III
Çamların çokluğu, dalgaların kırılmış uğultusu,
yalnızlık çanı ve ışıkların usul oyunu,
bebek gözlerine düşen alacakaranlık,
yeryüzü kabuğu, sende söyler şarkısını toprak!
Sende şarkı söyler ırmaklar ve üstünde
ruhum arzuladığın gibi ve istediğin yere doğru.
Yol çiz ki bana umut yayının üstünde
bir ok salvosu atayım sayıklamayla.
Sis kemerini görüyorum çevremde,
peşine sessizliğinin düştüğü izlenen saatlerimi,
sana, saydam taş kollarına demir atmıştır
öpücüklerim nemli arzumun yuvasında.
Ah! yankılanan ve ölerek düşen akşamda aşkın
rengini soldurduğu ve katladığı gizem sesin!
Böyle gördüm karanlık saatte tarlalarda
rüzgarın ağzı altında eğildiklerini başakların.
V
Beni duyman için
sözcüklerim bazen
azalır
plajdaki martı izleri gibi.
Bilezik, esrik çıngırak
yumuşak ellerinin üzümü için.
Sözcüklerime bakarım ve uzakta görürüm onları.
Benden çok senindir onlar.
Eski acıma sarmaşık gibi tırmanırlar.
Nemli duvara tırmanırlar.
Ve bu kanlı oyunun tek suçlusu sensin.
Karanlık yuvamdan kaçıyorlar.
Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu.
Yerleştiğin boşluğu dolduranlar onlardır,
hüznüm senden daha çok onlara tanıdık.
Burada sana söylemek istediğimi söyleyecekler,
duy onları beni duymanı istediğim gibi.
Her zamanki gibi, sıkıntılı bir rüzgar sürüklüyor onları yine
ve bazen düşlerin kasırgası deviriyor.
Acılı sesimde başka sesleri duyuyorsun.
Eski dudakların ağlamaları, eski af dilekçesi kanı.
Sevgilim, sev beni. Burada kal. İzle beni.
Sevgilim, izle beni, sıkıntı dalgası üstünde.
Yine de sözcüklerim aşkının rengini alıyor.
Ve sen her şeyi dolduruyorsun, her şey seninle dolu.
Bütün bu sözcüklerden sonsuz bir bilezik yapıyorum
üzüm gibi ak ve yumuşak ellerin için.
VIII
Sen, ruhumda vızıldayan, balla esrik, ak arı
bükülüyorsun usulca bukle bukle yükselen duman gibi.
Umutsuzum, söz yankısız,
her şeye sahip olan, her şeyi yitirenim.
Sende çatırdıyor son palamar, son kaygım.
Çölümdeki son gülsün.
Ah suskun kız!
Kapat derin gözlerini. Gece uçuyor orada.
Ah! soy korkulu heykel bedenini.
Gecenin kanat çırptığı derin gözlerin var.
Ve taze çiçek kolları ve bir gül bezek.
Ve göğüslerin ak salyangozlar gibi.
Bir gece kelebeği uyuyor konmuş da göbeğinin üstüne.
Ah suskun kız!
Ve işte yalnızlık ve sen yoksun.
Yağmur yağıyor. Deniz rüzgarı kovuyor aylak martıları.
Islak yollarda ayakları çıplak yürüyor su.
Ve ağacın yaprağı yakınıyor bir hasta gibi.
Ak arı, yoksun, bende sürüyor vızıldaman.
Zamanda yaşıyorsun, ince ve suskun.
Ah suskun kız!
X
Yine yitirdik o alacakaranlığı.
Ve kimse görmedi bizi o akşam el eleyken.
mavi gece dünyaya inerken.
Penceremden gördüm
uzak kıyılarda batan güneşin bayramını.
Bazen, bir madalya gibi
bir güneş parçası yanardı ellerimde.
Ve seni anımsardım yüreğim daralarak
tanıdığın hüzünle hüzünlü.
Neredeydin o zaman sen?
Ve hangi insanlarlaydın?
Neler konuşuyordun?
Neden gelir ki birden bütün aşk
hüzünlüyken ve seni uzak tanırken?
Hep alacakaranlıkta alınan kitap düştü,
pelerinim, o yaralı köpek, ayaklarımın dibine yığıldı.
Hep zaklaşıyorsun ve hep akşam
gecenin heykelleri silerek alelacele geldiği saatlerde.
XIV
Günlük oyuncağın dünyanın aydınlığıdır.
Suyun ve çiçeğin üzerine gelmiş ince ziyaretçi.
Ellerimin arasında her gün, bir salkım gibi
sıktığım bu küçük yüzün beyazlığını bıraktın.
Ve o zamandan beri, sevgilim, benzerin yok.
bırak uzanayım sarı çiçek taçlarının üstüne.
Kim yazdı adını güney yıldızlarının bağrına duman harflerle?
Ah! bırak canlandırayım seni o zamanki,
daha varlığın yokkenki halinle.
Ama bir rüzgar haykırıyor ve camıma vuruyor.
Gökyüzü karanlık balıklarla dolu bir ağ.
Buraya geliyor çarpmaya bütün rüzgarlar, buraya, hepsi.
Soyunuyor yağmur.
Kuşlar geçiyor kaçarcasına.
Rüzgar. Rüzgar.
İnsan emeğine karşı savaşamam.
Ve fırtına bir yığın kara yaprak bıraktı
ve dün akşamın palamarladığı bütün kayıkları çözdü.
Ama sen buradasın. Sen kaçmıyorsun.
Yanıtlayacaksın beni son çığlığa kadar.
Sokul yanıma korkuyormuşsun gibi.
Ama tuhaf bir gölge geçiyordu bazen gözlerinden.
Şimdi, şimdi de küçüğüm, hanımelleri getiriyorsun bana,
kokuyorlar göğüslerine kadar.
Hüzünlü rüzgar koşarken kelebekleri öldürerek
seviyorum seni ve sevincim ısırıyor erik ağzını.
Bana, yalnız ve yaban ruhuma, onların hepsini kaçıran
adıma alışsan çok şey yitireceksin sanki.
kaç kez, gözlerimizle öpüşürken yıldızın yandığını gördük,
açıldığını gördük başımızın üzerinde dönen alacakaranlıkların
yelpazelerinin.
Sözcüklerim yağıyordu senin üzerine okşamalarımla birlikte.
Nice zamandır sevdim sedef ve güneş bedenini.
Evren senin, işte buna inanıyorum.
Dağlardan sevinç getireceğim copihue(1) çiçekleri olarak,
kara fındıklarla, orman öpücüklerinden sepetlerle.
İlkbaharın kiraz ağaçlarıyla yaptığını
yapacağım seni.