Tanrı’nın Krallığı Sorunu
Mesih sorununa benzer bir başka sorun da ‘tanrının krallığı’ sorunudur. Yahudi Kıyamet Kitapları bize ‘tanrının krallığı’nın geleceğini müjdeliyordu ama bu bir kıyametle birlikte olacaktı. İsrail’in kurtuluşu bu kıyamet sayesinde mümkün olacak ve sonrasında da ‘tanrının krallığı” kurulacaktı.
‘Kanonik İnciller’de İsa birçok defa tanrının krallığının henüz gelmediğini ama yaklaşmakta olduğunu söyler.
‘’“Zaman doldu” diyordu “Tanrının egemenliği yaklaştı. Tövbe edin; müjdeye inanın!” ‘’ (Markos, 1:15)
‘’İsa “Size doğrusunu söyleyeyim” diye devam etti. “Burada bulunanlar arasında ‘tanrı egemenliği’nin güçlü biçimde gerçekleştiğini görmeden ölümü tatmayacak olanlar var…”’’ (Markos, 9:1)
“O günü ve o saati ne gökteki melekler ne de Oğul bilir; Baba’dan başka kimse bilmez!” (Markos, 13:32)
Buna karşın başka ifadelerinde ise bu krallık kurulmuştur.
“Ama ben cinleri tanrının eliyle kovuyorsam ‘tanrının egemenliği’ üzerinize gelmiş demektir…” (Luka, 11:20)
“Vaftizci Yahya’nın ortaya çıktığı günden bu yana ‘göklerin egemenliği’ zorlanıyor, zorlu kişiler onu ele geçirmeye çalışıyor.” (Matta, 11:12)
“Yedinci melek borazanını çaldı; gökte yüksek sesler duyuldu: “ ‘Dünyanın egemenliği’ ‘rabbimizin ve mesihinin’ oldu. O egemenlik sonsuzlara dek sürecek.” ‘’ (Vahiy, 11-15)
‘Tanrının krallığı’ Yahudi dinsel anlayışına göre ancak bir felaketle gerçekleşecekti. Yahudilerin çektiği acıları anlatan peygamberler bu kehanette bulunuyordu. Yahudiler bir başka devletin egemenliği altında olmadıkları bir krallık bekliyorlardı.İsa ‘tanrının krallığı’nın kurulacağını söylediğinde Yahudi inancına uymuş, kurulduğunu söylediğinde ise Yahudi inancı ile çelişmiş oluyordu.
Bu sorunun çözümü de bir başka formülasyonla gerçekleşti. İsa’nın aracılığı ile tanrının egemenliği kurulmuştu. Tanrının krallığı ‘iman’ demekti. İsa sayesinde imanlıların etkinliğinin ortaya çıkması bu krallığın kurulması demekti. Tanrının krallığı somut bir krallık değildi; ‘iman etme’ idi… Bu sorun daha ‘Kanonik İnciller’de çözüme kavuşturulmuştu.
İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince öğrencilerinden biri “Ya Rab! Yahya’nın kendi öğrencilerine öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret.” dedi. İsa onlara “Dua ederken şöyle söyleyin: Baba, adın kutsal kılınsın; egemenliğin gelsin! Her gün bize gündelik ekmeğimizi ver; günahlarımızı bağışla! Çünkü biz de bize karşı suç işleyen herkesi bağışlıyoruz. Ayartılmamıza izin verme!” dedi.” (Luka, 11:1-4)
“Ferisiler İsa’ya “Tanrının egemenliği ne zaman gelecek?” diye sordular. İsa onlara şöyle yanıt verdi: “Tanrının egemenliği göze görünür bir şekilde gelmez. İnsanlar da ‘İşte burada’ ya da ‘İşte şurada’ demeyecekler. Çünkü tanrının egemenliği içinizdedir…”’’ (Luka, 17:20-21)
Tanrının krallığı ayrıca tohumun büyümesine (Markos, 4:26-29), hardal tanesine (Markos 4:30-33), hamuru kabartan mayaya (Matta, 13:33) benzetilerek de açıklanmaya çalışılır.
Pavlus’un bu konudaki anlatımlarında ise Gnostik yada Kumran Metinleri’ne daha uygun bir kavrayış tarzı seziliyor. Zaten Pavlus ilginç bir şekilde bugünün krallığını şeytanın krallığı olarak niteler: “Tanrının görünümü olan mesihin yüceliğiyle ilgili müjdenin ışığı imansızların üzerine doğmasın diye bu çağın ilahı onların zihinlerini kör etmiştir” (2. Korintliler, 4:4) Aslında bu yaklaşım sadece Yahudi geleneğine değil sonraki dönemin Hıristiyanlığına da uymamaktadır. Ama Pavlus’da da asıl öne çıkan öğe ‘tanrının krallığı’nı iman ile açıklamaktır.
Hıristiyanlığın İlanı ve Pavlus’un Rolü
Yeni Ahit’in anlatımına göre Hıristiyanlık Kudüs’te doğar. Ancak Hıristiyanlık sözcüğünün kendisi bile Grekçe’dir. Kutsal yağ ile ovulmuş yani meshedilmiş anlamındaki Mesih -İbranice: Maşiah- sözcüğünün Grekçe karşılığı olan Khristos sözcüğü kullanılmaya başlandıktan sonra bu ad, din için de kullanılmaya başlanır. İsa’nın yaşadığı dönemde açık bir din ilanından da söz edilmez. Dinin ilk açıkça ilanı ‘Elçilerin İşleri’nde anlatıldığına göre İsa’nın ölümünden bir süre sonra Petrus tarafından yapılır. ‘Pentekost’ günü bir evde toplanan İsa yanlılarının üzerine ateşe benzer dilleri olan ‘Kutsal Ruh’ gelir ve bu mesajın ardından Petrus Hıristiyanlığı ilan eder. Yaptığı konuşmanın ardından 3000 kişi Kilise’ye katılır (Elçilerin İşleri, 2:43)
İlk Hıristiyanların iki gruptan oluştuğunu görüyoruz: Kudüs asıllı Yahudilerden oluşan ‘İbraniler’ ile Diaspora Yahudilerinden oluşan ‘Helenistler’. Bundan sonra İbraniler ile Helenistler arasında bir gerilim yaşandığını hissediyoruz. İbraniler yasaya bağlılık ve ritüellere uyum konularında daha ısrarlı iken Helenistler yasaya mutlak bağlılığı reddediyorlar. Bu yüzden Ferisilerin Helenistlere büyük düşmanlık beslediğini görüyoruz. Bu gruba yapılan baskı ve Stefanos’un öldürülmesinin ardından Helenistler Yahudiye ve Samiriye bölgelerine dağıldılar.. Bu arada Saul ‘Kilise Topluluğu’nu altüst ediyordu” (Elçiler, 8:1-3) Muhtemelen Kudüs’teki ilk kilisenin Helenist üyeleri sürgüne gönderiliyordu.
Kudüsteki Helenistlerin hakkından gelen Pavlus bununla yetinmeyip Şam’dakileri de ezmeye hazırlanır. Şam’a yaklaştığı sırada ölüp dirilen İsa ile karşılaşır. Bu şokla Hıristiyan olur ve en çok düşmanlık ettiği Helenistlerin en güçlü savunucusu haline gelir. (Bu senaryo İslamiyet’teki Ömer’in başta en azılı düşman, sonra da en önemli adam olmasıyla çok benzeşir.) Bundan sonraki süreçte Pavlus’u sürekli en ön safta ve süreci tümüyle etkileyen bir aktör olarak görüyoruz. Pavlus’un gücü öyle büyüktür ki kilisenin kurucusu Petrus’u bile açıkça azarlamaktan hiç çekinmez.
“Ne var ki, Kefas* (Petrus) Antakya’ya geldiği zaman suçlu olduğu için ona açıkça karşı geldim. Çünkü Yakup’un yanından bazı adamlar gelmeden önce Kefas öteki uluslardan* olanlarla birlikte yemek yerdi. Ama o adamlar gelince sünnet yanlılarından korkarak sünnetsizlerden* uzaklaştı; onlarla yemek yemez oldu.
Öbür Yahudiler de onun gibi iki yüzlülük ettiler. Sonunda Barnaba bile onların ikiyüzlülüğüne kapıldı. Müjde gerçeğine uygun davranmadıklarını görünce hepsinin önünde Kefas`a şöyle dedim: “Yahudi olduğun halde Yahudi gibi değil, öteki uluslardan biri gibi yaşıyorsun; nasıl olur da ulusları Yahudi gibi yaşamaya zorlarsın? Doğuştan Yahudi olan bizler öteki uluslardan olan ‘günahlılar’ değiliz. Yine de insanın Kutsal Yasa’nın* gereklerini yaparak değil, İsa Mesih’e iman ederek aklandığını biliyoruz. Bunun için biz de Yasa’nın gereklerini yaparak değil, Mesih’e iman ederek aklanalım diye Mesih İsa’ya iman ettik. Çünkü hiç kimse Yasa’nın gereklerini yaparak aklanmaz.” (Galatyalılar, 2:11-16)
Başlangıçta Hıristiyanlara kök söktüren Pavlus, Havarilerin içine katılır ve hatta en üst seviyeye çıkar. “Mesih’i örnek aldığım gibi siz de beni örnek alın!” (1. Korintliler, 11:1) demekte hiçbir sakınca görmez. Hatta İsa’nın kendisine görünmesinden yola çıkarak iddialarını giderek büyütür de…
“Kardeşlerim! Yaydığım ‘müjde’nin insandan kaynaklanmadığını bilmenizi istiyorum. Çünkü ben onu insandan almadım, kimseden de öğrenmedim. Bunu bana İsa Mesih vahiy yoluyla açıkladı.” (Galatyalılar, 1: 11-12)
“Ben böyle düşünüyorum ve sanırım bende de Tanrı’nın Ruhu vardır.” (1. Korintliler, 7:40)
“Mesih’in benim aracılığımla konuştuğuna ilişkin kanıt istiyorsunuz.. Mesih size karşı güçsüz değildir; O’nun gücü sizde etkindir…” (2. Korintliler, 13:3)
“Ulusların söz dinlemesi için Mesih’in benim aracılığımla sözle ve eylemle, mucizeler ve harikalar yaratan güçle, Kutsal Ruh’un gücüyle yaptıklarından başka şeyden söz etmeye cesaret edemem!” (Romalılar, 15:1Cool
“Yararlı olmasa da övünmek gereklidir. Şimdi görümlere ve ‘Rab’bin vahiylerine geleyim. On dört yıl önce alınıp ‘üçüncü göğe’ götürülmüş bir Mesih izleyicisi tanıyorum. Bu bedensel olarak mı yoksa beden dışında mı oldu, bilmiyorum; tanrı bilir! Evet bu adamın cennete götürüldüğünü biliyorum; bu bedensel olarak mı yoksa bedenden ayrı mı oldu bilmiyorum; tanrı bilir. Orada dille anlatılamaz, insanın söylemesi yasak olan sözler işitti. Böyle biriyle övüneceğim! Ama kendimle ilgili olarak güçsüzlüklerimden başka bir şeyle övünmeyeceğim! Övünmek istesem bile akılsız olmayacağım! Çünkü gerçeği söylemiş olacağım. Ama kimse beni gördüğünden yada işittiğinden daha üstün görmesin diye övünmekten kaçınıyorum!
Aldığım vahiylerin üstünlüğüyle gururlanmayayım diye bana bedende bir diken, beni yumruklamak için Şeytan’ın bir meleği verildi. Bundan kurtulmak için Rab’be üç kez yalvardım. Ama O bana “Lûtfum sana yeter! Çünkü gücüm güçsüzlükte tamamlanır.” dedi. İşte, Mesih’in gücü içimde bulunsun diye güçsüzlüklerimle sevinerek daha çok övüneceğim! Bu nedenle Mesih uğruna güçsüzlükleri, hakaretleri, zorlukları, zulümleri ve darlıkları sevinçle karşılıyorum! Çünkü ne zaman güçsüzsem o zaman güçlüyüm! Akılsız biri gibi davrandım ama beni buna siz zorladınız! Aslında beni siz tavsiye etmeliydiniz. Çünkü bir hiç isem de -sözüm ona- üstün elçilerden hiç de aşağı değilim. Elçiliğimin kanıtları aranızda büyük bir sabırla, belirtilerle, harikalar ve mucizelerle gösterildi.” (2. Korintliler, 12:1-10)
Pavlus’un hem övündüğü hem övünmediği kişi kendisidir. Göğün üçüncü katına kadar götürüldüğünü, vahiyler aldığını ilan etmektedir. Sözlerinde mistik çağrışımlar da olduğu için farklı anlamlar yüklemek de mümkündür elbette. Yada “Sanırım bende de Tanrı’nın ruhu vardır” derken aslında inanan herkeste olduğunu kabul ettiği tanrının ruhundan daha farklı bir anlam yüklemekte, belki de İsa’nın evlilikle ilgili sözlerine gönderme yapmaktadır. Yine de Pavlus’un ifadelerinden kendini sıradan bir din yayıcısından çok daha ötede gördüğü anlaşılıyor.
Bilgelik Değil İman
“‘İbrahimi dinler’in en önemli ortak özelliği nedir?” diye sorulsa hiç düşünmeden “Koşulsuz iman!” cevabı verilebilir. İbrahim’in bu dinlerin atası sayılmasının da tek nedeni budur. Tanrısı istediği için gözünü kırpmadan çocuğunu kesmeyi göze almış ve karısı Hacer ile oğlu İsmail’i götürüp çöle bırakmış bir ‘iman kahramanı’dır İbrahim. Pavlus’un bütün entelektüel ve mistik birikimini aktardığı konu da ‘iman’ konusudur. Tanrının egemenliği konusuna getirilen ‘iman’ açıklaması bir anlamda ‘İbrani sofuluğu’nun bir ifadesidir.
“Günahkârların ‘tanrı egemenliği’ni miras almayacağını bilmiyor musunuz? Aldanmayın! Ne fuhuş yapanlar ‘tanrının egemenliği’ni miras alacaktır, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne oğlanlar, ne oğlancılar, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular…” (1. Korintliler, 6:9-10)
İsa’nın birçok öyküsü imanın önemine vurgu yapar. Gerçekleştirdiği mucizeler hep imanı sayesindedir ve imanlı olan kişi ne yapmış olursa olsun kabul edilecektir. Hatta bazı örnekler Yahudiler tarafından tepkiyle bile karşılanır. Pavlus’un mektuplarında da Greklerle Yahudilerin karşılaştırmasını yaptığı pasajlar bu açıdan ilginçtir.
“Yahudiler doğaüstü belirtiler ister, Grekler ise bilgelik arar. Ama biz çarmıha gerilmiş Mesih’ duyuruyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar da saçmalık sayarlar. Oysa Mesih çağrılmış olanlar için -ister Yahudi ister Grek olsun- tanrının gücü ve bilgeliğidir” (1. Korintliler, 1:22-24)
“Sözüm ve bildirim, insan bilgeliğinin ikna edici sözlerine değil ‘ruh’un kanıtlayıcı gücüne dayanıyordu. Öyle ki imanınız insan bilgeliğine değil tanrı gücüne dayansın (1. Korintliler, 2:4-5)
Görüldüğü gibi Pavlus insan bilgeliğini küçümseyerek gerçek bilgeliğin tanrıda olduğunu ve bunun da ancak iman sayesinde kazanılacağını söylüyordu. İmana duyulan bu güven duanın önemini ve gücüne olan inancı da bize gösterir.
İsa ona “Elimden gelirse mi? İman eden biri için her şey mümkün!” dedi (Markos, 9:23)
“Bunun için size diyorum ki duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın; dileğiniz yerine gelecektir…” (Markos, 11:24)
“İmanla dua ederseniz dilediğiniz her şeyi alırsınız…” (Matta, 21:22)
Yahudi sofuluğunun elindeki ‘iman’ silahının asıl önemi ise bu silahın tersine Yahudi Yasası’na bağlılığı reddetmek için kullanılmasında yatar. Aslında bu konuda da başlangıçta Kutsal Yahudi Yasası’nı reddetmeyen bir çizgi izlenmektedir.
“Kutsal Yasa’yı yada peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın! Ben geçersiz kılmaya değil tamamlamaya geldim…” (Matta, 5:17)
Ferisilerin en sık eleştirilerinden biri İsa’nın ‘kutsal yasa’ya uymadığı olur. İsa ise kendisinin yasanın ‘ruhuna’ uyduğunu ifade eden ispatlar getirmeye çalışır. Gerçekte İsa ve Havarileri için yasanın gereksizliği açıktır ancak zaten ‘Yahudilerin yüzkarası’ kabul edildikleri için açık bir yasa karşıtlığı yapamazlar. Yasaya bağlılık konusunda izlenen politikayı en açık biçimde Pavlus ifade eder.
“Yahudiler’i kazanmak için Yahudiler’e Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde ‘yasa’ altında olanları kazanmak için onlara ‘yasa altındaymışım’ gibi davrandım. ‘Tanrının Yasası’na sahip olmayan biri değilim; ‘Mesihin Yasası’ altındayım. Buna karşın ‘yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için ‘yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım…” (1.Korintliler, 9:20-21)
Pavlus yasanın gereksizliğini iman ile açıklar. Buradaki ‘iman’ ‘Yahudi İmanı’nı aşan bir boyut taşır. Söz konusu olan ‘yasa’nın biçimsel olarak eskimesi ve özüne uygun bir yeni yasa gerekliliği değildir. Helen Mistisizmi yeniden devreye girer ve yasanın ‘erginlenmemişler’ için geçerli olacağı, ölüp yeniden dirilenler – yani ‘gerçek imanlılar’ için – artık geçerliliğinin kalmadığı ilan edilir. Pavlus Helen Mistisizmi’ni Yahudi İmanı ile iç içe geçirip yeni bir form üretmeyi başarmıştır.
“Şimdiyse biz, daha önce tutsağı olduğumuz ‘yasa’ karşısında öldüğümüz için ‘yasa’dan özgür kılındık. Öyle ki ‘yazılı yasa’nın eski yolunda değil.
Sakramentler
Hıristiyanlıktaki en önemli kavramlardan biri ‘sakrament’ -kutsal işaret, ayin yada sır- kavramıdır. Kutsal işaret, ayin ve sır kavramları bizde birbirlerinden tamamen farklı çağrışımlar yapar. Bunların aynı sözcükle yani ‘sakrament’le ifade edilmesini anlayabilmemiz için yine Helen Mistisizmi’ne girmemiz gerekir.
Hıristiyanlıkta 7 sakrament vardır. Bunlar Vatfiz, Ekmek-Şarap Ayini (Efkaristiya yada Rabbın sofrası da denir), kuvvetlendirme (Konfirmasyon), Günah itirafı, Son Yağlama, Rahip takdisi ve Nikah (evlendirme)’tır. Katolik ve Ortodokslar 7 geleneksel sakramentin hepsini kabul ederken Protestan Kilisesi bunlardan sadece ilk ikisini kabul eder. Zaten en önemlileri de bu ilk ikisi olduğu için bunların üzerinde duracağız.
Detaya girmeden önce bile bu ayin ve sırların daha önce detaylı şekilde anlattığımız Helen Mistik Dinleri’ndeki Erginlenme Ayini’nin bir uyarlanması olduğunu fark ediyoruz. Bilgimizi tekrarlayacak olursak Helen Mistik Dinleri’nde dine yeni giren adaylar bu Erginlenme Törenleri’nden derece derece geçer ve ayin sonrasında da rahiplerin onlara verdiği sırlara ulaşırlardı. Hıristiyan Sakramentleri’nin hem bir Erginlenme Ayini hem de bir ‘sırra ulaşma’ anlamına gelmesi bundandır. Ancak Helen Mistik Dinleri’nde adaylar gerçekten bir takım sırlara ulaşırlar yada ulaştıklarını düşünecek hale getirilirler. Hıristiyanlık, Helen Mistisizmi’nde olduğu gibi sadece sınavlardan geçmeyi başaran küçük bir kesime değil tüm halka açık olduğu için buradaki ‘sır’ daha farklı bir içerik taşır. Aynı zamanda aday Erginlenebilmek için zor sınamalardan geçirilmez. Ritüeller ve hatta ana içerik tamamen benzer olmasına karşın otantik yapı reforme edilmiştir.
Vaftiz
Vaftiz bütün sakramentlerin en önemlisidir. Vaftiz edilmeden ölmüş birisi günahlarından arınmamış, dolayısıyla ‘günahkâr olarak ölmüş’ sayılır. Suya batırılma, su serpme yada ıslatma biçimindeki bu ritüelin bir su simgeselliği olduğu ve ölüm ve yeniden doğuşu sembolize ettiği artık çok iyi bilinmektedir. Eski dünyada bütün kıtalarda yaygın olarak inanılan bu ölüm-yeniden doğum simgeselliğini Pavlus başka bir olaya bağlar: İsa Mesih’in ölümü ver yeniden dirilişi.
“Baba’nın yüceliği sayesinde Mesih nasıl ölümden dirildiyse biz de yeni bir yaşam sürmek üzere vaftiz yoluyla O’nunla birlikte ölüme gömüldük!” (Romalılar, 6:4)
“Vaftizde O’nunla birlikte gömüldünüz. O’nu ölümden dirilten tanrının gücüne iman ederek O’nunla birlikte dirildiniz!” (Koloseliler, 2:12)
Petrus da vaftizi aynı biçimde açıklar; hatta daha ileri giderek ‘tufan olayı’nı da bir tür vaftiz örneği olarak verir.
“Bir zamanlar Nuh’un günlerinde gemi yapılırken tanrının sabırla beklemesine karşın bu ruhlar söz dinlememişlerdi. O gemide birkaç kişi daha doğrusu sekiz kişi suyla kurtuldu. Bu olay vaftizi simgeliyor. Bedenin kirden arınması değil tanrıya yönelen temiz vicdanın dileği olan vaftiz İsa Mesih’in dirilişiyle şimdi sizi de kurtarıyor…” (1.Petrus, 3:20-21)
Görüldüğü gibi aslında İlk Hıristiyanlar açısından vaftizin mistik anlamı oldukça açıktır. Çünkü tüm Helen dünyasında yaygın olan mistik inançların içinde yaşamaktadırlar ve bugün küçümsenen Pagan dinlerinin uygulayıcıları törenlerinin mistik anlamlarından daha uzaklaşmamışlardır. Ancak böyle bir düşüncenin Yahudilik tarafından kabul edilmesi düşünülemez. Aslında Ortadoğu dinlerinde abdest benzeri arınma işlevli ritüeller vardır. Yahudi Mezhepleri’nden Essenilerde de kutsal suyla yıkanma bir arınma ritüeli olarak kabul edilmiştir. Ancak Hıristiyanlıktaki içerik tamamen Helenist bir içeriktir.
Efkaristiya
Vaftizden sonraki ikinci önemli sakrament ise Efkaristiya yada ‘ekmek ve şarap ayini’dir. Efkaristiya da vaftizle aynı içeriğe sahiptir; İsa’nın mistik bedeniyle ve kiliseyle bütünleşme anlamı taşır. İsa’nın bedeni ekmekle, kanı da şarapla özdeşleştirilir. Son yemekte olduğu gibi:
“Sonra eline ekmek aldı; şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın..” dedi. Aynı şekilde yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır.”” (Luka, 22:19-20)
Pavlus da İsa’nın bedeninden yemeyi ve kanını içmeyi sadece bir anma olarak düşünmez. Buna mistik bir içerik verir. Bu ayinde ekmek yiyip şarap içerek tanrı ile birleşilmiş olur. Pavlus buna dayanarak “Mesih içimizdedir” der.
“Tanrıya şükrettiğimiz şükran kâsesiyle Mesih’in kanına paydaş olmuyor muyuz? Bölüp yediğimiz ekmekle Mesih’in bedenine paydaş olmuyor muyuz? Ekmek bir olduğu gibi biz de çok olduğumuz halde bir bedeniz. Çünkü hepimiz bir ekmeği paylaşıyoruz…” (1. Korintliler, 10:16-17)
“İman yolunda olup olmadığınızı anlamak için kendinizi sınayıp yoklayın. İsa Mesih’in içinizde olduğunu bilmiyor musunuz? Yoksa sınavdan başarısız çıkarsınız!” (2. Korintliler, 13:5)
Mistik Erginlenme Ayinleri’nin en önemli kısmının bu bütünleşme olduğunu biliyoruz. Özellikle Dionysos Ayinleri’nde bir hayvan kurban edilip sembolik olarak ölen tanrının eti yerine çiğ et yenildiğini ve kanının içildiğini hatırlayalım. Ölüp yeniden dirilen tanrı ile bütünleşmek bu mistik ayinlerin en önemli özelliklerinden biriydi. Hatta Mithraizm’in tanrısı ölüp dirilmemiş olmasına karşın onun ayinlerinde bile aynı ekmek ve şarap ritüeli yapılırdı.
Görüldüğü gibi ‘sakrament’in neden hem kutsal ayin, hem kutsal sır, hem kutsal bir işaret anlamına geldiği Helen Mistik Dinleri’ni bildiğimiz zaman anlaşılır oluyor. Kutsal bir ayindir; çünkü bir tür Erginlenme Ayinidir. Kutsal bir sırdır; çünkü Erginlenme Ayini’nin sonunda bu sırra ulaşma şeklinde tarihsel bir miras vardır. Kutsal bir işarettir; çünkü sembolik olarak tanrıyla bütünleşme gerçekleştirilir.