Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 21, 2024
No menu items!
Ana SayfaÖyküTürkiye'den ÖykülerKurban Kanı - Rıfat Ilgaz

Kurban Kanı – Rıfat Ilgaz

İlk taksiti yatırdığım gün tâââ merdivenin alt başından seslendim bizimkine:
«Salime, oldu bu iş! Altı aya varmaz içindeyiz!»
Birinci ikramiye vurmuş bir piyango bileti gibi sallıyordum elimdeki makbuzu. Bir Köroğlu, bir Ayvazdık ama tam otuz beş yıldır kira evlerinde sürtmekten, ev sahiplerinin ağız kokusunu dinlemekten iflahımız kesilmiş, kanımız kurumuştu. Saymakla tükenmezdi çektiklerimiz… Kiracının, ev sahibi gözünde sinek kadar değeri, haysiyeti yoktur. Kapının önüne silkelenecek çöp tenekesinden farksız görür en hali vakti yerinde kiracısını bile.

Şöyle rahat soluk alabildiğimiz bir apartıman katında bile ancak iki yıl oturabilmiş, bu musibet yere taşınmıştık. Burada rahat mıydık sanki? Daha ikinci ayında aklı başına sonradan gelmiş gibi hemen bir tahliye dâvası açmıştı. Bir sinir savaşıdır başlamıştı aramızda. Diken üstünde oturuyorduk sanki…
Şu kadar yıl devlet kapılarında sürten bir memurdum. Cebimize henüz bir anahtar koyamamıştık ama, ilk taksidin makbuzunu koymuştuk ya…
Bir kağıt parçasında bahçesi ile birlikte bir ev görecek kadar zengin bir hayal gücümüz olduğunu bu gece anlamıştım. Karım, bahçesinde ayçiçeği yetiştiriyor, sonra cayıyor, tavuk beslemeğe kalkışıyordu. Tek katlı olacaktı evimiz… İki oda… Bir mutfak..: Kooperatifin müdürü bilgili bir adama benziyordu. Açık kahverengi bir kâğıdın üstündeki parsellenmiş arsalara bakmış, bana, güneş gören bir ev vereceğini söylemişti. Demek bizim ev, doğuya karşı olacaktı. Arsalar satılır satılmaz hemen temeller kazılacaktı. Dediğine göre bu kış arsalar satılır, ilkbaharda temeller atılırdı, önümüzdeki kış mutlaka anahtarını korduk cebimize. Yaza doğru karım bahçede, boyunca ayçiçeği yetiştirirdi.
Ertesi sabah, beni alacakaranlıkta uyandırdı Salime:
«Kalk!» dedi, «Gidelim, görelim!»
«Neyi be yahu?»
«Evimizi!»
«Ne evi hanım? Daha temeli bile atılmadı!»
«Canım ben de biliyorum temeli atılmadığını. Hiç olmazsa yerini görürüz. Deniz görüyor mu, görmüyor mu? Florya’dan çok uzak mı, asfalt geçiyor mu, geçmiyor mu?»
«Ayol acelen ne? Dur hele, öğreniriz!.. »
«İçim rahat etmiyor, kalk gidiyoruz… Ben çayı demledim bile!»
Çayları içer içmez girdik yola… Florya’ya gitmenin bir zorluğu yok! Kırkbeş dakikada indik Sirkeci’ye, atladık trene, doğru Florya! Zorluk bundan sonra başlıyordu. Vurduk tepelere… Kan ter içinde evin yerini aradık. Kooperatif müdürünün dediğine göre, asfalttan ancak çeyrek saat uzaktaydı. Deniz ayağımızın altında olacaktı… Ev yapılacak bütün boş tepeleri karış karış taradık. Çamlı evler dendiğine göre mutlaka bir iki çam olacaktı. Bütün gün dolaştık, ne çama rastladık, ne de parsellenmiş arsalara… Önümüze gelene:
«Çamlı evler nerde?» diye soruyorduk. Yüzümüze şaşkın şaşkın bakıyorlar, sonra saflığımızla alay eder gibi:
«Ne çamı?» diyorlardı, «Bu tepelerde çam değil, ot bile yetişmez!»
Bu sefer biz onların saflığına gülüyorduk:
«Göreceksiniz!» diyorduk. «Kooperatif buralara bahçeli evler yapacak. Ayçiçeği bile yetiştireceğiz bahçesinde…»
Ertesi gün, Çamlı Evler Kooperatifinde aldım soluğu:
«Nerde bizim evlerin yeri?» diye dikildim müdürün karşısına.
«İşte!» dedi.
«Nerde yahu?»
Elindeki cetveli, duvardaki kâğıdın üzerinde gezdirerek:
«İşte!» dedi, «Görmüyor musun?»
Gözlüğü taktım. O, durmadan anlatıyordu:
«Şu caddeyi görüyorsun değil mi?.. Geç ana caddeyi! Birinci sokağa sap, elli metre kadar yürü! Köşedeki ev… Sizin ev!»
«Çamlar nerde?»
«Ne çamları?»
«Çamlar canım! Çamlı evler kooperatifi değil mi bu?»
«Evet Çamlı Evler Kooperratifi!»
«Çamlar nerde?»
«Çamlar mı? Ne çamları, siz dikeceksiniz… Uzmanların raporu var, nah rapor!»
Çekmeceyi çekti. Kapı kadar bir rapor dayadı gözüme.
«Güzeeel!» dedim.
«Biz eğer ayçiçeği yetiştirirsek?»
«O da yetişir! Toprak her türlü çiçek yetiştirmeğe de elverişli!»
«Peki!» dedim, «Su meselesi?»
«Suyun lafı mı olur… Terkos Gölü nah şuracıkta… Bakın plâna, her köşe başında bir çeşme… Nah, sizin evin karşısında da bir çeşme var… Şurası yeşil saha… Şurası park… Şurası çocuk bahçesi… Her evde… Hattâ her bahçede terkos, havagazı… Bakın caddedeki elektrik direklerine, onar metre ara ile… Her taraf gündüz gibi!»
Akşam bizimkine müjde ettim:
«Gördüm!» dedim, «Bizim çamlı evleri… Bizim köşebaşındaki evi de gözümle gördüm. Önünde çeşme… Gerisinde yeşil saha… Az ilerisinde çocuk bahçesi… Geniş caddeler, muntazam sokaklar, her on metrede elektrik direkleri… Su, havagazı… Terkos Gölü burnumuzun dibinde!»
Bir gazetenin arka sayfasında boydan boya Çamlı Evler’in plânını görünce bizimki de inandı ister istemez. Kestik gazeteyi, duvara çaktık… Bir gazete de fazladan aldım, götürdüm kooperatife:
«Gösterin!» dedim, «Bizim evin yerini!»
Müdür, yardımcısına emir verdi:
«Gösterin lütfen kırmızı kalemle! Beyefendi görsün!»
Müdür yardımcısı, masanın üstündeki kalemi kapması ile işaretlemesi bir oldu.
«Ne teşkilât?» dedim, «Herifler ezbere biliyorlar arsaları…»
«Aman bir yanlışlık olmasın!» dedim.
Acıyarak yüzüme baktı bütün memurlar!
Bizim kooperatif bu gazete ilânından sonra büsbütün parladı. Ne zaman gitsem kuyrukta on onbeş kişi… Ellerinde ikişer bin liraları…
Dedikleri gibi ilkbaharda bir törenle temelleri atıldı. Kooperatifin önünden özel otobüsler kalktı. Tââââ arsalara yakın bir yere kadar güle oynıya gittik. Eh biraz da yürüdük tabiî. Yarım saat kadar… Henüz caddeler plândaki kadar düzgün değildi. Kooperatif müdürü belediye başkanını da davet etmişti. Nutuklar söylendi, kurbanlar kesildi. Bol bol kurban kanı karıştı temellere. Deniz, temel atılan yerden görünmüyordu ama, duvarlar yükseldikçe deniz de görünürdü, karşıdan adalar da…
Ben artık boş vakitlerimi değerlendirecek bir eğlence bulmuştum. Hemen atlıyordum bir trene… İki saat kadar da yürdükten sonra Çamlı Evlerin yükselen temellerini incelemeğe gidiyordum, ilk temeli atılan evler yirmiyi yirmibeşi geçmiyordu ama… İlk taksidi yatıranlar arasında olduğum için benim hiç korkum yoktu. Beş tane de yapılsa biri benimdi. Köşebaşındaki olmamış da çeşme başındaki olmuş ne çıkardı! Nerde olursa olsun şimdiden evimi öğrenmeliydim.
Plândaki evimin yerini biliyordum ama onunla iş bitmiyordu. İş arsasını bulup çıkarmaktaydı… Kooperatif müdürüne bu iş için belâ olmaya başladım.
«Hangi ev benim?» diye asıldıkça asılıyordum.
Bir gün o kadar ileri gittim ki:
«Evimi göstermezseniz taksiti vermem!» diye direttim!
«Hele durun biraz!» dediler.
«Hemen göstermezseniz surdan şuraya gitmem!»
Yeni müşterilerden korktuklarının farkına vardığım gün, iş biraz daha kolaylaştı. «Gösteririz!» diyorlardı. Ama, önüme düşüp de gösteren çıkmıyordu. Beş on müşterinin ellerindeki parayla kuyruğa girdikleri bir gün:
«Haydi düşün önüme de gösterin!» dedim.
«Canım şu kayıtlar bitsin!»
Kayıtlar bitince işin nereye varacağını biliyordum. Kooperatif müdürü:
«Buyrun!» dedi, «Gidelim!»
Atladık bir arabaya, Çamlı Evler’de aldık soluğu:
«İşte!» dedi, «Şurası!»
«Hani, köşebaşında diyordunuz!»
«Ne yapalım!» dedi, «Burası düştü size!»
Ona da razı olduk. Ertesi gün sabah damladım. Ustabaşının eline bir yüzlük tutuşturdum:
«Bu ev benimdir!» dedim, «Aman sıvası temiz olsun!»
«Sen hiç merak etme!» dedi.
Bir yüzlük de marangoza verdim.
«Aman kapılar, pencereler budaksız tahtadan olsun!»
Bir yüzlük de badanacıya:
«Aman!» dedim. «Badanasına biraz da yeşil boya damlat! Bizim Salime filizi renkten çok hoşlanır!»
Kasımın sonuna doğru evler tamamlandı. Ayın onaltısında törenle tapular verilecekti. Üçüncü taksit olan ikibin lirayı da vermiş, tapuları bekliyorduk.
Tören günü bizimkini aldım yanıma… Kooperatif arabasını beklemeden sabah sabah damladık… Tam yirmidört tane gıcır gıcır ev, sahibini bekliyordu. Kapılar bile ardına kadar açıktı. Salime ile evimizi bulmuş son incelemelerimize başlamıştık. Karım, açık yeşil badanayı görünce ağzının suyu akmıştı:
«Aman ne güzel!» diyor, başka bir şey diyemiyordu. Kapıları, pencereleri açıp kapatıyor, bahşişlerin boşa gitmediğini anlıyordu:
«Ben şu odayı, yatak odası yapacağım!» diye tutturdu. «Canım olur mu?» dedim, «Cadde üstünde yatak odası? Burası oturma odası olsun!»
«Olmaz» diye diretiyordu, «Güneş alan yalnız bu oda…» iş kızıştıkça kızışıyordu. Bizim eve doğru gelen çoluklu çocuklu bir ailenin fikirlerini alabilirdik. Öndeki kasap kılıklı adama:
«Efendim!» dedim, «Siz olsaydınız yatak odası hangisini yapardınız?.. Şunu mu, arkadakini mi?»
Herif boyunduruğa bakar gibi dikti gözlerini: «Anlamadım!» dedi, «Ne diyorsun sen?» «Yani!» dedim, «Şu odayı mı yatak odası yapalım, arkadaki odayı mı? Bizim hanım diyor ki…»
«Yahu!» diye gürledi. «Siz ne söylüyorsunuz? Kimin evine sahip çıkıyorsunuz siz?»
«Kendi evimize…» dedim.
«Bu evin size ait olduğuna dair bir vesika var mı elinizde?..» «Henüz yok!» dedim, «Bugün verecekler tapuları!» «Bu evin tapusu bizim üzerimize.» «Peki öyleyse siz gösterin!»
«Tapular bugün verilecek! Üçüncü taksidi yatırırken plânını gösterdiler!»
«Bize de gösterdiler!» «Yahu! Bu ev benim diyorum sana!» «Bu evin helasını alaturka yaptırdım. Tam ikiyüz lira verdim fazladan. Duşu, banyosu yok! Birine üçyüz lira verdim kurna koydurttum!»
«Peki!» dedim, «Badanasını filizi yaptıran kim söyler misin?» Herif burnundan soluyarak üzerime doğru yürüdü: «Hele bak şuna!» dedi, «Bizim hanım sarı olsun diye tutturmuştu, bu işi sen bozdun demek! Gösteririm sana ben!»
Birden bir kalas parçası almasıyla kafama fırlatması bir oldu. Kadınlar araya girip bizi ayırmak isterlerken baktım kapıda beş nüfuslu bir aile daha belirdi:
«Yahu!» dedim, «Şu canavara bakın bizim eve sahip çıkıyor!»
İki delikanlı fırladı ileri:
«Ne?» dediler, «Sizin eve mi? Bu ev nerden sizin oluyormuş?»
«Kooperatiften öyle söylediler!»
«Çıkın dışarı bakalım! Kimse kalmasın içerde!»
Kasap direttikçe diretiyordu:
«Kimin evinden kimi çıkarıyorsunuz siz?»
Delikanlılar daha ağır basmışlardı.Onlar da yerden birer kalas kaptılar!
«Hayır!» diyordu kasap, «Bu iş burada bitecek bugün!»
Onlar birbirlerini haklıya dursunlar. İki grup daha geldi, kapıda birleşti. Olanı biteni bir süre seyrettikten sonra içlerinden biri çıktı ortaya:
«Arkadaşlar!» dedi, «Bu evde sizin kadar bizim de hakkımız var. Boşuna hırlaşmayın. Evin temeline kâfi miktarda kurban kanı karıştı. Noterlikte kura çekmekten başka çare kalmadı.»
Bu «kan» sözü kasaba birşeyler hatırlatmıştı. Bıçağına sarılmasiyle delikanlıların da, yeni gelenlerin de üzerine yürümesi bir oldu.
Onlar ne yaptılar bilmem, biz evi kurtaramadık ama canımızı kurtarmasını bildik. Kuralar çekildiği gün bile görünmedik ortalıkta. Ya kura bize vurursa mı? Vurursa vursun! Kafama bir kalas yememek için kasap evlerden birine yerleşinceye kadar oralarda görünmiyeceğim!

Kurban Kanı | Rıfat Ilgaz

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments