Petrograd’da tasfiyecilerin çıkardığı Naşe Dyelo (n° 1, 1915), Kautsky’nin Enternasyonalizm ve Savaş başlıklı broşürünün çevirisini yayınlıyor. Ama aynı zamanda bay A. Potresov, kendi görüşünce bir “savunmacı” (yani Fransız-Rus türünü tanımaya yanaşmayan, ama Alman sosyal- şovenizmi için ricacı olan bir savunmacı), bir “yargıç” (yani marksist yöntemi herhangi bir önyargıya saplanmaksızın uygulamaya çalışan bir marksist) gibi davranan Kautsky’yle aynı görüşü paylaşmadığını söylüyor.
İşin aslında hem bay A Potresov, hem Kautsky apaçık safsata yapıp ulusal liberal-işçi siyasetini savunarak, ana sorunlarda marksizme ihanet etmişlerdir. Bay A Potresov ayrıntılar üzerine Kautsky’le tartışmaya girişerek, okurlarının dikkatini temel noktalardan uzaklaştırıyor. Bay Potresov’a göre, İngiliz ve Fransız “demokrasileri”nin (yazar, işçi sınıfı demokrasisini kastediyor) savaş karşısındaki tutumu sorununa getirilen “çözüm”, “bir bütün olarak iyi bir çözüm”dür ; bu demokrasiler, diyor Potresov, getirdikleri çözüm her ne kadar bilinçli olmasa da, “mutlu bir raslantı sonucu ulusal çözümle uyuşum halinde bulunduğuna” göre, “doğru davranmışlardır”.
Bu sözlerin anlamı açıktır. Bay A Potresov, İngiliz-Fransız perdesi ardında Rus şovenizmini savunuyor, Üçlü Anlaşma sosyalistlerinin kullandığı yurtsever taktikleri haklı gösteriyor. Bay Potresov, Kautsky’ye karşı çıkıyor, ama bir marksistin bir şoveniste karşı çıkması gereken biçimde değil, bir Rus şovenistin bir Alman şovenistine karşı çıkması biçiminde karşı çıkıyor. Bu eski, havı dökülmüş bir yöntemdir; ama belirtmek gerekir ki, bay A. Potresov sözlerinin açık ve yalın anlamını, olabildiği ölçüde sulandırıp karışık bir biçime sokmaya çalışıyor.
Bay A Potresov’la Kautsky’nin üzerinde görüş birliğinde oldukları noktalar, işin özüdür. Örneğin, “bugünkü proletarya enternasyonalizmi, ülkenin savunmasıyla bağdaşır” (K. Kautsky, broşürün Almanca baskısında) görüşünde birleşiyorlar. Bay A. Potresov, “bir saldırıyla karşılaşan” ülkenin özel durumundan sözediyor. Kautsky, “halk, bir düşman istilasından korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz” diyor. “Eğer bir ülkenin insanları savaşa kendi hükümetlerinin değil, ama komşu devletin karanlık tasarımlarının neden olduğunu görürlerse -ve böyle bir düşünceyi basın, vb. yoluyla halka işlemeye çalışmayacak hangi hükümet vardır!- o zaman … sınırları düşmana karşı savunma arzusu tüm halka yayılır… Öfkeye kapılan yığınlar, orduların sınırlara gönderilmesini engellemeye çalışanları öldürebilir.” (K Kautsky’nin 1911 tarihli yazısında).
Bu, bütün sosyal-şovenıstlenn temel düşüncesinin sözde marksist savunusudur.
Kautsky, hükümetin (ve burjuvazinin), kabahati bir başka ülkenin “karanlık tasarımları”na bağlayarak “halkı, nüfusu, yığınları” aldatabileceğini daha 1911’de açıkça görmüştür. Öyleyse akla gelen soru, böyle bir aldatmayı desteklemenin -savaş ödeneklerinden yana oy vermenin, konuşmanın, yazı yazmanın, vb.- enternasyonalizm ve sosyalizmle bağdaşıp bağdaşmadığı, ulusal liberal-işçi siyasetiyle bir olup olmadığı sorusudur! Kautsky, bu sorunun yerine başka bir soruyu, yani “bireyler”in, kendi hükümetlerince aldatılan halk çoğunluğunun arzusuna karşı çıkarak “orduların gönderilmesini engellemeye çalışmaları”nın makul olup olmadığı” sorusunu koyduğu zaman, “savunmacı”nın en utanmazı, safsatacının en kötüsü gibi davranıyor. Sorun bu değil. İşin özü bu değil. Aldatılan küçük-burjuva, bu görüşün tersine inandırılmalı, aldatmaca, onlara açıkça gösterilmelidir: Bazan onlarla birlikte savaş alanına gitmek ve savaş deneyimiyle ayılmalarına kadar beklemek gerekli olabilir. Ama burada tartışma konusu olan şey bu değildir; burada tartışılan şey, burjuvazinin “halkı” aldatmasına sosyalistlerin katılmasına göz yumulabilip yumulamayacağıdır. Kautsky’yle Potresov, bütün “Büyük” Devletlerin -İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’nın- hükümetleriyle burjuvazisinin “karanlık tasarımları”nın 1914 emperyalist savaşında eşit ölçüde payı ve sorumluluğu olduğunu pek iyi bildikleri halde, böyle bir aldatmacayı haklı gösteriyorlar. Örneğin 1912 Basle kararında, bu açıkça belirtilmiştir.
Hiç kuşku yok ki, “halk”, yani küçük-burjuva yığınları ve aldatılmış bir bölük işçi, düşmanın “karanlık tasarımları” yollu burjuva masalına inanır. Ama sosyal-demokratlara düşen görev, bu aldatmacayla savaşmaktır, onu desteklemek değil. Savaştan çok önce, bütün ülkelerdeki tüm sosyal-demokratlar, Büyük Devletlerin hepsinin gerçekte, sömürgeler üzerinde egemenlik kurup genişletmeye, küçük ulusları ezmeye çalıştığını söylemişlerdir. Bu, Basle’da yinelenmiştir. Savaş, sömürgelerin paylaşılması ve öteki toprakların yağmalanması amacıyla sürdürülüyor; hırsızlar bozuşmuştur, böyle bir zamanda bazı hırsızların kötü durumda olduğunu söylemek utanmazca bir burjuva yalanıdır; böyle yapmak hırsızların çıkarını halkın ya da ata toprağının çıkarları gibi göstermek demektir. Savaşın zararını çeken halka doğruyu söylemeliyiz; doğru şudur ki, savaşan ülkelerin burjuvazisi ve hükümetleri devrilmedikçe, savaşın getirdiği acılar hiçbir biçimde savunulamaz. Galiçya’yı ya da Macaristan’ı boğazlamak suretiyle Belçika’yı savunmak “ata topraklarının savunulması” demek değildir.
Savaşları kınayan Marx da örneğin 1854-76’da olduğu gibi, sosyalistlerin arzusuna karşın, savaş bir gerçeklik haline geldiği zaman, savaşan taraflardan birini tutmuştur. Kautsky’nin broşüründeki başlıca kozası ve dava da budur. “Enternasyonalizm”i, belli bir ülkede değil, ama tüm dünyada, proletaryanın çıkarları açısından savaştaki hangi tarafın başarısının daha istenir ya da daha az zararlı olduğunu bulmak diye anlayan bay Portesov’un tutumu da aynıdır. Savaş, diyor Potresov, hükümetler ve burjuvazi tarafından sürdürülmektedir; hangi hükümetin zaferinin dünya işçileri için daha az tehlikeli olduğuna karar vermek proletaryaya kalmış bir iştir.
Bu mantığın safsatası, tarihin geçmiş bir dönemini bugünün yerine koymasındadır. Kautsky’nin sözünü ettiği eski savaşların ana özellikleri şunlardı:
(1) Eski savaşlar burjuva-demokratik reformların sorunlarıyla ve mutlakıyetin devrilmesi ya da yabancı baskısından kurtulmakla ilgiliydi;
(2) sosyalist bir devrimin nesnel koşulları henüz olgunlaşmamıştı, savaş öncesinde hiçbir sosyalist, (1907) Stuttgart ve (1912) Basle kararlarının yaptığı gibi, savaştan “kapitalizmin düşüşünü hızlandırmak” üzere yararlanmanın sözünü edemezdi;
(3) birbirine karşıt toplulukların hiçbirinin ülkesinde, savaşımda sınavdan geçmiş, geniş yığınlara seslenebilecek, güçlü hiçbir sosyalist parti yoktu.
Sözün kısası, birbirine düşman ülkelerin hükümetleriyle burjuvazilerine karşı herhangi bir genel proletarya hareketinden sözetme olanağının bulunmadığı bir dönemde Marx’ın ve marksistlerin, hangi burjuvazinin üstün gelmesinin dünya proletaryası için daha az zararlı (ya da daha yararlı) olacağını saptamakla yetinmelerinde şaşılacak bir şey yoktur.
Savaştan uzun zaman önce ve dünya tarihinde ilk kez, şimdi savaşmakta olan ülkelerin sosyalistleri biraraya gelmişler ve savaştan “kapitalizmin düşüşünü hızlandırmak” için yararlanacaklarını ilan etmişlerdir (1907, Stuttgart kararı). Başka deyişle, “düşüşü hızlandıracak”, yani sosyalist bir devrime yol verecek nesnel koşulların olgunlaştığını kabul etmişlerdir. Bu demektir ki, onlar, hükümetleri bir devrimle tehdit etmişlerdir. (1912) Basle kararında ise, Komüne ve Ekim-Aralık 1905’e [1] yani iç savaşa değinerek, aynı şeyi daha açıkça belirtmişlerdir.
Hükümetleri devrimle korkutmuş ve proletaryayı devrim yapmaya çağırmış olan sosyalistler, savaş patladığı zaman yarım yüzyıl önce olup bitenleri öne sürmeye başlamışlardır; bugün de hükümetlere ve burjuvaziye gösterilen sosyalist desteği haklı çıkarmaktadırlar. Marksist Gorter, Felemenk dilinde yayınlanan Emperyalizm, Dünya Savaşı ve Sosyal-Demokrasi başlıklı broşüründe Kautsky türünden “radikaller”i söze gelince yiğit, işe gelince hain olan 1848 liberalleriyle karşılaştırırken yerden göğe haklıdır.
Onlarca yıldan beri, Avrupa sosyalizmi içinde, devrimci sosyal-demokratlar ile oportünistler arasında bir çatışma süregelmiştir. Bunalım şimdi tepe noktasındadır. Savaş, çıbanı patlatmıştır. En resmi partiler, “kendi” burjuvazilerinin ayrıcalıklarını ve onların sömürgelere sahip olma, küçük ulusları ezme, vb. ayrıcalıklarını savunan ulusal liberal-işçi politikacıları önünde boyun eğmişlerdir. Hem Kautsky, hem Potresov, ulusal liberal-işçi siyasetini, proletaryanın gözleri önüne serecek yerde, savunmakta ve haklı göstermektedirler. Sosyal-şovenistlerin safsatalarının özü işte budur.
Bay A. Potresov “Stuttgart formülünün ilke olarak savunulamazlığı”nı söyleyerek dikkatsizce baklayı ağzından çıkarı vermiştir . Buna ne buyrulur? Proletarya için açık dönekler, kendini gizleyenlerden yeğdir. Devam edin bay A. Potresov; Stuttgart’la Basle’ı yadsımak, daha dürüst bir tutumdur.
Diplomat Kautsky, bay A Potresov’dan daha düzenbazdır; Stuttgart’la Basle’ı yadsımıyor. Kautsky’nin yaptığı şey, yalnızca, -“yalnızca”!- Basle bildirisini, devrimle ilgili her şeyi atlayarak aktarmaktır. Sansür, mavi kalemini hem Potresov, hem Kautsky için kullanıyor olabilir mi? Gerek Potresov, gerek Kautsky, devrimden, ancak sansürün izin verdiği ölçüde sözetmeğe hazır görünüyorlar.
Potresov’la Kautsky’nin ve yandaşlarının, Stuttgart ve Basle kararlarının yerine şöyle bir şey konmasını önereceklerini umalım: “Çabalarımıza karşın savaş patlarsa dünya proletaryası açısından, neyin onun yararına olduğuna karar vermeliyiz: Hindistan’ı İngiltere yağmalarsa mı daha iyi olur, yoksa Almanya yağmalarsa mı; Afrika’nın zencilerine ‘ateş suyu’nun nasıl kullanılacağı öğretilip Fransızlar tarafından soyulurlarsa mı daha iyi olur, yoksa Almanlar tarafından soyulurlarsa mı; Türkiye, Avusturya ile Almanya tarafından mı ezilirse daha iyi olur, yoksa İngiliz-Fransız-Rus ittifakı tarafından ezilirse mi; Almanlar Belçika’yı boğazlarsa mı iyi olur, yoksa Ruslar Galiçya’yı boğazlarlarsa mı; Çin, Japonlar tarafından mı bölünürse iyi olur, yoksa Amerikalılar tarafından mı”, vb..
Sotsial-Demokrat, n° 41, 1 Mayıs 1915 Collected Works, vol. 21, s. 183-187.
Dipnot
[1] 1905’de Tüm Rusya’daki Ekim siyasal gervine ve Moskova’daki Aralık silahlı ayaklanmasına atıf yapılmaktadır.