Gün doğmadan açıyorum dükkanı
kuşlar uykuda daha, ağaçlar uykuda, yüreğim uykuda
ağzımda akşamdan kalma kıyak bir cigara
kulağımda elektrik zilleri, sirenler
-Usta çayı demledim, bakır tavında
Bingöl’den geleli dört yıl
fincan kadar bir dükkan
ıslığını giy
ortalığı süpür
tezgahı düzenle
En tiz çan bakır, kalay ve fosfattan dökülür
fil kadar çanlar dökmüş ustam
biri Galata’daki büyük kilisenin avlusunda
biri bizim orda Güllübağ istasyonunda kampana
biri Fatih-Harbiye tramvayında
biri solgun bir fesleğen gibi duruyor ustamın çocukluk anılarında
(En çok bu canı seviyorum nedense)
Her gün öğle paydosunda bu canı anlatıyor ustam
askerden daha yeni gelmiş o zaman
bileğinde bir döğme ki hala durur
bir mavi ejderha, sular içinde, kolları arasında bir kadın
gövdesi ejderha, başı aynı insan sureti
askerliğinden kalan tek hatıra
o zaman elektrik nerde, sirenler nerde
iş gani, parada bereket, gücü kuvveti yerinde
körüğe bastıkça, örse vurdukça genişliyor dükkan
sanki Kızılırmak’tır, tarihi şanlı Toroslar, sanki Haymana ovası
sınırsız boşluğunda bir güz sabahının
Bir günde dökermiş fil kadar çanı derler
Şimdiyse küsmüş bakıra, kalaya, fosfata, kömüre
çekice, eğeye, tuza, keskiye, örse, ekmeğe
ışıl ışıl bir sevince, alınterindeki rüzgara
seste yansıyan cevhere
öfkeye
Şimdiyse yırtık bir resim gibi rafların rutubetli kokusunda
Bingöl’den geleli dört yıl
çekicin sapı kırık
ustanın gönlü
sanırsın çan değil döktüğü bir küskünlüğün izdüşümü
Tuvalet penceresinin karşısı koca bir han
çoğu terzi, konfeksiyoncu, ütücü bir sürü kız
ne zaman pencereden baksam saçlarını tarıyor biri
hafifçe dizleri açılmış birinin, yüzünde bir dalgınlık esintisi
bana mı bakıyor içimdeki suya mı düşüyor ağzının gölgesi
biri sürfüle mi, teğel mi ne, elinde iğneler, iplikler, yüksükler
soluk bir çay bardağına damlıyor alınteri
usulca bir cigara yakıyorum
gözbebeğimde Cemil kalecilerin korkulu rüyası, her maçta üç çeken
gözbebeğinde Türkan Şoray, Fatma Girik, Arzu Okey
en çok da Gökben bir şarkıda:
“Ben dün gece bir rüyada
Yaşıyordum sanki
Dansettim kollarında
Genç kızlar dolandı
Sağında solunda
Sen ise beni seçtin
Cennete döndü dünya”
Bir cigara, bir cigara daha
zülfünü okşayıp işareti çakıyor hemen
“Akşam sekizde, otobüs durağında ama ablamı ekersem”
ve patlıyor birden ağzındaki ciklet
Ustam çok kızıyor böyle sık sık tuvalete gitmeme
bu yaşta cigara, ciğerlerin zift tutacak, ben askerken
öksürüğü geliyor derinlerden
Bingöl’den geleli dört yıl
dişleri aşınmış eğenin, tutmuyor kerpeten
aşınmış yüreğimdeki uluzgar
sanırsın çan değil döktüğüm bir özlemin izdüşümü
En tiz çan bakır, kalay ve fosfattan dökülür
fil kadar çanlar dökmek istiyorum
hiç olmazsa bizim orda Güllübağ istasyonunda kampana kadar
ama hep aynı kömür yanıyor ocakta
hep aynı öksürük, aynı ses ustamın puslu anılarında
hep aynı öksürük, aynı ses ustamın puslu anılarında
sanki hiç Fener – Beşiktaş maçına gitmemiş
hiç film görmemiş Türkan Şoray’lı, Ayhan Işık’lı, Arzu Okey’li
hiç ağlamamış Orhan Gencebay’ı, Selahattin Cesur’u dinlerken
(Akşam Orhan Gencebay’ın “Dertler Benim Olsun”
pilağını alayım
bir de resmini aynanın kenarına asmak için)
Hiç sevgilisi de olmamış galiba bir otobüs durağında bekleyen
En tiz çan bakır, kalay ve fosfattan dökülür
davara tak dağlardan dağlara ulaşsın sesi
paytona tak şeneltsin yolları sesi
arabaya tak hele bir de yanında mavi boncuklar olursa
trene tak bir gurbetten bir gurbete dolaşsın sesi
ama hep aynı cevher süzülüyor alınterimden
aynı uluzgar çekicin suyunda, alevin yalazında, pazularımda
Fincan kadar bir dükkan
ocağı yak
madeni hazırla
ateşi körükle
bağlanmış bir kez nasibim, zor zanaat
vuruyorum vuruyorum vurdukça büyüyor avuçlarımda nasır
daha yeni terlemiş bıyıklarım
büyüyor kollarımda sapına sevgilimin adını kazıdığım çekiç
vurdukça büyüyor sabır ve küçülüyor nedense sefertasımda lokma
Bingöl’den geleli dört yıl
-Usta çayı demledim, kalay tavında
Bingöl’den geleli dört yıl
telsiz duvaksız bir külüstür ocak
körüğü pas tutmuş bir usta
sanırsın çan değil döktüğü bir yangının izdüşümü
Gün batarken kapıyorum dükkanı
Refik DURBAŞ