BU konuda bay Tkaçov, Alman işçilere, benim Rusya’ya ilişkin olarak “en ufak bir bilgiye” bile sahip olmadığımı, “bilisizlik”ten başka bir şeye sahip olmadığımı söylüyor; bu yüzden de kendisini, işin gerçek yönünü, ve özellikle de, Rusya’da şu anda bir toplumsal devrimin niçin çok kolaylıkla, Batı Avrupa’da olduğundan çok daha, kolaylıkla, yapılabileceğini onlara açıklamak zorunda hissediyor.
“Kentsel proletaryaya sahip değiliz, bu kuşkusuz doğru; ama burjuvaziye de sahip değiliz; … işçilerimiz yalnızca siyasal iktidara karşı savaşmak zorunda olacaklar – sermayenin gücü, bizde, hâlâ yalnızca rüşeym halindedir. Ve siz bayım, pekala farkındasınız ki, birincisine karşı savaşmak ikincisine karşı savaşmaktan çok daha kolaydır.”[274]
Modern sosyalizmin başarmaya uğraştığı devrim, kısaca, (sayfa 462) proletaryanın burjuvazi üzerindeki zaferi ve her türlü sınıf ayrımlarının yokedilmesiyle yeni bir toplum örgütlenmesinin kurulmasıdır. Bu, yalnızca bu devrimi yapacak bir proletaryayı değil, toplumun üretici güçlerini kendi ellerinde sınıf ayrımlarının kesin olarak yokedilmelerine olanak verecek kadar geliştirmiş olan bir burjuvaziyi de gerektirir. Vahşiler ve yarı-vahşiler arasında da çoğu kez sınıf ayrımları bulunmaz, ve her halk böyle bir durumdan geçmiştir. Bu durumu geri getirmek aklımızdan geçemez, çünkü toplumun üretici güçleri geliştikçe, sınıf ayrımları zorunlu olarak bu durumun bağrından ortaya çıkarlar. Ancak toplumun üretici güçlerinin belirli bir gelişkinlik düzeyinde, bizim modern koşullarımız için bile çok yüksek olan bir düzeyindedir ki, üretimi, sınıf ayrımlarının kaldırılmasının gerçek bir ilerleme olacağı, toplumsal üretim tarzında durağanlık, hatta düşme yaratmaksızın kalıcı olacağı bir düzeye çıkarmak olanaklı hale gelir. Ama üretici güçler bu gelişkinlik düzeyine ancak burjuvazinin ellerinde ulaşmıştır. Dolayısıyla burjuvazi, bu bakımdan da, sosyalist devrimin proletaryanın kendisi kadar zorunlu bir önkoşuludur. Şu halde, proletaryası olmasa bile, burjuvazi de olmadığı için, böyle bir ülkede bu devrimin daha kolay yapılabileceğini söyleyen kimse, olsa olsa, sosyalizmin alfabesini hâlâ öğrenmesi gerektiğini tanıtlar.
Rus işçilerinin -ve bu işçiler, bay Tkaçov’un kendisinin de söylediği gibi, “toprak emekçileridirler ve bu durumlarıyla proleter değil, mülk sahibidirler”- bu yüzden işleri daha kolaydır, çünkü bunlar sermayenin gücüne karşı değil, “yalnızca siyasal iktidara karşı”, Rus devletine karşı savaşmak zorundadırlar, ve bu devlet, “ancak uzaktan bakınca bir güç olarak görünür; … halkın iktisadi yaşamında hiç bir köke sahip değildir; herhangi bir zümrenin çıkarlarını temsil etmez. … Sizin ülkenizde devlet hayali bir güç değildir. Her iki ayağı ile de sermayeye dayanır; belirli iktisadi çıkarları kendi içinde (!!) temsil eder. … Bizim ülkemizde ise, durum bunun tam tersidir – bizim toplum biçimimiz, varlığını, devlete, deyim yerindeyse, havada asılı duran bir devlete, mevcut toplum düzeniyle ortak hiç bir şeyi bulunmayan ve kökleri bugünde değil, geçmişte olan bir (sayfa 463) devlete borçludur.”
İktisadi çıkarların, bir organ edinmek için, kendi yarattıkları devleti gereksindikleri yolundaki kafa karıştıran kavramlar üzerinde, ya da Rus “toplum biçiminin” (ki, elbette, köylülerin ortak mülkiyetini de içermek zorundadır) varlığını devlete borçlu olduğu yolundaki cüretkar iddia üzerinde, ya da bu aynı devletin, bizzat kendi yaratmış olması gereken mevcut toplum düzeniyle “ortak hiç bir şeyi olmadığı” biçimindeki çelişki üzerinde zaman yitirmeyelim. Daha çok, tek bir zümrenin bile çıkarlarını temsil etmeyen bu “havada asılı duran devlet”i incelemeye geçelim hemen.
Avrupa Rusyası’nda köylüler 105 milyon desiyatin, soyluluk ise (burada büyük toprak sahiplerini kısaca böyle adlandıracağım) 100 milyon desiyatin toprağa sahiptir, ki bunun da yaklaşık yarısı, herbiri ortalama 3.300 desiyatine sahip 15.000 soyluya aittir. Dolayısıyla, köylülerin toprakları, soylularınkinden pek az bir farkla daha büyüktür. Görüyorsunuz ya, ülkenin yarısına sahip olmalarını sağlayan devletin varolmasında soyluların en ufak bir çıkarı yoktur! Devam edelim. Köylüler, kendi sahip oldukları yarıdan, yılda 195 milyon ruble toprak vergisi ödüyorlar, soylular ise 13 milyon! Soyluların toprakları köylülerinkinden ortalama iki kat daha verimlidir, çünkü angarya yükümlülüklerinin taksitlere bağlanarak tasfiyesi sırasında, devlet, köylülerden toprakların yalnızca çoğunu değil, en iyi kısmını da alıp soylulara verdi, ve köylüler bu en kötü topraklar için soylulara en iyi toprağın fiyatını ödemek zorunda kaldılar.[1*] Ve Rus soyluluğunun, Rus devletinin varolmasında hiç bir çıkarı yoktur!
Köylüler -yığınlar halinde- taksitlerle çok perişan ve tümüyle dayanılmaz bir duruma düşürülmüşlerdi. Yalnızca topraklarının en büyük ve en iyi kısımları ellerinden alınmakla kalınmamıştır; öyle ki ülkenin bütün verimli kesimlerinde köylü toprağı -Rusya’daki tarımsal koşullar altında-, ondan bir geçim sağlayabileceklerinden çok daha (sayfa 464) küçüktür. Bu toprak için kendilerinden, devlet tarafından ödünç verilen ve şimdi devlete bunun faizlerini ve taksitlerini ödemek zorunda oldukları çok yüksek bir fiyat alınmakla kalınmamıştır. Toprak vergisinin hemen tüm yükü, soylular bundan neredeyse tamamen kaçınırlarken, onların sırtına yüklenmekle kalınmamıştır – öyle ki, toprak vergisi, tek başına, köylü topraklarının toprak rantı değerinin tamamını ve daha fazlasını kapsamaktadır ve köylünün yapmak zorunda olduğu ve şimdi sözünü edeceğimiz bütün öteki ödemeler, gelirinin ücreti temsil eden bölümünden yapılan dolaysız kesintiler olmaktadır. Hayır, toprak vergisinin, devlet tarafından ödünç verilmiş olan paranın faiz ve taksit ödemelerinin üzerine, son zamanlarda yerel yönetimler kurulduğundan beri, bir de eyalet ve ilçe vergileri binmektedir. Bu “reform”un en bellibaşlı sonucu, köylü için getirilen yeni vergi yükleri olmuştur. Devlet, gelirlerinin tümünü alıkoymuş, ama harcamalarının büyük bir kısmını eyaletlere ve ilçelere aktarmış, ve bunun karşılanması için yeni vergiler getirilmiştir; ve Rusya’da üst zümreler hemen tümüyle vergi dışı tutulurken, köylünün neredeyse her şeyi ödemesi kuraldır.
Bu durum tefeci için sanki özellikle yaratılmıştır, ve Rusların düşük düzeyde ticaret yapmakta neredeyse eşi bulunmaz yetenekleriyle birlikte, iş yapmak için elverişli koşullardan ve bundan ayrılmayan vurgunculuktan eksiksiz yararlanmak için -Peter I bundan çok önceleri, bir Rusun üç Yahudiye bedel olduğunu söylemiştir- tefeci her yerde boy göstermektedir. Vergilerin vadesi yaklaşınca, tefeci, kulak -çoğu kez aynı köy topluluğunun zengin köylüsü- ortaya çıkar ve nakit para teklif eder. Köylü bu paraya ne pahasına olursa olsun sahip olmak zorundadır ve tefecinin koşullarını itirazsız kabul etmek zorundadır. Ama bu onu olsa olsa daha da güç bir durumda bıraktığından, gittikçe daha çok nakit para gerekir. Hasat zamanı tahıl tüccarı gelir; para gereksinmesi, köylüyü, kendisinin ve ailesinin geçimi için gerekli olan tahılın bir kısmını satmak zorunda bırakır. Tahıl tüccarı, fiyatları düşüren asılsız söylentiler yayar, düşük bir fiyat öder ve bu ödemenin bir kısmını da çoğu kez her türden pahalı mallarla yapar; çünkü Rusya’da ayni ödeme (sayfa 465) sistemi de oldukça gelişkindir. Rusya’nın büyük tahıl ihracatının doğrudan doğruya köylü nüfusun açlığına dayandığı çok açıktır. Köylüyü sömürmenin bir başka yöntemi de şudur: bir spekülatör hükümetten uzun bir süre için devlet arazisi kiralar ve gübre gerektirmeden iyi ürün verdiği sürece onu kendisi işler; sonra küçük parçalara böler ve bu yorgun toprağı, kendi topraklarından elde ettikleri gelirle geçinemeyen civar köylülere yüksek kiralarla kiralar. Tıpkı yukardaki İngiliz ayni ödeme sistemi gibi, burada da, tıpı tıpına İrlandalı aracıyı görüyoruz. Kısacası, burjuva toplumunun bozulmamış vahşiliğine karşın, kapitalist asalaklığın bu kadar geliştiği, ağlarını Rusya’daki kadar tüm ülkenin, tüm halkın üzerine gerdiği ve ördüğü bir ülke yoktur. Ve bütün bu köylü kanı emicilerinin, yasaları ve mahkemeleri bunların temiz ve kârlı işlerini koruyan Rus devletinin varoluşunda hiç bir çıkarları olmuyor! Son on yılda esas olarak demiryolları sayesinde duyulmamış bir çabuklukla gelişmiş olan ve son başdöndürücü yıllarda ötekilerle birlikte güle oynaya “gümbürdeyen” Petersburg’un, Moskova’nın, Odessa’nın büyük burjuvazisi, yaptıkları işin tamamı köylülerin sefaleti üzerine kurulmuş olan tahıl, kenevir, keten ve donyağı ihracatçıları, salt devletin kendilerine sağladığı koruyucu gümrük vergileri sayesinde varolabilen tüm Rus büyük sanayii – nüfusun önemli ve hızla büyüyen bütün bu unsurlarının Rus devletinin varoluşunda hiç bir çıkarları yok mu? Hadi, Rusya’yı kasıp kavuran ve yağmalayan ve burada gerçek bir toplumsal zümre oluşturan sayısız memur ordusunu saymayalım. Ama bay Tkaçov Rus devletinin “halkın iktisadi yaşamında hiç bir köke sahip” olmadığı, “herhangi bir zümrenin çıkarlarını temsil” etmediği, “havada asılı durduğu” yolunda bize güvence verirken, sanırım havada asılı duran Rus devleti değil, daha çok Bay Tkaçov’un kendisidir.
Rus köylülerinin içinde bulundukları durumun serflikten kurtulduklarından beri dayanılmaz bir hal aldığı ve bunun daha uzun bir süre devam ettirilemeyeceği, ve eğer bir başka nedenle değilse bile, salt bu nedenle, Rusya’da bir devrimin yakın olduğu açıktır. Sorun yalnızca şudur: bu devrimin sonucu ne olabilir, ne olacaktır? Bay Tkaçov bunun bir toplumsal devrim olacağını söylüyor. Bu katıksız bir (sayfa 466) totolojidir. İktidara yeni bir sınıfı getirmesiyle ve ona toplumu kendisine göre yeniden biçimlendirme olanağı vermesiyle, her gerçek devrim toplumsaldır. Ama o, bunun, sosyalist bir devrim olacağını, bunun Batı Avrupa sosyalizminin hedeflediği toplum biçimini Rusya’ya getireceğini söylüyor, hem de Batıda bunu bizler yapmazdan önce – o da, hem proletaryanın ve hem de burjuvazinin ancak şurada burada görüldüğü ve aşağı bir gelişkinlik aşamasında bulunan bir toplum koşullarında. Ve bu olanaklıymış, çünkü Ruslar, deyim yerindeyse, sosyalizm için yaratılmışlardır ve artellere ve toprak üzerinde ortak mülkiyete sahiptirler.
Bay Tkaçov’un şöyle bir değindiği, ama Herzen’in zamanından beri birçok Rus için gizemli bir rol oynamış olduğundan ötürü buraya aldığımız artel, Rusya’da, avcı kabilelerde avlanma anında gördüğümüz yaygın bir ortaklık biçimi, özgür işbirliğinin en basit biçimidir. Bu sözcük ve içeriği, Slav değil, Tatar kökenlidir. Her ikisine de, bir yanda Kırgızlar, Yakutlar vb. arasında, öte yanda da Lapplar, Samoyedler ve öteki Fin halkları arasında raslanır;[2*] Artelin Güney-Batıda değil de, Finlilerle ve Tatarlarla temas sonucu ilkin Kuzey ve Doğuda gelişmesinin nedeni budur. Sert iklim, çeşitli türden sınai faaliyeti zorunlu kılmakta ve böylece kentsel gelişmenin ve sermayenin yokluğunun yerini, elden geldiğince, işbirliğinin bu biçimi almaktadır. Artelin en tipik özelliklerinden biri olan üçüncü kişilere karşı üyelerin kolektif sorumluluğu, başlangıçta, eski Cermenlerdeki zilyetlik [Gewere] gibi, kan bağlarına, kan davasına, vb. dayanıyordu. Ayrıca Rusya’da, artel sözcüğü, yalnızca her türden kolektif faaliyet için değil, kolektif kurum için de kullanılır. Borsa da bir arteldir. Emekçi artellerinde, her zaman, saymanlık, defter tutma vb. ve gerektiği kadarıyla işletmecilik işlevlerini yerine getiren bir amir (Starosta, kıdemli) seçilir ve özel bir ücret alır. Bu gibi arteller şunlar için kurulur:
1. iş bittikten sonra dağıtılan geçici girişimler için;
2. tek ve aynı işi yapan üyeler için, örneğin hamallar, vb.; (sayfa 467)
3. sözcüğün tam anlamıyla sınai olan sürekli girişimler için.
Bunlar bütün üyeler tarafından imzalanan bir sözleşmeyle kurulur. Bu üyeler, örneğin peynircilikte ve balıkçılıkta (ağlar, kayıklar vb. için) sık sık olduğu gibi, gerekli sermayeyi biraraya getiremeyecek olurlarsa, artel, eksik olan miktarı yüksek faizle ödünç veren ve sonra da bu işten gelen kârın büyük bir kısmını cebe atan tefeciye yem olur. Ama kendilerini ücretli emekçiler olarak toptan bir işverene kiralayan arteller daha da utanmazca sömürülürler. Kendi sınai uğraşlarını kendileri yönetirler ve böylelikle kapitalisti nezaret etme masraflarından kurtarırlar. İşveren, üyelere, içinde oturacakları kulübeleri kiralar ve ödünç olarak geçim araçları verir, bu da en rezil ayni ödeme sistemine yolaçar. Arşangel guberniyasındaki ormancıların ve katrancıların ve Sibirya’daki birçok uğraşların vb. durumu budur (bkz: Flerovski, Polozenie robocago klassa v Rossiji [“Rusya’da İşçi Sınıfının Durumu”], St. Petersburg 1869). Dolayısıyla artel, burada, ücretli emekçinin kapitalist tarafından sömürülmesini oldukça kolaylaştırmaya yaramaktadır. Öte yandan, bizzat kendileri ortaklığa üye olmayan ücretli emekçiler çalıştıran arteller de vardır.
Artelin, kendiliğinden ortaya çıkmış ve, bu yüzden de, hâlâ çok azgelişmiş, ve bu haliyle de, ne yalnızca Rusya’ya, hatta ne de yalnızca Slavlara özgü bir kooperatif dernek olduğu görülüyor. Bu gibi dernekler, onlara gerek duyulan her yerde kurulurlar. Örneğin daha da çeşitli biçimler aldıkları İsviçre’de sütçüler arasında, İngiltere’de balıkçılar arasında. Kırklarda onca Alman demiryollarını döşemiş olan Silezyalı demiryolu işçileri, eksiksiz arteller içinde örgütlenmişlerdir. Bu biçimin Rusya’da egemen oluşunun, Rus halkı arasında güçlü bir birliktelik güdüsünün varlığını tanıtladığı doğrudur, ama bu, onların, bu güdünün yardımıyla, artelden doğrudan doğruya sosyalist toplum düzenine atlayabileceklerini tanıtlamaktan çok uzaktır. Bunun için, her şeyden önce, artelin kendisinin gelişebilecek durumda olması, gördüğümüz gibi işçiden çok sermayeye hizmet eden ilkel biçiminden sıyrılması, ve hiç değilse Batı Avrupa’nın kooperatif derneklerinin düzeyine ulaşması gerekir. Ama (sayfa 468) Bay Tkaçov’a bir kez olsun inanacak olursak (ki bütün bu yukardakilerden sonra bu, elbette tehlikeli olmaktan da öte bir şeydir) durum hiç de böyle değildir. Tersine, kendi bakış açısını iyice ortaya koyan bir böbürlenmeyle şöyle güvence veriyor:
“Son zamanlarda Rusya’ya yapay bir biçimde aktarılmış olan Alman (!) modeline dayanan kooperatif ve kredi derneklerine gelince, bunlar işçilerimizin çoğunluğu tarafından tam bir kayıtsızlıkla karşılanmış ve hemen her yerde başarısızlıkla sonuçlanmışlardır.”
Modern kooperatif dernek, hiç değilse, büyük sanayii kendi hesabına kârlı bir biçimde işletebileceğini tanıtlamıştır (Lancashire’daki iplikçilik ve dokumacılık). Artel ise, şimdiye dek yalnızca bunu yapamamakla kalmamış, eğer daha fazla gelişmeyecek olursa, büyük sanayi tarafından da zorunlu olarak yok edilecektir.
Rus köylülerinin ortak mülkiyeti, Prusya hükümeti danışmanı Haxthausen tarafından 1845’te keşfedildi ve sanki olağanüstü bir şeymiş gibi bütün dünyaya duyuruldu, oysa Haxthausen kendi memleketi Westphalia’da bugün bile bunun kalıntılarını yeterince bulabilirdi ve, hatta bir hükümet görevlisi olarak, bunları yeterince bilmek onun görevinin bir parçasıydı.[275] Kendisi de bir Rus toprak sahibi olan Herzen de, kendi köylülerinin toprağa ortaklaşa sahip olduklarını ilk kez Haxthausen’den öğrendi, ve bu olguyu Rus köylülerini, sosyalizmin gerçek taşıyıcıları diye, sosyalizmi ilkin yapay olarak edinme cenderesinden geçmek zorunda olan yaşlanmış, çürümüş Batı Avrupa işçilerinin tersine, doğuştan komünistler diye tanımlamak için kullandı. Bu bilgi Herzen’den Bakunin’e ulaştı, ve Bakunin’den de Bay Tkaçov’a. Bu sonuncusuna kulak verelim:
“Bizim halkımız … büyük bir çoğunlukla … ortak mülkiyet ilkeleriyle doludur; deyim yerindeyse, içgüdüsel olarak, geleneksel olarak, komünisttir. Kolektif mülkiyet düşüncesi, bugün, Rus halkının tüm dünya görüşü ile” (Rus köylüsünün dünyasının nereye kadar uzandığını şimdi göreceğiz) “öylesine içiçe geçmiştir ki, hükümet, bu düşüncenin ‘iyi düzenlenmiş’ bir toplum ilkeleriyle bağdaşmaz olduğunu anlamaya başlar ve, bu ilkeler adına, bireysel mülkiyet (sayfa 469) düşüncesini halkın bilincine ve yaşamına zorla sokmak isterse, bunu ancak süngü ve kırbaçla başarabilir. Buradan da açıkça görülüyor ki, bilisizliğine karşın, halkımız, sosyalizme, daha eğitilmiş oldukları halde Batı Avrupa halklarından çok daha yakındır.”
Aslında ortak toprak mülkiyeti, Hindistan’dan İrlanda’ya kadar düşük bir gelişkinlik düzeyindeki bütün İndo-Cermen halklarda, hatta Hint etkisi altında gelişmekte olan örneğin Java’daki Malayalılarda raslanan bir kurumdur. Daha 1608’de, henüz istila edilmiş olan Kuzey İrlanda’da, yasal olarak yerleşmiş bulunan ortak toprak mülkiyeti, İngilizlere toprağı sahipsiz ilan etmeleri ve dolayısıyla Saray tarafından zoralımı için bahane yaratmıştır. Hindistan’da günümüze kadar uzanan çok çeşitli ortak mülkiyet biçimleri varolagelmiştir. Almanya’da bu geneldi; orada burada ortak toprak kalıntılarına hâlâ raslanmaktadır; ve bunun uzak geçmişteki izlerine, ortak toprakların geçici olarak bölünmelerine, vb. de hâlâ raslanmaktadır, özellikle dağlık yörelerde. Eski Alman ortak mülkiyetine ilişkin olarak daha kesin ve ayrıntılı kaynaklar için, bu sorun konusunda birer klasik olan Maurer’in yazılarına başvurabilir. Polonya ve Küçük Rusya da dahil, Batı Avrupa’da, toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında, bu ortak mülkiyet tarımsal üretim için bir ayakbağı, bir engel haline geldi ve gittikçe daha çok tasfiye edildi. Büyük Rusya’da (yani asıl Rusya’da) ise, bugüne kadar yaşamıştır, ve bu da, her şeyden önce, tarımsal üretimin ve kırsal bölgelerde buna tekabül eden toplumsal koşulların burada hâlâ çok az gelişmiş olduğunu tanıtlar, ki durum gerçekten de budur. Rus köylüsü yalnızca kendi köy topluluğunda yaşar ve varlığı oradadır; bunun dışında kalan dünya, kendisi için, ancak onun bu kendi köy topluluğuna müdahalesi oranında vardır. Durum öylesine böyledir ki, Rusya’daki “mir” sözcüğü bir yandan “dünya”, öte yandan da “köylü topluluğu” anlamına gelir. Ves’ mir, bütün dünya, köylü için, topluluk üyelerinin toplantısı anlamına gelir. Şu halde, Bay Tkaçov, Rus köylüsünün “dünya görüşü”nden sözederken, besbelli ki, Rusça mir sözcüğünü yanlış çevirmektedir. Tek tek toplulukların bütün ülkede benzer, ama ortak olmanın tamamen tersi çıkarlar yaratarak böylesine tamamen (sayfa 470) yalıtılmış oluşları, Doğu despotizminin doğal temelidir, ve Hindistan’dan Rusya’ya kadar, bu toplum biçimi, egemen olduğu her yerde, her zaman bunu yaratmış ve kendisini hep onunla tamamlamıştır. Yalnızca genel olarak Rus devleti değil, onun özgül biçimi olan çarlık despotizmi bile, havada asılı duracağı yerde, Bay Tkaçov’a göre onunla “ortak hiç bir şeyi olmayan” Rus toplumsal koşullarının zorunlu ve mantıksal ürünüdür! Rusya’nın burjuva doğrultuda daha da gelişmesi, burada da, Rus hükümetinin “süngülerle ve kırbaçla” müdahalesini gerektirmeksizin, ortak mülkiyeti azar azar yokedecektir. Ve bu, burada, daha da geçerlidir, çünkü ortak mülkiyette bulunan toprak, Rusya’da, ürünün bölüşülmesine olanak tanıyan ve, Hindistan’ın bazı yörelerinde hâlâ olduğu gibi, köylüler tarafından ortaklaşa ekilmemektedir; tersine, toprak, zaman zaman, çeşitli aile başları arasında paylaşılmakta ve bunlardan herbiri kendisine düşen toprağı kendi başına ekmektedir. Bunun sonucu olarak, topluluk üyeleri arasında, gönenç düzeyi bakımından, büyük farklılıkların belirmesi olanaklıdır, ve bu durum fiilen vardır. Bunlar arasında, hemen her yerde, tefecilik yapan ve köylü yığınlarının kanını emen birkaç zengin köylü -şurada burada milyonerler- vardır. Bunu kimse Bay Tkaçov’dan daha iyi bilmez. Alman işçilerini, “kolektif mülkiyet düşüncesinin” Rus köylülerinden, bu içgüdüsel, geleneksel komünistlerden, ancak süngü ve kırbaçla sökülüp atılabileceğine inandırmayı isterken, Rusça broşürünün 15. sayfasında ise şöyle yazıyor:
“Köylüler arasında, bir tefeciler (kulakov) sınıfı, köylülerin ve soyluların topraklarını satınalanlar ve kiralayanlar sınıfı boy gösteriyor – bir köylü aristokrasisi.”
Bunlar, yukarda daha ayrıntılı bir biçimde anlattıklarımızla aynı türden kan emicilerdir.
Ortak mülkiyete en ağır darbeyi indiren, gene feodal yükümlülüklerin tasfiyesi olmuştur. Toprağın en büyük ve en iyi kısmı soyluluğa verilmiş, köylüye ise geçimine zarzor yeten, çoğu kez yetmeyen, bir miktar kalmıştır. Buna ek olarak, ormanlar da soylulara verilmiştir; köylü, yakıt, aletler ve inşaat için eskiden hiç bir şey ödemeksizin edinebildiği odunu, şimdi, satınalmak zorundadır. Böylece köylünün, kendi evinden, ve onu işleyecek araçlara ve ortalama (sayfa 471) olarak bir hasattan öteki hasata kadar kendisini ve ailesini geçindirebileceği yeterli miktarına sahip olmadığı kupkuru toprağından başka bir şeyi yoktur. Bu koşullar altında ve vergilerin ve tefecilerin baskısı altında, toprak üzerindeki ortak mülkiyet artık bir nimet değil, bir ayakbağı olur. Köylüler, geçimlerini gezgin emekçiler olarak kazanmak üzere, aileleriyle birlikte ya da onlar olmaksızın, topraklarını geride bırakarak ondan kaçmaktadırlar.[3*]
Görülüyor ki, ortak mülkiyet, Rusya’da, serpilme dönemini çoktan geçmiştir ve her bakımdan dağılmaya doğru gitmektedir. Bununla birlikte, eğer bunun için koşullar olgunlaşıncaya kadar yaşayacak olursa, ve eğer köylülerin toprağı artık tek tek değil, kolektif olarak işleyebilecekleri bir biçimde gelişebilme yeteneğinde olduğunu gösterecek olursa[4*], bu toplum biçimini daha üst bir biçime ulaştırma, Rus köylüsünün burjuva küçük mülkiyeti ara aşamasından geçmesine gerek kalmaksızın onu bu daha üst biçime ulaştırma olasılığı kuşkusuz vardır. Ama bu, ancak, ortak mülkiyet tamamıyla parçalanmazdan önce, Batı Avrupa’da, Rus köylüsüne böyle bir geçiş için gerekli önkoşulları, özellikle tüm tarımsal sistemine zorunlu olarak bağlı bulunan devrimi yapması için gerekli olan maddi koşulları yaratacak bir proleter devrimi başarıyla yapılırsa olanaklıdır. Dolayısıyla Bay Tkaçov’un Rus köylüsünün, “mülk sahibi” olsa bile, “sosyalizme” Batı Avrupa’nın mülksüz işçilerinden “daha yakın” olduğunu söylemesi, koskoca bir palavradır. Tam tersine, Rus ortak mülkiyetini hâlâ kurtarabilecek ve ona yeni, gerçekten geçerli bir biçim alma olanağını tanıyacak bir şey varsa, o da Batı Avrupa’daki bir proleter devrimidir.
Bay Tkaçov, siyasal devrimi, iktisadi devrimi aldığı kadar hafife alıyor. Rus halkı, diyor, köleliğe karşı şimdi (sayfa 472) “dinsel tekkeler … vergi ödemeyi reddetme … haydut çeteleri” (Alman işçileri, buna göre, Schinderhannes’in[5*] Alman sosyal-demokrasisinin babası olduğunu öğrenmekten memnun olacaklardır) “… kundakçılık … isyanlar” biçiminde “durmaksızın protestoda bulunuyor … ve dolayısıyla Rus halkına içgüdüsel devrimci denebilir.” Ve böylece, Bay Tkaçov, “gerekli olan tek şeyin, halkımızın bağrında kaynaşıp duran bütün birikmiş acıları ve hoşnutsuzluğu birkaç yerde aynı anda harekete geçirmek olduğundan” emindir. O zaman “devrimci güçlerin birliği kendiliğinden sağlanacak, ve savaş … halkın davasının lehine sonuçlanmak zorunda kalacaktır. Pratik zorunluluk, nefsini koruma güdüsü” o zaman, tamamıyla kendiliğinden, “protestoda bulunan köy toplulukları arasında sağlam ve çözülmez bir ittifak” sağlayacaktır.
Bir devrimi bundan daha kolay ve daha hoş bir biçimde kavramak olanaksız. Çıkıp üç ya da dört yerde aynı anda ateş etmeye başlıyorsun ve “içgüdüsel devrimci”, “pratik zorunluluk” ve “nefsini koruma güdüsü”, işin gerisini, “kendiliklerinden” getiriyorlar. Madem bu kadar kolaydı da, niçin devrim çok önceleri yapılmadı, halk kurtarılmadı ve Rusya örnek sosyalist ülke haline dönüştürülmedi, akıl alır şey değil.
Aslında sorun bambaşka. Rus halkı, bu içgüdüsel devrimci, soyluluğa karşı ve tek tek hükümet görevlilerine karşı gerçekten de birbirinden kopuk sayısız köylü ayaklanmalarına girişmiştir, ama sahte bir çarın başa geçmesi ve taht üzerinde hak iddia etmesi dışında, çara karşı asla. Katerina II zamanındaki son büyük köylü ayaklanması, ancak Yemelyan Pugaçov’un, aslında karısı tarafından öldürülmeyip tahtından indirilerek zindana atılan ve oradan kaçmış bulunan Peter III’ün yerine onun kocası olduğunu iddia etmesi üzerine mümkün olmuştur. Tersine çar, Rus köylüsünün yeryüzündeki tanrısıdır: Bog vysok, Car daljok -Tanrı yüksekte, çar da uzaktadır- dara düştüğünde söylediği budur. Köylü halk yığınlarının, özellikle feodal yükümlülüklerin tasfiyesinden beri, onları hükümete ve çara karşı da savaşmaya gittikçe daha çok zorlayan bir duruma düşürüldükleri (sayfa 473) doğrudur; ama Bay Tkaçov “içgüdüsel devrimci” masalını gidip başka yerde okutsun.
Ve Rus köylü yığınları bu kadar içgüdüsel devrimci olsalar bile, devrimlerin tıpkı çiçekli bir basma ya da bir çaydanlık ısmarlar gibi ısmarlanabileceğini düşünsek bile – o zaman bile, sorarım, oniki yaşını aşkın bir kimse, devrimin buradaki kadar çocukça bir yol izleyeceğini düşünebilir mi? Ve ayrıca anımsayınız ki, bu, Bakunin’in modeline dayanılarak yapılan ilk devrimin -1870 İspanyol devriminin- onca parlak bir biçimde başarısızlığa uğramasından sonra yazılmıştır. Orada da, birkaç yerde aynı zamanda başlattılar. Orada da, pratik zorunluluğun ve nefsini koruma güdüsünün protestoda bulunan topluluklar arasında kendiliğinden sağlam ve çözülmez bir ittifak sağlayacağı hesaplanmıştı. Ama ne oldu? Her köy topluluğu, her kent, yalnızca kendisini savundu; karşılıklı yardımlaşma diye bir şey yoktu, ve Pavia, topu topu üçbin insanla, onbeş gün içinde, kentleri peşpeşe altetti ve bu anarşist gösterinin tümüne son verdi. (Bkz: bunun ayrıntılarıyla anlatıldığı Bakuninciler İş Başında adlı yazım.)
Rusya, kuşkusuz ki, bir devrimin arifesindedir. Mali durumu aşırı bir karışıklık içindedir. Vergiler daha fazla artırılamıyor, eski devlet borçlarının faizleri yeni borçlarla ödeniyor, ve her yeni borç daha büyük güçlüklerle karşılaşıyor; para artık ancak demiryolları yapma bahanesiyle bulunabiliyor! Yılların yöntemi tepeden tırnağa yozlaşmış, memurlar maaşlarından çok hırsızlıkla, rüşvetle ve zorbalıkla geçiniyorlar. Tüm tarımsal üretim -Rusya için en gerekli olan şey- 1861 tarihli tasfiye ile tamamıyla kargaşalık içine sokulmuş; büyük toprak sahipleri yeterli işgücüne sahip değiller, vergilerin altında ezilen ve tefeciler tarafından iliklerine kadar sömürülen köylülerin toprağı yok, tarımsal üretim yıldan yıla düşüyor. Bu, tamamen, keyfiliğini biz Batılıların aklımıza dahi getiremeyeceğimiz bir Doğu despotizmi tarafından büyük güçlükle ve ancak görünüşte birarada tutuluyor; aydınlanmış sınıfların ve özellikle hızla gelişen başkent burjuvazisinin düşünceleriyle her gün biraz daha gözle görülür bir çelişkiye düşmekle kalmayan, bir gün liberalizme ödün veren, ve ertesi gün, korkarak, bunları tekrar geri alan (sayfa 474) ve böylece kendisini gittikçe daha çok iflasa sürükleyen bugünkü taşıyıcısının şahsında yolunu şaşırmış bir despotizm. Bütün bunlarla birlikte, başkentte yoğunlaşmış olan ulusun aydınlanmış tabakaları arasında, bu durumun sürdürülemeyeceğinin ve bir devrimin yaklaşmakta olduğunun gittikçe farkedilmesi ve bu devrimin engebesiz anayasal bir kanala aktarılabileceği yanılgısı. Burada bir devrimin bütün koşulları biraraya gelmiştir; başkentin üst sınıfları tarafından, hatta belki de hükümetin kendisi tarafından başlatılan, köylüler tarafından derhal daha ileriye, ilk anayasal evrenin ötesine götürülmesi gereken bir devrim; tüm Avrupa gericiliğinin en son ve bugüne dek sağlam kalmış son sığınağını bir darbede yıkacağından tüm Avrupa için çok büyük önem taşıyan bir devrim. Bu devrim kesinlikle yaklaşmaktadır. Ancak iki olay onu geciktirebilir: Türkiye’ye ya da Avusturya’ya karşı, para ve sağlam ittifaklar gerektiren başarılı bir savaş, ya da – mülk sahibi sınıfları gerisin geriye hükümetin kollarına atacak zamansız bir ayaklanma girişimi.
Nisan 1875’te Engels tarafından yazılmıştır
16, 18, ve 21 Nisan 1875 tarihli Der Volksstaat, n° 43, 44 ve 45’te,ve ayrı bir broşür olarak da,F. Engels, Soziales aus Russland,Leipzig 1875’te; ve ayrıca F. Engels, Internationaıes aus dem “Volksstaat”. (1871-1875), Berlin 1894 başlıklı kitapta yayımlanmıştır