31.
Soruna getirdiğim yanıtı dilegetirdim bile. Bunun varsaydığı birşey, kurtarıcı tipinin bize iyice çarpıtılmış bir biçim içinde aktarıldığıdır. Bu çarpıtmanın ortaya çıkışı konusunda birçok olasılık var: böyle bir tip, birçok nedenden dolayı, saf, tam, katkısız kalamaz. Hem içinde gezdiği ortam iz bırakmış olmalı bu yabancı biçimlenme üzerinde, hem de, belki daha da fazla, tarih, ilk Hristiyan topluluğun yazgısı: bu yazgı, geriye doğru işlemesiyle, bu tipi ancak savaştan çıkabilecek, propaganda amacına göre anlaşılabilecek çizgilerle donatmıştır. Bize Evangelium’ların tanıttığı o acaip ve hasta dünya —bir Rus romanından çıkmış gibi, toplumun artıklarının, sinir bozukluklarının ve «çocukça» budalalığın buluşma yeri gibi görünen bu dünya— herhalde bu tipi kabalaştırmış olmalı: özellikle ilk tilmizler, tamamiyle. simgeler ve kavranamazlıklar içinde yüzen bu varlığı, ondan herhangi birşey anlayabilmek için, ilkin kendi ilkel anlama biçimlerine çevirmişlerdir, —onlar için bu tip ilkin daha tanıdık biçimlere çevrilip yeniden biçimlendirilmekle varolabilirdi ancak… Peygamber, Messias, geleceğin yargıcı, ahlâk hocası, mucizeler yaratıcısı, Vaftizci Yahya —hepsi, bu tipi yanlış anlamanın yolları… Sonunda da, her büyük, yani tarikat kurucu yüceltmenin kendine özgülüğünü de yabana atmayalım: böyle bir yüceltme, yücelttiği varlığın özgün ve çoğunlukla garip gelen yabancı çizgilerini, acaipliklerini, silip yok eder — onun kendisini göremez. Ne yazık ki décadent’lerin bu en ilgincinin yakınında bir Dostoyevski yaşamamış; yani, böylesine bir derinlik, hastalık ve çocukluk karışımının tam da en sürükleyicisinin çekiciliğini duyabilecek biri. Son bir bakış açısı: Bu tip, bir décadence tipi olarak, sahiden de kendine özgü bir çoğulluk ve çelişiklikten oluşmuş olabilir: böyle bir olanağın da tamamiyle dışarıda bırakılmaması gerekir. Gene de, herşey bu olanağa karşı: tam da aktarımın bu noktada garip bir biçimde aslına sadık ve nesnel olması gerekirdi: oysa bunun tam tersini varsaymak için nedenlerimiz var. Çünkü ilkin karşımıza,. Dağdaki, Denizdeki ve Çayırdaki Vaazları verenin serimlediği çelişme çıkıyor; görünüşü, pek de Hintli olmayan bir toprak üstünde duran bir Buddha gibi, ya da bir fanatik saldırgan, Tanrıbilimcilerin ve rahiplerin ölümüne düşmanı —Renan’ın gizli hoşnutsuzluğunun «le grand maître en ironie» diye yücelttiği görünüş. Benim, bu geniş ölçüdeki yürekliliğin (ve espri sahipliliğinin) ilkin Hristiyan propagandasının doruk noktasına vardığı dönemde Usta’nın tipine aktarıldığından şüphem yok : tarikatçıların, kendi apolojilerini kurmak için ustalarını nasıl geniş bir aldırmazlıkla kullandıkları yeterince biliniyor, ilk topluluk, tanrıbilimcilere karşı çıkarmak için, kendisi de yargılayan, tartışan, öfkeli ve kötü niyetli, kılıkırkyaran bir tanrıbilimciye gereksinim duyduğunda, «Tanrı»sını kendi gereksinimlerine göre yarattı: tıpkı, şimdi artık onlar olmadan edemeyeceği, «geri dönüş», «yargı günü», her türlü zamansal beklenti ve çağın gibi tümüyle Evangelium-dışı kavranılan hiç çekinmeden onun ağzına yakıştırdığı gibi.—
32.
Yeniden belirtiyorum ki, kurtarıcı tipine fanatik’in aktarılmasına karşıyım: Kenan’ın kullandığı imperieux sözcüğü bile, tek başına bu tipi yokediyor. «iyi haber», işte, artık hiçbir karşıtlığın bulunmamasıdır; gökyüzü krallığı çocuklara aittir; burada dilegelen inanç, savaşçı bir inanç değildir, —vardır bu inanç, hep, başından beri vardır, sanki tinselliğe doğru gerileyen çocukluktu bu. Gecikmiş ve .organizma içinde gelişmemiş bir buluğ durumunun, dejeneresans’ın bir sonucu olduğunu, en azından fizyologlar bilirler —Böyle bir inanç, öfkelenmez, kusur bulmaz, karşı çıkmaz: «kılıç» değildir getirdiği, —hiç farkında değildir bir süre sonra nasıl kesici olabileceğinin. Kendini ne mucizelerle, ne ödül ve vaadle, ne de hele «yazıyla» kanıtlamaz: kendisi zaten her an kendi mucizesi, kendi ödülü, kendi kanıtı, kendi «Tanrı Krallığı»dır. Bu inanç kendisini formüllerle dile de getirmez — yaşar o, formüllere karşı da korur kendini. Tabiî ki çevre, dil, belirli bir kavram çerçevesinin önceden gelişmiş olması gibi raslantılar belirleyicidir: ilk Hristiyanlığın elinde yalnızca Yahudi-Semitik kavramlar vardı (—Akşamyemeği’ndeki yeme içme de; Kilise tarafından, her Yahudice şey gibi öylesine kötüye kullanılan bu Akşamyemeği kavramı, bunlar arasındadır). Ama, bu kavramların içinde, bir imdili, bir semiotik, bir eğretileme vesilesinden öte birşey görmeğe çalışmamak. Bu gerçekçi-karşıtı için, hiçbir sözün sözcük anlamında alınmaması, konuşabilmenin tam da önkoşuludur. Hintliler arasında olsaydı Sankhyam’ın kavramlarını, Çinliler arasında da Lao-Tse’ninkileri kullanırdı —hiçbir fark da duymazdı. —İsa’ya, biraz ifade hoşgörüsüyle, bir «özgür tinli» denebilir —her türlü sağlam belirginliği hiçe çevirir : söz öldürür, her ne ki belirgindir, öldürür. Yalnızca kendi bildiği biçimiyle «yaşam» kavramı, deneyimi, her türlü söze, formüle, yasaya, inanca, dogmaya karşı direniyordu. Ancak en içten, en içinden konuşabiliyordu: en iç olanın sözleri, «yaşam» ya da «hakikat» ya da «ışık»tı, —bütün geri kalanlar, bütün gerçeklik, bütün doğa, hatta dilin kendisi, onun için ancak bir imge, bir benzetme değeri taşıyordu. —Bu noktada, Hristiyan, yani Kilise: önyargılarında yatan ayartmaya, ne denli güçlü de olsa, kapılarak, yanlış anlamaya düşmemek gerek: Böylesine bir par excellence simgeci her türlü dinin dışında durur; her türlü tapınma kavramının, her türlü tarihin, her türlü doğabiliminin, her türlü dünya deneyiminin, her türlü bilginin, her türlü siyasetin, her türlü psikolojinin, her türlü kitabın, her türlü sanatın dışında —onun, bu gibi şeyler üzerine: tek bildiği», böylesine şeylerin varolduğu konusunda bir saf budalalıktır. Kültür ona dedikodu yoluyla bile tanıdık değildir, ona karşı savaş vermesi gerekmez hiç de, —onu değillemez… Aynı şey devlet için de geçerli, bütün vatandaşlık düzeni ve toplum için de, çalışma için de, savaş için de; —hiçbir zaman «dünya»yı değillemek için bir nedeni olmadı, Kilise’nin «dünya» kavramını hiç sezinlemedi bile… Tam da değilleme onun için tamamiyle olanaksız birşeydi. —Aynı şekilde, diyalektik de yoktur burada, bir inancın, bir «hakikat»ın nedenler göstererek kanıtlanabileceği tasarımı yoktur (—onun kanıtları iç «ışıklar», içindeki haz duygulan ve kendini evetlemelerdir, hepsi «kuvvet kanıtları»—). Böyle bir öğreti zaten karşı çıkamaz; başka öğretilerin de varolduğunu, varolabileceğin!, hiç de kavramış değildir, karşıt bir yargılama biçimini hiç tasarlayamaz bile… Onunla karşılaşınca da, en içten acımayla bu «körlük» için üzüntü duyar, —çünkü o, «ışığı» görüyordur—, ama itiraz etmez…
33.
«Evangelium»un bütün psikolojisinde suç ve ödek kavramı yoktur: aynı şekilde ödül kavramı da. «Günah», Tanrı ile insan arasındaki her mesafelik ilişkisi, yokedilmiştir, — «iyi haber» de tam budur. Kutsanmışlık, vaadedilmiş değildir, koşullara bağlanmış değildir : o, biricik gerçekliktir— bütün geri kalan da, bu gerçeklik üzerine konuşmayı sağlayacak imgeler…
Böyle bir durumun sonuçları, yeni bir pratiğe yansır, sahici Evangelium pratiğine. Hristiyanı ayırdeden, bir «inanç» değildir: Hristiyan eylemde bulunur, onu ayırdeden, farklı bir eylemdir. Kendisine kötülük yapana, ne sözle ne. de yüreğinde, direnmemek eylemi. Yabancılar ve yerliler, Yahudiler ile Yahudi olmayanlar arasında fark gözetmemek («komşu», aslında inançdaşı, Yahudidir). Hiçkimseye öfkelenmemek, hiçkimseyi horgörmemek. Mahkemelerde ne görünmek ne de aranmak («yemin etmemek»). Hiçbir koşulda, karısının sadakatsizliği kanıtlandığında bile, karısından ayrılmamak.— Temelde hepsi tek bir ilke, hepsi tek bir içgüdünün sonuçları.—
Kurtarıcının yaşamı bu pratikten başka birşey değildi, —ölümü de bundan başka birşey değil… Tanrı ile ilişkisinde hiçbir formüle, hiçbir törene gereksinimi yoktu —duaya bile Bütün Yahudice pişmanlık ve nedamet öğretisiyle hesabını kesmişti; tek bildiği, kişinin «Tanrısal», «kutsanmış», «Evangeİium’ca» duygular duymasını, kendisini sürekli «Tanrının evladı» olarak duymasını sağlayan yaşam pratiği idi. Tanrıya giden yollar, «pişmanlık» değildir, «affedilmek için dua» değildir: yalnızca Evangeİium’ca pratik Tanrıya götürür; bu, Tanrı’ dır zaten —Evangelium aracılığıyla giderilen, «günah», «günahların affı», «inanç», inanç yoluyla kurtulmak» kavramlarının Yahudiliğiydi, —Yahudi Kilise öğretisi, «iyi haber»in içinde değillenir.
Kendini «gökyüzünde» hissetmek, «bengi» hissetmek için nasıl yaşanması gerektiği; hertürlü başka tutumla da kendini «gökyüzünde, hisset»memek konusundaki derin içgüdü : yalnızca budur «felah»ın psikolojik gerçekliği. —Bir yeni tutumdur bu; yeni bir inanç, değil…
34.
Bu büyük simgeciden herhangi birşey anlayabilmişsem, bu, onun yalnızca iç gerçekleri gerçekler, «hakikatler» olarak aldığıdır, —gerisini, her türlü doğal, zamansal, uzamsal, tarihsel şeyi, yalnızca imge olarak, benzetme vesilesi olarak anladığı. «İnsanoğlu» kavramı, tarihe ait bir somut kişi değildir, herhangi bir tek, tek seferlik birey değil, «bengi» bir olgusallıktır, zaman kavramından kurtulmuş bir psikolojik simgedir. Aynı şey, en üst anlamda, bu tipik simgecinin Tanrısı için de geçerlidir, «Tanrının melekûtu» için, «gökyüzü krallığı» için, «Tanrının evlatları» için de. Kilise’nin inancındaki çiğlikler kadar Hristiyanlık dışı şeyler yoktur: Kişi olarak Tanrı, gelecek olan bir «Tanrı krallığı», ötede duran bir «gökyüzü krallığı», teslis’in ikinci kişisi olarak «Tanrının oğlu». Bütün bunlar —deyimim bağışlansın— dam üstünde saksağandır— hem de ne dam! Evangelium damı; simge berbat etmede, dünya tarihi ölçüsünde bir kiniklik . Oysa, «baba» ve «oğul» imgeleriyle neyin işin içine sokulduğu apaçık— herkes için apaçık değil, bunu teslim ediyorum : «oğul» sözcüğüyle, bütün şeylerin toptan açıklaşması duygusuna (kutsanmışlık) katılma dilegelir, «baba» sözcüğüyle de bu duygunun kendisi, bengilik, tamamlanmışlık duygusu. —Kilise’nin bu simge düzeneğini ne. hale soktuğunu anımsatmaktan utanıyorum: Hristiyan «inanç»ının eşiğine, bir Amphitryon öyküsü koymadı mı? Ve bunun üstüne bir de «kirlenmemiş peydahlanma» konusunda bir dogma?… Oysa bunu yapmakla peydahlanmayı kirletti. — —
«Gökyüzü krallığı» bir yürek durumudur —«yeryüzünün üstünde» bulunan ya da «ölümden sonra» gelen birşey değil. Evangelium’da doğal ölüm kavramı diye birşey yoktur: ölüm bir köprü değildir, bir geçiş değildir; yoktur o, çünkü tamamiyle başka, yalnızca görünür, yalnızca imge yararı olan bir dünyaya aittir, «ölüm .saati» Hristiyan bir kavram değildir — «saat», zaman, fiziksel yaşam ve onun bunalımları, «iyi haber»in öğretmeni için hiç de varolan şeyler değildir… «Tanrının krallığı», kişinin bekleyeceği birşey değildir; onun dünü de yoktur öbürgünü de, «bin yılda» gelecek de değildir —o, bir yürek yaşantısıdır; heryerde vardır, hiçbiryerde yoktur.
35.
Bu «iyi haberci» yaşadığı gibi öldü, öğrettiği gibi —«insanları kurtarmak» için değil, nasıl yaşanması gerektiğini göstermek için. Geriye, insanlığa bıraktığı, kendi pratiğidir: yargıçları karşısındaki tutumu, gardiyanları karşısındaki, davacıları karşısındaki ve her türlü karalama ve yuhalama karşısındaki — çarmıhtaki tutumu. Direnmez, hakkını korumaz, başına gelebilecek en son şeye karşı bile kendisini savunacak birşey yapmaz, tersine, meydan okur ona… Ve kendisine, kötülük yapanlarla birlikte, yakanr, acı çeker, yapanlara acır, onları sever… Çarmıhta gardiyanına söylediği, bütün Evangelium’u özetler. «Sahiden de kutsal bir insanmış bu, Tanrı’nın oğluymuş» der Gardiyan. «Bunu hissediyorsan— diye yanıtlar onu Kurtarıcı— sen cennettesin demektir, sen de Tanrı’nın bir evladısın demektir»… Hiç korumamak kendini, hiç öfkelenmemek, hiç sorumlu, tutmammak… Kötülüğe de: direnmemek, —onu sevmek…
36.
İlkin biz, biz özgürleşmiş tinliler sahip olduk, ondokuz yüzyılın yanlış anladığı birşeyi anlamanın koşullarına, —bu içgüdü ve tutku haline gelmiş dürüstlüğe, «kutsal yalan»a başka her türlü yalandan daha fazla savaş açan bu dürüstlüğe… Kişi, eskiden, bizim nazik ve özenli yansızlığımızdan, böylesi yabancı, böylesine ince şeylerin yordanabilmesi için gerekli tinsel yetişmeden, ölçülemeyecek denli uzaktı: kişi, hep, arlanmaz bir bencillikle, yalnızca kendi yararını buldu işin içinde; Evangelium’a getirilen karşıtlığın üstüne bir Kilise kuruldu…
Birisi, büyük dünya oyununun içinde, ironik bir Tanrısallığın parmağı bulunup bulunmadığı konusunda bir işaretin peşine düşseydi, adı Hristiyanlık olan şu kocaman soru işaretinde bulacağı ipuçları az olmazdı, insanlığın, Evangelium’un kaynağı, anlamı, hakkı açısından, onun karşıtı olan şey önünde dizlerinin üstüne düşmüş olması; «Kilise» kavramıyla, tam da «İyi Habercinin kendi altında, ardında duyduğu şeyi kutsal ilan etmiş olması —daha büyük bir dünya tarihi ironisi aramak boşuna— —
37.
—Çağımız, tarihsel anlama yetisiyle gururlu: nasıl oldu da bir anlamsızlığa inanır oldu, o zaman, Hristiyanlığın başlangıcında, kaba bir mucize yaratıcısı ve kurtarıcı masalının durduğu konusunda, —ve bütün tinsel ve simgesel olanın ancak sonraki bir gelişme olduğu konusunda? Tam tersi: Hristiyanlığın tarihi —bu da, çarmıhtaki ölümden bu yana, demek— kaynaktan bir simgelemin adım adım kabalaşan bir biçimde yanlış anlaşılmasının tarihidir. Hristiyanlığın hep daha geniş, hep daha çiğ, içinde doğduğu koşullara hep daha uzak kitlelere her yayılışında, Hristiyanlığı vulgarize etmek, barbarize etmek hep daha gerekli olmuştur. —Imperium Romanum’un bütün yeraltı tapınışlarının öğretilerini ve törelerini, her türden hastalıklı aklın saçmalıklarını içine alıp yutmuştur. Hristiyanlığın yazgısı, ona inanmakla doyuma ulaşacak gereksinimler ne denli hastalıklı, ne denli aşağı ve bayağı ise, ona olan inancın da o denli hastalıklı, aşağı ve bayağı hale gelmek zorunda olmasında yatar. Sonunda da hastalıklı barbarlık kendisini Kilise olarak Örgütleyerek güce ulaştı. —Kilise, bu, ruhun her dürüstlüğüne, her yüceliğine, tinin her yetiştirilişine, her özgür yürekli, iyi yürekli insancalığa karşı ölümüne düşmanlığın biçimi. —Hristiyanca olan ile soylu olan değerler: ilkin biz, biz özgürleşmiş tinliler, bunu, varolan en büyük değer karşıtlığını, yeniden kurduk! — —
38.
—Bu noktada bir iç çekişini bastırmayacağım, öyle günler olur ki, en karasevdadan daha kara bir duygu gelir, başıma dikilir — insan horgörüsü. Ve, neyi horgördüğüm, kimi horgördüğüm konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmamak için : bugünün insanıdır bu, benim, yazgım sonucu zamandaşı olmak zorunda kaldığım insan. Bugünün insanı —boğuyor beni onun pis kokulu nefesi… Geçmiş karşısında, bütün bilgi adamları gibi, büyük bir hoşgörü taşırım, yani geniş yürekli bir kendini dizginleme : binlerce yılın tımarhane dünyalarını gezerim de, hüzünlü bir dikkatle, bunlara «Hristiyanlık», «Hristiyan inancı», «Hristiyan Kilisesi» derim, —insanlığı bunların ruh hastalıklarından dolayı sorumlu tutmaktan kaçınırım. Oysa, yeni zamanlara, bizim zamanımıza adım atar atmaz, duygum tersyüz olur, dayanamaz, patlar. Bizim zamanımız bilgilidir… Eskiden yalnızca hastalık olan, bugün namussuzluktur, —bugün Hristiyan olmak, namussuzluktur. Ve iğrenmem de burada başlar. —Çevreme bakıyorum : bir zamanlar «hakikat» denen şeyin tek bir sözü bile kalmamış ortada, bir rahip «hakikat» sözcüğünü daha ağzına bile alınca, dayanamaz hale geliyorum. Dürüstlükle en ufak alışverişi olan kişi, bugün bilmek zorundadır ki, bir Tanrıbilimci, bir rahip, bir papa, söylediği her tümceyle, yalnızca yanılıyor değil, yalan söylüyordur, —artık elinde de değildir, «masumca», «cahilce» yalan söylemek. Rahip de herkes gibi bilir artık «Tanrı»nın olmadığını, «günahkar»ın, «kurtarıcı»nın olmadığını, —«özgür istem»in, «ahlaksal dünya düzeni»nin yalanlar olduğunu : —tinin içinde bulunduğu sıkıntı, derin kendini aşma gereksinimi, artık hiçkimsenin bunları bilmemesine izin vermiyor. Kilisenin bütün kavramlarının ne olduğu artık ortaya çıkmıştır, en berbat kalpazanlıklar oldukları, doğayı, doğal değerleri değersizleştirmek amacını taşıdıkları; rahibin kendisinin de ne olduğu ortada, en tehlikeli asalak türü, yaşamın sahici zehirli örümceği… Biliyoruz, vicdanımız biliyor bugün—, rahiplerin ve Kilise’nin bu korkunç buluşlarının değerinin ne olduğunu, neye yaradıklarını, nasıl, insanlığın iğrenç bir görünüm kazanabilmesine yol açan bu kendini aşağılama durumuna ulaşılmasını sağladıklarını— «öte dünya», «yargı günü», «ruhun ölümsüzlüğü» kavranılan, «ruh» kavramının kendisi: bunlar, rahibin egemen olmasına, egemen kalmasına yarayan işkence aletleridir, acımasızlık düzenekleridir… Herkes biliyor bunları: ve gene. de herşey eskisi gibi duruyor. Aslında son derece soğuk, kolay etkilenmeyen bir insan türü, ve sapına kadar eylem deccalleri olan devlet adamlarımız bile kendilerini Hristiyan diye niteleyip Akşamyemeği ayinlerine giderken, son dürüstlük duygusu, kendi kendine saygı duygusu, nereye gitti?… Genç bir Prens, kıtalarının başında, halkının kendini arama ve kendini yüceltme güdülerinin görkemli dilegelişi, —oysa, hiçbir utanç duymadan, kendini Hristiyan inancına bağlı ilan ediyor!… Kimdir Hıristiyanlığı değilleyen? ne demektir «dünya»? Asker olmak, yargıç olmak, vatansever olmak; kendini korumak; onuruna bağlı kalmak; kendi yararına olanı istemek; gururlu olmak… Bugünün her anının her pratiği, her içgüdüsü, eylem olan her değerlendirmesi, Hristiyanlığa karşıdır : modern -insan nasıl bir sahtelik garibesi olmalı ki, bütün bunlara karşın utanmıyor, kendine hâlâ Hristiyan demekten!— —
39.
—Geri dönüyorum, Hristiyanlığın sahici tarihini anlatıyorum. —Daha «Hristiyanlık» sözcüğü bile bir yanlış anlamadır —aslında, tek bir Hristiyan vardı, o da çarmıhta öldü. «Evangelium» çarmıhta öldü. O andan başlayarak «Evangelium» adını alan herşey, daha o anda, onun yaşadığının karşıtıydı: «kötü haber»di, bir dysangelium’du. Hristiyanlığın işaretini bir «inanç» ta, diyelim, İsa tarafından kurtarılma inancında görmek saçmalık kertesinde yanlıştır: yalnızca Hristiyanca bir pratik, çarmıhta ölenin yaşadığı gibi yaşanmış bir yaşam, Hristiyancadır… Bugün de olanaklıdır böylesi bir yaşam, hatta bazı insanlar için zorunludur: sahici, kaynaktan Hristiyanlık bütün zamanlarda olanaklı olacaktır… Hiç de bir inanç değil, bir yapma, özellikle de, birçok şeyi yapmama, başka türden bir Varolma… Bilinç durumları, herhangi bir inanç, bir-şeyi doğru saymak, örneğin —her psikolog bilir bunu—, içgüdüler karşısında tamamiyle önemsizdir ve onların değeri açısından beşinci derecede kalır: tam olarak söylersek, tinsel nedensellik kavramı tümüyle yanlıştır. Hristiyan olmanın, Hristiyanlığın bir doğru-saymaya, salt bir bilinç görüngüselliğine indirgenmesi, Hristiyanlığı olumsuzlama anlamına gelir. Gerçekte, Hristiyan diye birisi yoktur. «Hristiyan», iki binyıldır Hristiyan adını taşıyan şey, psikolojik bir kendini yanlış anlamadan başka birşey değildir. Dikkatli bakılınca, «Hristiyan»ın içinde, bütün «inancı»na karşın, yalnızca içgüdüler egemendir —hem. de ne içgüdüler! —«inanç», her zaman, örneğin Luther’de, ardında içgüdülerin kendi oyunlarını oynadıkları bir örtü, bir perde, bir bahaneden başka birşey değildi—, bazı içgüdülerin egemenliği karşısında kurnaz bir körlük… «İnanç» —bunu daha önce de sahici Hristiyan kurnazlığı olarak nitelendirmiştim—, «inanç»la ilgili konuşulur yalnızca, eylemde ise içgüdüyle bulunulur… Hristiyanın tasanm dünyasında, gerçekliğe daha bir ucundan bile değen hiçbir-şey bulunmaz : buna karşılık, her türlü gerçekliğe karşı içgüdüsel nefretin, Hristiyanlığın kökündeki biricik güdücü öğe olduğunu görmüştük. Bundan nasıl bir sonuç çıkıyor? Burada in psychologicis olarak da yanılgının kökten, yani nelik belirleyici, yani töz olduğu sonucu. Buradan bir kavram kaldırıp yerine bir gerçeklik koyun
—bütün Hristiyanlık hiçliğin içine yuvarlanır gider!
—Yüksekten bakınca, garip olguların bu en garibi, yanılgılarla belirlenmekle kalmayıp, yalnızca zararlı yalnızca yaşam ve yürek zehirleyici yanılgılar söz konusu olunca yaratıcı, hatta dahiyane hale gelen bu din, Tanrıların seyrine layık bir oyundur, —aynı zamanda filozoflar olan q Tanrıların, örneğin benim o ünlü karşılıklı konuşma sırasında Naksos’da karşılaştığım Tanrıların. İğrenme onları (—ve bizi!) bırakınca, Hristiyanın bu oyunu için müteşekkir olacaklar: yeryüzü denen şu fukara gökcismi, belki de sadece bu ilginç vaka sayesinde Tanrısal bir bakışı, Tanrısal bir ilgilenmeyi hakediyor… Çünkü Hristiyanı küçümsemeyelim: Hristiyan, masum olma kertesindeki sahteliğiyle, maymunun çok üstündedir, —Hristiyan açısından, iyi bilinen bir köken kuramı sadece bir nazik iltifat haline geliyor…
40.
—Evangelium’un yazgısı, ölümle karara bağlandı, —çarmıha gerildi… Ancak ölüm, bu beklenmeyen aşağılayıcı ölüm, ancak çarmıh, bu genelde yalnızca canaille için ayrılmış şey, —ancak bu tüyler ürpertici paradoks, havarileri sahici gizemin karşısına getirdi: «Kimdi bu? Neydi bu?» —Sarsılmış ve en derinden aşağılanmış duygu, kuşku, böylesi bir ölümün, davalarının çürütülmesi olabileceği, korkunç bir «niye tam da böyle?» soru işareti —bu konum kendini pek iyi.kavradı. Burada herşey zorunlu olmak zorundaydı, anlam, ussallık, en üst düzeyde ussallık taşımak zorundaydı: bir havarinin sevgisi rastlantı tanımaz. İlkin şimdi uçurumun iki yakası biribirinden ayrıldı: «Kim öldürdü onu? Kimdi onun doğal düşmanı?» —bu soru bir şimşek gibi çaktı: Yanıt: egemen Yahudilik, onun en üst katmanı. Bu andan sonra, kendilerini düzene karşı başkaldınyor hissetmeye başladılar, İsa’yı da, ardından,, düzene karşı başkaldırıyor diye anladılar. O zamana dek yoktu onun tasarımındaki bu savaşçı, bu Hayır diyen, Hayır yapan çizgi; dahası, bunun karşıtıydı o. Açık ki, küçük topluluk asıl önemli noktayı anlamamıştı, böyle bir yolla ölmenin taşıdığı örnek olma anlamını, her türlü iessentiment duygusu karşısındaki özgürlüğünü, üstünlüğünü: —onu ne. kadar az anladıklarının en iyi göstergesi! İsa, ölümüyle, aslında öğretisinin herkesin önündeki en güçlü sınavını, kanıtını vermekten başka birşey istememişti, isteyemezdi de…Oysa havarileri, bu ölümü bağışlamaktan çok uzaktılar, —buysa, en üst anlamda Evangelium’ca birşey olurdu; ya da, daha iyisi, yumuşak ve sevgi dolu bir yürekle, kendilerini de aynı ölüme sunmak…Tam da en Evangelium dışı duygu, intikam, yine baskın çıktı. İş, bu ölümle sona eremezdi: «karşılık», «yargılama» gerekliydi (—oysa, «karşılık», «ceza», «yargılama» gibi şeylerden daha Evangelium dışı ne olabilirdi!) Yaygın Messiah beklentisi yeniden önplana çıktı; tarihsel bir an belirlendi: «Tanrının krallığı» düşmanlarını yargılamak için gelecekti… Ama bununla herşey yanlış anlaşılmış oluyordu : bir son edim, ileride tutulacak bir söz olarak «Tanrının krallığı»! Oysa Evengelium tam da bu «krallığın» varoluşu, doyuma varışı, gerçekliğiydi zaten. Tam da böylesi bir ölüm bu «Tanrı krallığı»nın ta kendisiydi… Ancak şimdi, Usta’nın tipine, Farisiler ve Tanrıbilimcilere karşı bütün o horgörme ve kızgınlık taşındı —böylece, de kendisi bir Farisi ve Tanrıbilimci haline sokuldu! öte yandan da, bu bütün çivileri çıkmış ruhlar, ölçü tanımaz tapınmalarıyla, İsa’nın öğrettiği Tanrının evlâdı olma konusunda herkesin eşit hakka sahip olduğu yollu Evangelium düşüncesine dayanamadılar: intikamları, kendileri geri çekilerek, İsa’yı yükseltmek, kendilerinden ayırmak oldu: tıpkı, bir zamanlar Yahudilerin, düşmanlarından intikam almak için Tanrılarını kendilerinden ayırıp yüksekte bir yere koydukları gibi. Tek bir Tanrı ve Tanrının tek bir oğlu : İkisi de ressentiment’ın ürünleri…
41.
—Ve o andan başlayarak saçma bir sorun çıktı ortaya : «Nasıl olabildi de Tanrı buna izinverdi?» Buna, küçük topluluğun çarpılmış aklı bir o kadar korkunç saçmalıkta bir yanıt buldu: Tanrı günahların bağışlanması için oğlunu kurban vermişti. Nasıl da tek bir vuruşta sonu gelmişti Evangelium’un! Suça karşılık kurban düşüncesi, hem de en iğrenç, en barbarca biçimiyle : suçlunun günahları için, suçsuzun kurban edilmesi! Ne denli tüyler ürpertici bir putataparlık!
—İsa, oysa, «suç» kavramının kendisini yok etmişti.
—tanrı ile insan arasındaki uçurumu yadsımış, tanrı ile insan arasındaki o birliği, kendi «iyi. haber»i olarak yaşamıştı… Kendi ayrıcalığı olarak değil! —Artık adım adım, kurtarıcı tipine eklemeler yapıldı: Yargılama ve geri-dönüş öğretisi, bir kurban ölümü olarak ölüm öğretisi,diriliş öğretisi, ki bununla, bütün bir «kutsanmışlık» yerine de ölümden sonraki bir durum koyarak!… Paulus, bu yorumu, bu pespaye yorumu, o her zamanki hahamvari arlanmazlığıyla, şöyle mantıklaştırdı: « Eğer İsa ölüyken dirilmezse, o zaman inancımız boşunadır». —Ve bir seferde, Evangelium, yerine getirilemeyecek vaadlerin en aşağılığı, arlanmaz bir kişisel ölümsüzlük öğretisi haline geldi… Paulus ayrıca bunun bir ödül olacağını öğretti!…
42.
Çarmıhtaki ölümle neyin sona erdiği görülüyor: bir yeni, baştan başa kaynaktan Budistçe banş hareketi girişimi; yalnızca vaad olarak değil, sahiden yaşanan bir yeryüzü mutluluğu için bir girişim- Çünkü bu —daha önce de vurguladım—. iki décadence dini arasındaki temel farktır: Budizm vaadetmez hiç, yerine getirir, Hristiyanlık ise herşeyi vaadeder, yerine getirdiği ise. hiçtir. —«İyi haber»in hemen peşinden, olabilecek en kötüsü geldi: Paulus’un «haber»i. Paulus’ta, «iyi haberci»nin karşıt tipi cisim bulur; nefretin, nefret düşünün, nefretin acımasız mantığının dehası- Neleri kurban etmedi ki bu Dysangelist, nefrete! En başta da Kurtarıcı’nın kendisini: kendi çarmıhına gerdi onu. Evangelium’daki bütün yaşam, bütün örneklik, bütün öğreti, ölüm, anlam, hak— hiçbirşey yoktu ki bu kalpazan onu nefret yoluyla kavrayarak kendi amacı için kullanmasın. Gerçeklik yok, tarihsel hakikat yok!… Ve bir kez daha, Yahudinin rahip içgüdüsü, tarih üzerindeki aynı büyük suçu işliyor —Hristiyanlığın dününü, evvelsi gününü bir kalemde siliyor, ilk Hristiyanlığın bir tarihini kendisi uyduruyor… Dahası: İsrael tarihini de bir kez daha sahteleştiriyor, onun, kendi yaptıklarının başlangıç tarihi olarak görünmesini sağlıyor: bütün peygamberler onun «Kurtarıcı»sının sözünü -etmişlerdir… Kilise de, sonradan, insanlığın tarihini bile sahteleştirerek Hristiyanlığın tarih-öncesi dönemi haline sokmuştur… Kurtarıcı’nın tipi, öğretisi, pratiği, ölümü, ölümünün anlamı, ölümünden sonrası bile —hiçbirşey kalmadı el atılmadık, hiçbirşey kalmadı, gerçekliğe uzaktan yakından benzeyen. Paulus, çok yalın birşey yaptı; yalnızca, bu varoluşun bütün ağırlık noktasını, bu varoluşun ardına yerleştirdi —«dirilen» İsa yalanına. Kurtarıcı’nın yaşamı onun hiçbir işine yaramazdı, —çarmıhtaki ölüm gerekliydi onun için, ve birşey daha… Stoacı aydınlanmanın başkentinde, yetişmiş bir Paulus’u, gördüğü bir sanrı yoluyla Kurtarıcı’nın hâlâ yaşadığının kanıtını çıkarırken, içten sanmak, hatta, bu sanrıyı gördüğünü anlatmasına bile, inanmak, bir psikolog için sahici bir safdillik olurdu: Paulus amacı istiyordu, dolayısıyla aracı da istedi… Onun kendi inanmadığına, kendi öğretisini aralarına attığı budalalar, inanacaklardı — onun gereksinimi güçlülükt ü ; rahip, Paulus’un benliğinde yeniden güçlü olmayı istiyordu, —kitleleri tiranize etmesine, sürüler oluşturmasına yarayacak kavramlar, öğretiler, simgeler gereksiyordu yalnızca. —Sonradan Muhammed’in Hristiyanlıktan aldığı tek şey neydi? Paulus’un icadı; onun, rahip tiranlığı için, sürü oluşturmak için kullandığı araç, ölümsüzlük inancı — yani, «yargılama» öğretisi…
43
Yaşamın ağırlık noktası yaşamın içine değil, «öte »ye yerleştirilince — hiçliğe —, o zaman, yaşamın ağırlık noktası toptan kaldırılmış demektir. Bireysel ölümsüzlük konusundaki büyük yalan, içgüdülerdeki her ussallığı, her doğallığı yıkar, —içgüdülerde olumlu, yaşamı ilerletici, geleceği sağlamlaştırıcı ne varsa, artık güvensizlik uyandırır. Yaşamanın artık hiçbir anlamı yok, diye yaşamak, yaşamın anlamı olur artık… Neye yarar ki topluluk ruhu, neye yarar geçmişe ve atalara şükran, neye birlikte çalışmak, güvenmek, herhangi bir toplu refah arzulamak ve amaçlamak?… Hepsi «ayartı» bunların, hepsi «doğru yol»dan sapmalar — «Tek bir şey gerek»… Herkesin, ölümsüz ruh» olarak herkesle eşit düzeyde olması, bütün varlıkların toplamı içinde, herbir bireyin «felah» ının bir bengi önemlilik üzerinde hak iddia edebilmesi, ufacık böceklerin ve dörtteüç çatlakların, kendileri uğruna doğa yasalarının sürekli çiğnene ceğini hayal edebilmeleri, —her türden bencilliğin böylesine, sonsuzluğa, utanmazlığa dek yüceltilmesini, yeteri bir horgörüyle niteleyemiyor kişi.. Oysa Hristiyanlık, zaferini, bireysel kendinibeğenmişliğin bu acınası pohpohlanmasına borçludur, —tam da bununla bütün biçimsizleri, isyankâr eğilimlileri, nasibi kıtları, insanlığın bütün süprüntü ve artıklarını kendi yanma çekti. «Ruhun felahı» —çevirirsek: «dünya benim çevremde dönüyor»… «Herkese eşit hak» öğretisinin zehiri —Hristiyanlık bunu en temel biçimde yaymıştır; Hristiyanlık, insan ile insan arasındaki her türlü derin saygı ve mesafe duygusuna karşı, yani kültürün her türlü yükselme ve büyümesinin önkoşuluna karşı, kötü içgüdülerin en gizli köşebucağından çıkarak, ölümüne bir savaş vermiştir, —kitlelerin ressentiment’ını döve döve, baş silahını biçimlendirmiştir, bize karşı, yeryüzündeki her türlü soyluluğa, neşeliliğe, yüce yürekliliğe karşı, bizim yeryüzü mutluluğumuza karşı… Kabul edelim ki bu Petrus ve Paulus’un «ölümsüzlükleri, soylu insanlığa karşı o zamana dek girişilmiş en büyük, en alçakça saldırıydı. —Ve Hristiyanlıktan çıkarak, politikaya dek sızmış bu yazgıyı da küçümsemeyelim! Bugün hiçkimsenin cesareti yok, özel haklara sahip olmak için, egemenlik hakları için, kendisi ve kendi eşitleri karşısında derin saygı duyguları için—bir mesafe tutkusu için ortaya çıkmağa. Politikamız bu cesaret yoksunluğu yüzünden hasta haldedir!—Düşünüş biçimi aristokrasisi, ruhların eşitliği yalanı yoluyla, yeraltının en altına gömülmüştür; ve «çoğunluğun hakkı»na inanç, devrimler yapmış ve daha da yapacaksa, hiç kuşkumuz olmasın, Hristiyanlıktır, Hristiyanca değeryargılandır, her devrimi salt kan ve suçluluğa çeviren! Hristiyanlık, her türlü sürünenlerin, yüksekliği olanlara karşı başkaldırısıdır: «düşkünler »in Evangelium’u, düşkünleştirir…
44.
—Evangelium’lar, daha ilk topluluk içindeki dayanılmaz yozlaşmanın tanıkları olarak paha biçilmez değer taşırlar. Paulus’un sonradan bir haham mantıkçı kinikliğiyle ucuna götürdüğü süreç, gene de, Kurtarıcı’nın ölümüyle başlayan düşüş süreciydi yalnızca. —Bu Evangelium’ları okurken yeteri kadar dikkatli olamıyor kişi; her sözcüğün ardında zorluklar yatıyor. İtiraf ediyorum. Bana karşı şu söylenebilir : bunlar, tam da bu özellikleriyle, bir psikolog için birinci sınıf zevk kaynaklarıdır, —her türlü safdil yozlaşmanın karşıtı olarak, psikolojik yozlaşmanın par excellence incelmişlikleri, sanatlaşmaları. Evangelium’lar, benzersizdir. Genel olarak İncil, hiçbir karşılaştırma kaldırmaz. Karşınızda Yahudiler var: ilk bakış açısı bu, burada ipin ucunu hepten kaçırmamak için. Burada «kutsal» hale gelen dehalaşmış kendini çarpıtma, bu kitaplar ve insanlar arasında başka hiçbir yerde yaklaşık olarak bile ulaşılmamış, sanat olmuş sözcük ve davranış kalpazanlığı, herhangi bir bireysel yeteneğin, herhangi bir istisnai mizacın rastlantısı değildir. Burada ırk vardır. Kutsal bir biçimde yalan söyleme sanatı olarak Hristiyanlıkta, bütün Yahudilik, yüzlerce yıllık özenli, ciddi Yahudi uğraşısı ve becerisi, son ustalık düzeyine ulaşır. Hristiyan, yalanın bu ultima ratio’su, bir kere daha Yahudidir —hatta üç kere kendisi… Yalnızca, rahibin pratiğinde kanıtlanmış kavramları, simgeleri, tavırları uygulama konusunda temelden bir istem, başka her türlü pratiği, başka her tür değer ve yararlılık perspektifini içgüdüsel olarak reddetmek —bu yalnızca gelenek değildir, bu kalıtımdır: ancak kalıtım olmasıyla, doğa gibi bir etkilemede bulunabilirdi. Bütün insanlık, hem de en iyi çağların en iyi kafaları —(biri dışında, ama belki de o salt bir insan – dışıdır—) aldandılar. Evangelium, masumluk kitabı olarak okundu… : burada ne denli ustalıkla oyun oynandığının hiç de küçük bir nişanesi değil bu. —Tabiî ki, bunları, şöyle gelip geçerken bile olsa, görebilseydik, bütün bu harika böcekleri ve uydurma azizleri, işleri tabiî ki hemen biterdi, —ve tam da bu yüzden, ben, her okuduğum sözcükte bir tavır görmeden edemediğimden, onların işini bitiriyorum… Hiç dayanamadığını da, bunların bir biçimde gözlerini şöyle kocaman kocaman açmaları. —Bereket versin büyük çoğunluk için kitapla yalnızca edebiyattır — — Aldanmamak: «yargılamayın» derler, ama yollarında duran herşeyi cehenneme gönderirler. Tanrının yargılamasını sağlayarak, kendileri yargılarlar; tanrıyı yüceltmekle, kendilerini yüceltirler; tam da kendi elde edebilecekleri —dahası, ayakta kalmak için gereksedikleri— erdemleri teşvik etmek1e, kendilerine erdem uğruna güreşiyorlar, erdemin egemenliği için savaşıyorlar görünümünü verirler. «Biz iyi için yaşıyoruz, ölüyoruz, kendimizi kurban ediyoruz» («hakikat» için, «ışık» için, «tanrının melekutu» için) : Aslında yaptıkları, yapmadan edemeyecekleridir. Ödlekçe tarzlarıyla sinerken, köşeye çekilirken, gölgelerde gölgeler gibi yaşayıp giderken, bunu bir ödev haline sokarlar : ödev olarak görülünce, yaşamları alçakgönüllü gibi gözükür, alçakgönüllülük olarak da erdemliliklerinin bir kanıtı olur… Ah, bu alçakgönüllü, iffetli, iyi yürekli yalancılık! «Bizim tanıklığımızı erdemin keıdisi yapar»… Evangelium’lar, ahlak aracılığıyla ayartılma kitapları olarak okunmalıdır: ahlak, bu küçük adamlarca iyice bir cilalanır, —bunlar iyi bilirler ahlakla ilgili nasıl davranılması gerektiğini! İnsanlık, ahlakla, en iyi burnundan çekerek götüıülür! —Gerçek şu ki, burada en bilinçli seçilmişlik kendini beğenmişliği, alçakgönüllülük rolünü oynamaktadır: kendileri, «topluluk», «iyiler ve haklılar», toptan bir yana, «hakikat»ın yanına konur —ve geri kalan da, «dünya» da, öteki yana… Bu, yeryüzünde şimdiye dek ortaya çıkmış en alınyazıcı büyüklük vehmidir: küçük, çarpık böcekler ve yalancılar, başlarlar «tanrı», «hakikat», «ışık», tin», «sevgi», «bilgelik», «yaşam» kavramlarına sanki kendilerinin eşanlamlılarıymış gibi sahip çıkmağa; bu yolla da «dünya»yı kendi karşılarında sınırlandırmağa; küçük, en büyük olma şişkinliğindeki, her türden tımarhane için biçilmiş kaftan Yahudiler, değerleri kendi etraflarında tersine çevirdiler, sanki Hristiyan, geri kalan herşey için ilkin anlam, tuz-biber, ölçüymüş, hem de herşeyin en son yargılayıcısıymış gibi… Bütün bu alınyazıcı durumu olanaklı kılan, dünyada akraba, ırktan akraba bir büyüklük vehminin zaten bulunmasıdır, Yahudi büyüklük vehminin : Yahudiler ile Yahudi-Hristiyanlar arasındaki uçurum açılır açılmaz, berikilerin elindeki tek seçenek, Yahudi içgüdüsünün öğütlediği kendini koruma işlemlerinin aynılarını, Yahudilerin kendilerine karşı uygulamaktı, halbuki Yahudiler bunları o zamana dek yalnızca Yahudi olmayanlara karşı uygulamışlardı. Hristiyan, yalnızca, «daha özgür» itikatlı bir Yahudidir.
45.
—Bu küçük adamların kafalarına taktıklarından, Usta’larının ağzına soktuklarından bir-iki örnek veriyorum: hepsi de «güzel ruhlar» ın itiraf ları.— 1
«Neresi sizi kabul etmezse, ve sizi dinlemezlerse, oradan çıkarken ayaklarınızın altındaki tozu onlara şehadet olsun diye silkin. Derim size, doğrusu, yargı gününde Sodom Ve Gomorrha’nın durumu bu şehirden daha çekilir olacaktır.» (Mark. 6,11)2 —Ne kadar da Evangelium’ca !…
«Bana iman eden bu küçüklerden birini kim sürçtürürse, boynuna büyük bir değirmen taşı takılıp denize atılması kendisi için daha iyidir.» (Mark. 9, 42) —Ne kadar, da Evangelium’ca!…
«Eğer gözün sürçmene sebep oluyorsa, onu çıkar; senin için bir gözün olarak Allah’ın melekûtuna girmek, iki gözün olarak cehenneme atılmaktan iyidir; orada onların kurdu ölmez, ve ateşi sönmez.» (Mark, 9, 47 [48])—Kastedilen de göz değil…
«Doğrusu size derim: Burada duranlardan bazıları vardır ki, Allah’ın melekûtunun kudretle geldiğini görmeden, ölümü hiç tatmayacaklardır.» (Mark. 9, 1) — İyi yalan salladın, Aslan…
«Bir kimse arkamdan gelmek isterse, kendisini inkâr etsin, ve haçını yüklenip ardımdan gelsin. Çünkü… (Bir psikologun dipnotu. Hristiyan ahlakı çünkü’leriyle çürütülebilir: onun «temelleri»ni çürütmek —Hristiyancası da bu.) Mark. 8, 34 [35]3.—
«Hükmetmeyin ki, hükmolunmayasınız. [Çünkü ne hükümle hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız;] ölçtüğünüz ölçü ile de size ölçülecektir.» (Mark, 7, 1)—«Hakkaniyetli» bir hakimin ağzından geldiğine göre, ne de hak kavramı ya!…
«Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız olur? Vergi mültezimleri4 de. öyle yapmıyorlar mı? Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Mültezimler de öyle yapmıyorlar mı?» (Matta. 5, 46) —«Hristiyanca sevgi» ilkesi: sonunda karşılığında iyi bir de fiyat ister…
«Fakat siz insanlara suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da sizin suçlannı bağışlamaz.» (Matta. 6, 15) —Bu adı geçen «Baba» da pek tavizkâr doğrusu…
«Fakat önce onun melekûtunu ve salâhını arayın; ve bütün bu şeyler size artırılacaktır.» ([Matta. 6, 33]) Bütün bu şeyler: yani yiyecek, giyecek, yaşamın bütün gereksinimleri. Bir yanılgı olsa gerek burada, en hafifinden söylendikte… Hemen peşinden de tanrı terzi olarak belirir, en azından bazı durumlarda…
«O günde sevinin ve sevinçten sıçrayın; çünkü, işte, gökte karşılığınız büyüktür; çünkü, onların babaları da peygamberlere böyle ederlerdi.» ([Luka. 6, 23]). Utanmaz molozlar! Hemen peygamberlere benzetmeğe başlıyorlar kendilerini…
«Bilmez misiniz ki Allahın mabedisiniz, ve Allanın Ruhu sizde durur? Eğer bir kimse Allahın mabedini bozarsa, Allah onu bozacaktır; çünkü Allahın mabedi mukaddestir; o mabet sizsiniz.» (Pavlus I Korint. 3, 16). —Böyle birşeyi yeterince horgörmek elinden gelmiyor kişinin…
«Yahut mukaddeslerin dünyaya hükmedeceklerini bilmez misiniz? Ve eğer dünya sizin tarafınızdan hükmolunursa, en küçük şeyleri hükmetmeğe liyakatsiz misiniz?» (Pavlus I Korint. 6, 2). Ne yazık ki salt bir tımarhane kaçkınının sözleri değil bunlar… Bu korkunç düzenbaz şöyle sürdürüyor sözlerini: «Meleklere hükmedeceğinizi5 bilmez misiniz? bu hayata ait şeyler nerede kalır?»…
«[Hikmetçi nerede? Yazıcı nerede? Bu dünyanın bahsedicisi nerede?] dünyanın hikmetini Allah akılsızlığa döndürmedi mi? Zira madem ki dünya Allahın hikmetinde kendi hikmetile Allahı bilmedi, Allah iman edenleri vâzın akılsızlığı ile kurtarmağa razı oldu. […Zira davetinize bakın ey kardeşler;] bedene göre hikmetliler, çok kuvvetliler, çok asilzadeler davet olunmamıştır; fakat Allah, hikmetlileri utandırmak için, dünyanın akılsız şeylerini seçti; ve Allah, kudretli şeyleri utandırmak için, dünyanın zayıf şeylerini seçti; ve Allah olan şeyleri iptal etmek için, olmıyan şeyleri, dünyanın âdi ve hor görünen şeylerini, seçti; şöyle ki, beşerden hiçbiri Allahın huzurunda övünmesin.». (Pavlus I Korint l, 20-29) —Bu parçayı, şandala ahlakının bu birinci sınıf tanıklığını anlamak için, benim Ahlakın Soykütüğü adlı kitabımın birinci denemesi okunmalıdır: orada ilk kez, soylu bir ahlak ile ressentiment’dan ve güçsüz bir kinden doğan şandala ahlakı arasındaki karşıtlık günışığına çıkarılmıştır. Paulus, kin havarilerinin en büyüğüdür…
1…Nietzsche’nin Yeni Ahit alıntılarını, Kitabı Mukaddes Şirketi
çevirisinden veriyorum (istanbul, 1958). Nietzsche’nin arada atladığı tümce ve gönderileri köşeli ayraçlarla belirtiyorum. Metinle ilglili açımlamalar cildin sonundaki Çevirenin Notlarında sürdürülmektedir.
2…Şirket çevirisinde ikinci tümce atlanmış (s. 41, sû. 1).
3…«Çünkü»nün devamı şöyle : «…kim canını kurtarmak isterse, onu zayedecektir [yitirecektir]; ve kim benim ve incilin uğrunda canını zayederse, onu kurtaracaktır.»
4…«Mültezimler» için Şirket çevirisi şu açıklamayı veriyor : «Ecnebi hâkimler olan Romalılar için vergi toplayan Yahudiler»; ancak, ikinci «mültezimler» yerine «putperestler» diyor (Aim. Zöllner, İng. publicans).
5…Aslında, «hükmedeceğimizi».
46.
—Buradan nasıl bir sonuç çıkıyor? Kişi Yeni Ahit’i okuyacaksa, eldiven giymesi iyi olur, sonucu. Bunca kirliliğin yakınında bulunmak, neredeyse zorunlu kılıyor bunu. «İlk Hristiyanlar»ın çevrelerinde bulunmayı seçmezdik pek, tıpkı Polonya’lı Yahudileri seçmeyeceğimiz gibi: bunlara karşı yalnızca tek bir itirazımızın bulunması gerektiğinden dolayı da değil… İkisi de iyi kokmuyor da, ondan. —Yeni Ahit’te canayakın olabilecek tek bir çizgi aradım; boşuna —bunda, özgür, iyilikli, açık yürekli, doğru-dürüst olabilecek hiçbirşey yok. insanlık burada daha ilk başlangıcına bile ulaşmamış, temizlik içgüdüsü eksik…Yeni Ahit’te yalnızca kötü içgüdüler vardır, bu kötü içgüdülerle ilgili bir cesaret bile yoktur. Herşey korkaklık, herşey görmezlikten gelme ve kendini aldatmadır burada. Yeni Ahit’i okuduktan sonra, başka her kitap temiz gelir kişiye : bir örnek vermek için söyleyeyim, Paulus’tan hemen sonra, o en yürekli, üstyürekli alaycı Petronius’u okudum, kendimden geçerek; onun için, Domenico Boccaccio’nun Parma Prensi’ne yazdığı mektupta Sezar Borjiya için söylediği söylenebilir: «etutto festo» —ölümsüzce sağlıklı, ölümsüzce neşeli ve nasibi bol…Bu küçük böcekler çünkü hesaplarını en önemli noktada yanlış yapıyorlar. Saldırıyorlar, oysa onların saldırdığı herşey; tam da bu yüzden, önemini belli ediyor. Bir «İlk Hristiyan», saldırdığı birisini kirletemezdi… Oysa tersi: «İlk Hristiyanlar»ın karşı çıktığı birisi olmak, bir şereftir. Kişi Yeni Ahit’i, içinde kötü gösterilenleri canayakın bulmadan okuyamıyor, —yüzsüz bir yelleyicinin «budalalık vaazı»yla boşuna horlamağa çalıştığı «bu dünyanın bilgeliğini hiç saymasak bile… Hatta Ferisiler ve Yazıcılar bile bu karşı çıkıştan paylarını alıyorlar: böylesine aşağılık bir nefrete konu olduklarına göre, herhalde birşeylere değerdiler. Gösterişlilik —bu, «İlk Hristiyanlar»ın yapabilecekleri bir itirazdı doğrusu! —Bu başkaları, önünde sonunda, ayrıcalıklılardı: bu yeterdi, sandala nefreti başkaca bir neden gereksemezdi. «İlk Hristiyan» —korkarım, benim bile belki görebileceğim «son Hristiyan» da— ayrıcalıklı olan herşeye içgüdüsel olarak başkaldırandır, —hep «eşit haklar» için yaşar, savaşır!… Dikkatli bakılınca, başka seçeneği de yoktur. Kişi kendisi için «tanrının seçilmişi» olmayı —ya da «tanrının tapınağ»ı olmayı, ya da «meleklerin hükmedicisi» olmayı— istemişse, o zaman başka her türlü seçkinlik ilkesi; örneğin nasiplilik açısından, tin zenginliği, erkeklik ve gurur açısından, yürek güzelliği ve özgürlüğü açısından, kısaca «dünya» açısından seçkin olmak, — kendi başına kötüdür…Çıkarılacak ders : bir «ilk Hristiyan»ın ağzından çıkan her söz, yalandır; bulunduğu her eylem içgüdüsel bir sahteliktir, —bütün değerleri, bütün erekleri zararlıdır, oysa, kimden nefret ediyorsa, neden nefret ediyorsa, o, değerlidir…Hristiyan, özellikle rahip Hristiyan, bir değerlilik ölçütüdür — Artık söylemem gerekir mi bilmem: bütün Yeni Ahit’te, saygı duyulması gereken tek bir kişi vardır. Pilatus, Romalı yönetici. Bir Yahudi pazarlığını ciddiye almak —buna yanaşmadı hiç. Bir Yahudi fazla, bir eksik —ne çıkardı bundan?…«Hakikat» sözcüğünün utanmazca kötüye kullanılışı karşısında Romalının soylu alayı, Yeni Ahit’e değeri olan tek sözünü kazandırmıştır, —bu, onun eleştirisi, hatta yokedilişidir: «Neymiş ki hakikat!»…
47.
— Bizi ayırdeden, ne tarihte, ne doğada, ne de doğanın arkasında herhangi bir tanrı bulmamamız değildir, —tanrı diye saygı duyulanı, «tanrısal» birşey olarak değil, açması birşey, saçma birşey, zararlı birşey olarak duymamızdır, yalnızca işlenmiş bir hata olarak değil, yaşama işlenen bir suç olarak duymamız… Tanrıyı tanrı olarak yadsıyoruz. Bize birisi Hristiyanların bu Tanrısını kanıtlasaydı, ona daha da az inanırdık. —Formüle edersek: deus qualem Paulus creavit, dei negatio. —Hristiyanlık gibi bir dinin, hiçbir noktasında gerçekliğe dokunmayan, gerçeklik tek bir noktada bile söz hakkı elde edince de hemen düşüp kalan bir dinin, anlaşılacağı gibi, «dünya bilgeliği»nin, yani bilimin ölümüne düşmanı olması gerekir, —tinin yetiştirilmesini, tinin vicdan konusu olan işlerde yalın ve kesin olmasını, tinin soylu serinkanlılığı ve özgürlüğünü, zehirlenmiş, karalanmış, gözden düşmüş kılabilecek her aracı onaylıyacaktır. Bir buyruk olarak «inanç», bilime karşı bir vetodur, —in praxi olarak da; ne pahasına olursa olsun, ama yalan olsun… Paulus, yalanın —«inanç»ın gerekli olduğunu kavramıştı; Kilise de sonradan Paulus’u kavradı. —Paulus’un icadettiği şu «tanrı», «dünya bilgeliği»ni (dar anlamda, her türlü batıl inancın en büyük iki karşıtını, filoloji ve tıbbı) «rezil-rüsfa eden» tanrı, aslında Paulus’un bu konudaki kararlılığıydı: kendi istemine «tanrı» demek, thora, en eski Yahudicedir. Paulus «dünya bilgeliği»ni rezil-rüsfa etmek istemektedir : düşmanları, İskenderiye’de yetişmiş iyi filologlar ve hekimlerdir—; onlara savaş açar. Sahiden de, kişi filolog ve hekim olup da, aynı zamanda Deccal olmadan edemiyor. Çünkü, filolog olarak «kutsal kitaplar»ın ardına bakıyor, hekim olarak da tipik Hristiyanın fizyolojik çarpıklığının ardına… Hekim «iflah olmaz» diyor; filolog da, «düzenbazlık»…
48.
—İncil’in başında duran ünlü öykü sahiden anlaşıldı mı acaba, —tanrının bilim karşısındaki cehennem korkusunun öyküsü?… Anlaşılmadı. Bu rahip kitabı par excellence, bilindiği gibi, rahibin büyük iç sıkıntısıyla başlar : onun için yalnızca tek bir büyük tehlike vardır, dolayısıyla «tanrı» için de tek bir büyük tehlike vardır.—
Yaşlı Tanrı, tümüyle «tin», tümüyle yüce rahip, tümüyle yetkin, bahçesinde zevk-ü safa gezisindedir: ama, canı sıkılıyordur. Can sıkıntisıyle Tanrılar bile başedemez. Ne yapsın? İnsanı icadeder,—insan eğlendiricidir… Ama, gelin görün ki, bu kez de insanın canı sıkılmağa başlar. Tanrı bütün cennetlerin tek derdi konusunda son derece anlayışlıdır: hemen başka hayvanlar yaratır. Tanrının ilk hatası: İnsan için hayvanlar eğlendirici değildir,—onlar üzerinde egemenlik kurar, kendisi «hayvan» olmaya yanaşmaz. —O zaman da tanrı kadını yaratır. Ve sahiden de, işte, artık can sıkıntısının sonu gelmiştir,—ama başka şeylerin sonuyla birlikte! Kadın, tanrının ikinci hatasıdır. —«Kadın, özü bakımından, yılandır; Heva’dır»— bunu her rahip bilir; «dünyadaki bütün belalar kadından gelir» —bunu da bilir her rahip. «Demek ki, bilim de ondan gelir»… İlkin kadından öğrenir insan, Bilgi Ağacı’nın meyvesinin tadını. —Ne olmuştur? Yaşlı tanrıyı bir cehennem korkusu sarar. İnsanın kendisi onun en büyük hatası olmuştur; kendine bir rakip yaratmıştır; bilim, tanrısallaştırır, —insan bilimsel hale gelince, rahiplerin ve tanrıların sonu gelir! —Çıkarılacak ahlak dersi: Bilim, kendi başına yasak olandır, —tek yasak odur. Bilim, ilk günahtır; bütün günahların tohumudur, kaynaktaki kalıtsal günahtır. Yalnızca budur ahlak. — «Bilmeyeceksin»: —bütün gerisi bundan sonuç olarak çıkar. Tanrının cehennem korkusu, onun kurnazlığını: önlemedi. Bilime karşı kendisini nasıl savunmalı? Uzun süre, ana sorunu bu oldu. Yanıt: İnsanı kov gitsin cennetten! Mutluluk, aylaklık, düşünce üretir, —bütün düşünceler kötü düşüncelerdir…İnsan düşünmemelidir. —Ve «Kendi Başına Rahip», dertleri icadeder, her türlü sefaleti, yaşlılığı, güçlüğü, özellikle hastalığı icadeder, —hepsi bilime karşı savaşım araçları! Dertler, insanın düşünmesine izin vermez…Ve bütün bunlara rağmen! heyhat! bilgi yapıtı kule. olur yükselir, gökleri kuşatır, tanrıların sonunu haber vermeğe başlar, —ne yapmalı! —Yaşlı tanrı, savaşı icadeder, halkları birbirinden ayırır, insanların biribirlerini karşılıklı olarak yoketmelerini sağlar (—rahipler için savaş her zaman gerekli olmuştur…). Savaş, başka şeyler yanında, bilim barışını da bozan birşeydir! —Ama, inanılası değil! Bilgi, rahipten bağımsızlaşma, savaşa rağmen artmaktadır. —Ve son bir karar verir yaşlı tanrı: «İnsan bilimsel oldu çıktı, — başka çare yok, onu sulara boğup gidermek gerek!…»
49.
—Anlaşılıyorum herhalde, İncil’in başlangıcı, rahibin bütün psikolojisini içerir —Rahip tek bir büyük tehlike bilir: bu, bilimdir— nedenler ile etkilerin sağlıklı bir kavranması. Ama bilim, ancak mutlu koşullarda yetişir, —kişinin zamana; çarçur edebilecek kadar bol tine gereksinimi vardır, «bilmek» için… «öyleyse, insanı mutsuz kılmak gerek, —bu, rahibin bütün zamanlardaki mantığı olmuştur. —Hemen sezinleniyor, bu mantığa göre neyin en başta dünyaya sokulması gerektiği: —«günah»… Suç ve ödek kavramı, bütün «ahlaksal dünya düzeni», bilime karşı icadedilmiştir, —insanın rahipten kurtulmasına karşı… insan dışarıya değil, kendi içine bakmalıdır; zeki ve dikkatli bir biçimde öğrenen olarak, çevresindeki şeyleri görmemelidir, aslında hiç görmemelidir: acı çekmelidir… Ve öylesine acı çekmelidir ki, hep rahibi gereksesin. —Defedin hekimleri! Gerekli olan Mesihtir.—Suç ve ödek kavramı, «esirgeme», «kurtarma», «bağışlama» öğretisiyle birlikte —hiçbir psikolojik gerçekliği olmayan, boydan boya yalanlar —hepsi, insanın neden duyusunu yıkmak için icadedilmiştir —neden ve etki kavramına saldırıdır bunlar! —Ve yumruklu bir saldırı değil, bıçaklı, nefretinde ve sevgisinde dürüst bir saldırı değil! Tersine, en korkak, en kurnaz, en alçak içgüdülerin saldırısı! Bir rahip saldırısı! Bir asalak saldırısı! Uçuk benizli yeraltı kan emicilerinin vampirliği!… Bir eylemin doğal sonuçları «doğal» olmaktan çıkıp, batıl inancın hayalet kavramları yoluyla, «tanrı» yoluyla, «tinler», «ruhlar» yoluyla ortaya çıkarılmış diye, salt «ahlaksal» sonuçlar olarak, ödül, ödek, yol gösterme eğitme araçları olarak düşünülmeğe başlanınca, bilginin koşulları yıkılır, — insanlığa karşı en büyük suç işlenmiş olur. Günah, bir kez daha söyleyelim, bu, insanın kendini aşağılamasının par excellence biçimi, bilimi, kültürü, insanın her türlü yücelme ve soylulaşma durumlarını olanaksız kılmak için icadedilmiştir; rahip, günahı icadederek, egemen olur.