Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Ekim 17, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkElyazmaları 1844 - Karl MarxKarl Marks Elyazmaları 1844 | Birinci El Yazması (1.Bölüm)

Karl Marks Elyazmaları 1844 | Birinci El Yazması (1.Bölüm)

BİRİNCİ ELYAZMASI[1*]

ÜCRET

[I] Ücret, kapitalist ile işçi arasındaki açık savaşım aracıyla belirlenir. Kapitalist için utku (zafer) zorunluluğu. Kapitalist, işçisiz, işçinin kapitalistsiz yasayabileceğinden daha uzun zaman yaşayabilir. Kapitalistler arası birlik alışılmış ve etkin, işçiler arası birlik yasak ve onlar için üzücü sonuçlarla (sayfa 97) dolu. Ayrıca, toprak sahibi ile kapitalist, gelirlerine sınaî yararlar ekleyebilirler; işçi kendi sınaî gelirine ne toprak rantı, ne de sermaye faizi ekleyebilir. İşçiler arasındaki rekabet işte bu yüzden o kadar büyüktür. Demek ki, sermaye, toprak mülkiyeti ve emeğin ayrılması, yalnız işçi için zorunlu, özsel ve zararlı bir ayrılmadır. Sermaye ve toprak mülkiyeti bu soyutlama sınırları içinde kalamazlar, ama işçi emeği bu soyutlamadan çıkamaz.
Öyleyse, işçi için, sermaye, toprak mülkiyeti ve emeğin ayrılması ölümcüldür.
Ücret için en düşük ve tek zorunlu oran, işçinin çalışma sırasındaki geçimi, ve bir aileyi besleyebilmek ve işçiler soyunun sönmemesi için zorunlu artıdır (excédent). Olağan ücret, Smith’e göre, simple humanité[1] ile, yani bir hayvan varlığı ile bağdaşabilen en düşük ücrettir.
İnsan talebi, tıpkı herhangi bir başka meta gibi, insanların üretimini zorunlu olarak düzenler.[2] Eğer arz talepten daha büyükse, işçilerin bir bölümü ya dilenci durumuna düşer ya da açlıktan ölür. Demek ki işçinin varoluşu, başka herhangi bir metaın varoluş durumuna indirgenmiştir. İşçi bir meta durumuna gelmiştir ve bir iş bulabilmesi onun için bir talihtir. Ve işçi yaşamının bağlı bulunduğu talep, zenginlerin ve kapitalistlerin gönlüne bağlıdır. Eğer arz miktarı talebi [aşarsa],[3] fiyatı [oluş]turan[3] öğelerden biri (kâr, toprak rantı, ücret), fiyat’ının altında ödenecektir, bu belirlenimlerin [bir bölümü][3] demek ki bu işlemden kurtulur ve böylece pazar fiyatı kendi merkezi [yöresinde][3] doğal fiyat[4] [yöresinde][3] dolaşır. Ama l° işbölümünün yüksek bir (sayfa 98) düzeyinde, çalışmasına (emeğine) başka bir yönelim vermesi en güç olan kişi işçidir, 2° kapitaliste bağımlılık ilişkisi yüzünden, bu zarara ilk uğrayacak olan da odur.
Pazar fiyatınını doğal fiyat yöresinde dolaşması sonucu, demek ki en çok yitiren ve zorunlu olarak yitiren kişi, işçidir. Ve kapitalistin, sermayesine başka bir yönelim verebilme olanağı, ya belirli bir etkinlik dalı ile sınırlanmış bulunan ouvrier’yi[2*] ekmekten yoksun etme, ya da onu bu kapitalistin tüm isterlerine boyuneğmeye zorlama sonucunu verir.
[II] Pazar fiyatının olumsal (contingente) ve beklenmedik dalgalanmaları, toprak rantını, fiyatın kâr ve ücrete dönüşen bölümünden daha az, ama kârı da ücretten daha az etkilerler. Yükselen bir ücret karşılığı, çoğu kez biri durgun kalan, öbürü düşen başka iki ücret vardır.
İşçi, kapitalist kazandığı zaman zorunlu olarak kazanmaz, ama onunla birlikte zorunlu olarak yitirir. Böylece, kapitalist, bir yapım ya da tecim gizemi gereği, tekeller ya da mülkünün elverişli konumu gereği, pazar fiyatını doğal fiyatın üstünde tuttuğu zaman, işçi kazanmaz.
Ayrıca: emek fiyatları, geçim araçları fiyatlarından çok daha kararlıdırlar. Çoğu kez bunlar ters orantılıdırlar. Bir yaşam pahalılığı yılında, ücret, talebin düşmesi nedeniyle azalmış, geçim araçlarının yükselmesi nedeniyle çoğalmıştır. Demek ki ödünlenmiştir. Ne olursa olsun, bir miktar işçi ekmekten yoksundur. Ucuzluk yıllarında, ücret, talebin yükselmesi ile yükselmiş, geçim araçları fiyatları nedeniyle düşmüştür. Demek ki ödünlenmiştir.
İşçinin öbür elverişsizliği:
Çeşitli türden işçilerin emek fiyatları, sermaye yatırılan çeşitli dalların kazançlarından çok daha değişkendir. Emekte, bireysel etkinliğin tüm doğal, entelektüel ve toplumsal çesitliliği görünür ve ayrı ayrı ödenir, oysa cansız sermaye (sayfa 99) hep aynı adımla yürür ve gerçek
Genel bir biçimde, işçi ile kapitalistin aynı derecede sıkıntı çektiği yerde, işçinin kendi varoluşu içinde, kapitalistin kendi cansız altın buzağısının kârı içinde sıkıntı çektiğine dikkat etmek gerekir.
İşçi sadece kendi fizik geçim araçları için savaşım verme zorunda değildir, iş bulmak için, yani etkinliğini gerçekleştirme olanağı için, etkinliğini gerçekleştirme araçları için de savaşım verme zorundadır.
Toplumun içinde bulunabileceği başlıca üç durumu alalım ve işçinin toplumdaki durumunu görelim.
1° Eğer toplumun zenginliği azalıyorsa, en çok sıkıntı çeken işçidir; çünkü: işçi sınıfı toplumun gönenç (refah] durumunda her ne kadar mülk sahipleri sınıfı kadar kazanamazsa da, toplumun gerileme durumunda hiç bir sınıf, işçiler sınıfı kadar sıkıntı çekmez. bireysel etkinliğe kayıtsızdır. [5]
[III] 2° Şimdi zenginliğin arttığı bir toplumu alalım. Bu durum, işçiye yararlı tek durumdur. Kapitalistler arası rekabet, bu durumda başgösterir. İşçi talebi, arzı aşar. Ama:
Bir yandan, ücret artışı işçiler arasında aşırı çalışmaya yolaçar. Ne kadar çok kazanmak isterlerse, zamanlarını o kadar çok harcamak, her türlü özgürlüğü yitirerek, açgözlülüğün hizmetinde o kadar çok bir köle çalışması yapmak zorundadırlar. Bunun sonucu, yaşamak için sahip bulundukları zamanı kısaltırlar. Yaşam sürelerinin bu kısalması, tüm olarak işçi sınıfı için elverişli bir durumdur, çünkü durmadan yeni işçileri zorunlu kılar. Bu sınıf, tüm olarak yok olmamak için, kendinden bir bölümü hep kurban etmek zorundadır.
Ayrıca: Bir toplum artan zenginlik durumunda ne zaman bulunur? Bir ülkenin sermayeleri ve gelirleri arttığı zaman. Ama bu ancak: (sayfa 100)
a) Eğer çok emek yığılmışsa, olanaklıdır, çünkü sermaye birikmiş emekten oluşur; demek ki eğer ürünlerinin gitgide daha büyük bölümü işçinin elinden alınmışsa, eğer kendi öz emeği, başkasının mülkiyeti olarak, ona gitgide daha çok karşı çıkarsa ve eğer kendi varoluş ve etkinlik araçları, kapitalistin elinde gitgide daha çok toplanmışsa olanaklıdır.
b) Sermaye birikimi işbölümünü artırır. İşbölümü, işçilerin sayısını artırır; tersine, işçilerin sayısı işbölümünü artırır, tıpkı işbölümünün sermayeler birikimini artırması gibi. Bir yandan bu işbölümü ve öte yandan da sermayeler birikimi sonucu, işçi işe, üstelik belirli, çok tek yanlı, mekanik bir işe gitgide daha arı bir biçimde bağlanır. Demek ki, nasıl entelektüel ve fizik bakımdan makine düzeyine düşürülmüş ve nasıl insan durumundan soyut bir etkinlik ve bir karın (mide) durumuna dönüştürülmüşse, pazar fiyatının tüm dalgalanmalarına, sermayelerin kullanımına ve zenginlerin keyfine de tıpkı öyle, gitgide daha çok bağlanır. Emeklerinden başka bir şeyleri olmayan insanlar sınıfının büyümesi [IV] işçilerin rekabetini bir o kadar artırır, öyleyse fiyatlarını düşürür. İşçinin bu durumu, fabrikalar rejiminde doruk noktasına varır.
g) Gönenci artan bir toplumda, yalnız en zenginler hâlâ para faizi ile geçinebilirler. Bütün öbürleri, sermayelerini ya bir girişime yatırmak, ya da tecime bağlamak zorundadırlar. Bunun sonucu, sermayeler arasındaki rekabet artar, sermayeler birikimi daha büyük olur, büyük kapitalistler küçükleri yıkıma uğratırlar ve eski kapitalistlerin bir bölümü işçiler sınıfı içine düşer; işçiler sınıfı, bu katılma sonucu, bir bölümü bakımından yeni bir ücret indirimine uğrar ve birkaç büyük kapitaliste daha da büyük bir bağımlılık içine düşer; kapitalistler sayısındaki azalma sonucu, artık işçi bulmadaki rekabetleri hemen hemen hiç kalmamış, ve işçiler sayısındaki artma sonucu da, işçiler arasındaki rekabet (sayfa 101) o kadar büyük, doğaya o kadar aykırı ve o kadar zorlu bir duruma gelmiştir. Öyleyse işçi sınıfının bir bölümü, orta kapitalistlerin bir bölümünün işçi sınıfı içine düşmesi kadar zorunlu bir biçimde, dilencilik ve açlık durumuna düşer.
Demek ki, hatta işçi için en elverişli olan toplum durumnda bile, işçi için zorunlu sonuç, aşırı çalışma ve zamansız ölüm, makine düzeyine, kendi karşısında tehlikeli bir biçimde biriken sermayenin kölesi düzeyine düşürülme, rekabetin yeniden canlanması, işçilerden bir bölümünün açlıktan ölmesi ya da dilenciliğidir.
[V] Ücret yükselişi işçide kapitalistin zenginleşme susuzluğunu uyandırır, ama o, bu susuzluğu ancak kafasını ve gövdesini kurban ederek karşılayabilir. Ücret yükselişi sermaye birikimini öngerektirir ve ona yolaçar; böylece o, emek ürünü ile işçiyi, birbirine gitgide daha yabancı bir biçimde karşı karşıya getirir. İşbölümü işçinin darlık ve bağımlılığını gitgide nasıl artırırsa, tıpkı onun gibi sadece insanların değil, ama makinelerin bile rekabetine yolaçar. İşçi makine düzeyine düşmüş bulunduğu için, makine ona karşı çıkabilir ve onunla rekabete girebilir. Son olarak, sermaye birikimi, sanayii, dolayısıyla işçilerin sayısını artırdığından, aynı nicelikte sanayi, bu birikim sonucu, aşırı üretime dönüşen ve sonunda ya işçilerin büyük bir bölümünü ekmeklerinden yoksun bırakma, ya da ücretlerini en sefil asgariye indirme soriucunu veren daha büyük bir nicelikte yapıt üretir.
İşçiye en elverişli olan bir toplumsal durumunun, yani artan ve ilerleyen zenginlik durumunun sonuçları işte bunlardır.
Ama sonunda bu artış durumu doruk noktasına varacaktır. Nedir o zaman işçinin durumu?
3° “Zenginliğinin olanaklı olan son derecesine varmış bulunan bir ülkede, ücret ve sermaye faizinin her ikisi de çok düşük olacaktır. İşçiler arasındaki iş bulma rekabeti zorunlu olarak öyle büyük olacaktır ki, ücretler ancak aynı sayıda işçiyi yaşatabilecek bir (sayfa 102) düzeye düşeceklerdir, ve ülke zaten tıkabasa dolu olduğundan, bu sayı hiç bir zaman artırılamayacaktır.”[6]
+ [artan nüfus] ölmelidir.
Öyleyse, toplumun gerileme durumunda, işçi sefaletinin gelişmesi; artan gönenç durumunda, sefalet karmaşası; yetkin gönenç durumunda, durgun sefalet.
[VI] Ama, Smith’e göre, bir toplum “üyelerinin çok büyük bir bölümü sıkıntı içinde olduğu zaman elbette mutluluk ve gönenç içinde olamayacağı,”[7] mutsuzluğu, öyleyse ekonomi politiğin ereğidir.
İşçi ile kapitalist arasındaki ilişkiye gelince, bir de şuna dikkat etmek gerekir ki, ücret yükselişi, çalışma zamam niceliğinin azalması ile kapitalist için çoğuyla ödünlenmiştir ve ücret artışı ile sermaye faizinin artışı, emtia fiyatları üzerinde yalın ve bileşik faiz gibi etkili olurlar.[8]
O, bize, başlangıçta, ve hatta açıkça, “emeğin tüm ürünü işçiye aittir”[9] der. Ama bize aynı zamanda, gerçeklikte işçiye düşen şeyin ürünün çok küçük ve sıkı sıkıya zorunlu bölümü olduğunu da söyler; tam da insan olarak varolması için değil, işçi olarak varolması için; insanlığı sürdürmesi için değil, köle işçiler sınıfını sürdürmesi için zorunlu olan bölümü. (sayfa 103)
İktisatçı, bize, her şeyin emekle satın alındığını ve sermayenin birikmiş emekten başka bir şey olmadığını söyler. Ama bize, aynı zamanda, işçinin, her şeyi satın alabilmek şöyle dursun, kendi kendini ve kendi insan niteliğini satma zorunda olduğunu da söyler.
O tembel toprak sahibinin toprak rantı çoğu kez toprak ürününün üçte-birine yükselir ve becerikli kapitalistin kârı para faizinin iki katına erişirken, artık, işçinin en iyi durumda kazandığı şey, ancak dört çocuğundan ikisinin açlık ve ölüme mahküm edilebileceği kadardır. [VII] İktisatçılara göre, emek, insanın doğa ürünlerinin değerini kendisi ile artırdığı tek şey olduğu halde, insanın etkin mülkiyeti (özgülüğü) olduğu halde, aynı ekonomi politiğe göre, ayrıcalıklı ve aylak tanrılardan başka bir şey olmayan toprak sahibi ve kapitalist, toprak sahibi ve kapitalist oldukları için, her yerde işçiden üstündürler ve işçinin uyacağı yasaları onlar yaparlar.
İktisatçılara göre emek, şeylerin tek değişmez fiyatı olduğu halde, hiç bir şey emek fiyatından daha olumsal, hiç bir şey emek fiyatından daha büyük dalgalanmalara uyruk değildir.
İşbölümü emeğin üretken gücünü, toplumun zenginlik ve inceliğini artırırken, işçiyi bir makine durumuna düşürecek derecede yoksullaştırır. Emek, sermayelerin birikimine ve böylece toplumun artan gönencine yolaçarken, işçiyi kapitaliste gitgide daha bağımlı kılar, kapitalisti büyümüş bir rekabet içine atar ve bir o kadar derin bir durgunluk tarafından izlenen dizginsiz bir aşırı üretim düzününe götürür.
İktisatçılara göre işçinin çıkarı toplumun çıkarı ile hiç bir zaman çatışmazken, toplum her zaman ve zorunlu olarak işçinin çıkarı ile çatışır.
İktisatçılara göre, işçinin çıkarı: l° ücret yükselişi, yukarda açıklanmış bulunan öbür sonuçlardan başka, çalışma zamanı niceliğinin azalması yüzünden çoğuyla ödünlenmiş (sayfa 104) olduğu, ve 2° toplum bakımından tüm gayrisafi ürün olduğu ve safi ürün de ancak özel birey bakımından bir anlam taşıdığı için, hiç bir zaman toplum çıkarı ile çatışmaz.
Nedir ki emeğin kendisi, sadece güncel koşullar içinde değil, ama genel elarak ereğinin yalın bir zenginlik artışı olması ölçüsünde, emeğin kendisinin zararlı ve öldürücü olduğu sonucu diyorum, iktisatçı bunu bilmeden, onun kendi açındırmalarından çıkar.

*

Kendi kavramları gereği, toprak rantı ile kapitalist kazanç, ücretin uğradığı kesintilerdir. Ama gerçeklikte ücret, toprak ile sermayenin işçiye bıraktıkları bir kesinti, emek ürününden işçiye, emeğe verdikleri bir ödündür.
İşçi en çok toplumun gerilleme durumunda sıkıntı çeker. Uğradığı baskının özgül ağırlığını kendi işçi durumuna, ama genel olarak baskıyı toplumun durumuna borçludur.
Ama toplumun ilerleme durumunda, işçinin yıkımı ve yoksullaşması, kendi emeğinin ve yarattığı zenginliğin ürünüdür. Demek ki, güncel emeğin özünden doğan sefalet.
Toplumun en günençli durumu, dünyada ancak yaklaşık olarak erişilebilmiş, ve burjuva toplumun olduğu gibi ekonomi politiğin de ereği olan bu ülkü, işçiler için durgun sefalet anlamına gelir.
Ekonomi politiğin, proleteri, yani ne sermayesi ne de toprak rantı olan, sadece emekle ve tek yanlı ve soyut emekle yaşayan kişiyi, ancak işçi olarak gözönünde tuttuğu kendiliğinden anlaşılır. Öyleyse ekonomi politik, ilke olarak, onun tıpkı herhangi bir beygir gibi ancak çalışabilecek kadar kazanması gerektiğini tanıtlayabilir. Onu çalışmadığı zamanda, insan olarak düşünmez, bu özeni ceza mahkemelerine, hekimlere, dine, istatistik tablolarına, siyasete ve dilenciler çavuşuna bırakır. (sayfa 105)
Şimdi ekonomi politik düzeyinin üzerine yükselelim, ve daha önce söylenmiş bulunan ve iktisatçıların hemen hemen kendi söylemiş bulundukları[10] şeylere göre, iki soruyu yanıtlamaya çalışalım.
1° İnsanların çok büyük bir bölümünün bu soyut emeğe indirgenmesi, insanlığın gelişmesi içinde ne anlam kazanır?
2° Ya ücreti yükseltmek ve böylece işçi sınıfının durumunu düzeltmek isteyen, ya da Proudhon gibi ücret eşitliğini toplumsal devrimin ereği olarak düşünen en detail[3*] reformcular hangi yanılgıya düşerler?[11]
Emek, kendini, ekonomi politikte, ancak bir kazanç gözeten etkinlik biçimi altında gösterir.

*
[VIII] “Özgül eğilimler ya da daha uzun bir eğitim öngerektiren işlerin, daha iyi bir ücret getirdikleri söylenebilir; oysa herhangi birinin kolayca ve çabucak yetiştirilebileceği tekdüze mekanik bir etkinliğe ilişkin ücret, rekabet arttıkça düşmüştür ve zorunlu olarak düşecektir. Ve emeğin güncel örgütlenme durumunda hâlâ en sık görülen çalışma da, bu türlü çalışmanın ta kendisidir. Öyleyse eğer birinci kategoriden bir işçi, şimdi sözgelimi bundan elli yıl öncekinden yedi kat çok, ve ikinci kategoriden bir başkası da elli yıl önceki kadar kazanıyorlarsa, her ikisi de ortalama olarak eskisinden dört kat çok kazanıyorlar demektir. Ama eğer, bir ülkede, birinci iş kategorisi 1.000 işçi ve ikincisi de bir milyon insan çalıştırıyorsa, bunların 999.000’i bundan elli yıl öncekinden daha iyi bir durumda bulunmaz, ve eğer, aynı zamanda, zorunlu aşlık (zahire) fiyatları da yükselmişse, bunlar daha kötü bir durumda (sayfa 106) bulunurlar. Ve nüfusun en kalabalık sınıfı üzerine, insanlar işte bu tür yüzeysel ortalama hesapları ile kendi kendilerini aldatmak isterler. Ayrıca, ücret büyüklüğü işçi gelirinin[12] belirlenmesinde bir etkenden başka bir şey değildir, çünkü bu geliri ölçmek için, işçi tarafından sağlanmış bulunan süreyi de gözönünde tutmak gerekir; oysa durmadan yinelenen dalgalanmaları ve duraklamaları ile birlikte, özgür rekabet denilen anarşi içinde bunu gözönünde tutmak kesenkes sözkonusu olamaz. Son olarak, önceki ve şimdiki alışılmış çalışma zamanını da gözönünde tutmak gerekir. Oysa, İngiliz pamuk sanayii işçileri için, yirmibeş yıldan beri, yani emek tutumu sağlayan makinelerin üretime sokulmasından beri, çalışma zamanı, girişimcilerin kazanç susuzluğu yüzünden, [IX] günde oniki-onaltı saate kadar yükselmiştir ve bir ülkedeki ya da bir sanayi kolundaki artış, kendini başka yerlerde de azçok duyuracaktır, çünkü henüz her yerde yoksulların zenginler tarafından mutlak sömürüsü tanınmış bir haktır.”[13] (Schulz, Üretim Hareketi, s. 65.)
“Ama hatta toplumun bütün sınıflarının ortalama gelirinin artmış bulunması yanlış olduğu kadar doğru olsaydı bile, görece gelir ayrılık ve sapmaları gene de büyümüş olabilir, ve bunun sonucu, zenginlik ve yoksulluk arasındaki karşıtlıklar, kendilerini daha büyük bir güçle gösterebilirler. Çünkü toplam üretimin artması sonucu ve bu artış ölçüsünde, gereksinmeler, istekler ve hevesler de artar ve bunun sonucu, mutlak yoksulluk azalırken, görece yoksulluk artabilir. Kendi balina yağı ve acımış balıkları ile Samoyed yoksul değildir, çünkü kendi kapalı toplumlarında, tüm Samoyedlerin gereksinmeleri aynıdır. Ama ilerleyen, ve örneğin bir on yıl içinde toplam üretimini topluma oranla[14] üçte-bir artırmış bulunan bir devlette, on yılın başında ve sonunda aynı şeyi kazanan işçi aynı gönenç düzeyinde kalmamış, ama üçte-bir yoksullaşmıştır.” (Ibid., s. 65-66.)
Ama ekonomi politik işçiyi ancak iş hayvanı olarak, en zorunlu dirimsel gereksinmelere indirgenmiş bir hayvan olarak tanır. (sayfa 107)
“Bir halk entelektüel bakımdan daha özgür bir biçimde gelişebilmek için, artık fizik gereksinmelerinin köleliğinden kurtulmalı, artık kendi gövdesinin kölesi olmamalıdır: Öyleyse ona her şeyden önce entelektüel bakımdan yaratabilmesi ve tinsel sevinçleri tadabilmesi için zaman kalmalıdır. Emeğin örgütlenmesinde gerçekleştirilen ilerlemeler bu zamanı sağlarlar. Yeni itici güçler ve makinelerin iyileştirilmesi ile, pamuk fabrikalarındaki bir tek işç, çoğu kez eskiden 100, hatta 250-300 işçinin yaptığı işi yapmıyor mu? Tüm üretim kollarında benzer sonuçlar; çünkü dış doğa güçleri insanal çalışmaya gitgide [X] daha çok katılma zorundadırlar.[15] Eğer, belli bir nicelikteki maddi gereksinmeleri karşılamak için, eskiden, sonradan yarıya indirilmiş bulunan bir zaman ve insan gücü harcaması gerekiyor idi ise, entelektüel yaratma ve yararlanma için gerekli zaman genişliği, fizik gönenç bundan bir zarara uğramaksızın, böylece bir o kadar artmıştır.[16] Ama koca Kronos’tan[4*] kendi öz yurtluğunda kazandığımız ganimetin paylaşımı, gene de kör ve adaletsiz raslantının zar oyununa bağlıdır. Fransa’da, üretimin güncel düzeyinde, çalışabilecek herkesin çalışması koşuluyla, günde beş saatlik ortalama bir çalışma zamanının, toplumun tüm maddi gereksinmelerinin karşılanması için yeterli olduğu hesaplanmıştır. … Makinelerin yetkinleşmesi sonucu gerçekleşen zaman artırımlarını (tasarruflarını) hesaba katmaksızın,[17] fabrikalardaki köle çalışması süresi, nüfusun büyük bir bölümü için, uzamaktan başka bir şey olmamıştır.” (Ibid., s. 67-68.)
“Karmaşık el çalışmasından [mekanik çalışmaya] geciş, bu çalışmanın yalın işlemlerine ayrılmasını öngerektirir; oysa, tekdüzeli yinelenen işlemlerin başlangıçta yalnız bir bölümü makinelere düşecek, öbürleri insanlara kalacaktır. İşin doğasına ve deneylerin uygun sonuçlarına göre, böyle sürekli olarak tekdüzeli bir (sayfa 108) etkinlik, beden için olduğu kadar kafa için de zararlıdır; ve böylece, makineciliğin, işin çok sayıda el arasındaki yalın bölünmesi ile bu birleşmesi içinde, bu sonuncunun bütün sakıncaları da kendilerini zorunlu olarak gösterirler. Bu sakıncalar, başkaları arasında, kendilerini, fabrika işçilerinin ölüm oranlarının yükselişinde de [XI] gösterirler.[18] … İnsanların ne ölçüde makineler yardımı ile çalıştıkları ve ne ölçüde makine olarak çalıştıkları arasındaki bu büyük ayrım … gözönünde tutulmamıştır.”[19] (Ibid., s. 69.)
“Ama halkların yaşam geleceği için, makineler içinde etkin olan ustan yoksun doğal güçler, bizim kölelerimiz ve hizmetçilerimiz olacaklardır.” (Ibid., s. 74.)
“İngiliz iplik fabrikalarında, yalnız 159.818 erkek ve 196.818 kadın çalıştırılır. Lancaster kontluğu pamuk fabrikalarında, her 100 erkek işçiye karşılık 103, ve İskoçya’da ise 209 kadın işçi var. Leeds’deki İngiliz kenevir fabrikalarında her 100 erkek işçiye karşılık 147 kadın sayılıyordu. Hatta Druden’de, ve İskoçya’nın doğu kıyısında, 280 kadın hesaplanıyordu. İngiliz ipek fabrikalarında, daha çok kadın işçi; daha büyük bir çalışma gücü isteyen yün fabrikalarında, daha çok erkek işçi.[20] … Hatta Kuzey Amerika pamuk fabrikalarında bile, 1833 yılında, 18.593 erkek işçiye karşılık, kadın işçi sayısı 38.927’den aşağı değildi. Emeğin örgütlenmesinde ortaya çıkan dönüşümler sonucu, demek ki dişi cinse kazanç ereğiyle daha geniş bir etkinlik alanı düşmüştür. … Daha bağımsız bir iktisadi konum [içindeki] kadınlar .. toplumsal ilişkileri içinde, birbirlerine daha yakın bir duruma gelmiş bulunan iki cins.”[21] (Ibid. s. 71-72).
“Buhar ve su gücü ile çalışan İngiliz iplik fabrikalarında, 1835’te 8-12 yaş arasmda 20.558; 12-13 yaş arasında 35.867 ve son olarak 13-18 yaş arası 108.208 çocuk çalışıyordu. … Gerçi (sayfa 109) mekaniğin daha sonraki gelişmeleri, tüm tekdüzeli işleri gittikçe insanların elinden alarak, bu bozukluğu yavaş yavaş ortadan [XII] kaldırmaya yöneliyorlar. Ama kendi başına bu oldukça hızlı ilerlemelerin karşısına, kapitalistlerin hâlâ, yardımcı makineler yerine çalıştırmak ve kötüye kullanmak üzere, aşağı sınıfların çocuk yaşlarına kadar olan güçlerini, en kolay ve en ucuz biçimde çalıştırabilmeleri olgusunun ta kendisi çıkıyor.” (Schulz, Üretim Hareketi, s. 70-71).
Lord Brougham’ın işçilere çağrısı: “Kapitalist olun!”[22] … “Kötülük şudur ki, milyonlarca insan, yaşama araçlarını ancak kendilerini fizik bakımdan kemiren, sağtörel ve entelektüel bakımdan solduran sıkıcı bir çalışma ile zarzor kazanabiliyorlar; hatta böyle bir iş bulmuş olma mutsuzluğunu bir talih saymaları gerekiyor.” (Ibid., s. 60).
“Demek ki yaşamak için, mülk sahibi olmayanlar, dolaylı ya da dolaysız olarak, mülk sahiplerinin hizmetine, yani onların bağımlılığı altına girme zorundadırlar.” (Pecqueur, Yeni Toplumsal İktisat Kuramı vb., s. 409.)[23]
“Hizmetçiler-hizmetçi aylıkları, işçiler-ücretler,[24] müstahdemler-aylık ya da maaşlar.” (Ibid., s. 409-410.)
“Emeğini kiralamak”, “emeğini faize vermek”,[25] “başkasınm yerine çalışmak”.
“Emek gerecini kiralamak”, “emek gerecini faize vermek”[25] , “kendi yerine başkasını çalıştırmak.” (Ibid., s. 411).
[XIII] “Bu iktisadi kuruluş, insanları öylesine aşağılık işlere, öylesine üzücü ve acı bir alçalmaya mahküm eder ki, bunun karşısında yabanıllık kralca bir durum gibi görünür.” (l. c., s. 417-418.) Mülk sahibi olmayan insanın bütün biçimler altında değerden düşürülmesi.” (s. 421 Vd.) “Paçavracılar.”
Ch. Loudon,[26] Nüfus Sorununun Çözümü, vb. (Paris 1842) (sayfa 110) adlı yapıtında, İngiltere’deki orospu sayısını 60.000-70.000 olarak kestirir. Femmes d’une vertu douteuse[5*] sayısı da bir bu kadar büyükmüş. (s. 228.)
“Bu bahtsız yaratıkların kaldırım üzerindeki yaşam ortalaması, bunlar kötülük mesleğine girdikten sonra, altı-yedi yıl dolaylarındadır. Öyle ki, 60.000-70.000 orospu sayısını sürdürebilmek için, üç krallıkta, kendini her yıl bu aşağılık işe veren en az 8.000-9.000, ya da günde 24 [27] dolaylarında kadın olması gerekir, bu da saat başına ortalama bir eder; ve buna göre, eğer bütün yeryüzünde aynı oran geçerlikteyse, sürekli olarak bu zavallılardan bir-buçuk milyon bulunması gerekir.” (Ibid., s. 229.)
“Sefiller nüfusu, sefaletleri ile birlikte artar, ve … insan varlıkları, sıkıntı çekme hakkının kavgasını yapmak için, yoksulluğun en aşırı ucunda büyük bir sayı olarak yığışırlar. … 1821’de,[28] İrlanda’nın nüfusu 6 milyon 801.827 idi. 1831’de, 7.764.010’a yükselmişti; on yılda %14 artış. En büyük geçim kolaylığının bulunduğu il olan Leinster’de, nüfus ancak %8 artmış, oysa en yoksul il olan Connaught’da, artış %21’e yükselmişti (İngiltere’de İrlanda Üzerine Yayımlanmış Bulunan Anket Özetleri, Viyana 1840).” Buret, Sefalet Üzerine vb., c. I, s. [36]-37.[29]
“Ekonomi politik, emeği soyut biçimde bir şey olarak düşünür; emek bir metadır, eğer fiyatı yükselmişse, bu, metaın çok talep edilmiş olmasındandır; eğer, tersine, fiyat çok düşükse, bu da çok arz edilmiş olduğu içindir; meta olarak, emeğin fiyatı gitgide düşmelidir, ya kapitalistler ile işçiler arasındaki rekabet, ya da işçiler arasındaki rekabet, bunu zorunlu kılar.[30]
“… Emek satıcısı olan işçi nüfus, zorla, ürünün en küçük bölümüne indirgenmiştir… meta-emek kuramı, kılık değiştirmiş bir kölelik kuramından başka bir şey midir?” ( s. 43.) “Öyleyse (sayfa 111) emekte bir değişim değerinden başka bir şey görmemek neden?” (Ibid., s. 44.) “Büyük atelyeler, erkek emeğinden daha ucuza malolan kadın ve çocuk emeğini yeğleyerek satın alırlar.” (l. c.) “Emekçi, onu çalıştıran kimsenin karşısında, hiç de özgür bir satıcı konumunda değildir… kapitalist, emeği kullanmakta her zaman özgür, ve işçi de her zaman onu satma zorundadır. Eğer her an satılmamışsa, emeğin değeri tamamen yokolmuştur. Emek, gerçek [metaların] tersine, ne birikime, hatta ne de artırıma (tasarrufa) elverişlidir. [XIV] Emek, yaşamdır, ve eğer yaşam her gün besinlerle değişilmezse, sıkıntıya düşer ve çok geçmeden yokolur. İnsan yaşamının bir meta olması için, demek ki köleliği kabul etmek gerekir.”[31] ( s. 49-50.)
“Demek ki, eğer emek bir meta ise, en uğursuz özgülüklerle bezenik bir metadır. Ama. hatte ekonomi politik ilkelerine göre bile, meta değildir, çünkü özgür bir pazarlığın özgür sonucu değildir.[32] Güncel iktisadi rejim, emeğin hem fiyatını hem de ödüllendirilmesini düşünür, işçiyi yetkinleştirip insanı alçaltır.” (l. c., s. 52-53.) “Sanayi bir savaş, ve tecim bir kumar durumuna gelmiştir.” (l. c., s. 62.)
“Pamuk işleyen makineler (İngiltere’de) tek başlarına 84 milyon zanaatçıyı orunlarlar.”[33]
“Sanayi şimdiye kadar fetih savaşı durumunda bulunuyordu. Ordusunu oluşturan insanların yaşamını, büyük fatihlerin kayıtsızlığı ile harcadı. Ereği, insanların mutluluğu değil, zenginliğe sahip olmak idi.” (Buret, l. c., s. 20.)
“Bu çıkarlar (yani iktisadi çıkarlar), kendi başlarına bırakıldıklarında…. zorunlulukla çatışacaklardır; onların savaştan başka kararlaştırıcıları yoktur, ve savaş kararları, kimilerine utkuyu vermek için, kimilerine yenilgi ve ölümü verirler… Bilim, düzen ve dengeyi, karşıt güçlerin çatışmasında arar: sürekli savaş, ona göre barışı elde etmenin tek yoludur bu savaşa rekabet adı verilir.” (l. c., s. 23.)
“Sınaî savaş, başarıyla yürütülmek için, aynı noktaya yığabileceği ve geniş ölçüde yokedebileceği kalabalık ordular ister. Ve (sayfa 112)bu ordunun erleri kendilerine dayatılan yorgunluklara, bağlılık ya da, ödev duygusu ile değil, ama sert açlık zorunluluğundan kurtulmak için katlanırlar. Üstleri için ne sevgi, ne de iç yükümü duyarlar; üstler, astlarına hiç bir iyilikçilik duygusu ile bağlanmazlar; onlara insan olarak değil, ama sadece olanaklı olan en azı harcayarak olanaklı olan en çoğu[34] getirecek üretim aletleri olarak bakarlar. Gitgide daha sıkışık bir duruma gelen bu emekçi nüfuslarının, her zaman çalıştırılma güvenceleri bile yoktur; onları çağırmış bulunan sanayi, onları ancak kendilerine gereksinme duyduğu zaman yaşatır, ve onlardan vazgeçebildiği an, en küçük bir kaygı duymaksızın onları yüzüstü bırakır; ve … işçiler,[35] kendilerine ödenmek istenen fiyat karşılığı, kişiliklerini ve güçlerini sunmak zorundadırlar. Onlara verilen iş ne kadar uzun, ne kadar güç ve ne kadar cansıkıci ise, ücretleri o kadar düşüktür; aralarında, günde onaltı saat sürekli çalışma ile, ölmeme hakkını zarzor satın alanlar görülür.” (l.c., s. [68]-69).
[XV] “El dokumacılarının durumu üzerine anket yapmakla görevli komiserler tarafından … paylaşılmış … inancımıza göre, büyük sanayi kentleri eğer her an komşu kırlardan sağlıklı, kanlı canlı insan ordularını sürekli olarak çekmeselerdi, az zamanda kendi emekçi nüfuslarını yitirirlerdi.” (l.c., s. 362.) (sayfa 113)

SERMAYE KAR’I

[1] 1° SERMAYE

1° Sermaye, yani başkasının emek ürünlerinin özel mülkiyeti neye dayanır?
“Sermayenin hiç bir soygun meyvesi olmadığı varsayılsa bile, onun mirasına yer vermek için gene de yasaların yardımı gerekir.” (Say, c. I, s. 136, not.) [36]
Üretici fonlara nasıl sahip olunur? Bu fonlar yardımıyla üretilmiş bulunan ürünlere nasıl sahip olunur?
Pozitif hukuk sayesinde (Say, c. II, s. 4).[37] (sayfa 114)
Örneğin büyük bir servete konarak, sermaye ile ne kazanılır?
“Miras yoluyla[38] […] büyük bir servet edinen biri, böylece zorunlu olarak hiç bir siyasal güç kazanmaz […] Bu varlığın ona hemen ve dolaysız bir biçimde geçirdiği güç türü, satın alma gücüdür; başkasının tüm emeği ya da o sırada pazarda varolan bu emeğin tüm ürünü üzerinde bir komuta hakkıdır.” (Smith, c. I, s. 61.)
Öyleyse sermaye, emeği ve onun ürünlerini yönetme gücüdür. Kapitalist, kendi kişisel ya da insanal nitelikleri nedeniyle değil, ama sermaye sahibi olduğu ölçüde, bu güce sahiptir. Onun gücü, hiç bir şeyin direnemeyeceği sermayesinin satın alma gücüdür.
İlkin kapitalistin sermaye aracıyla emek üzerindeki yönetme gücünü nasıl kullandığını, sonra da sermayenin kapitalistin kendisi üzerindeki yönetme gücünü, daha ilerde göreceğiz.
Sermaye nedir?
“Biriktirilmiş ve yedeğe ayrılmış belli bir nicelikte emek”[39] (Smith, d. II, s. 312).
Sermaye biriktirilmiş emektir.
2° Fon, stok,
“toprak ya da yapımevleri çalışmasının her türlü [herhangi bir][40] yığını anlamına gelir. Ancak sahibine [herhangi bir]40 gelir ya da kâr getirdiği zaman sermaye adını alır” (Smith, c. II, s. 191, not 1).

2° SERMAYE KÂRI

“Sermaye kâr ya da kazancı, ücret’ten büsbütün ayrıdır. Bu (sayfa 115) ayrılık, ikili bir biçimde görünür. Bir yandan, denetim ve yönetim çalışması çeşitli sermayeler için aynı da olabilse, sermaye kazançları “bütünüyle kullanılmış bulunan sermayenin değerine göre ayarlanır.” Buna, büyük fabrikalarda, “tüm bu işin”, aylığı “yönetilmesini gözettiği sermaye ile hiç bir zaman ayarlanmış bir oran içinde bulunmayan bir baş görevliye bırakılmış [II] olduğu” eklenir. Mülk sahibinin çalışması hemen hemen hiçe indirgenmiş de olsa, “o, gene,de kârlarının sermayesi ile ayarlanmış bir oran içinde olmasını istemekten geri kalmaz.” (Smith, c. I, s. 97-99.)
Kapitalist, kazanç ile sermaye arasındaki bu oranı neden ister?
“Eğer işçilerin yapıtının satışından, ücret için ödemiş bulunduğu fonlarını geri almak için gerekenden çok bir şey beklemeseydi, bu işçileri çalıştırmakta çıkarı[41] olmazdı ve eğer kârları kullanılmış bulunan fonların genişliği ile belli bir oranı korumasaydı, küçük bir fon yerine büyük bir fon kullanmakta çıkarı olmazdı.” (c. I, s. 97.)
Demek ki, kapitalist, bir kazanç sağlar: Primo, ücretlerden, secundo, kullanılmış bulunan hammaddelerden.
Peki kazancın sermayeye oranı nedir?
“Belirli[42] bir yerde ve belirli bir zamanda emek ücretlerinin ortalama oranının ne olduğunu belirlemenin güç olduğunu daha önce belirtmiştik… Ama bu oran,[43] sermaye kârları karşısında daha kolay belirlenmez […]. Bu kâr, sadece onun alıp sattığı metaların fiyatında görülen her değişikliğin değil, ama ayrıca rakipleri ve alıcılarının (müşterilerinin) işlerinin iyi ya da kötü gitmesi ve metaların kara ya da denizde taşınmaları sırasında olsun, depoda tutulmaları sırasında olsun karşı karşıya bulundukları daha binlerce başka raslantının da etkisinde kalır. Demek ki, sadece yıldan yıla değil, ama hatta günden güne ve hemen hemen saatten saate değişir.” (Smith, c. I, s. 179-180.) “Ama ortalama sermaye kârlarının şu anda ya da daha önce ne olduklarını belirlemenin para faizine[44] göre bu konuda (sayfa 116) gene de bir fikir edinilebilir. Para aracıyla çok kâr edilebilecek her yerde, para kullanma yetkisine sahip olmak için genellikle çok şey verilecek; ve para aracıyla ancak az kâr edilebileceği zaman da genellikle de daha az verilecektir (Smith, c. I, s. [180]-181). Ortalama faiz oranı ile […] ortalama safi kâr oranı arasındaki oran, kârın yüksek ya da alçak olmasına göre zorunlu olarak değişir. Büyük Britanya’da, tecimenlerin bir profit honnête, modéré, raisonnable[45] adını verdıkleri bir kâr, faizin iki katına yükselir. Yaygın, olağan bir kârdan başka bir anlama gelmeyen […] deyimler.” (Smith, c. I, s. 198.)
En düşük kâr oranı nedir? En yükseği nedir?
“Sermayelerin olağan kârlarının en düşük oranı, her sermaye kullanımının karşı karşıya bulunduğu kaza zararlarını karşılamak için gerekli olanın, her zaman ötesinde[46] bir şey olmalıdır. Kâr ya da net kazancı gerçekten oluşturan şey, sadece bu artıdır. En düşük faiz oranı için de, bu böyledir.” (Smith, c. I, s. 196.)
“[III] Olağan kârların yükselebilecekleri en yüksek oran, metaların en büyük bölümünde, toprak rantına gitmesi gereken şeyin tümünü[46] koparıp alan ve emek ücretini ödemek için sadece zorunlu olan şeyi46 emeğin ödenebileceği en düşük oranı46 […] bırakan orandır. İşçinin her zaman, şu ya da bu biçimde, iş onu uğraştırdığı zaman boyunca[47] beslenmiş olması gerekir; ama toprak sahibinin rant almaması pekâlâ olabilir. Örnek: Bengal’de, Hindistan Tecim Ortaklığının adamları.” (Smith, c. I, s. 197-198.)
Kapitalist, bu durumda yararlanabileceği kısıtlı bir rekabetin tüm üstünlüklerinden başka, pazar fiyatını dürüst bir biçimde doğal fiyat üzerinde de tutabilir.
“Bir yandan, tecimsel sır ile.
“Eğer pazar, onu azıklandıran kimselerden çok uzakta ise: özellikle fiyat değişikliklerini gizli tutarak, fiyatı doğal durumun üzerine yükselterek.[48] Bu sır, gerçekte öbür kapitalistlerin de sermayelerini bu kola yatırmamaları sonucunu verir.
“Sonra, kapitalistin kendi metaını, daha düşük üretim (sayfa 117) masrafları, ve daha yüksek bir kâr ile, aynı, hatta rakiplerinden daha düşük bir fiyat üzerinden sürebilmesini sağlayan yapım sırrı ile (Gizli tutarak aldatmak töredışı değil. Borsa tecimi). — Ayrıca, üretimin belirli bir yere bağlı bulunduğu (örneğin değerli bir şarap gibi) ve edimsel talebin hiç bir zaman karşılanamadığı yerlerde. Son olarak bireyler ya da ortaklıklar tekelleri ile. Tekel fiyatı, yükseltilebildiği kadar yükseltilmiştir.”[49] (Smith, c. I, s. 120-124.)
“Sermaye kârını yükseltebilecek öbür raslansal nedenler. Yeni ülkeler ya da yeni tecim dallarının ele geçirilmesi, hatta zengin bir ülkede bile, sermayelerin bir bölümünü eski tecim kollarından çektiği, rekabeti azalttığı, pazarı daha az, ama o zaman da fiyatları yükselen metalar ile azıklandırttığı için, çoğu kez sermayelerin kârını artırır; bu kolların tecimenleri o zaman ödünç parayı daha yüksek bir oran üzerinden ödeyebilirler.” (Smith, c. I, s. 190.)[50]
“Bir meta ne kadar çok işlenirse, fiyatın ücret ve kârlara dönüşen bölümü, ranta dönüşen bölümüne göre o kadar büyür. İşgücünün (main-d’œuvre) bu meta üzerinde gerçekleştirdiği ilerlemelerde, sadece kârlann sayısı artmakla kalmaz, ama sonraki her kâr daha öncekinden daha büyüktür de, çünkü çıktığı sermaye [IV] zorunlu olarak daha büyüktür. Örneğin dokumacıları çalıştıran sermaye, iplik eğiricileri çalıştıran sermayeden daha büyüktür, çünkü sadece bu son sermayeyi kârları ile birlikte yenilemekle kalmaz, ama ayrıca dokumacıların ücretlerini de öder; ve […] kârların her zaman sermaye ile belirli bir oran içinde bulunmaları gerekir.” (c. I, s. 102-103.) (sayfa 118)
Demek ki, insan emeğinin, işlenmiş doğa ürünü durumuna dönüştürdüğü doğal ürün üzerinde gerçekleştirdiği ilerleme, ücreti değil, ama ya kâr getiren sermayeler sayısını, ya da sonraki tüm sermayenin önceki sermayelere oranıni artırır.
Kapitalistin işbölümünden sağladığı kâr üzerinde ilerde gene duracağız.
Kapitalist, ilkin işbölümünden, ikinci olarak da insan emeğinin doğal ürün üzerinde gerçekleştirdiği ilerlemeden, ikili bir kâr sağlar. Bir metaya insanal katkı ne kadar büyükse, cansız sermayenin kârı da o kadar büyük olur.
“Bir ve aynı toplumda, ortalama sermaye kazançları oranı, aynı bir düzeye, çeşitli emek türlerinin ücretinden daha yakındır.[51] (c. I, s. 228.) Sermayelerin çeşitli kullanımlarında, normal kâr oranı, gelirlerin az ya da çok kesinliğine göre, az ya da çok değişir. Kâr oranı[52] her zaman azçok tehlike ile birlikte yükselir. Gene de, tehlike oranında, ya da tehlikeyi büsbütün ödünleyecek bir biçimde yükselir gibi görünmez.” (Ibid., s. 226-227.)
Sermaye kârlarının, dolaşım araçlarının hafiflemesi ya da daha küçük maliyet fiyatı (örneğin kağıt para) ile birlikte de artacakları kendiliğinden anlaşılır.

3° SERMAYENİN EMEK ÜZERİNDEKİ EGEMENLİĞİ
VE KAPİTALİSTİN GÜDÜLERİ

“Bir sermaye sahibinin, onu tarım ya da yapımcılıkta, ya da herhangi bir toptan ya da perakende tecim dalında kullanmasını belirleyen tek güdü, kendi kâr bakımıdır.[53] Bu çeşitli kullanım türlerinden herbirinin ne kadar üretken emeği[54] etkinliğe geçireceği ya da [V] ülkesinin yıllık toprak ve emek ürününe ne kadar değer ekleyeceği kapitalistin düşüncesinde hiç bir yer tutmaz.” (Smith, c. II, s. 400-401.)(sayfa 119)
“Kapitalist için en elverişli sermaye kullanımı, eşit güvenlikte, ona en büyük kârı getiren kullanımdır; ama bu kullanım toplum için en elverişli kullanım olmayabilir. […] Doğanın üretici güçlerinden yararlanmakta kullanılmış bulunan tüm sermayeler, en elverişli biçimde kullanılmış bulunan sermayelerdir.” (Say, c. II, s. 130-131.)
“Emeğin en önemli işlemleri, sermayeyi kullananların plan ve kurgularına göre düzenlenip yöneltilmişlerdir; ve onların bütün bu plan ve kurgularda gözettikleri erek de, kârdır. Demek ki,[55] kâr oranı, rant ve ücretler gibi, toplumun gönenci ile yükselmez, ve gene onlar gibi, gerilemesi ile düşmez. Tersine, bu oran, zengin ülkelerde doğal olarak düşük, yoksul ülkelerde de yüksektir; ve hiç bir zaman hızla yıtımlarına giden ülkelerdeki kadar yüksek değildir. Demek ki, bu […] sınıfın çıkarı, toplumun genel çıkarı ile öbür iki sınıfın çıkarı arasındaki bağlılıktan yoksundur… Özel bir tecim ya da yapım kolunda iş yapan kimselerin özel çıkarı, bazı bakımlardan, kamu çıkarından her zaman ayrı ve hatta ona karşıttır. Tecimenin çıkarı her zaman pazarı büyütmek ve satıcıların rekabetini kısıtlamaktır… Bu sınıf, çıkarı hiç bir zaman toplumun çıkarı ile tıpkı olamayacak olan, ve genellikle, halkı aldatmak ve […] onu ezmekte çıkarları bulunan kimselerin sınıfıdır.” (Smith, c. II, s. 163-165.)

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments