Köprünün başında durup elindeki gürzü ölümüne, hınçla sallıyor. Karşıya geçmek için ilerleyen sana acımayacağını biliyorsun. Daha önce olanları gördün çünkü. Cesaretle ileri atılıp başlarına, çivili gürzü yiyenlerin ölümlerini hatırlıyorsun. Cansız beden yere bir kesik ağaç gibi yıkılır ve gürzlü adam kalın etli parmağını maktulün kanına bandırır, dikkatle inceler. Bazen yaptığına hayıflanır, “bu bizdenmiş, keşke ölmeseydi” der, bazense “pislik, hak ediyorsunuz”, deyip basar tekmeyi. Cesetlerin gittiği yer bellidir. Tek hamlede köprüden aşağı, topraksızlığa, çağıldayarak akan suya atılır. Tüm bunlara diğerleri gibi sende şahitsin. Anlamsız ve acımasız metal bir ölüm istemiyorsun. Kaç zamandır orada henüz kesilmedik bir ağaç gibi dikildiğinden de haberin yok. Zaman yok, sanki her şey durmuş bir tek gürz saat gibi işliyor gözünün önünde.
Senin haricinde çevrende sürekli bir devinim var. İnsanların yüzleri değişiyor. Bir görünen bir daha çıkmıyor ortaya. Nereye gittiklerinden emin değilsin. Kaçıyorlar mı, geçiyorlar mı, bilemiyorsun. Yüzler değişirken, gürz hınçla dönerken, zamanın durması akıl almaz geliyor.
Bazen taş köprünün renginin başkalaştığı hissi içindesin. Ne renkti, ne oldu söyleyemeyeceksin, yalnızca bir sezi bu. Değişen yüzler gibi ismi yok hiçbir şeyin. Bir gürz, iri bir kol, köprü.
Sıkılıyor musun? Sıkılıyorsan bunu asla kestiremezsin.Uzaktan o adama bir bakış fırlat. Korktuğunu belli etme. Korkarsan, daha çok korkarsan unutulur sıkıntıların. Belki o ölüm değirmeni öğütür seni. Geçer. Değişir.