BİRİNCİ KISIM, BERLİN, FRANZ DUNCKER, 1859
I
Bütün bilim alanlarında, Almanlar, uzun zamandan beri, öteki uygar uluslarla boy ölçüşebildiklerini ve birçok alanlarda da onlardan daha üstün olduklarını tanıtlamışlardır. Sadece bir bilimin doruğunda herhangi bir Alman adına raslanmıyordu: ekonomi politik. Bunun nedeni basittir. Ekonomi politik, çağdaş burjuva toplumun teorik tahlilidir ve bu bakımdan gelişmiş burjuva koşullarını varsayar, ki bu koşullar, Almanya’da, Reform savaşlarindan ve Köylü Savaşlarından[329] beri ve özellikle Otuz Yıl Savaşından[330] beri, yüzyıllar boyunca gerçekleşememiştir. Hollanda’nın İmparatorluktan ayrılması,[331](sayfa 613) imparatorluk baronunun kendi uyruklarının sanayiini bağımlı kıldığı gümrük duvarlarına karşı ve insafsız ticari yönetmeliklere karşı hiç bir zaman pek yüksek olmayan medeni enerjileriyle direnirlerken, Almanya kentleri lonca ve soylu baskısı altında hareketsizlik ve kısırlık içinde kıvranıp iflasa sürüklenirken, Hollanda, İngiltere ve Fransa, dünya ticaretinde başa geçiyorlar, sömürge üstüne sömürge ediniyorlar ve, kömür ve demir madeni yataklarına bütün değerini kazandıracak olan buhar sayesinde İngiltere’nin nihayet modern burjuva gelişmesinin başına geçtiği ana kadar, imalat sanayiini, en yüksek bir açılıp gelişme düzeyine ulaştırıyorlardı. Ama 1830’a kadar Almanya’nın maddi burjuva gelişmesini engelleyen o gülünç derecede eskimiş ortaçağ kalıntılarına karşı savaşım vermek gerektiği sürece, bir Alman ekonomi politiği olamazdı. Almanlar, ancak Zollverein[195] kurulduktan sonra, ekonomi politiği anlayacak duruma geldiler. Bundan sonra gerçekten Alman burjuvazisine büyük çıkarlar sağlayan İngiliz ve Fransız ekonomisinin ithali başladı. Kısa bir zaman sonra bilginler ve bürokrasi alemi, ithal olunan bu malzemeyi ele aldılar ve onu, “Alman ruhunun” hiç de lehine olmayan bir tarzda işlediler. Yazı yazma meraklısı kodaman sanayicilerden, tüccarlardan, ağzı kalabalık gevezelerden ve bürokratlardan meydana gelen karımakarışık halitadan öyle bir Alman iktisat yazını meydana geldi ki, yavanlık, kofluk, ukalalık ve aşırmacılık bakımından onunla ancak Alman romancılığı boy ölçüşebilir. Pratik amaçlar güden kimseler arasında, ilkönce sanayicilerin himayeci okulu kuruldu; ki bunlar arasında List, şanlı yapıtının Kıta ablukası sisteminin[18] ilk teorisyeni olan Fransız Ferrier’den kopya edilmiş olmasına karşın, gene de Alman burjuva iktisat yazınının en değerli yapıtını meydana getirmiş olan bir yetke sayılmaktadır. Bu eğilim karşısında 1840 ila 1850 yıllarında çocukça ama çıkarlarına uygun bir inançla İngiliz serbest ticaretçilerinin[238] iddialarını kekeleyerek yineleyen Baltık eyaletleri tüccarlarının serbest ticaretçi okulu kuruldu. Ve nihayet iktisat dersinin teorik yanını inceleme görevini yüklenmiş olan okul bilgiçleri ve bürokratlar arasında, Bay Rau gibi eleştiriel zihniyetten yoksun kupkuru bitki koleksiyoncuları, Bay Stein gibi bilgin edasına bürünerek yabancı fikirleri sindirilmemiş bir Hegel argosuna çeviren (sayfa 614) spekülatörler, ya da Bay Riehl gibi “kültür tarihi” tarlasında başak döküntülerini toplayanlar vardı. Sonunda bütün bundan çıkan şey kameralistik[332] denen devlet memuru sınavlarını geçebilmek için, her hukuk mezununun bilmesi gereken cinsten ve birbirini tutmayan birçok şeyden meydana gelmiş ve üzerinde eklektik bir ekonomik salça gezdirilmiş bir lapa ortaya çıktı.
Almanya’da burjuvazi, okul bilgiçleri ve bürokrasi, İngiliz-Fransız ekonomisinin en ilkel bilgilerini dokunulmaz dogmalar olarak ezberlemeye ve bunlardan bir anlam çıkarmaya çalışırken, Alman proleter partisi sahneye çıkıyordu. Bu partinin teori olarak nesi varsa, ekonomi politiğin incelenmesinin sonucuydu, ve o sahneye çıktığı andan başlayarak, bağımsız Alman iktisat bilimi de doğmuş oldu. Bu Alman ekonomisi, esasında, tarihin materyalist anlayışına dayanır, ki bunun başlıca çizgileri, yukarda belirtilen yapıtın önsözünde kısaca açıklanmıştır. Bu önsöz, öz olarak, Das Volk’ta[333] yayınlanmıştır ve okur oraya başvurabilir. Sadece iktisat için değil, bütün tarih bilimleri için (ve doğa bilimleri olmayan bütün bilimler, tarih bilimleridir) devrim yaratan keşif şu tümceyle özetlenebilir: “Maddi hayatin üretim tarzı, genel olarak, toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.” Tarihte toplumun ve devletin bütün ilişkilerini, bütün dini ve hukuki sistemleri, ortaya atılan bütün teorik görüşleri, ancak bunlara tekabül eden çağlardaki maddi hayat koşulları anlaşılırsa ve bu birinciler, maddi koşullardan tümdengelim yoluyla çıkarılırsa, anlamak mümkündür. “İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir: tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Bu fikir o kadar yalındır ki, kafası idealist önyargılarla doldurulmamış herhangi bir kimse için apaçık bir şeydir. Ama bu, sadece teori için değil, pratik için de, tamamen devrimci sonuçlar verir: “Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla (sayfa 615) altüst eder. … Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir — bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte, burjuva toplumunun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar.”[1*] Demek ki, materyalist tezimizi izlemeye devam ettiğimiz ve onu bugüne uyguladığımız anda, muazzam bir devrimin, bütün çağların en büyük devriminin perspektifleri gözümüzün önünde açılmaktadır.
Ama, yakından bakıldığında, insanların bilincinin onların varlığına bağımlı olduğu ve bunun tersinin doğru olmadığı şeklindeki görünüşte bu kadar yalın bir fikir, daha ilk sonuçlarıyla, üstü en örtülü olanı dahil, her türlü idealizm ile doğrudan doğruya cepheden çatışır. Bu görüş, tarihsel nitelik taşıyan bütün geleneksel ve alışılagelmiş kavramları reddeder. Bütün o geleneksel siyasal muhakeme tarzı yıkılır; burjuva ulusçuluğunun savunucuları, böyle onur kırıçı bir dünya anlayışının karşısında öfke ile dikilirler. Onun için yeni görüş tarzı, sadece burjuvazinin temsilcilerinin değil, özgürlük, eşitlik, kardeşlik sihirli formülü ile dünyayı ayaklandırmak isteyeri Fransız sosyalistlerinin kitlesi üzerinde de şok tesiri yapıyor. Ama asıl küplere binen Almanya’nın kaba demokrat yaygaracıları oldu. Ama gene de bunlar, çalıntı yoluyla, yeni fikirleri, az raslanır bir anlayış yeneksizliği ile istismar etmeye kalkıştılar.
Tek bir tarihsel örnek üzerinde olsa bile, materyalist anlayışın geliştirilmesi, yıllar süren dingin bir bilimsel çalışmayı gerektirirdi, çünkü besbelli ki, burada, basit tümcelerle bir sonuç almak mümkün değildir ve böyle bir sorunu çözüme bağlayabilmek için, eleştirici bir tarzda ayıklanmış ve tam bir ustalıkla kavranmış büyük bir tarihsel malzeme kitlesi gereklidir. Şubat devrimi, partimizi, politika sahnesine çıkardı ve böylelikle onun salt bilimsel amaçlarla eylemi olanaksız hale geldi. Bununla birlikte, temel anlayışı, partinin bütün yayınları içinde bir kılavuz olarak arayıp bulmak mümkündür. Bütün bu yayınların içinde, her özel durumda, eylemin, (sayfa 616) daima, doğrudan doğruya maddi dürtülerden nasıl doğduğu, eyleme eşlik eden sözlerden değil de, tersine, tıpkı siyasal eylem ve onun sonuçları gibi, siyasal ve hukuki sözlerin maddi dürtülerden nasıl çıkarıldığı gösterilmiştir.
1848-49 devriminin yenilgiye uğramasından sonra, Almanya’daki hareketi dışardan etkilemek gittikçe olanaksızlaşınca, partimiz, muhaceretin o hileli davalarını, mümkün olan biricik eylem alanına, kaba demokrasiye bıraktı. Muhaceretin temsilcileri, bir gün saçsaça başbaşa gelerek, ertesi gün öpüşüp koklaşarak, daha ertesi gün de bütün kirli çamaşırlarını dünyanın gözü önünde yıkamaya kalkarak mutluluk içinde didişirlerken, Amerika’da bir uçtan bir uça dilendikten sonra hemen ardından elde edilen birkaç kuruşun üleşilmesinde yeni skandallar yaratırlarken, partimiz, bilimsel çalışma için biraz zaman bulabildi. Ve partimizin işlenmesi büyük emekler gerektirecek olan bir teorik temele, yeni bir bilimsel anlayışa sahip olmak gibi bir üstünlüğü vardı; muhaceretin “büyük adamları” kadar aşağılara düşmemek için bu kadarı yeterdi.
Sözkonusu bilimsel çalışmaların ilk ürünü, bu kitaptır.
II
Böyle bir yapıtta, iktisadın birbirinden tecrit edilmiş bölümlerinin eleştirisi, tartışma konusu olan şu ya da bu iktisadi sorunun ayrı olarak incelenmesi sözkonusu olamaz. Yapıt, tersine, iktisat biliminin bütün çapraşıklığıyla sistematik sentezine varmayı, burjuva üretimin ve değişimin yasalarının tutarlı bir incelemesini amaç edinmektedir. Burjuva iktisatçıları, bu yasaların yorumcusu ve savunucusundan başka bir şey olmadıklarına göre, bu inceleme, aynı zamanda, bütün iktisat yazınının da bir eleştirisidir.
Hegel’in ölümünden beri, bir bilimi kendi iç bağlantıları içinde inceleyip geliştirmeye girişilmedi. Resmi hegelci okul, ustanın diyalektiğinin ancak en basit yöntemlerinin kullanılmasını benimsemişti ve bunu da çok defa gülünç bir beceriksizlikle uyguluyordu. Hegel’den bu okula kalan bütün miras, her konunun yapay olarak inşa edilmesine yarayan basit bir rutinden, olumlu fikir ve bilgilerin yokluğunu gidermekten, yani yer doldurmaktan, sözcük ve üslup oyunlarından ibaretti. (sayfa 617) Böylece öyle bir noktaya varıldı ki, Bonn’lu bir profesörün dediği gibi, bu hegelciler, hiç bir şeyi anlamadıkları halde, her şey üzerinde yazabiliyorlardı. Ve gerçekten de öyleydi. Bununla birlikte, bu baylar, kendi kendilerini beğenmişliklerine karşın, gene de zayıflıklarının öylesine bilincindeydiler ki, büyük görevlerden mümkün olduğu kadar uzak duruyorlardı; eski bilgiçlik bilimi, müspet bilgisinin üstünlüğü sayesinde, kendi alanında hükümrandı; ve nihayet Feuerbach, kurgul düşüncenin değersizliğini açıkladığı zaman, aşırı Hegel hayranlığı yavaş yavaş yok oldu, ve sanıldı ki, sabit kategorileriyle eski metafiziğin bilimde egemenliği yeniden başlayacaktır.
Bu durumun elbette bir nedeni vardı. Salt lafazanlıklar içinde kaybolan hegelci Diadokosların[334] düzenini doğal olarak, bilimin müspet (pozitif) yanının biçimsel yanına üstünlük sağladığı bir dönem izledi. Ama aynı zamanda, Almanya, olağanüstü bir enerjiyle, 1848’den bu yana meydana gelen güçlü burjuva gelişmesine uygun olarak doğa bilimlerine sarıldı; ve kurgul eğilimin hiç bir zaman etkili olmadığı bu bilimler moda olunca, Wolff’un en aşırı yavanlıkları dahil, eski metafizik düşünce tarzı da yeniden yaygınlaştı. Hegel artık yoktu, doğa bilimlerinin yeni materyalizmi gelişti, ki teori bakımından bu, 18. yüzyıl doğa bilimleri materyalizminden hemen hemen hiç farklı değidir ve.,birincinin ikinciye üstünlüğü, sadece özellikle kimya ve fizyoloji alanlarında çoğunlukla daha zengin bilimsel malzemeye sahip olmasındandır. Burada Büchner ve Vogt’ta ve hatta bağnaz foyerbahçı geçinen ve en basit kategorilerde en eğlendirici bir biçimde kendi kendini mat eden Moleschott’ta bile, en aşırı yavanlığa kadar yinelenen Kant-öncesi dönemin darkafalı burjuva düşünüş tarzını bulmaktayız. Burjuva sağduyusunun sakat beygiri, varlığı olaydan, nedeni sonuçtan ayıran çukur önünde elbette ki, ne yapacağını bilemeyerek durur kalır; ama insan, soyut düşüncenin engebelerle dolu alanında dörtnala at sürüp avlanmaya çıktığı zaman, kötü bir beygire binmemeye dikkat etmelidir.
Demek ki, burada, bu haliyle ekonomi politikle bir ilişiği olmayan başka bir sorunun çözümüyle karşı karşıyayız. Bilimi nasıl ele alacağız? Bir yanda, Hegel’in bıraktığı yerde (sayfa 618) duran tamamen soyut “kurgul” biçimde hegelci diyaklektik vardı; öte yanda, burjuva iktisatçılarının, bağlantısı ve fikir silsilesi olmayan o koca kitaplarını yazarken dayanmış oldukları yeniden moda olmuş Wolff tarzı, özünde metafizik yöntem vardı. Bu ikincisi, Kant tarafından ve özellikle Hegel tarafından teorik bakımdan öylesine yıkılmıştı ki, pratikte, varlığını sürdürmesi, ancak tembellikten ve bir başka yalın yöntemin yokluğundan ötürü olabilirdi. Öte yandan, Hegel yöntemi, mevcut şekliyle, kesin olarak kullanılamazdı. Bu yöntem, özünde, idealistti ve burada sözkonusu olan, bütün daha önceki dünyayı anlayış tarzlarından daha materyalist olan bir anlayış tarzının geliştirilmesiydi. Hegel yöntemi mutlak fikirden hareket ediyordu. Burada ise, en inatçı gerçeklerden hareket etmek zorunluluğu vardı. Kendi itirafiyla “hiçten gelen ve hiçle hiçe giden”[335] bir yöntem, bu biçimiyle hiç bir işe yaramazdı. Bununla birlikte, bu yöntem, hiç değilse dayanılabilecek olan elde mevcut bütün mantığı malzemenin biricik parçasıydı. Onu eleştirmemişlerdi, böyle bir işin üstesinden gelememişlerdi. Büyük diyalektikçinin hasımlarından hiç biri, onun heybetli yapısında bir yarık meydana getirememişti; ve bu yöntem, hegelci okul ondan yararlanmasını bilemediği için yokolup gitmişti. Demek ki, yapılacak şey, her şeyden önce, Hegel’in yöntemini kesin bir eleştiriye tâbi tutmaktı.
Hegel’in düşünce tarzını bütün öteki filozofların düşünce tarzından ayırdeden şey, bu düşünce tarzının temelini oluşturan o muazzam tarihsel anlamdı. Biçimi ne kadar soyut ve ne kadar idealistçe olursa olsun, düşüncesinin geliştirilmesi, gene de her zaman dünya tarihinin gelişmesine parallel düşüyordu, ve bu dünya tarihi, sorunun özünü tam olarak ifade etmek gerekirse, onun düşüncesinin nühenk taşı olmalıdır. Böylelikle tam ve doğru ilişki, tersine, başaşağı döndürülüyorsa da, bu düşüncenin gerçek içeriği, gene de felsefenin bütün alanlarına nüfuz edebiliyordu, ve üstelik Hegel’i kendi tilmizlerinden ayırdeden bir şey de, onun, bütün çağların en bilgin kafalarından birini taşımasına karşılık, berikilerin bilgisizlikleriyle göze çarpmalarıydı. Tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu tanıtlamayı deneyen ilk adam Hegel’dir, ve onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne (sayfa 619) kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta, ondan sonra tarih üzerine genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır. Phénoménologie’sinde, Estetik’inde, Felsefe Tarihi’nde, her yere tarihin bu yüce anlayışı girer, ve her yerde konu, tarihi tarzda, soyut olarak başaşağı edilmiş olsa da, tarih ile belirli ilişkisi içinde incelenir.
Büyük yankıları olan bu tarih anlayışı, yeni materyalist görüş tarzının doğrudan doğruya teorik önkoşulu oldu. Ve böylelikle mantık yöntemi içinde bir hareket noktası oluşturdu. Eğer bu kaybolmuş diyalektik “mutlak fikir” açısından böyle sonuçlara varabilmişse, ve eğer kendisinden önce gelen bütün mantığın ve bütün metafiziğin zahmetsizce hakkından gelebilmişse, bunun, herhalde sofizmde, kılı kırk yarmadan öte bir şey olması gerekirdi. Ama, önünde bütün resmi felsefenin gerilemiş olduğu ve şu anda da gerilediği bu yöntemin eleştirisi az iş değildi.
Hegel’in mantığından onun bu alandaki gerçek buluşlarını içinde saklayan çekirdeği çıkarma ve idealist örtülerinden arındırarak, diyalektik yöntemi, düşünce gelişmesinin biricik doğru şekli olabileceği saf biçiminde ortaya çıkarmak işini başarabilecek tek adam, Marx idi. Marx’ın ekonomi politiğin eleştirisinde temel görevini yerine getiren yöntemi geliştirmesini, biz, önem bakımından, esas materyalist dünya anlayışından hiç de daha az önemli olmayan bir sonuç saymaktayız.
Ama yöntem elde edilince, ekonominin eleştirisine, iki tarzda yaklaşmak mümkündür: tarihsel bakımdan ya da mantık bakımından. Tarihte olduğu gibi, tarihin yazına yansımasında da, gelişme, genellikle daha basit ilişkilerden daha karmaşık ilişkilere doğru ilerleme kaydeder; ekonomi politiğin yazılı tarihteki seyri, eleştiriye yol gösterebilecek olan doğal bir yön gösterici olabilirdi ve bütünüyle iktisadi kategoriler, mantığı gelişmedeki sırayla ortaya çıkabilirlerdi. Bu biçim, görünürde, daha açık olma üstünlüğüne sahiptir, çünkü izlenmekte olan şey, gerçek gelişme değil midir? Ama bu biçimin gerçekte biricik üstünlüğü, yapıtın herkes tarafından daha kolayca anlaşılır olabilmesiydi. Tarih çok kere sıçramalarla ve zikzaklarla ilerleme kaydeder ve onu her yerde izlemek (sayfa 620)
Bu yöntemle hareket noktamız, ilk ilişkidir ve bizim için tarihsel bakımdan pratik olarak mevcut olan en basit ilişkidir, yani burada, önümüze çıkan ilk iktisadi ilişkiden hareket etmekteyiz. Bu ilişkiyi tahlil ediyoruz. Bunun bir ilişki olmasından çıkan sonuç şudur ki, bu ilişkinin biri ötekiyle bağıntısı olan iki yönü vardır. Bu her iki yön de, kendi içinde incelenir; bundan, ikisinin birbirine karşı davranış tarzı, karşılıklı etkileri çıkar. Bundan çözüm bekleyen çelişkiler doğacaktır. Ama, burada, sadece kafamızın içinden geren soyut bir akli süreci incelemediğimiz için, tersine, sözkonusu olan herhangi bir anda geçen ya da hâlâ gerçekten yer almakta olan bir süreci incelediğimiz için, bu çelişkiler de, pratikte gelişmiş olacaklar ve besbelli ki, çözümlerini de pratikte bulacaklardır. Biz, bu cins çözüme bağlı kalacağız ve göreceğiz ki, bu çözümü sağlayan şey, iki karşıt yanın, bundan böyle, geliştirmemiz gerekecek olan yeni bir ilişkinin şekillenmesi olmuştur. vb..
Ekonomi politik, meta ile, [yani] ürünlerin ya bireyler tarafından ya da ilkel topluluklar tarafından birbiriyle değişildikleri anda başlar. Değişime giren ürün, meta olur. Ama ancak, o şeye, ürüne, iki şahis ya da iki topluluk arasındaki bir ilişki, burada artık tek bir şahısta birleşmeyen üretici ile (sayfa 621) tüketici arasındaki ilişki eklendiği içindir ki, o şey, bir metadir. İşte burada, daha başlangıçta, özel nitelikte bir olay ile karşı karşıyayız ki, bu, ekonomide bir boydan bir boya her yerde bulunmaktadır ve burjuva iktisatçılarının kafalarında büyük karışıklıkların nedeni olmuştur: iktisat, nesneyi incelemez, insanlar arasındaki ilişkileri ve son tahlilde, sınıflar arasındaki ilişkileri inceler; oysa bu ilişkiler, her zaman, nesneye bağlıdırlar ve nesne gibi gözükürler. Bazı tek tek hallerde, bulanık bir şekilde olmakla birlikte, şu ya da bu iktisatçı tarafından görülebilen bu zincirleme bağlantıyı, ekonominin tümü için ilk keşfeden ve böylelikle, şimdi artık bizzat burjuva iktisatçıların bile anlayabileceği şekilde en çetin sorunları basitleştiren ve açıklığa kavuşturan Marx’tır.
Eğer biz, şimdi metaya iki ayrı yönünden bakarsak ve özelikle metaya, ilkel iki topluluğun doğal değişim ticareti içinde ilkten güçlükle geliştiği şekliyle değil de, tam gelişmiş şekliyle bakarsak, meta, karşımıza, kullanım-değeri ve değişim-değeri olarak iki görüş açısından çıkar, ve bu an iktisadi tartışmalar alanına girmiş oluruz. Alman diyalektik yönteminin şu andaki gelişme aşamasında, yavan ve yüzeysel eski metafizik yönteme üstünlüğünü, hiç değilse ortaçağın taşıt araçlarına kıyaslandığı zaman demiryolununki kadar üstünlüğünün bir örneğini görmek isteyen kimse, Adam Smith’i ya da otorite sayıları herhangi bir resmi iktisatçıyı okusun ve bu bayların değişim-değeri ile kullanım-değerini nasıl işkencelere tabi tuttuğunu, bunların, bu ikisini birbirinden belirli özellikleriyle ayırdetmede nasıl büyük güçlüklerle karşılaştıklarını görsün; ve sonra da bunu, Marx’ın yalın ve açık tahliliyle karşılaştırsın.
Değişim-değeri ile kullanım-değeri geliştirildi mi, meta, değişim süreci içinde göründüğü şekilde, bu ikisinin birliği olarak ifade edilmiş olur. Bundan ne gibi çelişkilerin doğduğunu anlamak için 20-21. sayfalar okunsun.[2*] Biz ancak belirtelim ki, bu çelişkiler, sadece teorik, soyut bir önem taşımazlar, doğrudan doğruya değişim ilişkisinin, basit değişim ticaretinin niteliğinden gelme güçlükleri, değişimin bu kaba-saba ilk biçiminin zorunlu olarak vardığı olanaksızlıkları (sayfa 622) yansıtırlar. Bu olanaksızlıklar, bütün öteki metaların değişim-değerlerini ifade etme vasfının özel bir metaya —paraya— devredilmesiyle çözümlenir. Bu durumda para ya da basit dolaşım, ikinci bölümde incelenmektedir, şu bakımlardan: 1. değerlerin ölçüsü olarak para, ki bu, para olarak ölçülen değerin —fiyatın— daha tam ve doğru olarak belirlenmesini sağlar; 2. dolaşım aracı olarak para, ve 3. her iki belirlenmenin de birimi olarak, bütün burjuva maddi servetini temsil eden gerçek para. Birinci fasikülün inceleme konusu burada sona ermektedir ve paranın sermayeye dönüşümü, ikinci fasiküle bırakılmaktadır.
Görüldüğü gibi, bu yöntemle, mantığı geliştirme, salt soyutlama alanında kalmak zorunda değildir. Tam tersine, burada, tarihsel ömeklerle, gerçekle sürekli temas gereklidir. Bunun içindir ki, yapıtta kanıt olarak gösterilen örnekler bol ve çeşitlidir, bunlar toplumsal gelişmenin değişik aşamalarındaki gerçek tarihsel seyre atıflar şeklinde olsun, ya da iktisadi ilişkiler belirlenmelerinin, daha başından izlediğimiz açık ve seçik tahlilinin yer aldığı iktisat yazınına atıflar şeklinde olsun, az veya çok dargörüşlü ya da karışık değişik kavrayış tarzlarının eleştirisi, bundan sonra, esas olarak, daha mantıki geliştirmenin içinde yapılmaktadır ve bu bakımdan bu konu kısa tutulabilir.
Bir üçüncü yazımızda, yapıtın iktisadi içeriğini inceleyeceğiz.[328] (sayfa 623)
FRİEDRİCH ENGELS
Engels tarafından, 3-15 Ağustos 1859’da yazılmıştır. Das Volk, n° 14 ve 16, 6 ve 20 Ağustos 1859’da yayınlanmıştır
Dipnotlar
[1*] Bkz: bu cildin 609-610. sayfaları. -Ed.
[2*] Bkz: Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 62-66. -Ed.
[328] Bu makale, Marx’ın, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı yapıtının eleştirisidir. Engels bu yapıtı, proletaryanın partisinin önde gelen bir bilimsel başarısı ve proletaryanın bilimsel dünya görüşünün işlenmesinde önemli bir aşama olarak betimlemektedir. Bu eleştiri makalesi tamamlanamamıştır. Yalnızca ilk iki kısmı yayınlandı, Engels’in kitabın iktisadi içeriğini ele almayı arzuladığı üçüncü kısım, bu makaleleri yayınlayan gazetenin yayınına son vermesi yüzünden basılamadı. Bu üçüncü kısmın elyazmaları bulunamamıştır.
[329] Reformasyon — 16. yüzyılda birçok Avrupa ülkesinin de katıldığı katoliklere karşı girişilen yığınsal toplumsal hareket. Bu hareketlerin çoğuna yoğun bir sınıf savaşı da eşlik etmiştir. Almanya’daki 1524-25 Köylü Savaşları, Reformasyon’un ideolojik etkisi altında başlamıştı. – 613.
[330] Otuz Yıl Savaşları (1618-48) — Protestanlar ile katolikler arasındaki çekişmenin neden olduğu genel bir Avrupa savaşı. Savaş esas olarak Almanya’da yer aldı ve bunun sonucu olarak da tarafların askeri yağmasına ve yalılması emellerine maruz kaldı. – 613.
[331] 1477-1555 arasında Hollanda Kutsal Roma İmparatorluğunun bir parçasıydı. İmparatorluğun parçalanmasından sonra Hollanda, İspanya’ya ilhak oldu. 16. yüzyılın sonlarına doğru başlayan burjuva devrimiyle Hollanda, kendisini İspanya’dan kurtardı ve bağımsız bir burjuva cumhuriyeti oldu. – 613.
[332] Kameralistik — Avrupa’nın birçok ülkesinde, ortaçağ üniversitelerinde ve sonradan burjuva üniversitelerinde de öğretilen idare, maliye, iktisat ve bazı başka bilimleri kapsayan bir ders. – 615.
[333] Das Volk — Marx’ın da katkılarıyla 7 Mayıs-20 Ağustos 1859 tarihleri arasında Londra’da Almanca olarak çıkan bir haftalık gazete. – 615.
[334] 1830’larda ve 1840’larda Alman üniversitelerinde birçok kürsüyü ellerinde bulunduran ve felsefede daha radikal olan akımlara saldırmak için bu durumlarından yararlanan sağ-kanat hegelcilere yapılan alaycı bir anıştırma. Diadokos için bkz: 4 nolu not. – 618.
Diadokos’lar — Büyük İskender’in ölümünden sonra iktidar için birbirleriyle amansız bir savaşa tutuşan generalleri. Bu savaşım sırasında (MÖ 4. Yüzyılın sonundan 3. Yüzyılın başına dek sürmüştür), İskender’in İmparatorluğunun oturmamış askeri ve idari birliği birkaç devlete bölündü.
[335] Bkz: G. W. F. Hegel, Mantık Bilimi, Kısım I, Kesim 2. – 619