Şah Hatayi (Şah İsmail) (1487- 1524)
Kırklar Meydanına Vardım
Gel Beri Ey Can Dediler
İzzet İle Selam Verdiler
Gel İşte Meydan Dediler
Şah Hatayi’m Nedir Halin
Hakk’a Şükr Et Kaldır Elin
Gıybetten Kese Gör Dilin
Her Kula Yeksan Dediler
İran’da Safevi soyundan gelen bir Türk. Erdebil’de doğdu. Ana tarafından Uzun Hasan’ın torunu Bilki Aka’nın oğludur. Babası Haydar’ın ölümünden (1488) sonra dayısı tarafından iki kardeşiyle birlikte düşmanlarından kaçırılarak Şiraz’a gönderildi. Şiraz valisinin, üç kardeşi bir süre hapsettiği söylenir. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup’un ölümü üzerine oğlu Rüstem saltanat mücadelesinde onlardan yararlanmak amacıyla üç kardeşi hapisten kurtarır, Şah İsmail’in ağabeyi Sultan Ali, katıldığı iki savaşı da kazanarak Tebriz’e döndüğünde parlak bir törenle karşılanır. Ama üç kardeşin halk üzerinde manevi etkisi, Sultan Ali’nin kazandığı zaferler Rüstem Bey’i korkutur, onları ortadan kaldırmanın yollarını ararken durumu sezen Sultan Ali kardeşleriyle birlikte Erdebil’e kaçar. Sultan Ali yolda kendilerini izleyen Rüstem Bey’in askerleri tarafından öldürülür. Ama iki kardeşini yedi müridiyle Erdebil’e göndermeyi başarır. Şah İsmail ve kardeşi İbrahim burada müritlerince korunur. Sürekli izlendikleri için bir süre sonra Bağru dağına, oradan da Gilan, Gaskar, Reşt ve Lahican’a kaçırılırlar. Lahican’da Kar Kaya’nın evinde saklanan Şah İsmail ilk öğrenimini özel bir öğretmenden gördü. Babasının müritleri dört bir yandan onu görmeye geliyorlardı. Yakalanamadığını gören Rüstem Bey, Lacihan üzerine yürümeye hazırlanırken öldürülünce (1497), Şah İsmail harekete geçer. Müritlerini toplayıp Hazer kıyılarındaki Aravan’a (1500), oradan Erdebil’e gelir. Kendisine katılan Türk oymaklarıyla birlikte yeterince kuvvet topladığını görünce ilk olarak babasının ve Şiilere yapılan eziyetlerin öcünü alma yolunu tutar. Tebriz’e gelip taç giydiğinde (1502), babasının öcünü almış, Baku’yü zaptetmiş, Nehcivan’da Elvend Bey’i yenmiştir. Şah İsmail’in bundan sonraki yaşamı Şiiliği yaymak, Safevi devletinin sınırlarını genişletmek için yaptığı savaşlarda geçer. Devletin sınırları genişleyip Şiilik Anadolu’ya doğru hızla yayılınca Osmanlı’larla çatışır. Sonunda Çaldıran’da Yavuz’a yenilir (1514) ve kaçar. Bu yenilgiden sonra Tebriz’e döndüyse de eski gücünü yitirdiği gibi uğradığı ruhsal çöküntüyle de kendisini şaraba verir. Oğlu Tahmasb’ı yerine atabey olarak bırakır, her yılını ayrı bir kentte geçirerek yaşamını tamamlar. Azerbaycan’da iken ölür. Cenazesi Erdebil’e götürülür.
Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla şiirler yazdı. Sanatçı kişiliği çok zor koşullar altında geçen çocukluğu sırasında oluştu. Aruz ve heceyle yazdığı şiirler Azerbaycan edebiyatının Nesimi ve Fuzuli arasındaki döneminin en güçlü temsilcisi olduğunu kanıtlar. Özellikle heceyle yazdığı şiirler Anadolu’da gelişen tekke edebiyatını büyük ölçüde etkiler. Alevi -Bektaşi edebiyatının en güzel örneklerini sunar. Sadettin Nüzhet, şiirlerini dörde ayırıyor:
a) Tasavvufi düşüncelerini içerenler,
b) Aleviliği dile getirenler,
c) Hurufiliğin ilkelerini yansıtanlar,
d) Aşıkane olanlar.
Aruzla yazdığı şiirlerinin ise daha çok tasavvufi olduğu görülür. Bu şiirlerinde kullandığı dil klasik şiirin dilidir.
Hece ölçüsüyle koşma ve semai biçiminde yazdığı nefesler ise Yunus’un izlerini taşır. Ama Hatayi’nin kendine özgü şiir yolu oluşturduğu da belirtilmelidir. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerini kapsayan Divan’ı basıldı (Sadettin Nüzhet Ergun, Hatayi divanı, 1956; bütün nüshaları karşılaştırılarak yapılan basımı için bkz. Aziz Aka Mehmedof, Şah İsmail Hatayi Eserleri 1, Bakü 1966). Ayrıca Dehname adlı Ali’yi öven bir mesnevisi (Baku 1946) ile yine mesnevi biçiminde yazılmış bir Nasihatnamesi vardır. Değerli araştırmacı Nejat Birdoğan Alevilerin Hükümdarı Şah İsmail Hatayi adlı yapıtında bu büyük ozanın yaşam öyküsünü, Osmanlı ve Safevi yanlarından topladığı şiirlerini daha geniş ve gerçekçi biçimde vermiştir.
KİŞİLİĞİ
Yaşamına can korkusu ile başladı. Daha altı yaşında iken dedesinin müritlerince kaçırılmasaydı öldürülecekti. Gilyan’da altı yıl gizlilik içinde yaşadı. On iki yaşında Ercuvan’da Taliş Mehmed Bey’in elinden zor kurtuldu. Bu yaşında yandaşlarına kalelerin nasıl alınacağını öğretiyordu. Ele geçmeden yandaş toplayabilmek için binlerce kilometre yol yapıyor, ayrı ayrı iklimlere, huyunu suyunu bilmediği topluluklar arasına giriyor, karşılaştığı herkesi inandırıp yanına alıyordu. Anadolu’dan binlerce, on binlerce kişi yalınayak bu genç adam için yollara düşüyordu. Bu yollara düşmede eski Türk inancının etkisi ve inancı olduğu kadar çocuk Şah’ın kişiliği de etkin rol oynuyordu. Osmanlı’da aradığını bulamayan Anadolu halkı, özellikle Erzincan, Sivas, Karaman Türkmenleri Şah’a doğru yola çıktılar. Bu gidiş yıllarca sürünce Yavuz’a verilen bir dilekçede “İşte bir zaman geldi ki Rum ülkesinin halkının çoğu Erdebil olup kafir oldu.” denilecektir.
Hoca Sadeddin, bu göçü ”Ol taifenin kalanı dahi terk-i diyar etmek istediler. Ölüsü, dirisine yüklenip cümlesi çıkup gitmek istediler.” diye anlatır. Kuşkusuz bu gidişi, Anadolu’da kimsesiz kalan Türk’ün orada önem ve güven kazanma isteğine bağlayanlar da vardır. ”Ömründe ve diyarında kendüye adem dinmeyen bikarlar tuman (tümen) beyleri olup hadden ziyade itibar buldular. İşiten çıktı gitti. Yerinden ayrılup yurdunu terk idüp çiftin çubuğun dağıttı.” Osmanlı ve Dulkadrlı önlemleri bu yürüyüşü durduramıyordu. Hac yerine Erdebil ziyaretini yeğleyenler, ”Biz diriye varırız, ölüye değil.” diyorlardı. Bu bilgiyi Aşık Paşazade, bir söylenti olarak aktarıyor.
Kuşkusuz bu oluk oluk akışın sonunda karşılaşılan kişi öyle sıradan biri değildir. Bir kez, kesinlikle çok iyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. Bu eğitim kavramında daha on iki yaşında iken değme babayiğitlerin katlanamayacağı bir gövde dayanıklılığı bulunmak tadır. Bu yaşta en kanlı boğuşmaların içine girip çıkmıştır. İyi bir dövüşçü ve avcıdır. 1500 yılında Tercan-Sarıkayasında bir mağarada yaşayan ve insanlara saldıran bir ayıyı okla vurup öldürecek kadar bilekli ve yüreklidir. O kış Erdebil yöresinde kuşların donup düştüğü havalarda adamlarına kardan kale yaptırıp kuşatıyor ve onları oyalıyordu.
SANATI
Şirvanlı Melikü’ş Şüera Habibi’nin öncülük ettiği Türkçe edebiyatın bir çok uğraşanları devletçe korunma altına alınmıştır. Şah İsmail’in kendisinin hece ve aruz ozanı olması ününü artırmış, bilime saygısı da duyulunca kimi bilginler Erdebil’e gelmiş, kimisini de kendisi getirtmiştir. O dönem kaynaklarında Şah İsmail’i sıradan bir hükümdar olmaktan çok, eski Hurremi’liğin, Babeki’liğin sürücüsü ve Turan düşüncesinin yeni temsilcisi olarak düşünmek mümkün. Bunun için Yavuz Selim, Şah İsmail’e “Afrasiyab -1 Ahd” diyecektir. İsmail’e olan sevgi ve sığınma yürüyüşlerine böylece sanat adamları da katıldı. Sultan Hüseyin Baykara’nın (rn. 1447 -1505) oğullarına hile ile ağır yenilgiler vuran Özbek hanı Şeybani’yi 1510’da ortadan kaldıran İsmail’e bu tarihte ilk sığınmalar oluyor. İsmail, bu sanatçıları saygı ile karşılayıp seçkin görevlere atıyor. Bu sanatçıların başında Kemaleddin Behzad (1455 -1535) vardır.
Bu dönemin tarihçilerinden Hvodemir’in anlattığına göre “Üstad Behzad, dönemin en olgun nakkaşlarının ustasıdır. Bir süre, doğruluk örneği Emirin (Hüseyin Baykara’nın) yanında eşsiz işlerle uğraşırken şimdi yüce mertebeli Sahib Kıranın (Şah İsmail’in) yanındadır.” Hvodemir, bu kitabını H. 904’te (rn. 1498) Ali Şir Nevai adına yazmaya başlamış, H. 905’te (rn. 1499) bitirmiştir. Böylelikle Kemaleddin Behzad’ın Şah İsmail’e sığınışı daha önceki yıllara geçiyor. Bu kitaba göre Nakkaş Ağa Mirek, Hüseyin Baykara yanında iken Kemaleddin Behzad, Şah İsmail’in yanındadır. Belki de Hüseyin Baykara, döneminin geleneğine uyarak Şah İsmail’e bir çok sanatçıyla birlikte Behzad’ı armağan etmiştir. Behzad, özel bir fermanla 1521’de nakkaşhaneye müdür ve sahib-i ihtiyar (yetkili) atandı. O güne değin dağınık olan Safevi nakşına artık bir biçim vermişti. Ağa Mirek, Muhammed Tebrizli, Hace Abdül Aziz, Muzaffer Ali Muhammed vb. bu okulun öbür öğretmenleri idi. Bu dönemde arta kalan kimi saray süslemelerinin yanı sıra son yıllarda bulunan “Cihan Ara-yı Şah İsmail Safevi” kitabındaki yirmi kadar minyatür de dönemine ışık tutması bakımından oldukça değerlidir.
ESERLERİ
Şah İsmail her şeyden önce bir şiir adamıdır, bir gönül adamıdır. Dönemindeki şiir türlerinin tümünü denemiştir.
Ey Hatai zikr-i fikrin eyledin eş’are sarf
Tuttu irfan defterini ehl-i divan şimdiden
dediğine göre irfanının ululuğu dünyayı çok erken tutmuş. Mesnevi de olsun divan şiirlerinde olsun dönemin din ve edebiyat bilgilerine iyice egemen olduğu bir gerçek. Yapıtlarına Farsça ve Arapça eklediğine göre bu dilleri de biliyor. Cavidan-Name’den söz ettiğine göre Fazlullah’ı ve Hurufi’liği biliyor. Kur’an ayetlerine kafiyeli dizeler yazıyor. Ayetleri açıklıyor. Ebced’i biliyor. Özetle şiir bilgilerinde oldukça güçlü. Dehname mesnevisini 19 yaşında yazmıştır. Halk şiiri türlerini biliyor ve ustalıklı kullanıyordu.
Hatai’nin aruzla yazdığı şiirlerini çıraklık ve ustalık dönemlerine ayırmak olası. Çaldıran vuruşmasından sonra bu büyük adamın duygularında geniş ölçüde değişmeler olmuş. O, gururlu ve kendini yenilmez sanan egemenin yerini daha durgun, yenilmiş ve gururu kırılmış bir adam aldı. Şiirleri de bu duygulara paralel olarak değişti. Böylelikle duygu yönü ağır basan şiirlerinde bir güçlenme görüldü.
Diyarı aşka sultanam dila men de zamanılda
Vezirimdir gam u gussa oturmuş iki yanımda
Men ol şahbaz-ı kühsarem başeğmem gülle-i Kare
Nice anka kimi yavru uçurdum aşiyanımda
gazelinde en içli divan ozanının gücü görülür. Hatai, elbette bir Fuzuli değil. Şiir anlayışı değişik. Hatai’nin şiirlerinde düşüncelerini şiir diliyle yaymak isteyen bir Şah’ın çabalaması var. Şah için şiir bir araçtır. Hatai’nin iki katı yaşayan ulu ozan Fuzuli’de şiirin amaç olduğu açıktır. Hatai bir yandan boğuşurken bir yandan yeni bir devlet kuruyordu. Buna karşın kimi şiirlerinde kendisini güçlü görür:
Çün tecella nurını görmek temenna eylerem,
Şimdi Mansur’am meni bir dara göndermek gerek
beyti herhalde benzerlerinin önünde yer alacak güçte.
Şiirdeki gücü asıl hece ile söylediği deyişlerdedir. Bunlar, yüzyıllardır onun inancından olsun olmasın Türk halkının dil-ezberi olmuştur. Kimi törenlerde semahların, cüş havalarının, düvaz imamların hep bu deyişlerden seçildiğini herkes bilir.
Türkiye’de hakkında ilk kez Rahmetli Sadeddin Nüzhet Ergun ciddi bir kitap yazar. Kitapta hece ile şiirlerinin yanı sıra, Nasihatname mesnevisinin tümü, ikinci bir mesnevi ve ”Dehname” den kimi kısa bölümler alınır. Rahmetli Sadeddin Nüzhet kuşku yok ki alanının en yetkilisi. Kitabın sunuş yazısındaki incelemesi son derece değerli. Konuyu ve bu alandaki çalışmaları iyi incelemiş. Azerbaycan yayınlarının temelini Leningrad ve Taşkent nüshaları oluşturuyor. Düzenleyenler, Paris ve Londra nüshalarını da gözden geçirmişler.
Hatayimdir Şah Hatai
Amma adım Ömer dunır.
Demek ki ”Şah Hatai” veya yalnız ”Hatai” adını kullanan başka başka ozanlar var. İlginçtir ki bunlardan birinin adı da Ömer. Kimi deyişler değişik yerlerde eksik dörtlüklerle yayınlanıyor. Azerbaycan ve Erdebil nüshaları tapşırmayı ”Hatai”, Napoli nüshası ile Sadeddin Nüzhet yayını ise ”Hatayi” olarak alıyor.
Geldi Cebrail çağırdı ya Muhammed Mustafa
dizesiyle başlayan şiir Alevi cemlerinde çok söylenen ”Mihraçlama” dır. Türkiye’de ise ilk kez Sefer Aytekin’in 1958’de yayınladığı Buyruk kitabında yer almış. Buyruk’un Şeyh Safi’ye ait olmadığının kesin kanıtı da kendisinden çok sonra yaşayan torununun bu şiirinin o yapıtta yer alması. Dehname’nin yalnız Leningrad müzesinde aslı vardır. Bu şiir Şah İsmail’in 19 yaşında yazdığı bir aşk öyküsü. 1532 ikiliden oluşmuş. Bölüm başlıkları Farsça verilmiş. Altlarında Azeri ağzıyla çevirileri var. Bu çeviriler Şah İsmail’in değil.
Son bölümde,
Hicrinde üç zid ü nun geçti
Sin’din dahi bir füzun geçti
dediğine göre ebcetle bu açıklama h. 911’i (m. 1506) gösteriyor.
Eserlerinden bazıları:
1
Muhammed Ali’nin Aldım Elini
Hak Deyip Tuttuğum Elden Ayrılmam
On İki İmamın Tuttum Yolunu
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam
Mürşidin Nefesi Hak Nefesidir
Mürşid Sözün Tutmayanlar Asidir
Mürşidin Rızası Hak Rızasıdır
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam
Mürşidin Gittiği Veli Yoludur
Gitme Dediğine Gitmemelidir
Zahir Batın Muhammed Ve Ali’dir
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam
Hak Erenler Bir Araya Derilse
Cümle Aşıklara Nasip Verilse
Aşikare Hak Gözüyle Görülse
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam
Şah Hatayi’m Hak Bil Tuttuğum Eli
Zahirde Batında Hak Gördü Seni
Gerçek Erenlerden Aldım Haberi
Hak Deyip Tuttuğum Yoldan Ayrılmam
2
Muhammed Ali’yi Candan Sevenler
Yorulup Yollarda Kalmaz İnşallah
İmam Hasan’ın Yüzün Görenler
Hüseyin’den Mahrum Olmaz İnşallah
İmam Zeynel’den Bir Dolu İçtim
İmam Bakır’da Kaynayıp Coştum
İmam Cafer’e Vardım Ulaştım
Bundan Özge Yola Sapmaz İnşallah
İmam Musa’dan Gelen Erenler
Can Baş Feda Edip Cemler Görenler
İmam Rıza’ya Zehir Verenler
Divanda Şefaat Bulmaz İnşallah
Bir Gün Olur Okuturlar Defteri
Şah Oğlunun Belindedir Teberi
Uyanırsa Taki Naki Askeri
Açılan Gülümüz Solmaz İnşallah
Hatayi Der Bu İş Bizi Bitire
Özünü Kata Gör Ulu Katara
Mehdi Şevki Bu Cihanı Tutar A
Şah Oğluna Sitem Olmaz İnşallah
3
Serime Bir Sevda Geldi
Muhammed Ali’den Beri
Yandı Vücudum Kül Oldu
Ta Kalubeli’den Beri
Ali’nin Fatma Kanber’i
Hırka Tutunur Önleri
Severim On İk’imam’ları
Atası Pirimden Beri
Hasan’la Hüseyin’i Sevdim
İkrarım Onlara Verdim
Kafirleri Bütün Kırdım
Halil-Ür-Rahman’dan Beri
Zeynelabidin Yolları
Açılır Gonca Gülleri
Bakır İmamlar Serveri
Severim Soyundan Beri
Muhammed Dünyaya Geldi
Şu Alem Nur İle Doldu
Hacem İmam Cafer Oldu
Okuram Kur’an’dan Beri
Musahibim Musa Kazım
Rıza’ya Bağlıdır Özüm
Kolumda Şahinim Bazım
Beslerim Zamandan Beri
Taki’den Etek Tutmuşam
Naki Sırrına Yetmişem
Askeri’den Mey İçmişem
Sarhoşum Zamandan Beri
İkrarım Bendi Boşandı
İndi Türaba Döşendi
Mehdi’den Kılıç Kuşandı
Bilirem Zamandan Beri
Şah Hatayi’m Hakk’a Yalvar
Sevdiğim Ali’dir Server
Sorarlarsa Bizi Erler
Gelirem Divandan Beri 4
Sufi Mezhebimin Nesin Sorarsın
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Gözlüye Gizli Yok Ya Sen Ne Dersin
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Eğnimize Kırmızılar Giyeriz
Halimizce Her Manadan Duyarız
Katarda İmam Cafer’e Uyarız
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Her Kimin Ki Çerağını Hak Yakar
Mümin Olanları Katara Çeker
Aslımız On İki İmama Çıkar
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Biz Tüccar Değiliz Alıp Satmayız
Erkan Gözetiriz Yoldan Sapmayız
Gönlümüz Ganidir Kibir Tutmayız
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Muhammed Ali’dir Kırkların Başı
Uralım Yezid’e Laneti Taşı
Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir Eşi
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Baharda Açılır Gonca Gülümüz
Ol Dergaha Doğru Gider Yolumuz
On İki İmam İsmin Okur Dilimiz
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
Şah Hatayi’m Eydür Muhammed Ali
Onlardan Öğrendik Erkanı Yolu
Ali Muhammed’dir Muhammed Ali
Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz
5
Hü Diyelim Gerçeklerin Demine
Gerçeklerin Demi Nurdan Sayılır
On İki İmam Katarına Uyanlar
Muhammed Ali’ye Yardan Sayılır
Üç Gün İmiş Şu Dünyanın Safası
Safasından Artık Olur Cefası
Gerçek Erenlerin Nutku Nefesi
Biri Kırktır Kırkı Birden Sayılır
İhlas İle Gelen Bu Yoldan Dönmez
Dost Olan Dostuna İkilik Sanmaz
Eri Hak Görmeyen Hakk’ı Göremez
Gözü Bakar Amma Körden Sayılır
Gerçek Aşık Menzilinde Durursa
Çerağ Gibi Yanıp Yağı Erirse
Eksikliği Kendözünde Bulunursa
O Da Erdir Yine Erden Sayılır
Şah Hatayi’m Eydür Bağdad’dır Vatan
İkilikten Geçip Birliğe Yeten
Erenler Yanında Kıyl Ü Kal Tutan
Yolu Dikenlidir Hardan Sayılır
6
Serseri Girme Meydana
Aşık, Senden Yol İsterler
Kallaş İle Oturmadın
İman Ehli Kul İsterler
Bu Yola Giren Oturmaz
Hak Söze Hile Katılmaz
Bunda Hiç Hile Satılmaz
Cevherinden Pul İsterler
Bir Kılı Bin Pare Eder
Bu Yolu İhtiyar Eder
Şah’ım Bir Yol Kurmuş Gider
Yol İçinde Yol İsterler
Şah Hatayi Der Neylersin
Her Müşkili Hal Eylersin
Ansın Çiçek Derersin
Yarın Senden Gül İsterler