Bu yazımızda tragedya sanatının önemli bir ismi Aiskhylos’u (M.Ö.524 –455) ve onun öncesinde de tragedya üzerine dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım.
Tragedya öncelikle bir ozan sanatıydı. Yapılan festivallerde tragedya ozanları yapıtlarını sahneler, hünerlerini Atina halkının zevkine sunarlardı. Pek çok önemli yaratıcının sayısız eserleri sahnelenmiş olmasına karşın günümüze yalnızca üç ismin az sayıda oyunu kaldı. Bundan dolayı biz tragedya deyince otomatik olarak aklımıza bu üç ozanın Aiskhylos, Euripides ve Sofokles’in isimleri gelir. Tragedya’yı yaratan bu isimler belli sınırlar içinde hareket ediyorlardı. Öncelikle tragedya ozanları konularını kendi inanç dünyasında yer alan dinsel hikâyelerden yani mitoslardan alırlardı. Ozanları birbirlerinden farklılaştıran nokta öncelikle hangi tür mitosları aldıkları ve onları yorumlama biçimleriydi. Aiskhylos seçme özgürlüğünü tanrılar arası ilişki, çatışma üzerine kurulu mitoslardan yana kullandı. Onun tragedya evreninde insan etkisiz elemandı. Genel olarak işlemeye çalıştığı adalet ve kader unsurunu yeryüzünün ötesinde tanrılar panteonundaki olaylar üzerinden vermeye çalışmıştır.
Aiskhylos toplumsal çatışmaların karşısında bir peygamber tavrıyla, toplumda kriz yaratan nedeni tanrılara olan inancın azalmasında görür. Ortaçağdaki kilise oyunlarına benzer bir misyonu seçmiş gibidir. Dinsel olanı anlatırken oyunlarındaki kişiler, çeşitli tutkuların temsili olarak tipleştirilir. Oyunlarında nefret, gurur, kızgınlık, kibir gibi sınır aşıcı tutkular tanrıların gazabına uğrar.
Onun oyunlarının bu yapısı dinsel duygularından kaynaklanan bir dünya dengesi inancından besleniyordu. Onun “dünya görüşünün merkezinde Zeus’un bakire kızı, gizemli hükümranlığından herkesin nasibini aldığı adalet tanrıçası Dike durur” du. (Egon Friedell, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, Dost Yay s.198) Uyumun koruyucusu olarak tanrılar, yasaları çiğneyen ve hybrise kapılıp aşırılık yapanlar karşısında cezalandırıcı bir güçtü.
Her şeye karşın Aiskhylos oyunları genelde mutlu bir sonla biter. Bu anlamda “iyimserdir ve sonunda tanrıların her şeyi düzelteceğine inanır.” (Özdemir Nutku, Dünya Tiyatro Tarihi-1, Mitos Boyut ,s.37) Örneğin Prometheus çektiği onca acıya karşılık sonunda özgürlüğüne kavuşacaktır. Dike’nin adaleti en sonunda yerini bulur ve düzen tekrar kurulur. Bu tavır zorunluluk ve onun sunuluşuyla ilgilidir.
Zorunluluk karşısında sanatçının ortaya koyduğu yapıt, ya bu zorunluluğun görünür kılınmasını sağlar ya da onun gerçek mahiyetini gizleyip onu bize hayatın normal, uyulması gereken kuralları, yasaları vb. olarak sunar. Bu noktada Aiskhylos’un peşinden yürüdüğü kaderci adalet anlayışının oyunlar yoluyla anlatımı, insanları belirlenmiş tanrısal yasalara uymaya davet eden, zorunlulukları gizleyen bir yapıya sahipti. İnsanlara dinsel gelenekte olan acıya katlanmayı öğütlemekteydi. İnsan yasaya itaat eder, boyun eğerse muhakkak adalet yerini bulacaktır anlayışını sunuyordu. Daha öncesinde bahsettiğimiz Euripides’ten düzen yaratıcı yönüyle farklılaşıyordu. Bunun temel nedeni Aiskhylos’un sınıfsal konumu ve devletle olan organik bağlarıydı.
Aiskhylos’tan günümüze kalan oyunlar şunlardır: Yakarıcılar- Zincire Vurulmuş Prometheus- Persler- Tebai’ye Karşı Yediler- Oresteia üçlemesi: ( Agamemnon-Adak Sunucuları- Eumenidler)