Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925 kitabımda, Çerkez Ethem’in parasıyla Eskişehir’de Arif Oruç tarafından “İslam Bolşevik” gazetesi olarak çıkarılırken, Ethem’in resmî TKF’ye alınmasıyla birlikte, Ankara’ya nakledilen Yeni Dünya gazetesinin, ayaklanma sırasında Eskişehir (özellikle demiryolu) işçilerini kışkırtma girişimi hakkında şu bilgiler toplanmıştır:Çerkez Ethem’in başkaldırdığı sıralar, Ankara’da (resmî TKF’nin organı olarak) yayımlanan Yeni Dünya gazetesi de hükûmete cephe almış ve eski sahibine karşı asker sevkini engellemek için demiryolu işçilerini greve çağırmıştır; bunun üzerine 2 Ocak’ta [1921] Yeni Dünya idarehanesi hükûmet taraftarlarınca tahrip edilmiştir [dipnotu: G. Jaeschke, “Kommunismus und Islam,” Die Welt des Islams, cilt 20, s.115]. Gazetenin sahib-i imtiyazı Arif Oruç ve arkadaşları tutuklanmıştır
[dipnotu: 27 Temmuz 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, “Eskişehir İşçilerine” hitaben (Nizamettin Nazif tarafından) yazılmış beyannamenin Arif Oruç çevresince ve tam bu aralık dağıtıldığı doğru ise bile, bu belgede Ethem olayı ile ilgili hiçbir şey söylenmemekte, yalnızca Bolşeviklik övülmektedir.]
Yine aynı kitabımın belgeleri arasında bulunan, resmî TKF genel sekreteri Hakkı Behiç’in o yıl sonlarında Rauf [Orbay] Bey’e yazdığı mektubunda, konuyla ilgili şu satırlar yeralmaktadır:
Eskişehir’de gayr-i münasip neşriyatından dolayı hükûmetçe tatil edilecekken kurtarıp buraya celp ve başmuharrirliğini bizzat deruhte ettiğim Yeni Dünya gazetesi bir eşkiya yatağı gibi basıldı, muharrirleri hapis edildi, sermuharriri ben olduğum gazetenin başında müdir-i mesul namına da benim ismim bulunduğu halde en küçük bir arkadaşlık hissi ile haberdar bile edilmedim. Gazetede Ethem’in gönderdiği bir beyanname tab’ olunmuş. Bu beyannamenin Kütahya’dan geleceğini bile haber alıp bazı mebuslara söyleyenler bunun tab’ edilmemesi için bana bir tezkerecik dahi yazmadılar. Beyanname tab’ edildi ve cürm-i meşhut halinde matbaa basılarak yakalandı. Gazete tatil olundu. Beyannameyi tervicen yazdığı rivayet edilen başmakaleden dolayı (henüz intişar etmemiş ve dünyanın hiçbir tarafında cürüm teşkil etmesine imkân görülemeyecek bir makaleden dolayı) matbaa ve gazete müstahdemleri aylarca hapsolundu. Bu gazetenin müdir-i mesulü ben idim ve hiçbir şeyden haberdar olmayarak [evde hasta] yatıyordum.
Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta Çerkez Ethem olayının gelişmelerini anlatırken söyledikleri arasında da, Yeni Dünya çevresinden nizamî ordu subay ve erlerini ayaklanmacılar lehine kışkırtma girişimi hakkında şunlar vardır: Çerkez Ethem’in ağabeyi, Saruhan mebusu Reşit Bey 20/21 Kânunuevvel [Aralık 1920] gecesi evinde dört kişiyi, ordu zabitan ve bilhassa efradını, Kuvai Seyyare ile bir musademe halinde ızlâle memur ediyordu. Bu dört kişi şunlardı: Yeni Dünya gazetesinde Hayri, Arif Oruç’un hemşirezadesi Nizamettin, Müşir Fuat Paşazade Hidayet ve refiki Şükrü Beyler… Bunlar, 21 Kânunuevvelde trenle Eskişehir’e hareket ettiler. Beraberlerinde Ethem Beyin kâtibi olan birisi de vardı. Bunların içinden biri, trenin hareketinden evvel hafî bir surette istasyondaki ikametgâhıma gelip bana keyfiyeti bildirdi. Bu zat, propagandayı tertip ve idareye memur imiş. Reisleri Hidayet Bey imiş. Para sarfı selâhiyeti de onda imiş. Muhbir olan, yalnız olarak Kütahya’ya gidecek, Ethem Beyden talimat aldıktan sonra Eskişehir’e dönecekti. Diğerleri Eskişehir’de bekleyeceklerdi. … Muhbir, ihbaratında sadık olduğunu bilâhare fiiliyat ile ispat etmiştir.
* * *
Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu: 1901-1970) merhum, yakın tanıyanlar anımsayacaklardır, son yıllarında, Mustafa Kemal Paşanın T. Halk İştirakiyun Fırkası/TKP içindeki ajanı (Nutuk’ta adı verilmeyen ihbarcının da kendisi) olduğunu, 1922 Kasım’ında Moskova’da katıldığı Komintern 4. Kongresi sırasında da bu işi yaptığını söyleyip geziyor, hatta İstiklâl Madalyası verilmesini istiyordu.
Ben, kitabımın yeni bir basımını hazırlarken, bunları bir daha düşündüm ve Nizamettin Nazif’in övünmesinin doğru olamayacağına karar verdim. Çünkü İstiklâl Mahkemesi, “Asi Ethem’le arkadaşları Ve Ayaklanmaya katılanlar” hakkındaki 9 Mayıs 1921 tarihli hükmünde, 21 Ocaktan beri tutuklu bulunan Nizamettin’i 8 yıl hapse mahkûm etmiş ve cezasını çekmek üzere Diyarbakır’a göndermiştir. Hatta mahkeme âzâsından Elâziz mebusu Hüseyin, (“mevkuf kaldığı müddet kâfi görülerek hükûmetin tensip edeceği bir mahalde [ki hükûmet Antalya’yı tensip etmiştir!] ikamet”e mecbur edilmesiyle yetinilen Arif Oruç gibi) Nizamettin’in (de) cezasının az olduğu, on(ar) yıla mahkûm edilmesi [edilmeleri] gerektiği yolunda bir karşı-oy yazmıştır.
Arif Oruç böylelikle yakasını kurtarır ve Atatürk’ün adlarını andığı öteki üç kişi de mahkûm edilemezlerken, 8 yıla hüküm giyen Nizamettin Nazif nasıl “sadık muhbir” olabilir? Gerçekten, bu kararda isim benzerliği yoksa, “sabık Kuvvai Seyyare efradından Hayri” beraat ettirilmiş, “Şükrü”nün adem-i mesuliyetine karar verilmiş, grubun reisi, “Müşir Fuat Paşazade Hidayet”in ise adı bile geçmemiştir. Müşir Fuat Paşa, Millî Mücadele sırasında İstanbul’da saray çevresine karşı çıkışlarıyla tanınan, 93 Rus Harbi (Elena) kahramanlarından Deli Fuat Paşa (1835-1931) olsa gerektir. Acaba, “sadık muhbir,” onun oğlu Hidayet miydi? İstiklâl Mahkemesi’nin akladığı Hayri veya sorumsuz bulduğu Şükrü müydü? Atatürk’ün adını söylemediği, Çerkez Ethem’in kâtibi miydi? Yoksa her şeye karşın, sekiz yıllığına hapse atılan (ama diğer taklib-i hükûmet mahkûmlarıyla birlikte, beş ay geçmeden özel bir af yasasıyla serbest bırakılan) Nizamettin Nazif miydi? Bu soruyu -ve birçok başkalarını- cevaplandıracak gizli belgeler günün birinde ortaya çıkacak mı, dersiniz?