Son birkaç yılın çocuk oyunları incelendiğinde çocuk tiyatrosu yapanların bir bölümünün kendilerini oldukça katı bir eğiticilik görevi ile yükümlemiş oldukları görülür. Bu görev çocukları politik açıdan bilinçlendirmektir. Sömürü, patron, ağa, emekçi hakları, grev, direniş, bu oyunların belli başlı temalarıdır. Çocukların bu konularda aydınlatılmasına, hatta toplum düzenindeki yanlışlara karşı tavır aldırılmasına çalışılmaktadır. Sanatın toplum sorunları karşısında ilgisiz kalmaması ve düşünceleri özgürce ifade etmesi elbette hakkıdır ve görevidir. Ancak bu görevi yerine getirirken çocuğun incitilmemesine, mutsuz edilmemesine çalışmak da insanlık gereğidir.
Tiyatro yolu ile eğitme, tiyatronun eğitici ve zevk verici olması eğlendirirken eğitmesi, öğretirken-eğlendirmesi, tiyatro sanatının başlangıcından beri tartışılmış, savunulmuş bir düşüncedir, yazarlar, sahneye koyucular, oyunları hakkında yaptıkları açıklamalarda öncelikle seyirciye ne öğretmek istediklerini belirtirler tiyatronun etkili bir sanat dalı olduğu, insanın ve toplumun eğitiminde bu etkinlikten yararlanılması gerektiği düşüncesi çeşitli biçimlerde yinelenir durur. Yalnız öğretilmesi istenen gerçekler, eğitilmesi istenen görüşler dönemden döneme değişmektedir. Her dönemin tiyatrosu kendini besleyen kaynağın yeğlediği yönde bir eğitimi amaçlar. Klasik tiyatro, geleneklerin, inançların, âhlak değerlerinin doğrultusunda tutucu bir eğitime yöneliktir. Romantik tiyatro birey hakkını, özgür vicdanı savunur. Gerçekçi tiyatro örtülü çirkinlikleri bilimin ışığında incelemeye çalışır. Öncü tiyatrolar toplumun kabuk bağlamış yaralarını deşerler. Tiyatronun, sanatsal etkinliği yanında böyle bir görevi üstlenmesi saygıya değer yanıdır. Bu bağlam içinde çocuk tiyatrosunun eğiticiliği ve öğreticiliği de doğal sayılmalıdır. Ancak, bu eğitim yükünün konusu ve ölçüsü ne olmuştur, ne olmalıdır?
Ülkemizde iki kuşak öncesinin çocuk oyunlarındaki eğitim anlayışı okullardaki eğitim anlayışına koşut olmuştur. Çocuğun, söz dinler, sabırlı, çalışkan, büyüklerine karşı saygılı, küçüklerini koruyucu olması amaçlandığından oyunlarda bu temalar ele alınmıştır. Okul temsillerinde Atatürk Devrimleri’nin benimsetilmesine çalışılmış, Bağımsızlık Savaşı’ndan alınma konularla vatan sevgisi pekiştirilmiştir. Ayrıca, tutum haftası, yerli malı haftası gibi özel günlerde haftanın “anlam ve önemini” belirtecek oyunların oynanması âdet olmuştur. Bu oyunlarda konuyu anne ve babaların, öğretmenlerin uygun sayması yeterli görünmüş, çocuğun anlama, öğrenme, değerlendirme gücü hesaba katılmamıştır. Bu eğitimin çocuğa ne ölçüde ve ne biçimde geçtiği, çocuğu ne yönde etkilediği, kişiliğini nasıl yoğurduğu, son çözümlemede yararlı mı olduğu incelenmemiştir.
Günümüz çocuk tiyatrosu uygulaması eski uygulamaya bir tepki niteliği taşımaktadır. Geçmişin eğitim kalıpları kırılmakta değer yargıları irdelenmektedir. Fakat eğitiminin yönteminde bir değişiklik olmamıştır. Çocuk gene, ne anladığı ne ölçüde özümlediği, nasıl etkilendiği dikkate alınmadan tiyatro yolu ile eğitilmeye çalışılmaktadır. Eğitimin konusu gene büyüklerin beğendiğidir. Seyirci çocuğun istekleri, gereksinmesi gene ikinci plana itilmiştir. Çocuğun yaşı, çevresi, ruhsal yapısı, anlayış gücü hesaba katılmamaktadır. Böyle bir eğitim sürecinden geçen çocuğun, eğer istendiği ölçüde etkilenmişse, yakın ilişkilerini düzenlemekte zorluk çekip çekmeyeceği üzerinde durulmamaktadır.
Oysa tiyatro yolu ile eğitilmek istenen çocuğun yaşının, anlayış gücünün, ruhsal durumunun, yaşantısının, bilgi ve görgüsünün, içinde bulunduğu ekonomik durumun, kültürel özelliklerin bilinmesi gerekir. Yapılan eğitimin günlük yaşamı ile uzlaşıp uzlaşmadığı, çocuğu çelişkiye düşürüp düşürmediği araştırılmalıdır. Çocuğu aile ilişkilerinde, okul yaşamında, arkadaşları ile ilişkisinde uyumsuzluğa götürebilecek bir eğitim, kendi içinde ne kadar haklı nedenlere dayanırsa dayansın, ne kadar doğru düşünülmüş olursa olsun, yarar yerine zarar verecektir. Doğru bildiklerimize ne kadar inanıyor, onları ne ölçüde koruyup savunuyorsak, yöneldiğimiz çocuk seyirciyi de o ölçüde sevmeli, ona inanmalı, onu esirgemeliyiz. Biri bir ilkenin doğruluğuna inanmaksa, öteki de insana inanmaktır. Çocuk insanı incitmemek, inandığımız ilkeden sapmamak kadar önemli olmalıdır. Çocuk taşıyamayacağı kadar ağır bir düşünce yükü altında ezilmemeli, yaşamı ile uzlaştıramayacağı görüşlerle şaşırtılmamalıdır. Çocuk tiyatrosunun, büyükler için yapılan tiyatrodan daha zor olması, daha çok çaba gerektirmesi bundandır. Doğumda bir bebeğin mikrop kapmamasına nasıl dikkat ediliyorsa, bebeğe verilen sütün pastörize olmasına nasıl özen gösteriliyorsa, çocuk hastalıklara karşı nasıl korunuyor, büyümesini engelleyecek ağır işlerde çalıştırılması nasıl yasaklanıyorsa, yapacağı sporun niteliği nasıl yaşına göre saptanıyor, beden gelişiminin doğru olmasına çalışılıyorsa, tiyatro yolu ile eğitilirken aynı ölçüde titiz davranmak, ruhsal gelişimini dikkate almak gerekir Çocuğa tiyatroda hangi yaşlarda neler öğretilebileceği, çocuğun hangi sorunlara eğilebileceği, hangi gerçeklerle yüzyüze getirilebileceği bilimsel olarak saptanmalıdır
Çocuğun seyrettiği oyunda karşılaştığı acı gerçekler onu bu gerçekleri düzeltecek bir insana doğru geliştireceği yerde yılgınlığa itebilir. Oyun da etkin bir biçimde belirtilen, vurgulanan sorunlar, kendi günlük sorunları ile birleşip çocuğu edilgin bir duruma sokabilir. Oyundaki eğitici öğelerin çokluğu çocukta tepki uyandırarak onda tam karşıtı görüşe karşı bir eğilim uyandırabilir. Oyunda belli tiplerin, belli mesleklerin aşağılanması okulda, evinde bu tipteki kişilerle, bu meslekte olanlarla birlikte yaşamak zorunda olan çocuğu uyumsuzluğa götürebilir. Oyunda babasının mesleği aşağılanmış bir çocuk, kendini ya haksızlığa uğramış hissedecektir, ya da aşağılık duygusuna kapılacaktır. Oyunda annesinin tipindeki kadınlar taşlanıyorsa mutsuzluk duyacaktır. Oyunda, okuldakinin, evdekinin tam karşıtı değer yargıları ile karşılaşıyorsa şaşkınlık duyacaktır. Mutsuz, şaşkın, öfkeli, suçluluk duygusu içindeki çocuk iyi şeyler doğru değerler öğrenmiş bile olsa, olumlu işler yapmakta zorluk çekecektir.
Bu durumda çocuk tiyatrosu yapanların, çocuk oyunu yazanların bir özeleştiriden geçmeleri yararlı olur. Bu özeleştiride kişi kendine şunları sormalıdır: Çocuklara öğretmek istediğim şeyi gerçekten çocuk için mi amaçlamıştım, yoksa bunlar büyüklere söylemek isteyip de olanak bulamadığım düşünceler midir? Oyunda ele aldığım gerçeklerin, dikkati çektiğim sorunların çocuğa doğru olarak geçtiğine inanıyor muyum? Doğru olarak geçtiğini gösteren belirtiler olsa bile, bu etkinliğin uzun sürede yararlı olacağından emin olabilir miyim?
Çocuklarımızı sanat yolu ile, tiyatro yolu ile eğitirken batı ölçülerini değil, günümüzün koşullarını dikkate almalıyız. Bugün çocuklarımız, büyüklerin içinde, onların sorunları altında ezilmiş yaşıyorlar. Gazetelerde, radyoda, televizyonda korkunç olayları okuyor, dinliyor, görüyorlar. Ailenin geçim sıkıntısı, karı koca anlaşmazlıkları çocuklara yansıyor. Öğretmenler bile sırasında kendi bunalımlarını çocuklardan saklamayı başaramıyorlar, öğrencilerle ilişkilerinde yeterince nesnel, yeterince soğukkanlı olamıyorlar.
Çocuk hırçın bir çevrede büyüyor. İyi beslenemeyen, okuma olanağı olmayan, doğal haklarını elde edememiş çocuk; yoksulluğun kısıtladığı pek çok şeyin özlemini çeken çocuk; dar apartman katlarına kapatılan, okuldan okula, kurstan kursa gönderilen, sınav korkusu ile bunalmış çocuk…
Bu çocuklar çocukluklarını yaşayamamış çocuklardır. Büyümeden yaşlanmışlardır. Bu çocuklar için en yararlı tiyatro, onlara çocukça sevinmesini öğreten, içlerinde biriken enerjiyi istediği gibi kullanmasını sağlayan, onu sevgi ile besleyen, içten güçlendiren tiyatrodur. Çocuklarımız okullarda yeterince yüklü bir eğitim görüyorlar. Tiyatroda sevinsinler, yaşamanın, sevmenin, dayanışmanın tadına varsınlar. Öğreneceklerse, yaşamayı ve yaşatmayı, mutlu olmayı ve mutlu etmeyi öğrensinler. Daha ağır görevler büyüklere düşer.“