Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!

DIŞAVURUMCULUK


Dışavurumcu resim örneği: Eduard Kosmack’ın portresi, Egon Schiele

Dışavurumculuk (ekspresyonizm), doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı. Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal dünyasını aktarmayı hedefler. 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir. Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya’ da ortaya çıkmıştır. Ayrıca kuzeyli, Cermen halk sanatı biçimleri ve kabile sanatları da etkilendiği diğer kaynaklardır.

Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak biçim bozma yöntemini kullanır. Edward Munch‘un Çığlık adlı tablosu, bunun belirgin bir örneğidir.

Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular.

Die Brücke (Köprü) 1905-1912 Dresden- Kirchner, Rottluf, E.Heckel Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) Münih- F. Marc, Mache, Kandinsky

Önemli dışavurumcu ressamlar arasında Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka sayılabilir.

Dışavurumcu mimari

1910 ve 1930 yılları arasında özellikle Almanya’da etkisini gösteren ekspresyonist mimari, bu anlamda da Bauhaus okuluyla paralleklikler taşır.. Bunun yanında kendine özgü dinamiklerini de belirler. 90 derecelik açıyı ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülürken, işlevselliği formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini oluşturur. Bauhaus okulunun kurucusu Gropius, ekspresyonist mimarlığın erken döneminin temsilcisi konumundadır. Poelzig, Mendelsohn ve Taut, ekspresif mimarlığın önemli sanatçıları olmuşlardır. Bireysel ve dolayısıyla duygusal tasarım anlayışı, ekspresyonist mimarlığın felsefesidir. 1933 yılında nazi yönetiminin Almanya’da başa geçmesinden 5 yıl sonra ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise brütal bir anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir. Çoğu ekspresyonist sanatçının kaybedilen savaşta yer almasıyla oluşan stres yüklü duygulanımları da dışavurumculuğu doğuran bir faktör olmuştur.

1960’larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin en önemli yapıtları arasında gösterilir. Dışavurumculuk, kübist, minimalist ya da fütürist anlayışlarla da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments