verir, kamu harcamaları her yıl büyür, burjuvalar Mecliste çoğunluğa sahiptir, onlar olmadan ne vergiler artırılabilir, ne de yeni borçlanmalara gidilebilir ama nerde burjuvaların devlet üzerindeki iktidarları? Daha birkaç ay önce, bütçe yeniden açık verdiği [sayfa 17] zaman, son derece uygun bir konumları vardı. Sadece azıcık bir direngenlikle, birçok ödün kopartabilirlerdi. Ama ne yapıyorlar? Hükümetin, ayaklarının dibine, ve sadece bu yıl değil, ama gelecekteki her yıl için de, 9 milyon koymalarına izin verme tenezzülünde bulunmasını, yeterli bir ödün sayıyorlar.
Meclisin bu zavallı “ulusal-liberallerini, hak ettiklerinden çok kınamak istemem. Bunların, arkalarında bulunan kimseler tarafından, burjuvazi yığını tarafından yüzüstü bırakıldıklarını biliyorum; burjuvazi yığını egemen olmak istemiyor: 1848’in anısı henüz onda çok canlı.
Alman burjuvazisinin neden bu kadar büyük bir korkaklık gösterdiğini daha ilerde göstereceğiz.
Kaldı ki, yukarda aktarılan tümce, dipten doruğa doğrulanmış bulunuyor. 1850’den bu yana, artık Prusya ya da Avusturya’nın çevirdiği dolaplara alet olmaktan başka bir işe yaramayan küçük devletlerin, gitgide daha belirgin bir biçimde arka plana geçtiklerini; Avusturya ile Prusya arasında, sonunda, Avusturya’nın kendi eyaletlerini elde tuttuğu, Prusya’nın, dolaysız ya da dolaylı olarak, tüm kuzeyi kendine bağımlı kıldığı, oysa üç Güney-Doğu devletinin şimdilik ortadan kalkmış bulunduğu 1866 metazori çözümüne bağlanan, durmadan daha şanlı savaşımların birbirlerini izlediklerini görüyoruz. [2]
Bütün bu büyük devlet olaylarının, Alman işçi sınıfı bakımından sadece şu önemi var.
Birinci olarak, genel oy hakkı sayesinde, işçiler, yasama Meclisinde, kendilerini doğrudan doğruya temsil ettirme olanağını elde etmişlerdir.
İkinci olarak, Prusya, tanrısal hukukun üç öbür tacını elçabukluğu ile yokederek ilk iyi örneği vermiştir. [3] Artık ulusal-liberaller bile, bu işten sonra, ülkelerinin, bir zamanlar inandıkları gibi, tanrısal hukukun aynı lekesiz tacına hâlâ sahip bulunduğuna inanmıyorlar. [sayfa 18]
Üçüncü olarak, artık Almanya’da, devrimin ancak bir tek ciddi düşmanı var: Prusya hükümeti.
Ve dördüncü olarak da, Avusturyalı-Almanlar, son bir kez olarak, kendilerine, ne olmak istediklerini: Alman mı, Avusturyalı mı olmak istediklerini; daha çok neye bağlandıklarını: Almanya’ya mı, yoksa Leitha-ötesi eklentilerine mi bağlandiklarını sormalıdırlar. Bir seçim yapmaya karar verme zorunda oldukları uzun süreden beri açıktı, ama küçük-burjuva demokrasisi bunu hep gizledi.
1866 yılının, o zamandan beri bir yandan “ulusal-liberaller ile öte yandan “halkçılar arasında bıkkınlık getirinceye kadar tartışılan öbür önemli anlaşmazlıklarına gelince, daha sonraki yılların tarihi, bu iki görüşün, aslında aynı sınırlı anlayışın karşıt kutupları oldukları için, birbirleri ile o kadar zorlu bir biçimde savaştıklarını tanıtlayacaktır.
1866 yılı, Almanya’daki toplumsal ilişkilerde hemen hiçbir değişiklik yapmadi. Hepsi de bürokratik sınırlara uyarlanmış, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin tekleştirilmesi, gidip-gelme özgürlüğü, meslek özgürlüğü vb. gibi birkaç burjuva reformu, öbür batı Avrupa ülkeleri burjuvaları tarafından, uzun zamandan beri elde edilen şeylerin düzeyine bile erişmez, ve başlıca afeti, yani bürokratik yetkiler sistemini olduğu gibi bırakır. Kaldı ki, proletarya için, gidip-gelme özgürlüğü üzerindeki, yurttaşlık hakları üzerindeki, pasaportların kaldırılması vb. üzerindeki bütün bu yasalar, günlük polis uygulamaları yüzünden tamamen düşsel bir duruma getirilmişlerdir.
1866 devlet olaylarından çok daha önemli olan şey, Almanya’da, sanayi ve ticaretin, denizyolları, telgraf ve buharlı transatlantik denizciliğinin, 1848’den sonraki gelişmesidir. Bu ilerlemeler, aynı zaman parçası içinde İngiltere’de ve hatta Fransa’da gerçekleştirilen ilerlemeler yanında ne kadar küçük kalırlarsa kalsınlar, gene de Almanya için görülmemiş ilerlemelerdir, ve ona, bu yirmi yıl boyunca, başka [sayfa 19] bir dönemdeki yüzyılın verdiğinden çok daha fazlasını vermişlerdir. Almanya, dünya ticareti içine, gerçekten ve geri dönülmez bir biçimde, ancak şimdi sürüklenmiş bulunuyor. Sanayicilerin sermayeleri hızla birikmiş, ve bunun sonucu, burjuvazinin toplumsal önemi artmıştır. Sınai gönencin (refahın) en sağlam belirtisi, spekülasyon, bol bol çiçek açmakta, ve kontlar ve dükler, onun zafer arabasına zincirlenmiş bulunmaktadırlar. Alman sermayesi yolu açık olsun! şimdi Rus ve Rumen demiryollarını yapıyor, oysa daha bundan ancak 15 yıl önce, Alman demiryolları, İngiliz girişimcilerinin desteğini dileniyordu. Peki ama burjuvazi nasıl oldu da siyasal egemenliği de eline geçirmedi, nasıl oldu da hükümet karşısında bu kadar korkakça davrandı?
Alman burjuvazisinin, gözde Cermen davranışı içinde bulunan, çok geç kalmak gibi bir bahtsızlığı var. Gönenci, öbür batı Avrupa ülkeleri burjuvazisinin siyasal bakımdan çökmeğe yüz tuttuğu bir dönem ile düşümdeş. İngiltere’de, burjuvazi, kendi öz temsilcisi olan Bright’ı, sonuçları bakımından tüm burjuva egemenliğine zorunlu olarak son verecek bir olay pahasına, seçim hakkında bir genişleme pahasına, hükümete sokabildi. Sınıf olarak, cumhuriyet döneminde, 1849 ve 1850’de, sadece iki yıl egemen olabildiği Fransa’da, burjuvazi, toplumsal varlığını, ancak siyasal egemenliğini Louis Bonaparte ile ordunun ellerine vererek uzatabildi. Ve, Avrupa’nın en ileri üç ülkesi arasındaki karşılıklı etki son derece artmış bulunduğu için, bugün, burjuvazinin, siyasal iktidarını, bu iktidar İngiltere ve Fransa’da daha şimdiden yitirilmiş bir duruma gelmişken, Almanya’da rahat rahat kurabilmesi, artık olanaklı değildir.
Burjuvaziyi, daha önce egemen olmuş tüm sınıflardan ayırdeden özellik şudur ki, bu sınıfın gelişmesinde, tüm, egemenlik araçlarının, öyleyse, en başta, sermayelerinin tüm artışının, onu siyasal egemenliğe gitgide daha elverişsiz bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermeyen bir dönüm [sayfa 20] noktası vardır. “Büyük burjuvaların arkasında da, proleterler var.” Burjuvazi, sanayiini, ticaretini, ve ulaştırma araçlarını geliştirdiği ölçüde, proletaryayı doğurur. Ve, her yerde mutlaka aynı olamayan ve mutlaka aynı gelişme derecesine erişmesi gerekmeyen belli bir anda, astarının, proletaryanın, kendisini hızla aştığını farketmeye başlar. Bu andan itibaren, siyasal egemenliğini tek başına sürdürme gücünü yitirir; koşullara göre, iktidarını paylaştığı ya da tamamen kendilerine bıraktığı bağlaşıklar arar.
Almanya’da, bu dönüm noktasına, burjuvazi tarafından, daha 1848’de erşilmişti. Ve işte o anda, Alman burjuvazisi, Alman proletaryasından çok, Fransız proletaryasından korkuya kapıldı. Paris’teki 1848 Haziran çarpışmaları, kendisini neyin beklediğini ona gösterdiler. Alman proletaryası, aynı ürün için tohumun Almanya’da da ekildiğini, ona tanıtlayacak bir kaynaşma içindeydi; ve o günden sonra da, burjuvazinin siyasal eylemindeki sivrilik köreldi. Bağlaşıklar aradı, kendini onlara yok pahasına sattı ve, bugün, tek adım ilerlemiş değil.
Bu bağlaşıkların hepsi de gerici niteliktedir: ordusu ve bürokrasisi ile birlikte krallık, büyük feodal soyluluk, önemsiz küçük toprak ağaları, ve hatta papaz sürüsü. Burjuvazi, salt o değerli postunu kurtarmak için, artık kendine madrabazlık edecek hiç bir şey kalmayana dek, bütün bu kalabalık ile uyuştu ve birleşti. Ve proletarya ne kadar gelişiyor, ne kadar kendi sınıf niteliğini sezmeye, kendi sınıf bilinci ile davranmaya başlıyorsa, burjuvazi de o kadar korkak bir duruma geliyordu. Prusyalıların son derece kötü stratejisi, Sadova’da, Avusturyalıların daha da kötü stratejisini yendiği zaman, aslında Sadova’da kendisi de yenilmiş bulunan Prusya burjuvasinin mi, yoksa Avusturya burjuvasinin mi daha rahat ve daha sevinçli bir soluk aldığını söylemek, çok güçtü.
Bizim büyük burjuvalarımız, 1870’te, tastamam orta [sayfa 21] burjuvaların 1525’te davrandıkları gibi davranıyorlar. Küçük-burjuvalara, zanaatçılara ve dükkancılara gelince, onlar da hep aynı kalacaklardır. Onlar büyük burjuvazi katına yükselmeyi umar, proletarya içine düşmekten korkarlar. Korku ile umut arasında, savaşım sırasında postlarını kurtaracak, ve sonra da kazananla birleşeceklerdir; onların özelliği budur.
Proletaryanın siyasal ve toplumsal eylemi, 1848’den bu yana, sanayideki gelişme düzeyini izlemiştir. Alman işçilerinin, bugün, sendikaları, kooperatifleri, siyasal örgüt ve birlikleri içinde, seçimlerde ve sözümona Reichstag’da oynadıkları rol, Almanya’nın, şu son yirmi yılda, farkına varmadan, nasıl bir dönüşüme uğradığını gösterir. Henüz ne Fransızlar, ne de İngilizler bu işi başaramamışken, Parlamentoya işçileri ve işçi temsilcilerini göndermeyi başarmak, Alman işçilerinin, sadece onların, en büyük övüncesidir.
Ama, 1525 yılı ile olan benzerlikten, henüz proletarya da kurtulmaz. Sadece ve tüm yaşamı boyunca ücrete indirgenmiş sınıf, henüz Alman halkının çoğunluğunu oluşturmaktan çok uzaktır. Öyleyse o da bağlaşıklar arama zorundadır. Ve bu bağlaşıklar da, ancak küçük-burjuvalar, kentler lumpen- proletaryası, küçük köylüler ve tarım gündelikçileri arasında bulunabilirler.
Küçük-burjuvalar’dan daha önce sözettik. Onlara ancak zaferden sonra güvenilebilir, ve o zaman da, “meyhanede, kulakları patlatan zafer çığlıkları atarlar. Gene de, onlar arasında, işçilere kendiliklerinden katılan çok iyi öğeler vardır.
Lumpen-proletarya, bu karargahını büyük kentlerde kurmuş, bütün sınıflardan gelen en bozulmuş bireyler tortusu, olanaklı tüm bağlaşıklar içinde, en kötü olanıdır. Bu ayaktakımı, tamamen satılık ve küstahtır. Fransız işçileri, devrimler sırasında, evlerin duvarına: “Hırsızlara ölüm! yaftasını yapıştırdıkları, ve hatta bunlardan birçoğunu kurşuna [sayfa 22] dizdikleri zaman, bu işi, kuskusuz, mülkiyet aşklarından ötürü değil, ama her şeyden önce, bu güruhtan kurtulmanın gerektiği bilinci ile yaptılar. Bu serserileri savunucu olarak kullanan, ya da bunlara dayanan her işçi önderi, sadece harekete ihanet ettiğini kanıtlar.
Küçük köylüler çünkü büyükleri burjuvaziye katılır çeşitli türlere ayrılırlar.
Bunlar ya soylu efendileri için hâlâ angarya işler gören feodal köylüler’dir.  Burjuvazi bu insanları serflikten kurtarma görevini yerine getiremedikten sonra, bunları, kurtuluşlarını artık sadece işçi sınıfından bekleyebileceklerine inandırmak güç olmayacaktır.
Ya da ortakçı-kiracılar (métayers). Bu durumda, genel olarak İrlanda’daki ilişkilerin tıpkısı yürürlüktedir. Toprak kirası o kadar yüksektir ki, ürün şöyle böyle olduğu zaman, köylü ve ailesi ancak geçinebilirler, ve kötü olduğu zaman, açlıktan ölecek hale gelirler, kiracı kirayı ödeyebilecek bir durumda değildir ve tamamen toprak sahibinin bağımlılığı altına düşer ve onun insafına kalır. Bu türlü insanlar için, burjuvazi ancak buna zorunlu kaldığı zaman bir şey yapar. Öyleyse bunlar kurtuluşlarını işçilerden başka kimden bekleyebilirler?
Geriye, kendi toprak parçalarını işleyen köylüler kalır. Bunlar, çoğu kez, ipoteklerden öylesine bunalmışlardır ki, ortakçı-kiracı, toprak sahibine ne ölçüde bağımlı ise, bunlar da tefeciye o ölçüde bağımlıdırlar. Bunlara da o sefil, ve iyi ya da kötü hasada bağlı olduğu için, kararsız ücretlerinden başka bir şey kalmaz. Bunlar, burjuvaziden, her ne olursa olsun, bütün öbür kategorilerden daha da az bir şey bekleyebilirler, çünkü burjuvanın, tefeci kapitalistin en çok ezdiği bunların ta kendisidir. Bununla birlikte, toprakları aslında kendilerine değil, ama tefeciye ait olsa da, bunlar, çoğu kez topraklarına çok bağlıdır. Gene de bunlar, ancak halka bağlı bir hükümet, tüm ipotek borçlarını bir tek devlet borcuna [sayfa 23] dönüştüreceği, ve böylece faiz oranını düşüreceği zaman, tefeciden kurtarılabileceklerine inandırılabilirler. Ve bu işi de, sadece işçi sınıfı gerçekleştirebilir.
Büyük ve orta toprak mülkiyetinin egemen olduğu her yerde, ücretli tarım işçileri, kırlardaki en kalabalık sınıfı oluştururlar. Tüm Kuzey ve Doğu Almanya’da bu böyledir, ve kent sanayi işçileri, en kalabalık doğal bağlaşıklarını, işte bu sınıfta bulurlar. Büyük toprak sahibi ya da büyük çiftlik kiracısı ile tarım işçisi arasındaki ilişkiler, kapitalist ile sanayi işçisi arasındaki ilişkilerin tıpkısıdır. Birine yardımcı olan önlemler, öbürüne de yardımcı olacaktır. Sanayi işçileri, ancak ve ancak, burjuvaların sermayesini, yani üretim için zorunlu hammaddeleri, makine ve aletleri, yiyecekleri, toplumun mülkü, yani kendileri tarafından ortaklaşa kullanılan kendi mülkleri durumuna dönüştürerek, kurtulabilirler. Bunun gibi, tarım işçileri de, korkunç sefaletlerinden, ancak ve ancak, her şeyden önce, eğer başlıca çalışma nesneleri olan toprak, büyük köylüler ile daha da büyük feodal beylerin özel mülkiyetinden alınıp, toplumsal mülk durumuna dönüştürülür ve tarım işçileri kooperatifleri tarafından kendi ortak hesaplarına işlenirse, kurtulabileceklerdir. Ve burada, uluslararasi Bâle işçi kongresinin, [4] İngiltere’den sonra özellikle bu ülke için uygun idi. Kır proletaryası, tarımsal ücretliler, hükümdarlar ordularının, büyük bölümleri bakımından, kendisinden kuruldukları sınıfı oluştururlar. Bu sınıf, genel oy hakkı gereğince, şimdi parlamentoya, o feodaller ve toprak ağaları sürüsünü yollayan sınıftır; ama aynı zamanda, kent sanayi işçilerine en yakın [sayfa 24] olan, onlarla aynı yaşam koşullarını paylaşan, onlarınkinden bile derin bir sefalet içinde bulunan sınıftır da. Ufalanmış ve dağınık olduğu için, bu sınıf güçsüzdür; ama hükümet ve aristokrasi onun gizli gücünü o kadar iyi bilirler ki, bu sınıfın bilgisiz kalması için, okulları kasten durgunluk içinde bırakırlar. Alman işçi hareketinin en ivedi görevi, bu sınıfı canlandırmak, ve onu kendi izinde sürüklemektir. Tarım işçileri yığınının kendi öz çıkarlarını kavrayacağı gün, Almanya’da gerici, feodal, bürokratik ya da burjuva bir hükümet olanaksız olacaktır.

II

Yukardaki satırlar, bundan dört yıldan çok bir zaman önce yazıldı; ama bugün de tüm değerlerini koruyorlar. Sadova ve Almanya’nın bölüşülmesinden sonra doğru olan şey, Sedan ve Kutsal Alman Prusya imparatorluğunun [5] kurulmasından sonra da doğrulanmış bulunuyor. Sözümona büyük siyasetin “dünyayı sarsan olaylarının, tarihsel hareketin yönü üzerinde yapabildikleri değişiklikler o kadar küçük ki!
Buna karşılık, bu dramatik olayların yapabildikleri şey, bu hareketin hızını artırmak olmuştur. Ve, bu bakımdan, yukardaki “dünyayı sarsan olayların yaratıcıları, istemeyerek, herhalde hiç de dilemedikleri, ama, ister istemez katlanmak zorunda kaldıkları başarılar hazanmışlardır.
1866 savaşı, eski Prusya’yı, daha o zamandan, en derin temellerine kadar sarsmıştı. 1848’den sonra, batı eyaletlerinin başkaldırmış burjuva olduğu kadar proleter sanayi öğelerini eski disiplin altına almak için çok güçlük çekildi; ama başarıldı, ve, doğu eyaletleri toprak ağalarının çıkarları ile ordunun çıkarları, devlet içinde, yeni baştan egemen oldu.
1866’da, hemen tüm Kuzey-Batı Almanya, Prusyalı oldu. Tanrısal hukuka dayanan Prusya tacının, gene tanrısal [sayfa 25] hukuka dayanan öbür üç tacı oburca yutarak kendi kendine verdiği onarılmaz tinsel zarar bir yana bırakılırsa, krallığın ağırlık merkezi o zaman önemli ölçüde Batıya kaydı. Beş milyon Renanyalı ve Vestefalyalı, Kuzey Almanya Konfederasyonununun ilhak ettiği Almanların önce dört milyonu tarafından doğrudan doğruya, sonra da altı milyonu tarafından dolaylı bir biçimde, güçlendirildi. Ve, 1870’te, bunlara sekiz milyon Güney-Batılı Alman daha eklendi, öyle ki, bundan böyle, “yeni imparatorluk içinde, (aralarında, ayrıca, 2 milyon da Polonyalı bulunan Elbe’nin doğusundaki altı eyaletin) 14,5 milyon eski Prusyalısı ile, toprak ağalarının Prusya türü katılaşmış feodalizminden uzun zamandan beri kurtulmuş 25 milyon, karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Böylece, Prusya devlet yapısının tüm temellerini sarsan şey, Prusya ordusunun zaferlerinin ta kendisidir; toprak ağalarının egemenliği, hükümet için bile gitgide çekilmez bir duruma geldi. Ama, aynı zamanda, son derece hızlı sınai gelişme, toprak ağaları ile burjuvalar arasındaki savaşımın yerine, burjuvalar ile işçiler arasındaki savaşımı geçirmişti, öyle ki, eski devletin toplumsal temelleri içerde de tam bir altüst oluşa uğradı. 1840’tan sonra yavaş yavaş dağılan krallığın temel varlık koşulu, soyluluk ile burjuvazi arasındaki savaşımdı, krallık bu savaşım içinde dengeyi sağlıyordu; artık soyluluğu burjuvazinin baskısına değil, ama tüm varlıklı sınıfları işçi sınıfının baskısına karşı korumanın önem kazandığı andan itibaren, eski salt krallık, özel olarak bu erekle hazırlanmış devlet biçimi olan bonapartçı krallığa dönüşme zorunda kaldı. Prusya’nın bu bonapartçılığa geçişini bir başka yerde (Konut Sorunu, 2. fasikül, s. 26 vd.) çözümledim. [6] Orada belirtmediğim, ama burada son derece önemli olan şey şudur ki, bu geçiş, Prusya’nın, 1848’den sonra ileriye doğru attığı en büyük adım olmuştur Prusya, modern gelişmenin bu derecede gerisinde kalmıştı. Prusya henüz yarı-feodal bir devletti; oysa bonapartçılık, ne olursa olsun, feodalizmin [sayfa 26] ortadan kaldırılmasına dayanan modern bir devlet biçimidir. Öyleyse, Prusya, bir çok feodalite kalıntısının işini bitirmeye, toprak ağalarını, toprak ağaları olarak gözden çıkarmaya karar vermelidir. Elbette, bu iş, en hafifletilmiş biçimler altında, ve: “Erişir menzili maksuduna aheste giden atasözüne göre olur. Örneğin, o ünlü bölgeler örgütlenmesinde böyle oldu. Toprak ağasının, kendi toprağı üzerindeki feodal ayrıcalıkları kadırılır, ama bu iş, bu ayrıcalıkları, büyük toprak sahiplerinin tümünün, tüm bölge üzerindeki ayrıcalıkları olarak yeniden yürürlüğe koymak için yapılır. Ayrıcalık, ayrıcalık olarak kalır, sadece feodal lehçeden burjuva ağzına geçirilir. Katılaşmış Prusyalı tipi toprak ağası, zorla, İngiliz Squire’ına benzer bir şey durumuna dönüştürülür: ve öyle karşı gelmeye de pek bir gereksinme duyulmadı, çünkü biri ne kadar budala ise, öbürü de o kadar budaladır.
Demek ki, Prusya’nın tuhaf yazgısı, onun 1808-1813’te başlamış, ve 1848’de de az biraz sürdürmüş bulunduğu burjuva devrimini, bu yüzyılın sonuna doğru, gönül açıcı bonapartçılık biçimi altında tamamlamasını istedi. Ve her şey iyi gider, eğer dünya uslu uslu olduğu yerde kalır, ve eğer hepimiz uzun yıllar yaşarsak, belki de, 1900’de, Prusya hükümetinin tüm feodal kurumları gerçekten kaldırdığını, ve en sonunda. Prusya’nın, Fransa’nın, 1792’de bulunduğu noktaya vardığını görebiliriz.
Feodalizmin kaldırılışı, eğer düşüncemizi olumlu bir biçimde söylemek istersek, burjuva düzeninin kuruluşu anlamına gelir. Aristokratik ayrıcalıklar yürürlükten kalktıkça, mevzuat burjuva bir nitelik kazanır. Ve burada, Alman burjuvazisi ile hükümet arasındaki ilişkilerin tam da üstüne basıyoruz. Hükümetin bu ağır-aksak ve ufak tefek reformları yapma zorunda kaldığını gördük. Ama o, burjuvaziye, bu küçük ödünlerden herbirini, burjuvalara yapılmış bir özveri[sayfa 27] olarak gösterdi. Ve burjuvalar da, bu işin içyüzünü çok iyi bildikleri halde, yutturmacayı kabul ettiler. Berlin’de, Reichstag ve meclisteki tüm tartışmaların temelinde yatan o sessiz uzlaşmanın nedeni budur: Bir yandan, hükümet, salyangoz gidişi ile, yasaları burjuvazinin çıkarları yönünde değiştirir; sanayiin gelişmesi karşısına, feodalite ve küçük devletlerin partikülarizmi tarafından çıkarılan engelleri yok eder; para, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin birliğini sağlar; meslek ve dolaşım özgürlüğünü gerçekleştirerek, Almanya’nın işgücünü, tam ve sınırsız bir biçimde sermayenin emrine verir; ticaret ve spekülasyonu kayırır, öte yandan, burjuvazi tüm gerçek siyasal iktidarı hükümete bırakır; vergileri ve devlet borçlarını onaylar; ona asker verir, ve yeni reformlara yasal bir biçim vermek için ona yardım eder, öyle ki, eski polis iktidarı, güvenilmez kimselere karşı tüm gücünü korur. Burjuvazi, kerteli toplumsal kurtuluşunu, kendi öz siyasi iktidarından hemen vazgeçme pahasına satın alır. Elbette, böylesine bir uzlaşmayı burjuvazi için kabul edilebilir bir duruma getiren baş neden, hükümet korkusu değil, proletarya korkusudur.
Bizim burjuvazinin siyasal alandaki görünüşleri ne kadar içler acısı olursa olsun, sınai ve tecimsel bakımdan, ödevini yerine getirdiği yadsınamaz. Sanayi ve ticaretin, bu yapıtın ikinci baskısının girişinde belirtmiş bulunduğumuz yükselişi, o zamandan beri, daha da büyük bir güçle gelişti. Bu bakımdan, 1869’dan bu yana, Ren-Vestefalya sanayi bölgesinde olup bitenler, Almanya için gerçekten görülmemiş şeylerdir, ve bu yüzyılın başında İngiltere fabrika bölgelerinde görülen hızlı gelişmeyi anımsatır. Ve Saksonya ve Yukarı-Silezya’da, Berlin’de, Hanover ve liman kentlerinde de aynı şey olacaktır. En sonunda bir dünya ticaretimiz, gerçekten büyük bir sanayiimiz, gerçekten modern bir burjuvazimiz var; buna karşılık gerçek bir batkıya (krach) uğradık, [7] ve gerçek, güçlü bir proletaryaya da sahip bulunuyoruz. [sayfa 28]
Geleceğin tarihçisi için, Spickeren, Mars-la-Tour ve Sedan toplarının gürlemesi ve bunların tüm sonucu, 1869-1874 Almanyası’nın tarihinde, Alman proletaryasının iddiasız, dingin, ama kesintisiz gelişmesinden çok daha az önem taşıyacaktır. Daha 1870’te, Alman işçileri çetin bir sınamadan geçtiler: bonapartçı savaş kışkırtıcılığı ve bunun doğal sonucu: Almanya’daki genel ulusal coşku. Sosyalist Alman işçileri bir an bile şaşkınlığa kapılmadılar. En küçük bir ulusal şovenlik göstermediler. En çılgın zafer sarhoşlukları ortasında, ölçülü kaldılar, “Fransız Cumhuriyeti ile denksever ve ilhaksız bir barış istediler; ve sıkıyönetim bile onları susturamadı. Ne savaşların övüncünden, ne de “Alman imparatorluğunun gözkamaştırıcılığı üzerindeki gevezeliklerden etkinlendiler; tek erekleri, tüm Avrupa proletaryasının kurtuluşu olarak kaldı. Başka hiç bir ülke işçilerinin, şimdiye kadar, bu kadar ağır, bu kadar parlak bir sınamadan geçmemiş oldukları söylenebilir.
Savaş zamanının sıkıyönetimini, barış zamanının yurt ihaneti, görevlilere karşı ağır suç ve saldırı davaları, sonra da durmadan artan polis sıkıcılıkları izledi. Volksstaat’ın [8] üç dört yazarı, genel kural olarak, aynı zamanda hapiste bulunuyordu, öbür gazetelerde de, orantılı olarak, durum bunun tıpkısıydı. Partinin biraz tanınmış her sözeni (hatip), yılda en az bir kez, hemen her zaman suçluluk kararı aldığı mahkemeler karşısına çıkıyordu. Sürgünler, zoralımlar, toplantıların dağıtılması, dolu gibi yağıyordu; ama hepsi boşuna. Tutuklanan ya da sürülen her militanın yeri, bir başkası tarafından dolduruluyordu; bozulan her toplantı yerine, iki başka toplantı isteniyordu; polisin keyfe bağlı yönetimi, dayanma ve yasalara sıkı sıkıya uyma aracıyla hafifletilerek, altedildi. Tüm kıyıcılıklar, gözetilen ereğe karşıt bir sonuç verdiler; işçi partisini yıkmak ya da sadece boyun eğdirmek şöyle dursun, bu kıyıcılıklar, tersine, ona durmadan yeni üyeler kazandırıp parti örgütünü güçlendirdiler. Bireysel [sayfa 29] olarak burjuvalara karşı olduğu gibi, yetkelere (otoritelere) karşı savaşımlarında da, işçiler, her yerde, kafaca ve ahlâkça onlardan üstün göründüler ve, özellikle “işverenleri ile olan çatışmalarında, şimdi onların, yani işçilerin kültürlü insanlar, oysa kapitalistlerin ise kabasaba kimseler olduklarını tanıtladılar. Ve, bununla birlikte, savaşımlarını, davalarından ne kadar emin ve üstünlüklerinin ne kadar bilincinde olduklarını gösteren bir mizah duygusu ile yürütüyorlardı. Tarihsel olarak hazırlanmış bir alan üzerinde, böylesine yürütülen bir savaşım, büyük sonuçlar vermeli. Ocak seçimlerinde [9] sağlanan başarılar, modern işçi hareketi tarihinde, bugüne kadar eşine raslanmayan başarılardır ve tüm Avrupa’da uyandırdıkları şaşkınlık tamamen yerinde idi.
Alman işçilerinin, öbür Avrupa işçilerine göre, başlıca iki üstünlüğü var. Birincisi, Alman işçileri, Avrupa’nın en teorisyen halkına mensupturlar; üstelik, sözümona “kültürlü Almanya’da iyiden iyiye yitip gitmiş olan teorik anlayışı korumuşlardır. Eğer daha önce Alman felsefesi, hele Hegel felsefesi olmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi olmuş olacak tek bilimsel sosyalizm hiç bir zaman kurulamazdı. İşçilerin teorik anlayışı olmasaydı, onlar bu bilimsel sosyalizmi hiç bir zaman özümlemiş oldukları derecede özümleyemezlerdi. Ve bu üstünlüğün ne kadar büyük bir üstünlük olduğunu, bir yandan, her türlü teoriye karşı, çeşitli sendikaların kusursuz örgütlenişine karşın, İngiliz işçi hareketinin pek bir ilerleme göstermemesinin başlıca nedenlerinden biri olan kayıtsızlık, ve, öte yandan da, prudonculuk tarafından, ilk biçimi içinde Fransızlar ve Belçikalılarda, sonradan, Bakunin eliyle karikatürleştirilmiş biçimi içinde, İspanyol ve İtalyanlarda yaratılan anlaşmazlık ve karışıklık tanıtlar.
İkinci üstünlük, Almanların, işçi hareketine, zaman bakımından aşağı yukarı en son gelmiş olmalarıdır. Tıpkı teorik Alman sosyalizminin, doktrinlerinin tüm fantezi ve [sayfa 30] ütopyalarına karşın, bütün zamanların en büyük kafaları arasında sayılan ve bugün doğruluklarını bilimsel olarak tanıtladığımız birçok düşünleri öncelemiş bulunan üç adamın, Saint-Simon, Fourier ve Owen’ın omuzları üzerinde yükseldiğini hiç bir zaman unutmayacağıi gibi, pratik Alman işçi hareketi de, İngiliz ve Fransız [işçi -ç.] hareketinin omuzları üzerinde geliştiğini, onların pahalıya edinilmiş deneylerinden sadece yararlanıp, şimdi o zaman çoğu kaçınılmaz olan yanılgılarından kaçınılabildiğini hiç bir zaman unutmamalıdır. İngiliz trade-unionları ile Fransız siyasal işçi savaşımlarının geçmişi olmasaydı, hele Paris Komünü tarafından verilen devsel atılım olmasaydı, bugün hareketin neresinde olurduk?
Alman işçilerinin, durumlarının üstünlüklerinden, az görülür bir zeyreklikle yararlanmasını bildiklerini kabul etmek gerek. Bir işçi hareketi varolalı beri, savaşım, ilk kez olarak, teorik, siyasal ve pratik iktisadi (kapitalistlere karşı direnç) üç yönü içinde, uyum, bağlantı, ve yöntem ile yürütülmüştür. Alman [işçi -ç.] hareketinin yenilmez gücü, işte, deyim yerindeyse, bu tekmerkezli (concentrique) saldırıdadır.
Bir yandan, elverişli konumları nedeniyle, öte yandan İngiliz [işçi -ç.] hareketinin adasal özellikleri ve Fransız [işçi -ç.] hareketinin zorla bastırılması sonucu, Alman işçileri, şimdilik proleter savaşımın ön safında yer almış bulunuyorlar. Olayların, bu şeref yerini ne kadar zaman onlara bırakacağı önceden söylenemez. Ama, bu yeri tuttukları sürece, görevlerini, gerektiği gibi yerine getireceklerdir, bunu ummak gerek… Bunun için, tüm savaşım ve ajitasyon alanlarındaki çabalarını bir kat daha artırmalıdırlar. Önderlerin ödevi, özellikle, bütün teorik sorunlar üzerinde gitgide daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini gitgide daha çok kurtarmak, ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana, bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istediğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır. Buna göre, böylece [sayfa 31] kazanılan gitgide daha açık görüşleri, işçi yığınları arasında, artan bir çabayla yaymak, ve parti ve sendikalar örgütünü gitgide daha güçlü bir biçimde sağlamlaştırmak önem kazanacaktır. Ocak ayında verilen sosyalist oylar, her ne kadar daha şimdiden oldukça güzel bir orduyu temsil ediyorlarsa da, henüz Alman işçi sınıfının çoğunluğunu oluşturmaktan çok uzaktırlar; ve, kır nüfusu arasındaki propagandanın başarıları ne kadar yüreklendirici olursa olsun, özellikle bu alanda yapılacak daha çok şey kalıyor. Yani savaşmayı gevşetmek sözkonusu değil; tersine, bir kent arkasından bir başka kenti, bir seçim çevresi arkasından bir başka seçim çevresini düşmanın elinden söküp almak gerek; ama, her şeyden önce, hiç bir yurtsever şovenlik kabul etmeyen, ve hangi ulustan gelirse gelsin, proleter hareketin her yeni ilerleyişini sevinçle selamlayan gerçek enternasyonal anlayışı korumak sözkonusu. Eğer Alman işçileri böyle davranmakta devam ederlerse, hareketin başında yürüyeceklerdir demiyorum, sadece herhangi bir ulus işçilerinin hareketin başında yürümeleri, hareketin yararına değildir ama savaş çizgisi üzerinde şerefli bir yer tutacaklar ve, hesapta olmayan ağır sınavlar ya da büyük olaylar, onlardan daha çok cesaret, daha çok karar ve daha çok erke istediği zaman, pusatlanmış ve hazır olacaklardır. [sayfa 32]

Londra. 1 Temmuz 1874
FRİEDRİCH ENGELS

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments