Güney Denizi’nin hakanı Sabırsız’dı. Kuzey De-nizi’nin hakanı Savruk’tu. Orta dünyaların hakanı ise Kaos’tu.*1 Savrukla Sabırsız sık sık buluşurlardı Kaos’un ülkesinde. Ve Kaos çok dostça davranırdı onlara. Savrukla Sabırsız, nasıl öderiz onun bu iyiliğini diye düşünmeye koyuldular. Dediler ki, bütün insanların yedi deliği var, görmek, işitmek, yemek, solumak için, yalnız onun yok. Bu delikleri ona da açmaya çalışalım.
Her gün bir delik açtılar Kaos’a. Yedinci günün sonunda Kaos öldü.2 (7, 7)
*1 “Sabırsız, Savruk, Kaos”: Shu (Şu), Hu, Hundun. Kaos, Taoculuk’ta evrenin anası, farklı-lıkların henüz doğmadığı aşamasıdır. (Bk.: Giriş’te “Hiç, Bir, İM”) Eski ustaların yorumuna göre o, “huzur ve uyumu ” temsil eder.
2 Çinli keşiş-ozan Han Shan (Han Şan, İ.S. 7. Yy.) şöyle yazmış tek başına yaşadığı Soğuk Doruk’un kayalarına:
ne güzeldi eski kaos günleri
ne kamımız acılardı ne çişimiz gelirdi
kim geldi de deldi
şu dokuz deliği başımıza kıçımıza
gün be gün yemek ye giyin
vergi öde öfkelen
bir kuruşçuk için binlercemiz vuruşur
boğaz boğaza ve haykırırlar boğazları yırtılasıya (Han Şan, Soğuk Doruktaki Adam, 49. şiir)
Yitik İnci
Kutlu Sarı Hakan3 kuzeyde, dünyanın sona erdiği sınırın ötesinde geziyordu. Yüce dağların küçük bir tepesine çıkıp güneyde, dünyadaki geliş-gidişi seyre daldı – tılsımlı incisini yitirdi. Bilgi’yi gönderdi aramaya, bulamadı. Yargı’yı gönderdi aramaya, bulamadı. Kaygı’yi gönderdi aramaya, bulamadı. Kavram-sız’ı gönderdi aramaya – Kavramsız buldu.
“Ne tuhaf!” dedi Sarı Hakan, “Hiç biri değil de Kavramsız buldu tılsımlı inciyi!”4 (12, 4)
*3 Huang Di (Hvang Di), “Sarı İmparator” ya da “Sarı Topraklar Kralı” diye de çevriliyor Söylenceye göre Tao-cu ‘luğu kuran kutlu hakan. Kimi metinlerde “Sarı Hakan ‘in kutsal kita-bı” diye kaybolmuş bir kitaptan da söz edilir.
4 Mesel çokanlamlı. Yukarıda öykünün eski Çinli ustalar-ca benimsenen “yin ” (bâtın, içrek) yorumunu verdik. Metnin ilk bölümünün ilk bakışta göze çarpan, “yang” (zahir, açık) okunuşu ise şöyle:
“Huang Di, kuzeyde, kızıl suların ötesinde geziyordu. Kunlun Dağları ‘nda küçük bir tepeye çıkıp güneyde, dünyada olup bitenleri seyre daldı – kara incisini yitirdi. Zhi’yı gönderdi ara-maya, bulamadı. Lizhu ‘yu gönderdi aramaya, bulamadı. Chigou’u gönderdi aramaya, bula-madı. Xiang-wang’ı gönderdi aramaya – Xiangwang buldu… “
“Kızıl sular”, ya kurgusal bir Kızıl-Nehir, ya da güneşin battığı yer, ufuk demek. Karanlık “kuzey” ve ışıklı “güney” Yin ve Yang’dır. “Kunlun”, Uygur ülkesindeki sıradağların adı. Tıl-sımlı “kara inci”, Tao’yu temsil eder. Zhî “bilgi”, Li-zhu “zihniaçık-kırmızı”ya da “berrak-kristal”, Chi-gou “doymaz-huzursuz”ya da “acı-tartışma”, Xiang-wang “fildişi-budala” ya da “kavramsız” demek.
Chuang Tzu ile Hui Zi5 kentin savunma kanalı boyunca keyifle geziyorlardı. Chuang Tzu dedi ki, “Şu balıklar varoluşlanyla uyum içinde nasıl da oynaşıyorlar. Şunlardaki sevince bakın!”
Hui Zi, “Siz balık değilsiniz,” dedi; “nereden biliyorsunuz balıkların sevincini?” Chuang Tzu yanıtladı: “Siz ben değilsiniz; nereden biliyorsunuz benim balıkların sevincini bilmediğimi?” Hui Zi “Ben siz değilim, doğru, gerçekten de bilemem sizi,” dedi: “Ama siz de balık değilsiniz; öyleyse siz de balıkların sevincini bilemezsiniz!”
“Konuşmamızın başına dönelim lütfen,” dedi Chuang Tzu: “Siz, balıkların sevincini nasıl bi-liyorsun, diye sordunuz. Böyle sordunuz ya, siz biliyorsunuz bu sevinci bildiğimi! Ama madem sordunuz, söyleyeyim: Ben bunu, kıyı boyunca keyifle gezerek biliyorum.6 ” (17, 12)
*5 Hui Zi (Huy Dzı) ya da Hui Shi (Huy Şı): Chuang Tzu ‘mn dostu ve karşıtı ünlü mantıkçı filozof.
*6 Chuang Tzu yaratım daha “Siz biliyorsunuz bu sevinci bildiğim” sözleriyle veriyor. O, “Siz ben değilsiniz…” derken de Hui Zi’run Chuang Tzu’yı bildiği gibi, tüm varlıkların da birbirini bildiklerini göstermiş, ama Hui Zi bu sözleri, “Siz beni bilemezsiniz..- ” gibi, yanlış anlamıştı.
“Bilmediğini bilmek büyüklüktür
Bildiğini bilmemek hastalık”
(Tao Te Ching, 71 .mesel) Burada, doğanın tümüyle uyum yeteneğimizden kaynaklanan bir özbilgi sözkonusu.
Kelebek
Chuang Chou7 bir gün kelebek olduğunu gördü düşünde: Sevinçle kanat çırpan, mutlu, Chuang Chou diye birinden haberi bile olmayan bir kelebek. Uya-nıverdi birden: İşte yine basbayağı Chuang Chou olmuştu! Bilmem ki, acaba Chuang Chou mu gördü kelebek olduğu-nu düşünde, yoksa Chuang Chou olduğunu düşleyen kelebek mi?8
Oysa Chuang Chou ile kelebek kuşkusuz birbirlerinden farklıdırlar, değil mi?9 Varlıkların dönüşmesi derler işte buna! (2, 12)
*7 Chou (Cov), Chuang Tzu’nın öz adıdır.
8 Bu içeriğe uygun olarak, iki önceki cümledeki “uyanıver-di” (jue) sözcüğünün Çince düşün-simgesi, tam tersi anlamda “uyuyakaldı” (jiao) diye de okunabilir!
*9Chuang Tzu burada da bir kelime oyunu yapıyor: “Farklı” (fen) sözcüğünün karşılığı olan düşun-simgenin çok-anlamlılığından ötürü bunu, “Chuang Chou ile kelebek kuşkusuz birbir-lerine ortaktırlar, bağlıdırlar” diye de okumak olanaklı.
Uğursuzluk Zinciri
Chuang Chou Sivri Tepe parkında gezmeye çıkmıştı. Güneyden tuhaf bir kuşun uçup geldiğini gördü: Kuşun kanatları yedi ayak genişliğindeydi. Gözleri başparmağım kadardı. Geçerken Chuang Chou’un başına çarptı ve kestane korusuna daldı. “Bu ne biçim kuş böyle?” dedi Chuang Chou: “Koskoca kanatları var, doğru dürüst uçamıyor! Koskoca gözleri var, doğru dürüst göremiyor!” Eteklerini toplayıp tatarokunu omuzuna vurarak peşine düştü.
Tam kuşa nişan alıyordu ki, gözüne bir ağustos-böceği ilişti: Hayvancağız güzel, gölgeli bir köşe bulmuş, keyfinden tüm tehlikeleri unutmuştu. Onu gören bir peygamberböceği kıskaçla-rını uzattı ve ağus-tosböceğini yakaladı. Gözleri yalnızca avını görüyordu şimdi, ve bunun dışındaki her şeyi unutmuştu. O tuhaf kuş atladı birden üstüne ve yakaladı peygam-berböceğini. Kuşun da gözleri şimdi yalnızca avın-
daydı ve kendi gerçek doğasmı unutmuştu.
Chuang Chou duygulandı: “Ah, ne tuhaf şu canlılar. Nasıl da birbirlerine yaşamı dar ediyor ve bununla kendi felaketlerini çağırıyorlar!” Elinden attı tatarokunu ve geri döndü. Yolda bir bahçıvan çıktı karşısına, bağıra çağıra parktan attı onu!
Chuang Chou evine döndü ve üç ay kimseye görünmedi. Sonunda biri evine gelip sordu: “Us-ta, bu kadar zamandır neden hiç görünmüyorsunuz?”
Chuang Chou yanıt verdi: “Dış dünyaya takılıp kaldığımdan, kendi benliğimi unuttum. Bula-nık suya baktığımdan, berrak derinlikler başımı döndürdü. Oysa ustam söylemişti, bir karıştın mı dünya işine, onun kurallarına uymaktan kurtulamazsın diye!
Sivri Tepe’ye gezmeye çıkmıştım. Başıma çarpıp kestane korusuna dalan ve orada gerçek do-ğasını unutan o tuhaf kuş gibi, ben de unutmuştum gerçek doğamı. Bu yüzden kaçak avcı diye kovdu beni ormanın korucusu. İşte bundan kimsenin yüzüne bakamadım bu kadar zamandan beri!” (20, 8)
Hakan ve Bilge
Kutlu Hakan Yao10, tahtını bilge Xuyu’ye11 bırakmak istiyordu. Ona dedi ki: “Ay ve güneş doğduktan sonra mumunu söndürmeyenin ışığı sönük kalmaz mı? Yağmur mevsimi başladık-tan sonra bostanını sulamaya devam edenin çabası boşa gitmez mi? Siz tahta geçecek olsanız ülke huzura kavuşacak; ben hâlâ tahtta kalmak istersem, orada boşuna yer tutar duruma gelmez miyim? Rica ediyorum, ülkenin yönetimini alnı!”
Xuyu yanıt verdi: “Siz ülkeyi yeterince düzene sokmuşsunuz. Artık ülke düzenlenmiş olduğu-na göre, ben yalnızca bir ad mı olayım? Ad gerçeğin konuğudur, ben yalnızca konuk mu ola-yım?
Çalıkuşu yuvasını ormanın derinliklerine kurar ama, tek dalla yetinir. Köstebek suyunu geniş ırmaktan içer ama, ancak karnını doyuracak kadar. Dönün yurdunuza, vazgeçin bu sevdadan beyim! Sizin tahtınızla bir alış verişim yok benim. Deyin ki aşçıbaşı mutfağını düzenli tuta-mıyor da olsa, başrahip kutsal kupalarını, kurban kaplarını çiğneyip geçer de, onun yerini al-maya koşar mı hiç?”12-13 (l, 2)
*10Yao: Sarı Hakan ‘ı izleyen kutlu hakan.
11Xu Yu (Şü-yü): Eski çağların söylencesel bir bilgesi.
12 Çince’de hâlâ “aşçının yerini almaya koşarken kurban kabım çiğneyip geçmek” diye bir deyim var.
13 Bir başka anlatıma göre, Yao’nun önerisinin hemen ardından Xuyu ırmak kıyısına koşmuş, bu öneri ile kirlenen kulaklarını yıkamış. (Bk.: Han Şan, sayfa 62)