Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!

KEDER

 

Ilea fenerindeki adam yanıp sönen fenerler altında uyuyor; göğün enginliğini
itip kakıyor deniz, artıyor yankılar kaçarken batıya, düşen çiylerin inşa
edilen hangarına bakıyorum yukarıda. Bir kır bitkisi büyüyor elimde ve ben
Mele?yi düşünüyorum, fener bekçisinin kızını, ne kadar severdim onu.
Diyebilirim ki varlığını her seferinde yanımda bulurdum, bu kıyıda bulunan
midye kabukları gibi. Yine burada gece, çukurların korkunçluğu, şafağın
kuluçkasına yatmış ve bütün ağların balıkları. Gözlerinden ağzına kadarki
uzaklık iki öpücüğün uzaklığı, sıkarken dudaklarını, fazla yaklaştırırken
kırılgan porselen üzerine. Duvar saatlerinin solgunluğu vardı, o da, zavallı
Mele, ve ay çıkardı ellerinden, sıcacık, bir an tutsak bir kuş gibi. Kara
sular konuşuyor, yoklaşıyor ve yuvarlanıyor, uzaktaki duvarlar da üzülüyor
karanlık konsere, güneyin geceleri acı veriyor uyanık nöbetçilere ve büyük
mavi sıçramalarla deviniyor, karıştırıp duruyor göğün takılarını. Gözümde
canlanıyor o, görüyorum; doğan günü parçalamamak için yalınayak gelirdi ve
denizin kabarması unuturdu geri çekilmeyi gözlerinde. Kuşlar uzaklaştılar
ölümünden uzaklaşır gibi kışlardan ve metallerden.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments