Toprak mülkiyeti, her türlü servetin ilk kaynağı ve işçi sınıfının geleceğinin onun çözümüne bağlı olduğu büyük sorundur.
Burada, toprak üzerinde özel mülkiyeti savunanların, hukukçuların, filozofların ve ekonomi politikçilerin ortaya attıkları bütün savları ele almak niyetinde olmayıp, ilkin, bunların istila olgusunu, bu ilk olguyu, “Doğal Hak” kisvesi altında gizlemek için çok çabaladıklarını belirtmekle yetineceğim. İstila, azınlığın doğal bir hakkı idiyse, çoğunluğun da kendisinden alınmış olan şeyi tekrar istila etme doğal hakkını elde etmesi için gerekli gücü toplaması yeterli olacaktır.
Tarihin akışı içersinde, istilacılar, kaba kuvvetten kaynaklanan ilk tasarruf haklarına, kendileri tarafından konan (sayfa 343) yasalar aracılığıyla, bir tür toplumsal paye vermeyi elverişli bulmuşlardır.
En sonunda filozof gelir ve bu yasaların insanlığın genel rızasını ifade ettiğini açıklar. Toprak üzerindeki özel mülkiyet gerçekten böyle bir genel rızaya dayandırılmışsa, bir toplumun çoğunluğu bu rızayı göstermeyi kabul etmediği anda, bunun hükümsüz kalacağı açıktır.
Ama, mülkiyet “hakkı” denen şeyi bir kenara bırakıyorum ve toplumun iktisadi gelişmesinin, nüfus artışının ve yoğunlaşmasının, kapitalist çiftçiyi tarımda kolektif ve örgütlü emek kullanmak zorunda bırakan koşulların, ve makine ve benzeri buluşlardan yararlanılmasının, mülkiyet hakkına ilişkin ne kadar söz söylenirse söylensin, toprağın ulusallaştırılmasını, hiç bir çaresi olmayan ve gittikçe artan bir “Toplumsal Zorunluluk” haline getireceğini iddia ediyorum. Toplumun zorunlu gereksinmeleri karşılanacaktır ve karşılanmalıdır, toplumsal zorunluluğun dayattığı değişiklikler yollarını kendileri bulacaklar ve er ya da geç hukuk yasalarını kendilerine uyduracaklardır.
Bizim gereksindiğimiz şey, her gün artan bir üretimdir ve bunun gerekleri, birkaç kişinin bunu kendi kaprislerine ve kişisel çıkarlarına göre düzenlemelerine, ya da toprağın gücünü bilisizce tüketmelerine izin verilerek karşılanamaz. Sulama, drenaj, buharlı pulluk, kimyasal işlemler, vb. gibi tüm modern yöntemler büyük çapta tarıma girmelidir. Ama sahip olduğumuz bilimsel bilgiler ve makine, vb. gibi elimizin altındaki teknik tarım araçları, toprağı büyük ölçeklerle işlemedikçe, başarılı bir biçimde uygulamaya konulamazlar.
Büyük ölçeklerle işleme (bizzat üreticiyi salt bir yük hayvanına indirgeyen mevcut kapitalist biçim altında bile) iktisadi açıdan küçük ve parçabölük tarım karşısında madem bu kadar üstündür, ulusal boyutlarda uygulanacak olsa, üretime daha da büyük bir dürtü kazandırmaz mı?
Bir yanda halkın durmadan büyüyen gereksinmeleri, öte yanda ise durmadan artan tarımsal ürün fiyatları, toprağın ulusallaştırılmasının bir toplumsal zorunluluk haline geldiğinin su götürmez bir kanıtıdır.
Tarımsal üretimde bireysel kötü kullanımdan ileri gelen (sayfa 344) azalma, tarımsal faaliyet, ulusal denetim altında ve ulus yararına yürütüldüğünde, elbette olanaksızlaşacaktır.
Bugün burada, tartışma boyunca dinlediğim bütün yurttaşlar, bu konuda toprağın ulusallaştırılmasını savundular, ama çok farklı görüşler ortaya koydular.
Sık sık Fransa’ya atıfta bulunuldu, ama Fransa, köylü mülkiyeti ilişkileri ile, toprağın ulusallaştırılması bakımından, toprakbeyliğinin egemen olduğu İngiltere’den çok daha uzaklardadır. Fransa’da toprağın onu satın alabilecek olan herkes için edinilebilir olduğu doğrudur, ama işte bu olanaktır ki, toprağın, onu yetersiz araçlarla ve kendisinin ve ailesinin çabalarıyla esas olarak toprağa dayanan insanlarca işlenen küçük parçalara bölünmesine yolaçmıştır. Toprak mülkiyetinin bu biçimi ve bunun zorunlu kıldığı parçalı işletme, yalnızca her türlü modern tarımsal iyileştirmelerin uygulanmalarını dıştalamakla kalmaz, ekicinin kendisini de toplumsal ilerlemenin ve, her şeyden çok da, toprağın ulusallaştırılmasının en amansız düşmanı haline getirir. Göreli olarak küçük bir gelir elde etmek için bütün dirimsel enerjisini ona harcamak zorunda olduğu toprağın esiridir, ürünün büyük bir kısmını vergi biçiminde devlete, adli giderler olarak hukukçular takımına, ve faiz olarak da tefeciye vermek zorundadır, kendi küçük uğraş alanı dışındaki toplumsal hareketlerden tamamıyla habersizdir; ama gene de o küçücük toprağına ve yalnızca sözde kalan mülkiyet hakkına akıl almaz bir tutkuyla sarılır. Fransız köylüsü, böylelikle, sınai işçi sınıfıyla en amansız bir karşıtlık içersine itilmiştir.
Köylü mülkiyeti, şu halde, toprağın ulusallaştırılması için en büyük engel olduğundan, bugünkü durumuyla Fransa, elbette ki, bu büyük sorunun çözümünü arayacağımız yer değildir.
Toprağın ulusallaştırılması ve küçük parçalar halinde bireylere ya da işçi topluluklarına kiralanması, bir burjuva hükümetinin yönetimi altında, olsa olsa, bunlar arasında bir rekabet, amansız bir rekabet yaratır ve, böylelikle de, “Kiralar”da gittikçe büyüyen bir artmaya yolaçar, ki bu da üreticilerin sırtından geçinmede mülk sahiplerine yeni olanaklar sağlar.
1868’deki Uluslararası Brüksel Kongresinde (sayfa 345) dostlarımızdan biri [César de Daepe. -Ed.] şöyle diyordu:
“Toprakta küçük özel mülkiyet bilim tarafından mahkum edilmiştir, büyük toprak mülkiyeti de adalet tarafından. Geriye bir tek seçenek kalıyor. Toprak, kırsal toplulukların mülkü ya da tüm ulusun mülkü haline gelmelidir. Bu sorunu karara bağlayacak olan gelecektir.”
Ben ise tersini söylüyorum; toplumsal hareketin vereceği karar, toprak ancak ulusun kendisinin mülk edinebileceği, olacaktır. Toprağı kırsal emekçi topluluklarının ellerine bırakmak, toplumu, ötekileri tamamıyla dıştalayan tek bir üreticiler sınıfına teslim etmek olur.
Toprağın ulusallaştırılması, emek ile sermaye arasındaki ilişkileri tamamıyla değiştirecek ve sonuçta, isten sınai olsun ister kırsal, üretimin kapitalist biçimine son verecektir. Bunun ardından sınıfsal ayrımlar ve ayrıcalıklar, bunların üzerine dayandıkları iktisadi temelle birlikte yok olacaklardır. Başkalarının sırtından geçinmek tarihe karışacaktır. Artık toplumun kendisinden ayrı herhangi bir hükümet ya da devlet gücü olmayacaktır! Tarım, madencilik, imalat, kısacası üretimin bütün dalları, yavaş yavaş en elverişli biçimde örgütlenecektir. Üretim araçlarının ulusal merkezileştirilmesi, özgür ve eşit üretici topluluklarından oluşan ve toplumsal işi ortak ve rasyonel bir plan uyarınca yürüten toplumun ulusal temeli olacaktır. 19. yüzyılın büyük iktisadi hareketinin yöneldiği insancıl hedef işte budur. (sayfa 346)
Mart-Nisan 1872’de Marx tarafından yazılmıştır
The International Herald’ın 15Haziran 1872 tarihli 11. sayısında yayımlanmıştır
Dipnotlar
[243] “Toprağın Ulusallaştırılması” başlıklı bu elyazması, tarım sorununa ilişkini bellibaşlı marksist belgelerden birisidir. Enternasyonalin Manchester kesiminde, toprağın ulusallaştırılması konusundaki bir tartışmaya ilişkin olarak yazılmıştır. Dupont, Engels’e yazdığı 3 Mart tarihli mektubunda kesim üyelerinin tarım sorunu konusundaki kafa karışıklıklarını anlatıyor ve Marks ve Engels’i hazırlamakta olduğu raporundaki beş konuya ilişkin noktalarda görüşlerini bildirmeye davet ediyordu, ki böylelikle kesim toplantısından önce bunları da gözönünde bulunduracaktı. Marks, toprağın ulusallaştırılması konusundaki görüşlerini ayrıntılı olarak bildirdi. Marks, toprağın ulusallaştırılması, bu büyük sorun, proleter devriminin görevlerine ve bir bütün olarak toplumun sosyalist dönüşümüne sıkı sıkıya bağlıdır, diyordu. -343.