Fazilet eczanesi (1959). Taner’in ilk dönem tiyatrosunun en olgun metnini oluşturmaktadır. Oyun, yazarın toplum eleştirisini, gerçekçi ve yanılsamacı tiyatro anlayışı içinde ve klasik olay kurgusunu kullanarak ortaya koyduğu bir
Olay 1950’lerde 28-29-ve son perdesi otuz ağustosa geçecek şekilde üç günlük bir zaman dilimini kapsar. İnsani ilişkilerin sıcaklığını muhafaza ettiği bir mahallede Fazilet eczanesi adlı eski tip ilaç üretimi yapan bir eczanenin
çevresinde döner. Burada en çok sözü geçen, en kıdemli kişi eczanenin sahibi olan Sadettin Bey’dir. Onun varlığı bu mahalle için elzemdir. Bu durum karşısında mütahit Tahsin’in apartman yapmak için Fazilet eczanesini ele geçirme çabası, karşıt kutup olarak yer alır. Tezde fazilet eczanesinin yer aldığı mahalle ve sadettin beyin insani kültürü ve anti tezde mütahit Tahsin’in insansallıktan uzak para-meta merkezli çıkarcı düzeni yer alır.
Diğer yanda Sadettin’in kendinden sonra mesleğini sürdürecek kişi olarak gördüğü oğlu Ünal’ın babasının beklentisinin aksine o muhitten ayrılıp İtalya’ya gitmek istemesi, baba ile oğul arasında yaşanan bir çatışma yaratır..
Bunun bir benzeri, yeni düzenin simgesi burjuva Tahsin ile şefkat ve sevgi arayışındaki kızı Melda arasında yaşanan çatışmada görülür. Ünal ile Melda’nın oyun içinde bir özdeşleşmesi vardır. Ünal eski düzene kaşı yenilik
arayışındayken Melda yeni düzenin yarattığı insansallıktan uzak, soğuk yaşantısından şikayet etmektedir. Bunların dışında bir başka durum Sadettin’in karısı Naciye’nin durumundan şikayetçi olması ve bunu aşmak için eskiden ilişki kurduğu tiyatrocu sefa ile kaçma girişimi yer alır.
Yukarıda belirttiğimiz bu üç olay düzleminin sonucu işe şu şekilde şekillenir. Tahsin ile Sadettin arasında yaşanan karşıtlaşmada galip gelen Tahsin’dir. İstediği gibi türlü dalaverelerle, fazilet eczanesini ele geçirir. Ve eski düzenin simgesi incir ağacı yerinden sökülür. Ancak diğer yandan sadettin tam anlamıyla bitirilmez. O, kısmen de olsa zamana ayak uydurmayı kabullenir (Yümnü değişmeyerek ölüyordu). Artık o da işe başka türlü yaklaşmaktadır. İşi
yeniden kurmayı düşünmektedir, metnin sonlarına doğru Sadettin’in sözlerinde bu açığa çıkar: “Küçükten başlayıp, küçükte kalacak değiliz ya” Bu kısmi dönüşüm onun kendi karısına bakış açısını da değiştirir, önceden kendi
işini sürdürmesinde bir araçken şimdi onu bir kadın olarak görmeye başlar: “(Naciye ilişir)’sana da o sevdiğin sadakor rengi tişörtü alırım.”
Bu çatışma dışarıdakiler oyununda olduğu gibi iki düzenin mücadelesidir. Kazanan hep yeni olur. Ancak, onun kazanması, onun haklı ve doğru olduğu anlamına gelmez. Bu oyunda da görüleceği gibi fazilet eczanesinin üretim şekli talebi karşılayamamaktadır. Oysa kapitalistlerin gücü ellerini her yere uzatmalarını sağlayacak kadar çoktur ve hızla artmaktadır. Bu güçlü yeni düzen karşısında eski üretim araçları ve şekliyle dayanmak doğal olarak eşyanın
tabiatına aykırıdır. Kapitaliste karşı ayakta kalmak için oyunun kurallarına uymak zorunludur; ki Sadettin en sonunda bu yöne doğru ilerlemeye başlamıştır.
Diğer olay bu iki düzenin eleştiri noktaları olan çocukların durumlarıyla ilgilidir. Birisinin (Ünal) gözleri yukardadır. Kendi bireysel varlığının eski sistem tarafından (babası) ezildiğini hisseder, düşü olan İtalya’da heykeltıraşlık yapma isteği bize bir anlamda, yeniden doğuş anlamına gelen ve bireyin oluşmasında önemli bir etap olan Rönesans’ı çağrıştırır. Ancak en sonunda o tüm bu süreçlerden geçtikten sonra kendi iradesi ve bilinciyle babasıyla (geçmiş değerler) barışır. Oysa karşıt kutuptaki Tahsin’in kızı Melda, babasıyla barışmaz. Ona tabi olmaktan kurtulup kendi ayakları üzerinde durarak birey olma yolunda ilerler.
Bu ikisinin durumu yazarın düşüncesini açığa vurur. Yazar Ünal’ı babasıyla barıştırarak geleneksel değerlerin içinde olumlu yanların var olduğunu ve ( ki özellikle Sadettin’in insani ilişkilerdeki sıcaklığı örneklenebilir)ve ilerleme
sürecinde bunların varlığının kabul edilip özümsenmesin gerekli olduğunu düşünür. Geçmişi tümüyle reddetmek hatadır. ( geçmişin reddi konusu, dışarıdakiler oyunu için de önemli tezlerden biriydi). Yine yeni düzeni meta-
ideolojisinin ve insani olanı hiçe sayan tutumunda Melda’yı babasıyla barıştırmayarak tavrını belli eder yazar.
Başlarda belirttiğimiz gibi tez olarak gelenekselden, anti tez olarak da yeni düzenden yola çıkarak bunların olumlu özelliklerinden senteze varılması fikrindedir H.Taner.
Oyunun bir başka boyutunda Naciye’nin yaşadıklarına baktığımızda, onun gözü daha iyi ve özgür bir yaşantıdadır. Baba evindeyken başlayan sıkıntısı, daha sonrasında yaptığı evliliklerde de devam etmiştir. Buradan çıkaracağımız sonuç, Naciye’nin yaşantısı toplumsal kültürün ataerkil yapısının bir sonucu olduğu yönündedir. Zaten bu yüzden Naciye oyunun sonlarına doğru bir kurtuluş umuduyla kaçtığı yerde de yine kendisini sıkıntıların beklediğini görür. Yani düzen hep aynıdır nereye gitse onun karşısına çıkar. Oyunun sonunda Sadettin’in dönüşüme uğraması Naciye adına bir umuttur gelecek için. Oyunun başlarında şikayet ettiği ( “.’şu sırtımdaki entarinin rengi attı.
Dört yıldır onu giyiyorum. E bende insanım canım'”) sorunlardan birinin çözüme kavuşturulacağının açıklanması bu umudumuzu destekler. Ancak yinede şunu söylemek gereklidir. Bu umut kısmi ve yüzeyseldir, çünkü derinlikli yapısal
bir değişim gerçekleşmemiştir. Bu haliyle değişim sözde kalma ihtimalini içinde barındırır.