Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkJosef StalinDiyalektik ve Tarihsel Materyalizm (1.Bölüm) | Jozef Stalin

Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm (1.Bölüm) | Jozef Stalin

Diyalektik materyalizm, marksist-leninist partinin dünya görüşüdür. Doğa olaylarına yaklaşışı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik, doğa olaylarını yorumlayışı, bu olayları kavrayışı ve teorisi materyalist olduğundan, bu dünya görüşü, diyalektik materyalizm adını almıştır.
Tarihsel materyalizm, diyalektik materyalizmin ilkelerini toplum yaşamının incelenmesinde kullanır; bu ilkeleri toplum yaşamındaki olaylara, toplum ve toplum tarihi üzerindeki çalışmalara uygular.
Marx ve Engels, diyalektik yöntemlerini tanımlarlarken, genellikle, Hegel’i diyalektiğin temel niteliklerini formüle eden filozof olarak gösterirler. Ama bu, Marx ve Engels diyalektiğinin Hegel diyalektiğinin aynısı olduğu anlamına gelmez. Çünkü, Marx ve Engels, Hegel diyalektiğinin idealist kabuğunu bir yana iterek, onun yalnızca rasyonel özünü almışlar ve daha da geliştirerek, ona modern, bilimsel bir biçim vermişlerdir.
Marx, şöyle diyor:

“Benim diyalektik yöntemim, Hegel’inkinden yalnızca temelde farklı değil, üstelik onun tam karşıtıdır. Hegel’e göre ‘ide’ adı altında bağımsız bir konu (subject) haline bile dönüşen düşünme süreci, gerçeğin yaratıcısıdır, ve gerçek, ‘ide’nin fenomenal [dış-olaysal] biçimidir. Bana göreyse, bunun tersine, düşünme süreci, insan kafasında yansıyan, ve düşünce biçimlerine dönüşen madde dünyasından başka bir şey değildir.” (Kapital, Cilt: I.)

Marx ve Engels, kendi materyalizmlerini tanımlarlarken, genellikle, Feuerbach’tan materyalizmi doğrularına oturtarak yeniden kuran filozof olarak söz ederler. Ama bu, Marx ve Engels materyalizminin Feuerbach materyalizminin aynısı olduğu anlamına gelmez. Gerçekten de, Marx ve Engels, Feuerbach materyalizminin “asıl özünü” alarak onu materyalizmin bilimsel ve felsefi bir teorisi biçiminde geliştirmişler, ve onun idealist, dini-ahlâki kabuğunu kaldırıp atmışlardır. Biliyoruz ki, Feuerbach aslında bir materyalist olduğu halde, materyalizmin adına karşı çıkmıştır. Engels birkaç kez belirtmiştir ki, “Feuerbach, materyalist temeline karşın, geleneksel idealist zincirden kurtulmuş değildir; ve ondaki gerçek idealizm, din ve ahlâk felsefesine gelir gelmez açıkça kendini göstermektedir.” (Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu)
Diyalektik Eski Yunan dilindeki, konuşmak, tartışmak anlamına gelen dialego sözcüğünden çıkmıştır. Eski zamanlarda diyalektik, muhaatabın savındaki çelişkileri ortaya koyup bu çelişkilerin üstesinden gelmek yoluyla gerçeğe ulaşma sanatı demekti. Eski zamanlarda, düşüncedeki çelişkileri ortaya çıkarmanın ve karşıt görüşlerin çatışmasının, gerçeğe ulaşmada en iyi yöntem olduğunu kabul eden filozoflar vardı. Düşüncenin bu diyalektik yöntemi, sonraları doğa olaylarını da kapsadı; doğadaki olayları sürekli bir hareket ve değişme içinde gören, doğadaki gelişmeleri, doğadaki çelişkilerin gelişmesi sonucu olarak, ve doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini karşılıklı etkilemeleri sonucu kabul eden, doğanın diyalektik kavranması biçiminde gelişti.
Diyalektik, özünde metafiziğin tam karşıtıdır.

1. MARKSİST DİYALEKTİK YÖNTEMİN TEMEL NİTELİKLERİ ŞUNLARDIR:

a) Diyalektik, metafiziğin tersine, doğaya, rastgele toplanmış, birbirleriyle ilişkisiz, birbirlerinden bağımsız, ayrı şeyler, ayrı olaylar gözüyle değil maddelerin ve olayların birbirleriyle organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirlerine dayandığı ve birbirleriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakar.
Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, mademki doğanın herhangi bir kesimindeki bir olay, çevresindeki koşullarla ilişkisiz, onlardan ayrı olarak düşünüldüğünde bizce anlamsız olacaktır, öyleyse, doğadaki hiçbir olay tek başına, çevresindeki olaylardan ayrı olarak kavranamaz; bunun tersi olarak da, çevresindeki olaylarla ayrılmaz bağlar içinde ve çevresindeki olaylarla koşullandırılmış olarak düşünülen her olayı kavramak ve açıklamak mümkündür.
b) Diyalektik, metafiziğin tersine, doğanın, durgunluk ve hareketsizlik, durağanlık ve değişmezlik halinde olmadığını, hep birşeylerin doğduğu ve geliştiği, bazı şeylerin de parçalanıp öldüğü, sürekli bir hareket ve değişme, sürekli bir yenilenme ve gelişme halinde olduğunu kabul eder.
Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, olaylar, yalnızca karşılıklı bağıntıları ve dayanışmaları açısından değil, ayrıca bu olayların hareketleri, değişmeleri, gelişmeleri, varoluşları ve varoluştan yokoluşa geçişleri açısından da düşünülmelidir.
Diyalektik yönteme göre, asıl önemli olan, o anda kalıcı gibi görünen, ama daha o andan başlayarak ölmeye yüztutmuş olan şey değil, o anda kalıcı gibi görünmese bile, doğan ve gelişmekte olan şeydir. Çünkü diyalektik yöntem, ancak, yeni doğan ve gelişmekte olan şeylerin yenilmez olduğunu kabul eder.
Engels şöyle diyor:

“Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.” (Doğanın Diyalektiği)

Onun için, Engels’in söylediği gibi, diyalektik, “şeyleri ve onların zihindeki yansımalarını, temel olarak karşılıklı ilişkileri, birbiriyle bağıntıları, hareketleri, doğuş ve yokoluş koşulları içinde ele alır.” (Aynı yapıt)
c) Diyalektik, metafiziğin tersine, gelişme sürecini, nicel değişmelerin nitel değişmelere yol açmadığı basit bir büyüme süreci gözüyle görmez; gelişmeyi, önemsiz ve belirsiz nicel değişmelerden, açık, temel nitel değişmelere geçilen, ve bu nitel değişmelerin, yavaş yavaş değil de, bir sıçrayış biçiminde, bir durumdan ötekine kesin ve hızlı olarak gerçekleştiği bir süreç olarak kabul eder. Buna göre, nitel değişmeler, rastgele değil, görünmeyen ve yavaş yavaş oluşan nicel değişmelerin, doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar.
Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, gelişme süreci daireler çemberi üstünde dönen bir hareket ya da geçmişteki olayların basit birer yinelenmesi olarak anlaşılmamalı; sürekli ve ileri bir hareket, eski bir nitel durumdan yeni bir nitel duruma geçen, basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir gelişme olarak bilinmelidir.
Engels, diyor ki:

“Doğa, diyalektiğin denektaşıdır. Denilebilir ki, modern doğa bilimleri bu doğrulama için son derecede zengin ve gün geçtikçe çoğalan materyaller sağlamış; ve böylece, doğa sürecinin, son çözümlemede metafizik değil, diyalektik olduğunu, sonsuz bir tekdüzelikle sürekli olarak daireler çemberi üstünde dönmeyip gerçek bir tarih çizgisinden geçtiğini tanıtlamıştır. Bu konuda hemen, bitki ve hayvanlardan insana dek, bugünün organik dünyasının tümünün bir gelişme sürecinin ürünü olduğunu ve milyonlarca yıldan bu yana gelişmekte olduğunu ortaya koyarak, doğanın metafizik kavranışına kesin bir vuruş indiren Darwin’den söz etmek gerekir.” (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm)

Engels, diyalektik gelişmeyi, nicel değişmelerden nitel değişmelere geçiş olarak tanımlarken, şöyle diyor:

“Fizikte… her değişme, cismin kendinde var olan ya da dışardan cisme verilmiş olan bir hareket biçiminin sonucu olarak, nicel değişmeyle nicelikten niteliğe geçiştir. Sözgelimi, suyun ısı derecesi önceleri, onun, sıvı durumuna etkili değildir. Ama sıvı durumundaki suyun ısı derecesi azalır ya da çoğalırsa, molekülleri arasındaki çekim bir an sonra değişecek ve durum değiştirerek buza ya da buhara dönüşecektir… Bir platin telin akkor duruma gelmesi için belli miktarda asgari bir elektrik akımı gereklidir. Her sıvının, elimizdeki olanaklarla ve gerekli olan ısı derecesiyle elde edebileceğimiz belli bir basınç altında, belli bir donma ve kaynama noktası vardır. Ve sonuç olarak, her gazın, uygun basınç ve soğutma koşullarında sıvı durumuna dönüşebileceği kritik bir noktası vardır. … Fiziğin sabiteleri (değişmezleri, bir durumdan öteki bir duruma geçiş noktaları — J. Stalin) dedi şey, birçok durumda, eldeki cismin durumundaki hareketin nicel (değişmesi) artışı ya da azalışı sonucu nitel değişmenin ortaya çıktığı ve bundan dolayı da niceliğin niteliğe dönüştüğü düğüm noktalarından başka bir şey değildir.” (Doğanın Diyalektiği)

Engels, kimyaya geçerek, şöyle sürdürüyor:

“Kimya, nicel birleşimlerin değişmeleri etkisiyle oluşan cisimlerin nitel değişmelerinin bilimi olarak tanımlanabilir. Bu, Hegel’ce de bilinen bir gerçekti… Oksijeni ele alalım: molekülde iki atom yerine üç atom bulunursa, kokusu ve reaksiyonu adi oksijenden tamamen farklı bir cisim olan ozonu elde ederiz. Ve yine, oksijenin azot ve sülfürle, değişik oranlarda birleşmesi sonunda, merkezinde, bütün öteki cisimlerden nitelikçe ayrı cisimlerin ortaya çıkması, olayı da aynı kapsama girer.” (Aynı yapıt)

Sonuç olarak, Engels; Hegel’de değerli olan ne varsa beğenmeyip reddeden, ama yine de onun, cansızlar dünyasından canlılar dünyasına, inorganik madde diyarından organik madde diyarına geçişi yeni bir sıçrama dönemi olarak açıklayan ünlü tezini gözaçıklıkla aşıran Dühring’i eleştirirken, şöyle diyor:

“Bu, tam anlamıyla hegelci ölçü bağıntılarının düğüm çizgisi üstündeki düğüm noktalarında yalnızca nicel artma ya da azalmanın ortaya koyduğu nitel sıçramadır. Sözgelimi, suyun ısıtılması ya da soğutulması durumunda -normal basınç altında- düğüm noktaları olan kaynama ve donma noktaları, yeni bir kümelenme durumuna geçiş sıçraması ve sonuç olarak da niceliğin niteliğe dönüşmesi durumudur.” (Anti-Dühring)

d) Diyalektik, metafiziğin tersine, doğadaki her şeyin ve her olayın yapısında iç çelişkilerin varlığını kabul eder. Çünkü hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişi ve bir geleceği, ölen bir yanı ve gelişen bir yanı vardır. İşte bu karşıtlar arasındaki savaşım, yeniyle eski arasındaki, ölenle doğan arasındaki, yitip gidenle gelişen arasındaki savaşım, gelişme sürecinin iç kapsamını, yani nicel değişmelerin nitel değişmelere dönüşmesi biçiminde beliren iç kapsamını, oluşturur.
Bundan dolayı, diyalektik yönteme göre, alçaktan yükseğe doğru olan gelişme süreci, olayların uyumlu bir evrimi biçiminde olmayıp, maddelerin ve olayların özünde var olan çelişmelerin ortaya çıkmasına ve bu çelişmelerin temelindeki karşıt yönelişlerle işleyen “savaşım”a dayanır.
Lenin, “en uygun anlamıyla, diyalektik, şeylerin asıl özündeki gelişmenin incelenmesidir” diyor. (Felsefe Defterleri)
Ve, daha ilerde Lenin şöyle der:

“Gelişme, karşıtların savaşımıdır.” (Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm)

İşte, marksist diyalektik yöntemin temel nitelikleri kısaca bunlardır.
Diyalektik yöntemle ilkelerinin, toplum yaşamının ve toplum tarihinin incelenmesi alanına uzatılmasının ne kadar gerekli olduğu, bu ilkelerin toplum tarihine, proletarya partisinin pratik çalışmasına uygulanmasının ne büyük önem taşıdığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Dünyada olaylar her şeyden ayrı ve tek başına değilse, bütün olaylar birbirlerine bağlı ve birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırıyorlarsa, açıkça görülür ki, tarihteki bütün sosyal sistemler ve sosyal hareketler de, çoğu tarihçilerin sık sık başvurdukları gibi “sonsuz adalet” ya da başka birtakım önyargılar açısından değerlendirilemezler; ancak ve ancak, o sistemi ya da sosyal hareketi doğuran ve o sisteme ilişkin koşullar açısından değerlendirilebilirler.
Günümüzün koşulları altında köleci sistem, saçma, aptalca ve anormal olurdu. Ama çözülmeye yüztutmuş bir ilkel komünal sistem koşullarında, ilkel komünal sisteme göre daha ileri bir adım olan köleci sistem tamamen doğal ve mantıki bir olaydır.
Sözgelimi 1905 Rusya’sında, Çarlığın ve burjuva toplumunun varlığı sırasında burjuva-demokratik cumhuriyeti kurma istemi tamamen anlaşılır, yerinde ve devrimci bir istemdi. Çünkü o zamanlar burjuva cumhuriyeti ileriye doğru bir adım demekti. Ama şimdi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği koşullarında, burjuva-demokratik cumhuriyeti kurma istemi çok anlamsız ve karşı-devrimci bir istem olur. Çünkü Sovyet Cumhuriyeti’yle karşılaştırıldığında, burjuva cumhuriyeti kurma çabası geriye atılmış bir adımdır.
Her şey koşullara, zamana ve yere bağlıdır.
Şurası açıktır ki, sosyal olaylara böyle tarihsel bir açıdan bakılmadıkça, tarih biliminin varlığı ve gelişmesi olanaksız olacaktır. Çünkü, ancak böyle bir görüş, tarih bilimini bir karmakarışıklık, bir rastlantılar ve saçmasapanlıklar yığını olmaktan kurtarabilir.
Devam edelim. Dünya sürekli bir hareket ve gelişme halindeyse, eskinin ölmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa, açıktır ki, artık “değişmez” sosyal sistemlerin, özel mülkiyet ve sömürünün “sonsuz ilkeleri”nin, köylünün toprak ağasına, işçinin kapitaliste başeğdirilmesine ilişkin “öncesiz ve sonsuz düşünler”in varlığı olanaksız bir şeydir.
Bu yüzden, nasıl bir zamanlar feodal sistemin yerini kapitalist sistem aldıysa, kapitalist sistemin yerini de sosyalist sistem alabilir.
Onun için, çabalarımızı, bugün en egemen gücü oluşturmuş da olsalar, toplumun artık gelişmeyen tabakaları üstüne değil, bugün egemen güç sayılmasalar bile, gelişen ve önünde geniş bir geleceği olan tabakaları üstüne dayandırmalıyız.
1880-1890 yıllarında, marksistlerin Narodniklere karşı savaşımı döneminde, Rusya proletaryası, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan,kendi başına köylüler yığınına göre çok küçük bir azınlıktı. Ama köylüler bir sınıf olarak çözülürlerken, proletarya sınıf olarak gelişiyordu. Ve, proletaryanın bir sınıf olarak gelişmesi yüzündendir ki, marksistler eylemlerini proletaryaya dayandırmışlardı. Bunda da yanılmamışlardı. çünkü bildiğimiz gibi, sonradan proletarya önemsiz bir güç olmaktan çıkıp birinci derecede tarihsel ve politik bir güç durumuna gelmiştir.
Bu yüzden, politikada hata yapmamak için hep ileriye bakılmalıdır, geriye değil.
Devam edelim. Yavaş nicel değişmelerden hızlı ve ani nitel değişmelere geçiş. bir gelişme yasasıysa, ezilen sınıfların yaptığı devrimlerin çok normal ve kaçınılmaz olduğu da apaçık ortaya çıkar.
Bu bakımdan, kapitalizmden sosyalizme geçiş ve işçi sınıfının kapitalist boyunduruktan kurtulması, yavaş, yavaş değişmelerle, reformlara değil, ancak, kapitalist sistemin nitel değişmesiyle, devrim yoluyla gerçekleşebilir.
Bu bakımdan, politikada hata yapmamak için, devrimci olmak gerekir, reformist değil.
Devam edelim. Gelişme, iç çelişmelerin ortaya çıkmasıyla, bu gelişmeler temeline dayanan karşıt güçler arasındaki çatışmalarla ve çatışmaların sonucunda bu çelişmelerin aşılması yoluyla oluşuyorsa, açıkça anlaşılacağı gibi, proletaryanın sınıf savaşımı çok normal ve kaçınılmaz bir olaydır.
Bu yüzden, kapitalist sistemdeki gelişmeleri örtbas etmemeli, onların üstünü açıp gözler önüne sermeliyiz; sınıf çatışmasını kısıtlamamalı ve onu sonuna dek sürdürmeliyiz.
Bu yüzden, politikada hata yapmamak için, proletarya ve burjuvazinin çıkarlarının uzlaşması üstüne kurulmuş reformist bir politika değil, “kapitalizmin sosyalizmle kaynaşması”nı öngören uzlaşıcı bir politika değil, uzlaşmaz bir proleter sınıf politikası yolu izlenmelidir.
İşte, marksist diyalektik yöntemin, toplum yaşamına, toplum tarihine uygulanmış biçimi budur.
Marksist felsefi materyalizme gelince, bu da, temelde felsefi idealizmin tam karşıtıdır.

2. MARKSİST FELSEFİ MATERYALİZMİN TEMEL NİTELİKLERİ ŞUNLARDIR:

a) Dünyayı, bir “mutlak ide”nin, bir “evrensel ruh”un, “bilinç”in cisimleşmesi olarak gören idealizmin tersine, marksist felsefi materyalizm, dünyayı haliyle maddi olarak kabul eder; dünyadaki bütün değişik olayları, hareket halindeki maddenin değişik biçimleri olarak görür; diyalektik yöntemin ortaya koyduğu gibi, olayların karşılıklı ilişkileri ve birbirine bağlılıkları, hareket eden maddenin gelişme yasasıdır; dünya, maddenin hareket yasalarına uygun olarak gelişir ve hiçbir “evrensel ruh”a gereksinimi yoktur.
Engels diyor ki:

“Materyalist dünya görüşü, doğanın, olduğu gibi, hiçbir şey katmaksızın kavranmasıdır.” (Ludwig Feuerbach’ın Tezi)

“Dünya bir tümdür; hiçbir insan tarafından yaratılmamıştır; o sistemli olarak parlayan ve sistemli olarak sönen, öncesiz ve sonsuz, canlı bir alev hallindeydi ve öyle olarak da kalacaktır” diyen eski filozof Heraklit’in materyalist görüşünden söz ederken Lenin, “diyalektik ve materyalizm ve ilkelerinin ve çok ve güzel ve bir ve anlatımıdır ve bu” diyor. (Felsefe Defterleri)

b) Gerçekte yalnız bilincimizin var olduğunu, maddi dünyanın, varlığın, doğanın, ancak bizim bilincimizde, duyularımızda, düşün ve algılarımızda bulunduğunu savunan idealizmin tersine, marksist materyalist felsefe, maddeyi, doğayı, varlığı bilincimizin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçek olarak kabul eder. Madde, bütün duyuların, düşünlerin ve bilincin kaynağı olduğu için, ilk veridir. Maddenin, varlığın bir yansıması olan bilinçse, ikinci veridir. Düşünce, gelişmesinde yüksek bir kusursuzluk düzeyine erişmiş olan bir maddenin, yani beynin ürünüdür. Beyin düşünme organıdır, ve bu yüzden, insanın düşünceyi maddeden ayırması büyük bir yanlışlık yapması demektir.
Engels, şöyle diyor.

“Düşüncenin varlıkla, ruhun doğayla ilişkisi sorunu tüm felsefenin en önemli sorunudur. Filozofların bu soruya verdikleri yanıtlar, onları iki büyük kampa ayırmıştır. Ruhun doğaya göre öncelik taşıdığını ileri sürenler … idealizm kampını oluştururlar. Doğaya öncelik tanıyan ötekilerse materyalizmin çeşitli ekollerini oluştururlar.” (Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu)

Engels, şöyle sürdürüyor:

“Tek gerçek, bizim de içinde olduğumuz, duyusal olarak algılanabilen maddi dünyadır… Bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyuların üstünde görünürlerse de, maddi ve bedensel bir organın, yani beynin ürünüdürler. Madde ruhun ürünü değil, tersine, ruhun kendisi maddenin en yüksek ürününden başka bir şey değildir.” (Aynı yapıt)

Madde ve düşünce sorunu üzerine, Marx şöyle diyor:

“Düşünceyi, düşünen maddeden ayırmak olanaksızdır. Bütün değişikliklerin öznesi maddedir.” (Kutsal Ai1e)

Lenin, marksist materyalist felsefeyi tanımlarken şöyle diyor:

“Genellikle, materyalizm, nesnel gerçek varlığın (maddenin) bilinçten, duyulardan ve deneyimden bağımsız olduğunu kabul eder… Bilinç… varlığın bir yansımasından başka bir şey değildir, ve en fazla, varlığın yaklaşık olarak doğru (yeterli, tamı tamına) bir yansımasıdır.” (Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm)

Ve, Lenin, şöyle sürdürüyor:

“Madde, duyu organlarımıza etki yaparak duygular yaratan şeydir. Madde bize duyularla verilen nesnel bir gerçektir… Madde, doğa, varlık, fiziksel olan her şey ilk veridir; ruh, bilinç, duyular, ruhsal olan her şey ise ikinci veridir.” (Aynı yapıt)
“Dünya tablosu, maddenin nasıl hareket ettiğini ve maddenin nasıl düşündüğünü gösteren bir tablodur.” (Aynı yapıt)
“Beyin düşünme organıdır.” (Aynı yapıt)

c) Dünyanın ve onun yasalarının bilinebileceğini yadsıyan, bilgilerimizin değerine inanmayan, nesnel gerçeği kabul etmeyen ve dünyanın bilimle anlaşılamayacak “kendinde şeyler”le dolu olduğunu savunan idealizmin tersine, marksist felsefi materyalizm, dünyayı ve onun yasalarını tümüyle bilinebilir, deneyim ve pratikle doğrulanmış olan doğa yasaları üzerine bilgilerimizin nesnel gerçeğin tutarlılığını taşıyan geçerli bilgiler olduğunu kabul eder. Ve dünyada bilinmeyecek hiçbir şey yoktur, yalnızca henüz bilemediğimiz, ama bilim ve pratik yoluyla açıklanacak ve bilinir duruma sokulacak şeyler vardır.
Dünyanın bilinemiyeceğini ve kavranamıyacak “kendinde şeyler”in var olduğunu savunan Kant ve öteki idealistlerin görüşlerini eleştirip bilgimizin sağlam bilgi olduğunu ileri sürerek, materyalist tezi savunurken, Engels, şunları yazıyor:

“Bunu ve bütün öteki felsefi fantezileri en etkili biçimde çürüten şey, pratik, özellikle deneyim ve sanayi pratiğidir. Bir doğa sürecini kavrayışımızın doğruluğunu, o süreci kendimiz yaparak, onu kendi öz ortamında oluşturarak ve üstelik kendi amaçlarımız için kullanarak tanıtlayabiliyorsak, Kant’ın o kavranması olanaksız olan ‘kendinde şey’ine bir son vermiş oluruz. Bitki ve hayvan organlarından elde edilen kimyasal maddeler, organik kimya, onları ardardına üretmeye başlayana dek, böyle ‘kendinde şeyler’ olarak kaldılar. Bundan sonradır ki, o ‘kendinde şey’ bizim için bir şey haline geldi. Sözgelimi, kökboyanın renkli maddesi aliçeri, şimdi artık, tarlalarda kökboya yetiştirmekle değil, çok daha ucuz ve kolaylıkla kömür katranından elde edilmektedir. Üç yüzyıl boyunca, Kopernik’in güneş sistemi bir hipotez olarak kaldı; doğruluğu üzerine bire karşı yüzbin, onbin bahse girişilebilecek bir hipotez olarak, ama yine de bir hipotez olarak. Ama ne zaman ki, Leverrier, bu sistem sayesinde elde edilen sayılara dayanarak bilinmeyen bir gezegenin varlığının gerekliliğini ortaya koydu ve üstelik bu gezegenin gökte mutlaka olması gereken durumunu hesapladı; ne zaman ki, Galile, gerçekten bu gezegeni buldu, Kopernik sistemi de tanıtlanmış oldu.” (Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu)

Bogdanov, Bazarov, Yüşkeviç ve Mach’ın öteki izleyicilerinin fideizmini* suçlayarak, doğa yasaları üzerine edindiğimiz bilimsel bilgilerin sağlamlığını, bilimsel yasaların nesnel gerçekleri temsil ettiğini ileri süren ünlü materyalist tezi savunurken, Lenin, şöyle diyor:

“Çağdaş fideizm [* Fideizm : İlk doğruların bilgisi imanla kazanılır diyen ve akla göre imana öncelik tanıyan felsefi anlayış. (-ç).] hiçbir zaman bilimi yadsımaz. Yadsıdığı tek sey, bilimin ‘abartılmış savlar’ı, yani nesnel gerçeği bilme savlarıdır. Materyalistlerin düşündüğü gibi, nesnel gerçek varsa; insan ‘deneyiminde’ dış dünyayı yansıtan doğa bilimleri, yalnız onlar, bize nesnel gerçeği vermeye yetenekliyse, fideizmin tümü çürütülmüş demektir.” (Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm)

Marksist felsefi materyalizmin karakteristik nitelikleri kısaca işte bunlardır.
Felsefi materyalizm ilkelerinin toplum yaşamını ve toplum tarihini inceleme alanlarına uzatılmasının ne kadar gerekli olduğu, bu ilkelerin toplum tarihine ve proletarya partisinin pratik faaliyetine uygulanmasının ne büyük önem taşıdığı kolayca anlaşılmaktadır.
Doğa olayları arasındaki karşılıklı ilişki, bağlılık doğanın gelişme yasalarıysa, bundan, sosyal yaşamdaki olaylar arasındaki karşılıklı ilişki ve bağlılığın da toplumun gelişme yasaları olduğu ve rastgele bir şey olmadığı sonucu çıkar ortaya.
Böylece, toplumsal yaşam ve toplum tarihi bir “rastlantılar” yığını olmaktan kurtulur; çünkü toplum tarihi, toplumun zorunlu bir gelişmesi haline ve toplumsal tarihin incelenmesi de bir bilim haline gelir.
Bu yüzden, proletarya partisinin pratik faaliyeti, “seçkin kişilerin” iyi niyetleri, “aklın”, “evrensel ahlâk”ın vb. isterleri üstüne değil, toplumun gelişme yasaları ve bu yasaların incelenmesi üstüne oturtulmalıdır.
Devam edelim. Dünya bilinebilirse, doğanın gelişme yasaları üzerine edindiğimiz bilgiler nesnel gerçeklerin geçerliliğini taşıyan sağlam bilgilerse, bundan, toplum yaşamının, toplumsal gelişmenin de bilinebileceği ve toplumsal gelişme yasaları üzerine edinilen bilimsel bilgilerin nesnel gerçek geçerliliği taşıyan sağlam bilgiler olduğu sonucu çıkar ortaya.
Bu yüzden, toplum tarihi bilimi, toplum yaşamındaki olayların tüm karmaşıklığına karşın, sözgelimi biyoloji kadar kesin bir bilim haline gelebilir, ve, toplumsal gelişme yasalarından pratik amaçlar için yararlanılabilir.
Bu yüzden, proletarya partisi, pratik faaliyeti içinde, kendine, olur-olmaz nedenlerle değil, toplumsal gelişme yasalarıyla ve bu yasalardan çıkartılan pratik sonuçlarla yön vermelidir.
Bu yüzden, sosyalizm, eskiden olduğu gibi insanlık için görkemli bir gelecek düşü olmaktan çıkar, bir bilim haline gelir.
Bu yüzden, bilimle pratik faaliyet, teoriyle pratik arasındaki bağ, aralarındaki birlik, proletarya partisinin yolgösterici yıldızı olmalıdır.
Devam edelim. Doğa, varlık, maddi dünya birinci veri, bilinç ve düşünce ikinci, türevsel veriyse; maddi dünya insan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnel gerçeği temsil ediyorsa, ve bilinç, bu nesnel gerçeğin bir yansımasıysa, bundan aynı biçimde, toplumun maddi yaşamının ve varlığının önde geldiği, ruhsal yaşamınınsa ikinci, türevsel bir veri olduğu, ve, toplumun maddi yaşamının insan iradesinden bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçek olduğu, toplumun ruhsal yaşamınınsa bu nesnel gerçeğin bu, varlığın bir yansıması olduğu sonucu çıkar ortaya.
Bu yüzden, toplumun ruhsal yaşamının oluşum kaynağını, sosyal düşünlerin, sosyal teorilerin, politik görüş ve politik kurumların doğuş kaynaklarını, bu düşünlerin, teorilerin, görüşlerin ve politik kurumların kendilerinde değil, bu düşünleri, teorileri, görüşleri vb. yansıtan toplumsal varlıkta, toplumun maddi yaşam koşullarında aramak gerekir.
Bu yüzden, toplum tarihinin değişik dönemlerinde değişik sosyal düşün, teori, görüş ve politik kurumlar görülebiliyorsa; köleci sistemde belli birtakım sosyal düşün, teori, görüş ve politik kurumlarla karşılaşmışken feodalizmde başkalarına, kapitalizmde daha başkalarına rastlıyorsak; bu düşünler, teoriler, politik görüş ve politik kurumlar, kendi “doğası” ve “özellikleri”yle değil, sosyal gelişmenin değişik dönemlerinde toplumun maddi yaşam koşullarının da değişik oluşuyla açıklanmalıdır.
Toplumun varlığı, toplumdaki yaşam koşulları nasılsa, o toplumun düşünleri, teorileri, politik görüş ve politik kurumları da öyledir.
Marx, bu konuyla ilgili olarak, şöyle diyor:

“İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır.” (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz)

Eylül 1938
Bilim ve Sosyalizm Yayınları 9. Baskı Sol Yayınları, Leninizmin Sorunları, s: 651-684

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments