Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cumartesi, Kasım 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaBilimPsikolojiZamanı kullanacak zaman yok | Zamanın Zorbalığı - Prof. Dr. Özcan Köknel

Zamanı kullanacak zaman yok | Zamanın Zorbalığı – Prof. Dr. Özcan Köknel

Eski Roma ve Yunan mitolojisinde zaman (Kronos) bütün dünyaya, olaylara, olgulara egemen olan, bunları koruyan, yöneten bir tanrıdır. Mitolojiye göre, zaman tanrısı Kronos babasını ortadan kaldırıp onun yerini almış ve bütün dünyaya egemen olmuştur. Tanrı Rhea’dan birçok çocuğu olan Kronos, Zeus dışında bütün çocuklarını da yok etmiştir. Zeus, Kronos’a başkaldırmış, onun egemenliğine son vermiş, belirli bir yerde: belirli sınırlar içinde kalmasını sağlamış, onun yok ettiği tanrıları tekrar gün ışığına çıkarmıştır Mitolojide zamanın, tanrıları bile ortadan kaldıran, silen, yok eden güçlerle donatılmış bir kavram olduğunu görüyoruz. Daha güçlü tanrılar bu etkinliği sınırlamaya çalışmışlar, ancak zamanın gücü kaybolmamıştır Zeus’un Kronos’un egemenliğine son vermesi, onun yetkilerini kısıtlaması, zamanın ölçülmesi düşüncesini doğurmuştur.
Çok eski çağlardan ben zaman güneşin batışı ve doğusuyla ölçülmüş, gündüz ve gece zaman birimi olarak kabul edilmiştir. Uygarlık ilerledikçe, ayın evrelerine göre ay; güneşin devinimine göre yıl gibi zaman birimleri kullanılmaya başlamıştır. Ayla yıl arasında kurulan bağlantıyla, zamanın ölçümünde temel birimler oluşturulmuştur. Zamanın ölçümünde kullanılan yöntemin zamanın geçmesiyle değişmesi ve ölçü araçlarıyla denetlenmesi, zaman birimlerinin ortak ilkesidir.

AZ OLAN, YARARLANDIĞIMIZ ZAMANDIR
Bilim adamlarından önce de zamanın baskısını anlatan birçok düşünür, sanatçı ve yazar olmuştur. Zamanın insan yaşamındaki önemini, yıkıcı, yok edici gücünü, düşünürler arasında ilk kez Seneca vurgulamıştır Sahip olduğumuz zaman az değil, çok… Az olan zaman, ondan yararlandığımız zamandır. Horatius zamanın gücünü şöyle dile getirmiştir: «Zamanın yıkıp yok etmediği hiçbir şey yoktur.;; Buckstone’a göre, ;;insan zamanın tutsağıdır;;
Zamanın sessiz sedasız, ama her şeyi ezerek, her şeyi yok ederek hızla akışı, Shakespeare’in birçok sonesinin de ana konusudur: ;;Zaman her şeyi harcar, gelişen her şey, ancak kısa bir sure için kusursuz kalır”.;; «Zaman yaşamı hızla mahveder.;; ;;Zaman kana susamış bir zorbadır.;; ;;Zaman her şeyi kemirir.;;« Zaman çevresine çirkef saçan bir orospudur.;; «Dalgalar sahile çarparcasına, yaşadığımız dakikalar hızla ;on bulur.;; «Zamanın zalim eli ezer ve yıpratır.;; ;;Hıç durup dinlenmeyen zaman, yaz mevsimini korkunç bir kışa çevirir.;; ;;Zaman bir hırsız gibi, sonsuzluğa doğru usulcacık ilerler.;;Yıkıcı zamanın bıçağı, açma nedir bilmez.;; ;;Zaman yalçın kayaları, çelikten kapıları bile çürütür, güzelliği yıkmasına hiç kimse engel olamaz.;; «Hiçbir güç, zamanın orağıyla biçilmekten koruyamaz bizi.

ZAMAN VE MEKÂNDAN HABERDARDIK
Zaman birbiri peşi sıra gelen olayların, olguların dizisini, surecini belirten soyut bir kavramdır. Aureliuc Augustinus (345-430) zaman kavramını şöyle tanımlıyor. ;;Bana zamanın ne olduğunu sorduklarında biliyorum. Ancak cevabını açıklamaya kalkıştığımda, zamanın ne olduğunu bilmediğimi anlıyorum.;; Kant’a göre, insanlar zaman kavramını deneyimle, görgü ve gözlemle kazanmazlar. Bu kavrama düşünce “e mantık yoluyla ulaşırlar. Bu nedenle zaman kavramı önsel (apriori) olup, hiçbir denemeye dayanmadan oluşur ve gelişir. Zaman aracılığıyla insanda «aynı» ve «ayrı;; kavramları gelişir. Kişiler, nesneler, olaylar, olgular birbirinden ayrılır, fark edilir, seçilir, anlaşılır
Daha önce belirttiğim gibi, bilişsel işlevlerin sağlıklı çalışması için açık, duru, uyanık bilinç durumu gereklidir, insan dış ve iç ortamdan gelen iletilerden, uyaranlardan ancak böyle bir bilinç durumuyla haberdar olur, onları çözer, anlar, tanır ve yorumlar. Onlara karşı geçerli ve gerekli cevaplar ve tepkiler, bu bilinç durumuyla oluşturulur, insanın iç ve dış ortamdan haberdar olmasına, başka bir deyişle kendisinden “e çevreden haberdar olmasına «yönelim; (oryantasyon) adı verilir
Bilinç durumunun sağladığı haberdarlık ve yönelim, bireyin kendi «benliği»ne, doğal ve toplumsal ortama uyumunu sağlar, insanın kendisinden ve çevreden haberdar olması, bunlarla ilgili yönelimlerinin bulunmasına bağlıdır. Bu yönelim insanın içinde bulunduğu andan, zamandan ve çevreden, mekandan haberdar olmasıyla Sağlanır. Öyleyse insanın toplumsal ortama uyumu da, önce yaşadığı andan, zamandan ve içinde bulunduğu çevreden, mekandan haberdar olmasıyla gerçekleşir.
İnsanın zamandan haberdar olması, zaman yönelim, zamana uyumu söz konusu olduğuna göre, zaman da uyumu bozan bir etken olarak rol oynar. Başka bir deyişle, toplumun oluşturduğu zaman kavram, birey ve toplum için zararlı etken olabilir.

ZAMANDA KAYBOLAN İNSAN
Bütün öteki kavramlar gibi, zaman kavram da bellekte depolanıp saklanır. Bilişsel düzeyde yer alan bütün süreçler ancak zaman kavramıyla birlikte değerlendirilirse anlam kazanır, anlaşılır, tanınır, yorumlanır. Doğru “e sağlıklı çalışan bellek, zaman kaydında, düzeninde, sıralamasında hata yapmaz, karışıklığa düşmez. Bir kuruluşta gelen belgelerin «evrak defterine;; kaydedilişi gibi, bellek de her kişiyi, nesneyi, olayı ve olguyu: oluş sırasına göre kaydeder, not alır, sicilini tutar
Bellek bozukluklarında önce zaman yönelim bozulur. Bellek bozukluğu olan hastalar, içinde bulundukları yıldan, mevsimden, aydan, günden haberdar olamazlar. Belleğini yitiren insan belirli bir ortamda, mekanda “arlığını sürdürür. Ama o insan zaman içinde kaybolmuştur.

AÇ AMAM BİLMEZ. ÇOCUK ZAMAN BİLMEZ
insanda zaman kavram iki üç yaş dolaylarında benliğin (ego) gelişmesiyle başlar.. Uç yaşına kadar kendisiyle başkaları, içinde bulunduğu doğal ve toplumsal ortam arasında ayırım yapamayan çocuk. Üç yaşından sonra bu ayrım yapmaya başlar. Kendisiyle başkaları ve dış ortam arasındaki farkı anlar, sınırı çizer «Ben» ve «ben olmayanlar. «Ben;; ve «sen;; sözcükleriyle kişilik alanını belirler. Bu belirlemeyle birlikte. Uç yaşma kadar sadece i cinde bulunduğu anı yaşayan çocukta geçmiş, gelecek; dun, yarın kavramları da gelişmeye başlar. Kendi dışımda bir dünyanın bulunduğunu, bu dünyaya uymak zorunda olduğunu anlayan, böylece Üst benliği (superego) gelişmeye başlayan çocukta, öğrendikleriyle geçmiş; beklenti ve istekleriyle de gelecek zaman kavram gelişmeye başlar. Canının istediğim yapan bir çocuğa annesinin ya da çevredekilerin «Ben sana ne demiştim, nasıl öğretmiştim, şimdi sırası değil, yemekten sonra olur;; biçiminde ileti vermesi, onda geçmiş “e gelecek zaman kavramını uyandırır. Bildikleriyle, öğrendikleriyle geçmiş zamana; amaçları, beklentileri, istekleriyle gelecek zamana bağlanır.

EN ÖNEMLİ ZORLANMA NEDENİ: GELECEK KORKUSU
Zaman birlikte getirdiği geçmiş ve gelecek kaygısıyla da bir zorlanma nedeni olabilir
Kim araştırmacıya göre, üretken dönemde (phallic stage) erkek çocuğun cinsel organını yitirme korkusu kız çocuğun erkekte bulunan bir organdan yoksun olma endişesi «gelecek korkusunun ilk tohumlarını atar «Gelecek korkusu;; Üst benliğin gelişmesi, insanın toplumsal nitelik kazanmasıyla da açıklamıştır. Amaçları na, beklentilerine, isteklerine ulaşmak isteyen çocuğa, gence karşı annenin, babanın, çevrenin, toplumun denetleyici, engelleyici, kısıtlayıcı tutumu bir yandan toplumsallaşmayı sağlarken, öte yandan «gelecek korkusu;; nu başlatır ve geliştirir. Belirli ölçüler içinde, bu korku insanın çalışması, çabalaması, geleceğini güven altına almak için uğraş vermesi bakımından gereklidir. Ancak amaçların, beklentilerin, isteklerin denetlenmesi, engellenmesi, ertelenmesi arttıkça «gelecek korkusu;; büyür. insanın tüm yaşamım etkileyen sürekli bir kaygıya dönüşür.
Gerçekte «kaygı;; ile «gelecek korkusu;; eşanlamlı iki ayrı kavramdır. Kaygı düzeyi yüksek olan insan gelecekten korkar. Geleceğinden korkan insanın kaygı düzeyi yükselir. Sağlıklı davranışta bulunma olanağı ortadan kalkar. Sınavda başarısız, evlilikte mutsuz, işte beceriksiz, toplumda silik olacağından korkan insan, gelecek korkusu nedeniyle sürekli kaygı duyar. Gelecek korkusunun verdiği zorlanmayı yaşar. Ev ve iş yaşamından güvensizlik, emekliliğin getireceği ekonomik sorunlar, hastalıklar, ekonomik yetersizlik, işsizlik gibi toplumsal olaylar da gelecek korkusunu artırır.

ÖLÜM VE YOK OLMA KORKUSU
İnsanlarda doğal ve evrensel olarak var olduğu kabul edilen ölüm ve yok olma korkusu vardır. Birçok ruhbilim öğretisi, ölüm ve yok olma korkusunu insanın kişiliğini ve davranışı oluşturan temel kaygı sayar: insan bu korkulan duyumsadıkça dururduk kaygı düzeyi yükselir; zorlanmaya açık duruma gelir. Doğal afetlerin, felaketlerin, kazaların insanda yarattığı zorlanma, ölüm ve yok olma korkusuna bağlı dururduk kaygı düzeyinin yükselmesiyle açıklanmaktadır
Çağımız insanı doğal afetler ve felaketler dışında, olası bir atom savaşı, ekonomik bunalımlar, göçler, işsizlik, terör gibi olaylara bağlı gelecek korkusunu, ölüm ve yok olma korkusunu yaşamaktadır. Bu « korkuların yaşanmasından kaynaklanan kaygı durumunu duyumsamakta ve zorlanmaya açık duruma gelmektedir. İşte bu nedenle, içinde yaşadığımız çağa kaygı, zorlanma, kuşku çağı adları verilmiştir.

GELECEĞE YÖNELİK MUTLULUK: UMUT
Gelecek, ölüm ve yok olma korkusunun yarattığı dururduk ve sürekli kaygı düzeyi, insana elem veren duygularım durumları olduğundan, insanı mutsuz kılar. Mutluluk, insana haz veren neşe, sevinç gibi duyguların yaşanması ya da umut gibi bir duygularım durumunun beklenmesinden kaynaklanır, insanı kim kez güdü k yaşamdaki neşe ve sevinç, kim kez gelecekteki umut mutlu eder. Çoğu kez de gelecekteki umut, güdük yaşamdaki neşe ve sevinçten daha güçlü ve sürekli bir mutluluk verir insana, insan, içinde bulunduğu, yaşadığı toplumsal ortamda başkalarından ilgi, sevgi, saygı bekler. Kendisine güvenmek, kişiliğine saygı duymak ister. Kendisini gerçekleştirmek, var olmak için çaba harcar. Böylece amaçlarına, beklentilerine, isteklerine erişmeyi tasarlar. Bunlara erişir ya da erişemez. Bunlara erişmeyi tasarladığı surece mutlu, erişemeyeceğini anladığında mutsuz olur. Kısaca, mutluluğu oluşturan neşe ve sevinç gibi duygularım durumları, şimdiki zamandan kaynaklanır. Umut gelecek zamana ilişkin tasarıların şimdiki zamanda yarattığı haz, neşe ve sevinçtir.

GEÇMİŞTEN PİŞMANLIK
insan amaçlarına, beklentilerine, isteklerine erişemedikçe, gelecekten umudunu kestikçe,mutsuz olur Mutsuzluk da gelecek korkusunu artırır, kaygı düzeyini yükseltir, zorlanma olasılığını çoğaltır. Günlük yaşamında mutsuz olan, zorlanan, karamsar ve kötümser bir insan, geçmişi eksik, hatalı, kötü biçimde yorumlamaya başlar. Yaşadığı
anı da bu yorumlamanın yarattığı kaygıyla değerlendirir. Bu olumsuz değerlendirme, dururduk kaygı düzeyini yükseltir, zorlanmayı artırır, örnek olarak, çalıştığı işte başarılı olamayan insan, «keşke başka bir meslek seçmiş olsaydım; diye pişmanlık duydukça, güdük çalışmasını başarılı biçimde sürdüremez. Bu baş arısızlık dururduk kaygı düzeyini yükseltir. Dururduk kaygı düzeyi yükseldikçe gelecek korkusu artar. Geç iniş daha kötü ve olumsuz yorumlanır. Bu durumun sürmesi ruhsal çöküntüye yol açabilir.

ZAMAN EN BASKISI ZORLAYICI ETKENDİR
Zaman kişilik yapısı ve toplumsal ortamın amaç ve beklentilerine göre de zorlayıcı etken niteliği alabilir. İnsanın zamanı değerlendirmesi öncelikle duygularım durumuyla bağlantılıdır. Mutlu insan zamanın nasıl akıp geçtiğini anlamaz. Mutsuz insan zamanın yavaş ve zor geçtiğinden yakınır. Duygularım durumuyla zaman arasındaki bu görece bağlantı dışında, amaçlara, beklentilere, isteklere erişmek için gösterilen çabayla zaman arasında da bağlantı vardır. Güdük işini bitirmek isteyen memur, toplantılara yetişmek isteyen yönetici, sınava hazırlanan öğrenci, akıp giden zamanla çabaları arasındaki çatışmayı yaşarlar. Başka bir deyişle, zaman bütün davranışları zorlanmaya dönüştüren zararlı bir etken olabilir. Zamanın bu niteliği üzerinde ilk duran, 1968 yılında Hosach olmuştur. Araştırmacı zorlanmayı zaman içinde yer alan ve gelişen bir süreç olarak yorumlamış, zamanın sınırıyla zorlanma arasında bağlantı olduğunu belirtmiştir 1977 yılında Janis ve Mann, zorlanmada zaman değişimlerinin önemli rol oynadığını belirtmişler ve zamanın baskısının önemli bir zorlayıcı etken olduğunu ileri sürmüşlerdir. Özellikle XX. yüzyılda kentleşmenin, sanayileşmenin, teknolojik gelişmenin getirdiği yaşama biçim, zaman olgusunun baskısının zararlı etkilerindendir

BU DA GEÇER. AMA DELER DE GEÇER
Mizah yazarlarımızdan Aydın Boysan «Zaman Geçseydi» başlıklı yazısında şöyle diyor
Zaman gelir sırtımıza çile yükü biner… öylesine bir zaman gelmiştir çünkü… Avunuruz «bu da geçen-; diye..
Geçer de, çoğu zaman deler de geçer
«Zaman, acıları ve kırgınlıkları unutturur, çünkü zamanla insanlar değişir. Ne inciten kalır bir zaman olduğu gibi. ne incinen…;; derdi Pascal.
Çoook, çok sonrası konusunda, A. Silesıus’dan bir şiir nefesi alalım
Orada, sonsuzlukta her şey aynı anda olacak, burada, zaman devletinde olduğu gibi ne önce var.ne sonra.. Bu satırları okumakta olduğunuz an, yaşayışınızın en önemli zamanlarından bindir dersem, yalan söylediğim sanmayınız lütfen
Çünkü bu an, bundan sonraki ömrünüzün birinci dakikasıdır.

ZAMAN PARADIR. AMA YALNIZ ZAMANI OLMAYANA
Başka dillerde de bulunan «vakit nakittir; deyim, günümüzde birçok toplum ve insan için «zaman paradin; deyimine dönüşmüş, zamanın baskısını somut olarak gösteren bir yaşama biçim olmuştur. Birçok insan daha çok kazanmak, daha rahat yaşamak için bitip tükenmeyen bir çaba, çalışma ve yarışma düzeni içinde: zamanın baskısından ve yarattığı zorlanmadan daha çok etkilenmektedir. Zamanın değerini ölçecek doğru ölçütler bulunmadıkça, bu deyimin birçok insan üzerindeki olumsuz etkisi kuşkusuz sürüp gidecektir Oysa para kazanılır, yitirilir, yeniden kazanılır. Yitirilen her değerli nesne yeniden kazanılır. Ya da onun yerine bir başkası konur. Gece olur, güneş batar, sonra gün yeniden ışır. Sonbaharda ağaçların yapraklan sararır, kışın dökülür, ilkbaharda yeniden yeşerir, yapraklanır ağaçlar. Eşyalar bozulur, eskir, yenilenir, yıpranır, değiştirilir, yenilenir, yerine başkaları konur. Ancak geçip giden zaman yok olur. Gen gelmez Sartre zamanın bu özelliğini şöyle anlatıyor: «Zaman sonsuzluğun maskesidir.

ZAMAN YAŞAMIN KENDİSİDİR
Bu maskenin arkasındaki ölümü, yokluğu görmemek, «gelecek korkusundan;; kurtulmak için insanların zamanlarını dengeli, düzenli, planlı, programlı kullarımdan gerekir. Maunac şöyle diyor: «Zaman hep uygundur. Sorun, ne için uygun olduğunu bilmektir.;; Ancak zaman kazanmaya çalışırken, Steinbeck’in şu sözlerini de göz ardı etmemeli: «Zaman kazanmaya çalışırken, çok zaman yitirilir.;; Franklın ise, şöyle bir ö nende bulunuyor: «Zamanı sıkıştırmaya kalkma; zaman yaşamın kendisidir.;; Bu bölümü bir fıkrayla bitiriyorum
işlen ve sorumluluğu nedeniyle sürekli «zamanın yetersizliğinden;; yakınan bir holding yöneticisi, sorduğu sorulara verdiği cevaplar biraz uzasa «benim zamanım çalıyorsunuz;; diye bağırıp çağırır, kızıp köpürürmüş. Yönetici bu tutumunu evde de sürdürür, eşine sorduğu sorulara kısa, öz, hatta tek sözcükle cevaplar beklerim ?
Bu yönetici bir akşam eve yine telaşla girip eşine sormuş
«Ne yemek var, çocuklar nasıl?;; Eşinin cevabı çok kısa olmuş: «Bonfile, kızamık!;

* Zamanı kullanacak zaman yok   -E. IONESC0

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments