Kuran’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.Kuran’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.Kuran’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”. Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed’in “vahiy katiplerine yazdırdığı” bildirilen “Kuran”ın ne “aynı” ne de “tümü” eldeki Kuran’da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım.”(Kaynak: ıb Ebi Davud, Leiden 1937, yay., s.243-Suphi e’s-Salih Mebahis Fi ulum-il Kuran).
Kuran nasıl derlendi?
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler “Lihaf” (küçük taşlar), “Rıka” (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), “Ektaf” (deve ve koyun kemikleri), “Usub” (agaç parçası” gibi nesnelere yazılmıştı. Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi. Bir aktarma da “bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu” da açıklanır.
Buhari’nin yer verdiği bir hadise göre; “dinden dönüş” (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran’ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran’ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir’e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.
“Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?” diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd İbn Sabit’e görev verildi. Zeyd “Ebubekir bana ‘Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini’ dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran’ı derlemek kadar.” diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:
“Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu’l-Ensari’de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı”. Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129. Ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu. Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.
Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari’nin “e’s-Sahihi”nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran’ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki “hafız”ların, yani Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari’nin “e’s-Sahih”inde geçen hadis şöyle:
Birinci hadis: Amr Ibnu’l-Ass anlatıyor: Peygamberin “Kuran’ı dört kişiden alın, Abdullah İbn Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan ve Übeyy İbn Ka’b’den” dedigini işittim. (Buhari, Fadailu’l-Kuran 8.)
İkinci hadis: Enes anlatıyor: “Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu’d-Derda, Muaz İbn Cebel, Zeyd İbn Sabit ve Ebu Zeyd.” (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade’den aktarılıyor: “Malik oğlu Enes’e; ‘Peygamber döneminde, Kuran’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?’ diye sordum. şu karşılığı verdi: ‘Dört kişi. Tümü de Medine’li. Übeyy İbn Ka’b, Muaz İbn Cebel, Zeyd İbn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari aynı yer, Müslim 2465. Hadis.)
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: İbn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz İbn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.) İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların “dinsizlerin işine yaradığını” ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.) ıl itkan’da daha başkalarının da Kuran’ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran’ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El İtkan, 95-96.)
Zeyd İbn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran’a geçirmek için “iki tanık” koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran’ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme’de bulduğu ve Tevbe Suresi’nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.
Kuran’ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, “herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini” istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir’in yanında kaldı, sonra Ömer’in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa’ya verildi.
Kuran ikinci kez derleniyor:
Buhari’de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan’ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu’l-Yeman, Halife Osman’a geldi. Müslümanların okudukları Kuran’lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, “Emire’l-Mü’minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!” Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. “İş bitince sana geri gönderirim” dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman’a. Osman, hemen Zeyd İbn Sabit’e, Abdullah İbn Züyebr’e, Sa’d Ibnu’l-As’a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman’a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa’dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi:
“(Medine’li) olan Zeyd ile, Kuran’dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.”
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa’dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran/3.) Buhari’nin kendisine anlatılan çabalardan ve “Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında” belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa’daki Mushaf’tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.
“Aynen kopya edildiği” ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de “ağız (şive) farklarından dolayı” diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e’s-Salih, Mebahis Fi Ulumi’l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80. 84. 85. sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi’ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan mushaf, istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı. Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa’dan alıp getirilen mushaf ile Osman döneminde meydana getirilen “nüshalar, mushaflar” arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir? Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece “bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma” olmadığını anlatır niteliktedir.
Dörtlü kurulda yer alan Zeyd İbn Sabit, şöyle diyor: “Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim (‘fakattu’). Ki, Peygamberin onu Kuran’dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari’de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta.” (İtkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç: Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran’ın Tanrısı “Kuşkusuz Zikr’ı (Kuran’ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz” (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan İbn Hakem, “sandıktan” aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan’ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor:
“Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler.” (Bkz. Dr. Subhi e’s_Salih, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.24.)
Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) mushaf arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran’dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu? Muhammed Döneminin Kuran’ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil: Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: İbn Ömer diyor ki:
“Hiçbiriniz, Kuran’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum)demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. ‘Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum’ desin yalnızca.” (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran’la, Muhammed’in vahiy katiplerine yazdırdığı bildirilen Kuran’ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, İbn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan mushafın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor… Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan değişik mushaflar da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti’nin el Itkan’ında, Buhari’nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed’in en yakınlarından biri bilinen ve peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği İbn Mesud’un mushafı, yine Muhammed’in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy İbn Ka’b’ın mushafı, Abdullah İbn Abbas’ın mushafı, Muhammed’in karılarından Aişe’nin mushafı, Ali’nin mushafı bunların başlıcaları. Ayrıca bugün Alevi’lerin, Ali’nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan’da saklanan ayrı bir mushaf daha var. Suyuti’nin ve Buhari’nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır. Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, İbn Mesud’un mushafında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el İtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran’da, Bakara 286 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.
Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran’ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır. Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe’ye, Basra’ya ve Şam’a göndermiştir. Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e gönderilenlerden de söz ediliyor. Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için “mushaflar” meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran’da bulunmamasına ne demeli? Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent’te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi’ndeki Kuran’ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e’s-Salih kitabında, “Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?” sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi’nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet’in ilk yıllarında bulunmadığı belirtilmektedir. Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, peygamberin “vahiy katiplerine yazdırdığı” söylenen Kuran’ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.
Kur’an’ın bir harfinin bile değişmediği” yalanı
Tevbe suresinin 114.ayetindeki “iyyahu” sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, “ebahu” diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin sözcüğünü de “ğırratin” okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri. Birincisinde “ya””ba” ya, öbüründe de “ayın” harfi, “ğayın” harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.
Eldeki Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “müradiflerini”, yani “eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine, “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. Ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine, “femzü” sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki “kel’ıhni”yerine “k’essavfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine, “zeyfeten”i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki “vada’na”yerine,”halelna” diye okurdu. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.
Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki “resmi kuran” dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer’in şu sözü son derece ilginçtir:
-İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)
Kur’an’ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine Müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.
Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E’s-Sahih (Arapça); Kitabu’l Fedail-ül- Kuran Menakıbu’l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E’s-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E’s-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud