Ölüm belki de bir memlekettir. Işıkları söndürülmüş bir paris kadar güzel, tayyare korkusundan ışıkları söndürülmüş paris’te, bir çift parisli kadar yalnız aşıklarını düşünmeye çalışan insanlarla doludur; belki de ölüm şehri.
Orada, belki de insan yalnız iskeletiyle güzeldir. Herşey kalbi atmadan, sükun içinde yapılır. nehirler vardır ki kocaman ziftli kayıklarla geçilir.
Nehrin öteki kıyılarında mor ışıklı asfalt caddelerde çıplak kadınlar dolaşır, ölüm memleketi belki de böyledir…
Belki eğilirsin, bir avuç su serpersin iskeletine, pırıl pırıl parlarsın.Yeniden başka türlü etler peyda edersin. Yatarsın bir denizin üstüne, kocaman mor dalgalar alır seni dünyalar kadar bol ışıklı mavi bir beldeye götürür.
Mavi mahlukların içine düşersin. Yanına altın saçlı, mavi gözlü, billur bacaklı çocuklar üşüşür. Mavi balkonlu saraylardan genç kızlar fırlar.
Mavi rüyalı ölüm…
Kim bilir, beklediğin belki de seni orada bir huzur alemine beklemektedir.
Hayır, hiçbir şey yoktur.
Sükut…
Yapılan şeylerin hesabını bile vermek yok. Ne beklemek, ne beklememek, ne öpmek, ne öpülmek.
Sükut…
Kim derdi ki bu bütün hazların hazzı değildir?
Sükut…Sükun…oh!”
Şahmerdan | Sait Faik Abasıyanık