Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!

Deniz Üstü Köpürür

Deniz Üstü Köpürür

Şu Ula’nın düğünleri düğündür hani…

Erkekler oğlan evinde yiyip içip yan gelirler; kız evinde de eğlence gırla gider. Bağda üzüm toplayan, bahçede sebze çapalayan, tarlada tütün kıran kızlar; düğün günü, güzellik suyuna batıp çıkmış gibi olurlar. Düğünlüklerini giyip, saçlarını tarayan kızlar, huri-melek kesiliverirler.

Tef vurup cümbüş çaldı mı; kendinizi düğünde değil, periler ülkesinde sanırsınız. Kızlar salınır da, meydan kız görür.

Bu yüzden, Datça’lı Durmuş :
Senin çocuk kara-mara ama, hayli şirin yahu! diyenlere, göğsünü gere gere şu karşılığı verir:
-Eee, ne olsa O’nun anası Ula’lıdır…
Demesi o ki Datça’lı Durmuş’un; Ula’nın havası-suyu, güzellik
ılıcasından daha etkilidir. Bundan olacak, ULA köylüklerinin köylüleri oğullarını ortaokulda okusun diye, kızlarını yorgan -dikiş öğrensin diye Ula’ya yollamanın yolunu ararlar.

Çaydere’li Osman, dayısıoğlu Nasuh Çavuş’un gelin almasında Ula’ya geldi. Alay, koca Marçal dağlarını aşıp Ula’ya geldiğinde, kız evinde çalgı-çengi sürüp gidiyordu. İlçenin genç kızları halka olmuş; <<Ay alaylar bulaylar -Temeli de süzgün alaylar>> oyununu oynuyorlardı.

Osman, hayat (avlu) kapısının yanındaki duvarın üstüne dikilip, oynayan kızlara bir göz gezdirdi. Gözleri bir kızın üzerinde mıhlandı kaldı. Hay bakmaz olaydı! Osman’ın gönlü ırmak olup, Balcıların kızı Gülayşe’ye akıverdi.

Çaydere’li olanca gücüyle asıldığı halde, bakışlarını Gülayşe’den koparamıyordu. Sanki herkes Osman”ın kime, hangi duyguyla baktığını seziyordu. Osman ne gözlerine söz geçirebiliyordu, ne de gönlüne… Artık gönlüne kendi beyni değil; Gülayşe buyruktu.

Gülayşe ile ona bakmış, gülümsemiş miydi, ne!

Osman, gelin alayıyle birlikte Çaydere’ye dönerken; <<içimde bulgur kaynıyor: kafamda kireç söndürülüyor>> dediği zaman, yanındaki Çiftçilerin Mehmet; <<Osman mı anlamsız konuşuyor, ben mi anlamıyorum…>> demekten kendini alıkoyamadı.

O günden öte Osman, ULA düğünlerinin çağrılmayan konuğu olmuştu. Çizmelerini parlatıp atına atlıyor, soluğu Ula’da alıyordu. Marçal dağlarında, Kabaca Pıynar’ın dibindeki yatıra mum adayıp, Gülayşe’ye kavuşmak için dua etmeyi unutmuyordu.

Çoğu düğünlerde Gülayşe’yi görmüyordu. Ama bir de gördü mü, içinin tüm denizleri köpürüyordu.

Yine böyle bir düğünde, Gülayşe’ye <<gel Ayşe>> diyecek cesareti toplayabilmek için, birkaç şişe rakıyı su gibi içti. Neydi o öyle? Ayşe mi dönüyordu, dünya mı?

Derken biri ilişti koluna:

-Gel be dost, dedi, <<derdin var anlaşılan. Gel bizim meclisimize katıl…>>

Çaydere’li Osman, kendini Ula’lı gençlerin sofra kurdukları hasırın üstünde buldu. Herkes dostça bakıyordu kendisine. Merhabalaştıktan sonra, bir kadeh sundular ona da.

Dülger Bekir’lerin Selver, bağlamasını düzenleyip, telleri üzerinde, telleri gezdirirken sordu :

-Merakımı bağışla Osman arkadaş UIa düğünlerini kaçırmayışının nedeni ne ola ki?

O güne dek bağlamayı eline bile almamış olan Çaydere’li Osman, birden irkildi. Yeniden doğmuş gibi oldu. Selver’in elinden bağlamayı aldı. O gün çalıp çığırdığı, sevilen bir Ula türküsü olarak günümüze kaldı. Kuşkusuz yarına da kalacak :

<<Deniz üstü köpürü, ah yarim, lilay lilalay Iom
Kayığa da binsem götürür ah yarim ah
Benim de buraya geldiğim ah yarim lilalay lilalay lom
Bir güzelden ötürü ah yarim ah

Karıncanın katarı ah yarim lilalay lilalay lom
Yüreğime değdi batarı ah yarim ah
Benim de buraya geldiğim ah yarim lilalay lilalay lom
Bir güzelin hatırı ah yarim ah>>

Kaynak:
Ahmet Günday
Bağlama Metodu
Notaları ile Halk Türküleri
ve Türkü Hikayeleri              Nisan 1977

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments