1 NCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ DERS DİYALEKTİĞİN ÜÇÜNCÜ ÇİZGİSİ NİTEL DEĞİŞİKLİK
I . Bir örnek.
II . Diyalektiğin üçüncü çizgisi.
III . Doğada.
IV . Toplumda.
V . Vargı.
I. BİR ÖRNEK
Suyu ısıtırsam sıcaklığı derece derece yükselir. Suyun sıcaklığı 100 dereceye vardığında, su kaynama haline geçer: su, su buharı olarak değişir.
İşte iki çeşit değişiklik. Isının gitgide artması bir nicelik değişikliği oluşturur. Yani, suyun tuttuğu sıcaklığın niceliği (miktarı) artar. Ama belirli bir anda su durum değiştirir: sıvı niteliği kaybolur; gaz haline gelir (bununla birlikte kimyasal yapısı değişmez).
Basit nicelik (miktar) artışına (ya da azalışına), nicel değişiklik diyoruz. Bir nitelikten başka bir niteliğe geçişe, bir durumdan başka bir duruma (örneğimizde sıvı durumundan gaz durumuna) geçişe, nitel değişiklik diyoruz.
Diyalektiğin ikinci çizgisinin incelenmesi bize gösterdi (sayfa 86) ki, gerçek, değişikliktir. Diyalektiğin üçüncü çizgisinin incelenmesi de, bize gösterecektir ki, nicel değişiklikler ile nitel değişiklikler arasında bir bağ vardır.
Gerçekte, ki unutulmaması gereken esas nokta budur, nitel değişiklik (sıvı halindeki suyun su buharı oluşu) bir raslantı sonucu değildir: Zorunlu olarak, nicel değişiklik, ısının derece derece artışının sonucunda oluşur. Sıcaklık belirli bir dereceye (100 dereceye) vardığı zaman, normal atmosfer basıncı koşullarında su kaynar. Eğer atmosfer basıncı değişirse, o zaman, nasıl ki her şey birbirine bağlıysa (diyalektiğin birinci çizgisi), kaynama noktası da değişir; ama belirli bir cisim için ve belirli bir atmosfer basıncı altında kaynama noktası, her zaman aynı olacaktır. Bu, nitel değişikliğin bir yanılsama olmadığını gösterir; nitel değişiklik, doğal bir yasaya uyan, nesnel, maddi bir olaydır. Ve bunun için de önceden görülebilen bir olaydır: bilim, belirli bir nitel değişikliğin oluşması için zorunlu nicel değişikliklerin neler olduklarını arar.
Kaynama durumundaki su olayında, iki türlü değişiklik arasındaki bağ, sözgötürmez ve açıktır.
Diyalektik, nitel değişiklik ile nicel değişiklik arasındaki bu bağı, doğanın ve toplumun evrensel bir yasası olarak kabul eder.
Bundan önceki dersimizde, metafizikçinin, değişikliği yadsıdığını gördük. Ya da, onu kabul etse bile, bir yinelemeye indirger; mekanizma örneğini vermiştik. O zaman, evren, durmadan aynı yolu gidip gelen bir sarkaca benzetilebilir. Böyle bir anlayış, topluma uygulanınca, insanlık tarihini, hep yeniden başlayan bir çevrim, sonsuz bir dönüş haline getirir. Başka bir deyişle, metafizikçi, yeniyi açıklamak gücüne sahip değildir. Ve yeni, kendini ortaya.koyduğu zaman, onu, doğanın bir özenci, ya da tanrısal bir buyrultu, bir tansık (mucize) olarak görür. Diyalektikçi ise, tersine, yeninin ortaya çıkışıyla ne şaşırır, ne de dehşete kapılır. Yeni, görünüşte önemsiz olan küçük nicel değişikliklerin derece derece birikiminin zorunlu sonucudur: böylece madde, kendi öz (sayfa 87) hareketiyledir ki, yeniyi yaratıir.
II. DİYALEKTİĞİN ÜÇÜNCÜ ÇİZGİSİ
“Diyalektik, metafiziğin tersine, gelişme sürecini, nicel değişmelerin nitel değişmelerle sonuçlanmadığı basit bir büyüme süreci olarak düşünmez, ama önemsiz, gözle görünmeyen, için için değişmelerden, gözeçarpan, kökten değişmelere, nitel değişmelere geçen, nitel değişmelerin kademeli olmadığı, ama hızlı, anı oldukları, bir durumdan öteki duruma sıçramalarla geçerek gerçekleştikleri bir gelişme olarak ele alır; bu değişmeler olumsal (olabilir ya da olmayabilir) değillerdir, zorunludurlar; farkına varılmayan ve dereceli, hissedilmeyen ve nicel değişmelerin birikiminin sonucudurlar.”[33]
Bu tanımlamanın bazı yönlerini iyice belirtelim.
Nitel değişikliğin bir durum değişikliği olduğunu bir önceki paragrafta söylüyorduk: sıvı durumundaki su, su buharı durumuna geliyor: ya da sıvı su, katı su (buz) oluyor. Yumurta, civciv oluyor. Gonca, çiçek haline geliyor. Canlı varlık ölüyor, ceset oluyor.
Gelişme: ortaya çıkan şey, yavaş yavaş ve belirsiz gelişmiştir. Bir tansık yoktur ortada, yalnız diyalektikçinin açıp ortaya çıkarabileceği yavaş bir hazırlanış vardır. Maurice Thorez, Fils du Peuple adlı kitabında (s. 248) “Sosyalizm, kapitalizmden, kelebeğin kozasından çıkması gibi çıkacaktır.” diyor.
Sıçrama: bir adayın seçilmesi için 60.223 oy gerekiyorsa, işte tam 60.223’üncü oy, adayın milletvekili olmasını sağlayan nitel sıçramayı gerçekleştirir. Bununla birlikte, bu sıçrama, bu çabuk ve anlık değişiklik, seçim oylarının dereceli ve hissedilmez bir birikimiyle hazırlanmıştı: 1+1+1… İşte nitel sıçrayışın, köklü değişikliğin çok basit bir örneği.
Aynı şekilde, çiçek, yavaş bir olgunlaşmadan sonra birdenbire açar. Bunun gibi, birdenbire göze görünür bir şekilde patlak veren devrim, yavaş bir evrimin hazırladığı (sayfa 88) sıçramalı bir değişikliktir.
Ama bu demek değildir ki, bütün nitel değişiklikler, bunalımlar, patlamalar, biçimini alırlar. Öyle olaylar vardır ki, burada, yeni niteliğe geçiş, dereceli nitel değişikliklerle oluşur. Stalin, “Dilbiliminde Marksizm Üzerine” adlı yazısında, dildeki dönüşümlerin, dereceli nitel değişikliklerle oluştuğunu gösterir.
Aynı şekilde, birbirine düşman sınıflara bölünmüş toplumun bir üst üretim ilişkisine geçişi sıçramalarla olurken, sosyalist toplumun gelişmesi, bunalımsız, dereceli nitel değişikliklerle gerçekleşir.
Stalin şöyle yazıyor:
“Sekiz-on yıllık bir süre içinde, ülkemizin tarımından, burjuva düzenden, bireysel köylü işletmeciliği düzeninden, sosyalist kolhoz düzenine geçişi başardık. Bu, köyde eski burjuva ekonomik düzeni tasfiye edip, yeni, sosyalist bir düzen yaratan bir devrim olmuştur. Oysa, bu köklü dönüşüm, patlama yoluyla yapılmadı, yani varolan iktidarın devrilmesi ile ve yeni bir iktidarın yaratılması ile değil, eski kırsal burjuva düzenden yeni bir düzene tedrici geçişle yapılmıştır. Bu devrim bu şekilde yapılabildi, çünkü bu, yukardan yapılan bir devrimdi, çünkü bu köklü dönüşüm, varolan iktidarın girişimi üzerinde ve köylülüğün esas yığınının desteği ile başarıldı.”[34]
Gene bunun gibi, sosyalizmden komünizme geçiş de bir nitel değişmedir, ama bunalımsız gerçekleşen bir nitel değişmedir, çünkü, sosyalist düzende marksist bilimle donatılmış insanlar, kendi tarihlerinin efendileridir, çünkü sosyalist toplum uzlaşmaz karşıt sınıflardan oluşmamıştır.
Böylece görülüyor ki, her olayda nitel deiişikliğin aldığı özel niteliği incelemek gerekir. Her nitel değişmeyi mekanik olarak patlamayla özdeş tutmamalıdır. Ama, nitel değişikliğin büründüğü biçim ne olursa olsun, hiçbir zaman hazırlanmamış bir nitel değişiklik yoktur. Evrensel olan, nicel değişiklik ile nitel değişiklik arasındaki zorunlu bağdır. (sayfa 89)
III. DOĞADA
Bir litre su alalım. Bu hacmi iki eşit parçaya bölelim; bölme, cismin yapısını hiçbir şekilde değiştirinez; yarım litre su gene sudur. Bu şekilde bölmeye devam edebilir ve her seferinde daha küçük parçalar elde ederiz: Bir yüksük dolusu su, bir toplu iğme başı kadar su… su, hep sudur. Hiçbir nitel değişme yoktur. Ama bir an gelir, su molekülüne varırız.[35] Su molekülü, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu taşır. Bölmeye devam edebilir, su molekülünü parçalarına ayırabilir miyiz? Evet, uygun bir yöntemle bunu yapabiliriz. Ama o zaman elde ettiğimiz şey artık su değildir, hidrojen ve oksijendir. Bir molekül, suyun bölünmesi ile elde edilen hidrojen ve oksijen, artık, suyun özelliklerine sahip değildirler. Herkes bilir ki, oksijen alevi besler, su ise yangını söndürür.
Bu örnek, diyalektiğin üçüncü yasasının parlak bir açıklamasıdır: nicel değişme (burada su hacminin dereceli olarak bölünmesi) zorunlu olarak bir nitel değişikliğe götürür (nitel bakımdan sudan farklı olan iki cismin birdenbire açığa çıkması).
Doğa böylesi süreçlerle doludur.
“Niceliğin niteliğe ve niteliğin niceliğe dönüşmesi yasası [nı], …. biz, …. doğada, her durum için ayrı saptanmış bir biçimde, nitel değişmeleri ancak (enerji denilen) madde ya da hareketin nicel eklemeleri ya da nicel eksilmeleri ile ifade edebiliriz.”[36]
Engels de birçok örnek verir:
“Oksijende olduğu gibi, iki atom yerine üç atom bir molekül halinde birleşirse, koku ve tepki bakımından normal oksijenden oldukça farklı olan ozonu elde ederiz. Ve ayrıca, (sayfa 90) oksijenin nitrojen ya da sülfür ile birleştiği ve bunların her birinin nitelik bakımından ötekilerden farklı bir madde ortaya çıkardığı çeşitli oranlar! Güldürücü gaz (nitrojen monoksit, N2O), nitrik anhidritinden (nitrojen pentoksit, N2O5) ne kadar farklıdır! Birincisi gaz, ikincisi normal sıcaklıkta katı kristal bir maddedir. Ve bileşim bakımından bütün fark, ikincisinin birincisinden beş kat fazla oksijen içermesi, ikisinin arasında fazladan nitrojenin üç oksidi daha bulunmasıdır (NO, N2O3, NO2) ki, bunların her biri öteki ikisinden ve birbirlerinden nitel olarak farklıdırlar.”[37]
Mendelyef’e kimyasal elementlerin bir sınıflamasını yapmak olanağını sağlayan, bu nitelik ile nicelik arasındaki zorunlu bağdır:[38] elementler büyüyen atom ağırlıklarına göre sıralanmışlardır.[39] Elementlerin bu en hafiften (hidrojen) en ağıra (uranyum) doğru nicel bakımdan sınıflanması, onların nitel bakımdan ayrılıklarını, özellikle farklarını ortaya çıkarır. Böylece düzenlenip hazırlanan bu sınıflama, gene de bazı boşluklar taşıyor. Mendelyef, bu durumdan, doğada, nitelikleri bakımından henüz bilinmeyen, bulunacak yeni elementler olduğu sonucunu çıkardı: bu elementlerden birinin kimyasal özelliklerini önceden açıkladı, sonradan bunun gerçekten varolduğunu gösterdi. Mendelyef’in yöntemli sınıflaması sayesinde, doğada varolmayan ondan fazla kimyasal element, önceden tasarlanabildi ve elde edilebildi.
Nükleer kimya (ki atom çekirdeğini inceler) bir yandan bilgi alanımızı önemli bir şekilde genişletirken, nitelik ve nicelik arasındaki zorunlu bağın büyük öneminin daha iyi anlaşılmasına da olanak sağladı. Böylece Rutherford, nitrojen atomlarını helyonlarla (radyum atomunun bölünmesi ile elde edilen atom cisimcikleriyle) bombardıman ederek (sayfa 91) nitrojen atomlarının oksijen atomlan haline gelmek üzere başka bir maddeye çevrilmelerini gerçekleştirdi. Dikkate değer bir nitel değişiklik. Oysa bu değişikliğin incelenmesi gösterdi ki, bu nitel değişiklik, bir nicel değişiklik tarafından koşullandırılmıştır: helyonun etkisiyle nitrojen çekirdeği, ki 7 proton[40] taşır, bunlardan birini kaybeder; ama helyon çekirdeğinin iki protonunu “tutar”. Bu da 8 protonlu bir çekirdek, yani bir oksijen çekirdeği oluşturur.
Yaşam bilimleri de bize birçok örnekler sunarlar. Gerçekten de canlı doğanın gelişmesi aynı süreçlerin arık ve basit bir yinelenmesiyle açıklanamaz: böyle bir görüş, evrimi anlaşılmaz kılar; bu, kısaca klasik genetiğin (özellikle Weismann’ın) görüşüdür. Bu görüşe göre, canlı varlığın oluşu, soydan geçme bir tözde (genlerde) bütün olarak ve önceden içinde bulunmaktadır, bu tözün kendisi, her türlü değişiklikten uzak, çevrenin etkisinin dışındadır. Bu durumda yeninin ortaya çıkışını anlamak olanaksızlaşır. Gerçekte ise, canlı doğanın gelişmesi, nitel değişikliklere dönüşen bir nicel değişiklikler birikimi ile açıklanır. İşte onun için Engels şöyle yazıyordu:
“… tek bir hücrenin oluşumunu bile, yapıdan yoksun canlı protein yerine ölü madde ile açıklamaya kalkmak, birazcık kokmuş su ile, doğanın, binlerce yılda yarattığı şeyi 24 saatte yapmaya zorlanabileceğini sanmak saçma olur.”[41]
Canlı doğanın, bu nitel ve nicel birlikte gelişmesinin, diyalektikte, basitten karmaşığa, aşağı olandan üstün olana geçişle ne anlaşıldığını anlatmaya çok elverişli olduğu gözden kaçmayacaktır. Evrimle doğan türler gerçekte gittikçe karmaşıklaşmaktadır; canlı varlıkların yapıları gittikçe farklılaşmaktadır. Aynı şekilde, yumurtadan başlayarak nitel bakımdan birbirinden farklı, her birinin özel bir görevi olan bir çok organ oluşur: canlı varlığın büyümesi, demek ki, hücrelerin basit çoğalması değildir, sayısız nitel değişikliklerden geçen bir süreçtir. (sayfa 92)
Sinir sistemini ve psikolojiyi inceleyecek olursak, nitelik-nicelik yasası çok çeşitli biçimlerde karşımıza çıkar.
Örneğin: sinir sistemine özgü bir olay olan duyum (ışık, sıcaklık, işitme, dokunma vb. duyumu), ancak uyarma, yani uyarıcının sinir sistemi üzerindeki fizik etkisi, eşik denilen belirli bir nicelik düzeyine ulaşırsa, ortaya çıkar. Bunun gibi bir ışık uyarması, ancak asgari bir süresi ve şiddeti olduğu zaman duyum haline dönüşebilir. Duyumun eşiği, uyarıcının niceliğinden, tepkinin niteliğine doğru sıçramanın oluştuğu noktadır: eşiğin altında, uyarıcı çok zayıf olduğu için henüz duyum yoktur.
Aynı şekilde, kavram, duyumdan başlayarak yinelenen pratikle oluşur.
“Toplumsal pratik sürüp gittikçe, pratiğin seyrinde, insanda algılar ve izlenimler uyandıran şeyler, birçok kez yinelenir ve insan zihnindeki bilgi sürecinde, sonucu kavram kurulmasına varan, ani bir değişme, bir sıçrama olur.”[42]
Duyum, aslında, gerçeğin kısmi bir yansısıdır, bize gerçeğin ancak dışsal görünümlerini bırakır. Ama insanlar, yinelenen toplumsal pratikle, işle, bu gerçeği derinleştirirler: önceleri gözlerinden kaçan iç süreçleri kavrama yeteneğini kazanırlar; görünüşün ötesinde gerçek olanı açıklayan yasalara ulaşırlar. Bu kazanç, kavramdır, her ne kadar duyumlar kavramın özümlenmesi için zorunlu ve pek çok sayıda iseler de, kavram duyumlara oranla nitel bakımdan yeni bir şeydir. Örneğin, insanlar son derece çok ve değişik durum ve koşullarda, sıcaklık duyumunu almamış olsalardı, sıcaklık kavramı hiçbir zaman oluşmayacaktı. Ama duyumlardan, enerji biçimi olarak bugünkü ısı kavramına geçmek için ısının temel özelliklerinin özümlenmesini olanaklı kılan binlerce yıllık bir toplumsal pratik gerekiyordu: insanlar “ateş yakmayı”, kendi gereksinmelerini karşılamak üzere onun ısıtıcı etkilerinden yüz türlü yararlanmayı öğrendiler, çok daha sonra bir ısı miktarını ölçmesini, ısıyı işe, işi ısıya dönüştürmesini (sayfa 93) öğrendiler, vb..
Gene aynı şekilde topiumsal gereksinmelerden doğmuş olan arpantaj (yer ölçümü) sisteminden soyut biçimler bilimi olan geometriye geçiş, pratik içinde yavaş yavaş biriken duyumların kavramı haline dönüşümüdür.
Metafizikçinin gözünde, mantık ilkeleri de, aynı şekilde, yaradılıştan fikirlerdendir. Örneğin, bütün dünyaya yayılmış olan şu “bütün, kısımdan daha büyüktür; bölüm, kısımdan daha küçüktür” beliti, mantığın bir simgesi olarak, en eski toplumlara çeşitli biçimlerde kendini kabul ettirmiş olan pratiğin nitelikçe yeni bir ürünüdür: bir insanı beslemek için, yirmi insanı beslemek için gerekenden daha az besin gerekir.
Lenin, Felsefe Defteri’nde, “İnsanın pratik eylemi, çeşitli mantık simgelerinin bir belit değerini alabilmeleri için, insan bilincine bu simgeleri milyarlarca kez yineletmek zorunda kalmıştır.”[43] diye yazıyor. Ve gene: “İnsanın pratiği milyarlarca kez yinelenerek, insanın bilincinde mantık simgeleri olarak yerleşir kalır.”
Diyalektiğin üçüncü çizgisi, bize türetimin usa-uygun bir yorumunu yapmanın yolunu gösterir; metafizikçi, yeni fikirlerin ortaya çıkışını, türetimi, bir tanrı esini olarak değerlendirir, ya da raslantıya bağlar. Türetim (teknikte, bilimlerde, sanatlarda ve başka alanlarda) gerçeğin zihindeki yansısından oluşan ve insan pratiğinin belirsiz küçük değişikliklerinin birikimiyle hazırlanmış olan bir nitel değişiklik değil midir? Bunun içindir ki, büyük buluşlar, ancak kendilerini olanaklı kılan nesnel koşullar gerçekleştiği zaman yapılmışlardır.
Seçmiş olduğumuz son örnekler (duyumdan kavrama geçiş; uzun bir pratik sonucu ortaya çıkan türetim) nitelik-nicelik sürecinin önemli bir yönünü belirtmemizi sağlamaktadır. Eski nitel durumdan yeni nitel duruma geçiş, gerçekte (sayfa 94) çok kez bir ilerlemedir. O halde bu, aşağı olandan üstün olana bir geçiştir. İnsan, kavrama (bilincin üst biçimine) varmak üzere duyumu (bilincin alt biçimini) aştığı zaman da bu böyledir. Ama, canlı-olmayanın canlıya nitel geçişinde de aynıdır; böyle bir durum değişikliği kesin bir ilerleme oluşturur. Bu gibi nitel değişikliklerle sonuçlanan bir hareket de, Stalin’in yazdığı gibi “durmadan ilerleyen ve yükselen bir hareket”tir. [44]
Toplumların gelişmesinde de bunun aynı olduğunu göreceğiz.
IV. TOPLUMDA
Bundan önceki dersimizde doğa gibi toplumun da bir hareket olduğunu ortaya koyduk.
Bu hareket, nicel değişikliklerden nitel değişikliklere doğru gider.
Lenin, bunu, daha, 1887’de, Kazan Üniversitesinde öğrenciyken, anlamıştı ve daha o zamandan devrimci eyleme katılmış olan Lenin, kendisine, “Kendinizi bir duvara çarpıyorsunuz” diyen polis komiserini: “Bir duvara mı? Evet ama o duvar çürümüş! Bir vuruşta yıkılır”, diye yanıtlıyordu. Gerçekten de çarlik, tıpkı şiddetli yağmurun etkisi altındaki duvarlar gibi, yıldan yıla çürümüştü; Lenin, nitel değişikliğin (düzenin yıkılmasının) yakın olduğunu anlıyordu.
Toplumun nitel dönüşümleri, böyle yavaş gelişen nicel süreçlerle hazırlanmıştır.
Devrim, (nitel değişiklik), şu halde, bir evrimin (nicel değişikliğin) zorunlu tarihsel ürünüdür. Stalin, toplumsal hareketin nitel yönüyle nicel yönünü çok güçlü bir biçimde tanımlamıştır:
“Ve bu yüzden, diyalektik yöntem, hareketin iki biçimi olduğunu söyler: evrimci ve devrimci [hareket].
“İlerici unsurlar, günlük etkinliklerini kendiliklerinden sürdürdükleri ve eski düzeni, küçük, nicel değişimlere (sayfa 95) uğrattıkları zaman, hareket evrimcidir.
“Aynı unsurlar, birleştikleri, bir tek görüşle donandıkları ve eski düzeni yok etmek ve yaşama nitel değişiklikler getirmek, yeni bir düzen kurmak amacıyla düşman kampını süpürüp geçtikleri zaman, hareket devrimcidir.
“Evrim, devrimi hazırlar ve ona ortam yaratır; devrim, evrim sürecini tamamlar ve onun daha ileri etkinliğini kolaylaştırır.”[45]
Ve Stalin, bu tahlilini, 1905 olaylarıyla açıklar. 1905 Aralık ayı günlerinde, proletarya, “ayaklanarak silah depolarına hücüm etti, ve gericiliğe karşı bir saldırıya geçti”.[46] Gericiliğin kalesine yürüdü. Devrimci hareket, “proletaryanın ‘barışçı’ gelişme koşulları altında, tek tek grevler ve küçük sendikaların kurulmasi ile yetindiği”[47] önceki yılların uzun evrimiyle hazırlanmıştı.
Ama aynı şekilde, 1789 Fransız Devrimi, yüz yıllık bir sınıf savaşımıyla hazırlandı. Birkaç yıl içinde (1789, 1790 …) Fransa’da öyle dikkate değer nitel değişiklikler oldu ki, nicel değişikliklerin derece derece birikimi olmasaydı, yani burjuvazinin işi bitiren en son saldırısına gelinceye, ve kapitalistleri iktidara getirinceye kadar feodaliteyi hırpaladığı sayısız kısmi savaşımlar olmasaydı, bu nitel değişiklikler olanaklı olamayacaklardı.
Ekim 1917 Sosyalist Devrimine gelince, bu nitel değişikliğin, bu olayın nasıl bir sürü nicel değişiklikler tarafından hazırlanmış olduğu SSCB Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi’nde okunabilir. Eğer 1914-1917 dönemi öğrenilmek istenirse VI. ve VII. Bölümleri incelemek gerekir: bu bölümler, yığın hareketinin, sonucu belirleyen bu yıllar içinde, iktidarın sovyetler tarafından alınışına kadar hangi yolla genişleyip yaylıdığını anlatmaktadır. (sayfa 96)
(Bu dersin III. kesiminin sonunda yaptığımız gibi) burada da nitel bakımdan eski durumdan yeni duruma geçişin bir ilerleme oluşturduğunu gözönüne almak uygun olur. Kapitalist durum, feodal durumdan üstündür; sosyalist durum da kapitalist durumdan üstündür. Devrim aşağıdan üste geçişi sağlar. Niçin? Çünkü devrim, toplumun ekonomik düzenini, üretici güçlerin gelişmesinin gerekleri ile uygun bir hale getirir.
Toplumsal hareketin nitel yönü ile nicel yönünü hiçbir zaman ayırmamak ve onları zorunlu bağlantıları içinde değerlendirmek çok önemlidir. Yalnızca birini ya da ötekini görmek, çok önemli ve derin bir yanılgıya düşmektir.
Yalnız evrimi görmek, toplum dönüşümlerinin devrimsiz gerçekleştirileceğini kabul eden reformculuğa batmak demektir. Gerçekte, reformculuk bir burjuva görüşüdür: işçi sınıfına kapitalist üretim ilişkilerinin savaşımsız giderilebileceği sanısını verirler. Reformculuk, devrimin düşmanıdır, çünkü “… burjuva düzenin devrimci yolla alaşağı edilmesine karşı, çalışan sınıfı bölmek ve zayıflatmak ve burjuvazinin egemenliğini sürdürmek amacıyla yıkılması kaçınılmaz olan düzenin kısmen de olsa onarılması”nı[48] över.
Reformculuk, Jules Moch gibi, Blum gibi kendilerini “kapitalizmin sadık temsilcisi” ilan eden sosyalist liderler tarafından yayıldı. Kautsky’nin durumu da aynıydı. Kautsky’ye göre, emperyalist kapitalizm kendiliğinden sosyalizm haline değişecekti. Bu marksizm kalpazanları, diyalektiği hiçe sayarak, sözde bir “ahenkli evrimin genel yasası”na başvuruyorlar. Böylece işçi sınıfinın çıkarlarına ihanetlerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Onların programı, “… devrim düşüncesine karşı, devrim ‘umutlan’na karşı (reformcunun gözüne böyle ‘umutlar’ belli-belirsiz görünür, çünkü o, çağdaş ekonomik ve siyasal çelişkilerin derinliğini anlamaz) savaş; güçleri örgütlemek ve zihinleri devrime hazırlamak yolundaki her eyleme karşı savaş”tır.[49] (sayfa 97)
Bunun karşısında, gene tam diyalektiğe-karşı clan ve bu yüzden de karşı-devrimci olan başka bir görüş vardır: bu görüş, özellikle anarşistleri ve blankicileri nitelendiren serüvenciliktir. Serüvencilik nitel değişikliğin (devrimin) nicel evrimle hazırlanması gereğini yadsımaktan başka bir şey değildir. Bu da bir önceki kadar metafizik bir anlayıştır, çünkü, toplumsal hareketin yalnız bir yönünü görür.
Onun koşullarını istemeden devrimi istemek, açıkça onu olanaksız kılmak demektir. Serüvencilik (devrimcicilik, révolutionnarisme) ve reformculuk, aslında birbirinin aynıdırlar.
Ama serüvenciler, solcu “sözler”le gözboyarlar. Her fırsatta eylemden sözederler, ama bu, gerçek eyleme daha iyi engel olmak içindir. Gerçekte, gösterişsiz eylemleri, küçük ama gene de kesin değişmeler için zorunlu nicel değişiklikleri küçümserler.
Maurice Thorez, uvres, c. IV, s. 129’da, 1932’de çeşitli ilçelerde, PTT’deki iş arkadaşlarının hep birarada parlamenterlere hitaben hazırladıklan bir ortak istekler dilekçesine karşı bir tutum alan bir kısım komünist posta dağıtıcılarını eleştiriyor. Bu posta dağıtıcıları, dilekçecilere: “ilkin CGTU’ya (Birleşik Emekçiler Genel Sendikasına) katılınız, yoksa dilekçeniz hiçbir işe yaramaz” diyorlardı. Maurice Thorez açıklıyor:
“Ortak dilekçeyi, hatta ‘yığın eylemi’ üzerine bir sözü, onun karşısına çıkararak küçümsememelidir. Dilekçe, yığın eyleminin Kuşkusuz basit bir biçimidir. O, hem gönderilen kimseler üzerinde bir baskı aracı, hem de imzalayanlar için bu toplanma ve örgütlenme unsurudur.
“Sözkonusu bu olayda ortak dilekçe, ücretlilerin, patronları olan devlete karşı, parlamenterler olarak devlet gücünün bir kısmını ellerinde bulundurdukları kabul edilenlere karşı protestolarının örgütlü bir biçimidir.
“Eğer devrimci unsurlar, onu suçlamak yerine ona katılırlarsa, eğer iş arkadaşlarına sabırla ve kardeşçesine, dilekçenin pekçok savaşım araçlarından ancak biri olduğunu, (sayfa 98) dilekçeyi tamamlayan ve destekleyen daha birçok savaşım yolları olduğunu, ve örneğin bulundukları ilçede, bölgede, hatta bütün ülkede, tüm personelin katıldığı, uygun şekilde gerçekleştirilen bir gösterinin, imzalara bir ağırlık vereceğini anlatırlarsa, dilekçenin gerçek bir değeri ve gücü olabilir ve olacaktır.”
Maurice Thorez, ortaya koydu ki, dilekçe, “… tabanda bir tek cephenin gerçekleşmesine yardım ediyor. Her imza dolayısıyla, birlikçi olan, federasyona bağlı bulunan, özerk olan ya da örgütlü olmayan iş arkadaşları arasında görüşme ve tartışmalar olacağını tahmin etmek kolaydır. Herkes kendi fikrini dile getirir, kendi tercihlerini söyler. Bununla birlikte herkes, postacıların büyük çoğunluğunun, belki de hepsinin bilinçli gösterisinin kesin bir etkisi olacağını kabul eder. Şurası açıktır ki, birlikçi sendikalı, dilekçeyi imzalarken ve imzalattırırken gelişecek olan hareket hakkındaki fikrini söylemiştir. Örneğin, dilekçe komitelerinin seçimi önerisinde bulunmuştur. Bir grev olanağından sözetmiştir. Federasyona bağlı ya da örgütsüz arkadaşları kendisini dinlediler, ona itirazlarını söylediler. Onu daha tam, daha geniş açıklamalar yapmaya zorladılar. Bu, meyveler verecek olan bir ortak eylemin temeldeki ilk yaklaşmasıdır.
“… ‘yığın eylemi’ üzerinde gevezelik etmemek, ama proleterlerle birlikte ve onların başında, sınıf savaşımının en yüksek biçimlerine ulaşabilmek için yığınların en gösterişsiz protesto biçimlerini ortaya koymayı, örgütlendirmeyi ve desteklemeyi öğrenmek…”[50] gerekir.
Gerçekte, emekçiler, bu kısmi savaşımlarda yeri doldurulamaz bir deneyim biriktirerek, kendi kendilerini eğitirler. Gösterişsiz, ama ortaklaşa bir hak davası uğruna yürütülen günlük eylem, daha geniş alanı, daha büyük önemi olan bir eyleme yolaçar. Emekçilerin amaçlarını ve bu amaçlara varma yollarını kardeşçe tartıştıkları ve kararlaştırdıkları alt kademe komitelerini kurmak, işte bir tek cephenin koşulu. (sayfa 99) Eğer bu sabır isteyen iş gerçekleşmezse, kesin değişiklikler nasıl elde edilir? Aynı şekilde, milyonlarca imzalarının birikimiyle, yiğit kişiler, sonunda, Henri Martin’i zindandan çıkartan devlet başkanının imzasını da “kopardılar”.
İşte böylece diyalektiğin üçüncü yasası, bize pratik önemini ve verimliliğini gösteriyor. Tek cephenin gerçekleşmesinin ve Fransız ulusunun, işçi sınıfının çevresinde toplaşmasının, en bilinçli emekçilerin işyerlerinde ve bürolarında sürdürdükleri gösterişsiz ve sabırlı çabalar pahasına gerçekleşen nicel değişikliklerin zorunlu sonuçları olacağı yolunda bize bilimsel bir kesinlik vererek bugünkü perspektifleri aydınlatıyor. 1953 yılı Ağustosundaki grevlerin çok büyük bir genişlik kazanması, doğrudan doğruya, grevlerden önceki aylarda her yanda gelişmiş olan sayısız yerel eylemlerin sonucu olmuştu. Ağustos hareketinin en civcivli zamanında bir sendika sorumlusu, on gün önce her türlü ücret artmasına vb. kayıtsız olan emekçilerin nasıl artık en kararlılar arasında bulunduklarını gösteriyordu: “Besbelli ki, hiçbir şey hiçbir zaman kaybolmuş değildir…” sonucuna varıyordu. Ve bu doğrudur: tarih doğrultusunda gösterilen çabalardan, yapılan açıklamalardan, konuya getirilen açıklıklardan hiçbir şey kaybolmaz. Nicel birikim, belli olmadığı zaman bile nitel dönüşümleri hazırlar.
İşte bu yüzdendir ki, meclisin çoğunluğunun “onlardan yana” olduğu gerekçesiyle burjuva politikacılarının gerici siyasetinin “daha uzun zaman” süreceğini düşünmek yanlıştır. Fransa “tükenmiş bir ülkedir”, Amerika’ın koruyuculuğu altında bir bitki gibi kişiliksiz yaşamaya mahkumdur demek, yanlıştır. Şerefsizlik siyasetine ve çürümüşlerin, ahlaksızların girişimlerine bir son verecek güçler her yanda birikmektedir. Her yanda, günbegün, bir gün olayların gidişini değiştirecek ve Fransa’yı yeniden büyüklüğüne yaraşır bir üne kavuşturacak güçler birikmektedir. Son sözü söyleyecek olan halktır. Fransa için gerici, ve ulusal-olmayan burjuvazinin siyasetinden “başka bir siyasetin olanaklı” olduğunu söylemek yanılsamalara kapılmak değil, bilimsel bir gerçeği ortaya koymaktır. (sayfa 100)
V. VARGI
Stalin diyalektiğin üçüncü çizgisini yorumlarken, “Sonuç olarak, siyasette yanılmamak için bir devrimci olmak gerekir, bir reformcu değil” gözleminde bulunuyor. Mademki, devrimci tutum, nicel bir evrimin ürünleri olan nitel değişikliklerin nesnel zorunluluğunu tanıyor, o halde tek diyalektik tutum, devrimci tutumdur.
Metafizikçi, ya nitel değişiklikleri yadsır ya da kabul etse bile onları açıklamaya çalışmaz, raslantıya ya da mucizeye bağlar. Burjuvazinin bu yanılgılarda çıkarı vardır ve onları alabildiğine yayar. Örneğin, haber basını denen basın, siyasal ve toplumsal olayları, kamuoyuna, o olayları hazırlayan iç bağlantılarını vermeden yansıtır ve onları anlaşılmaz kılar. “Anlaşılacak bir şey olmadığı” fikri buradan gelmektedir.
Diyalektikçi, tersine, gerçeğin hareketini, nicel değişiklikler ile nitel değişikliklerin zorunlu birleştiricisi olarak anlar, onları kendi pratiğinde birleştirir. Solcunun (gauchiste), ancak, ağzında “devrimci” sözler vardır, kesin “devrim” anının sonsuz bekleyişi içinde hiçbir şey yapmaz. Reformcu, “doğal” evrimin toplumu dönüştüreceğine inanır, kendi dilediği reformlar için bile savaşım vermez. Yalnız diyalektikçi, reformları yapmak, dönüşüm için savaşım vermek gerektiğini, ve bunu yapmanın iyi olduğunu anlayan adamdır, çünkü o, devrimin evrime bağlı olduğunu bilir. Yalnız devrimciler, eyleme katılışlarıyla, reformlara gerçekten devrimci bir içerik kazandırabilirler. Yalnız onlar, diyalektikçi oldukları için, reformcuların yanılttığı emekçiler gibi “solcu sözlerin” ayartıp baştan çıkarttığı kimseleri de küçük eylemlerde, sonra daha büyük eylemlerde kendi çevrelerinde biraraya toplayabilirler. Yalnız diyalektikçi, dereceli nicel değişikliklerin değerini, sosyalizm için savaşım yollarının koşullara göre çeşitliliğini, kısaca, devrimin bir süreç olduğu gerçeğini anlayabilir. Yalnız diyalektiğin ustaları, Halk Cephesinin ve Kurtuluş Cephesinin başarılar sağlamasında emekçi kitlelere (sayfa 101) kılavuzluk edebilirler. Diyalektikçi, reformcu olarak değil devrimci olarak, en küçük bir eyleme girişirken de Enternasyonalin doğru sözlerine bütün anlamını verir:
Biraraya gelelim, bir gün gelecek
Enternasyonal tüm insanlık olacak
Proletaryanın evrensel zaferi bir ütopya değildir, nesnel olarak konmuş kesin bir bilgidir.
GÖZLEMLER
a) Belirsiz, göze çarpmayan nicel değişikliklerin köklü nitel değişikliklere vardığını söyledik.
Bu demektir ki, nicelik nitelikten, nitelik te nicelikten ayrılamaz, ve (örneğin maddeyi saf nicelik, ruhu salt nitelik sayan Bergson’un yaptığı gibi) nicelikle niteliği birbirinden yalıtmak keyfi bir davranıştır. Gerçek hem nicel hem de niteldir. Ve iyice anlamak gerekir ki, nitel değişiklik bir nitelikten ötekine geçiştir. “Sıvı” olma niteliği, belirli bir ısının nicel birikimi ile “gaz” olma niteliği haline geçer.
Metafizikçilerin yalnız niceliğin bilimi yapmak istedikleri matematikte bile nicelikle nitelik birbirinden ayrılamazlar. Tam sayıları (5+7+3…) toplamak nicel bir süreçtir; ama bu toplamanın bir de nitel yönü vardır, çünkü bütün tam sayılar kesirli sayılardan, cebir sayılarından vb. değişik nitelikleri olan belli bir türün sayılarıdır. Sayıların nitel bakımdan çeşitliliği önemlidir: her türün kendi özellikleri vardır. Tam sayıları, kesirli sayıları, ya da cebir sayılarını toplamak, daima toplamadır denecektir; evet ama toplama her seferinde farklı niteliklere dayanır. Aynı şekilde: 5 şapkayı ya da 5 lokomotifi toplamak hep aynı toplamadır, ama nesneler nitel bakımdan çok farklıdırlar. Nicelik, her zaman bir şeyin niceliğidir, bir niteliğin niceliğidir.
b) Nicelik nitelik olarak değişir. Ama karşılıklı olarak nitelik de nicelik olarak değişir, çünkü onlar birbirlerinden (sayfa 102) ayrılmazlar.
Örnek: kapitalist üretim ilişkileri, belirli bir andan sonra, üretici güçlerin nicel gelişmelerini dizginler, hatta onları geriletir. Üretim ilişkilerinin nitel dönüşümü üretici güçlerin toplumsallaşması ile ifadesini bulur ki, üretici güçler böylece yeni bir atılım kazanmış olurlar. Sonuç olarak: üretici güçler büyük bir nicel gelişme tanımış olurlar.(sayfa 103)
YOKLAMA SORULARI
1. Nitel değişiklik nedir?
2. Kesin örnekler yardımıyla, nicel değişiklik (çoğalma ya da azalma) ile nitel değişiklik arasında zorunlu bir bağ olduğunu gösteriniz.
3. Diyalektiğin üçüncü çizgisi, bir militan işçiye, ne bakımdan, bir tek cephenin gerçekleştirilmesinde daha iyi iş görmek, etkili olmak olanağını sağlar?
Dipnotlar
[33] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 654.
[34] J. Stalin, “Dilbiliminde Marksizm Üzerine”, Son Yazılar, 1950-1953, s.32.
[35] Bir cisim, hangisi olursa olsun moleküllerden oluşmuştur. Molekül, belirli bir kimyasal bileşimin en küçük miktarıdır. Molekülün kendisi, atomlardan kurulmuştur. Bir atom bir elementin bileşime girebilen en küçük parçasıdır. Basit bir cismin (oksijen, hidrojen, azot vb.) molekülleri, özdeş (oksijenin, hidrojenin, azotun vb.) atomları içerirler. Bileşik bir cismin molekülleri (su, mutfak tuzu, benzin) bileşimin içindeki çeşitli cisimlerin atomlarını içerirler.
[36] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 75.
[37] Aynı yapıt, s. 78.
[38] Element, basit bir cismin ve ondan gelme bileşiklerin bütün çeşitlerinin ortak parçasıdır. Örnek: kükürt, bütün kükürt çeşitlerinde ve bütün kükürt bileşiklerinde kendini korur. 92 tane element vardır: cisimler arasındaki karşılıklı kimyasal etkiler sırasında, bunlar niteliklerini korurlar. Ama elementlere çevrilirler (radyoaktivite).
[39] Bir elementin atom ağırlığı, bu elementin atomunun ağırlığının, bir tip elementin (hidrojen ya da oksijen) atomunun ağırlığına orantısıdır.
[40] Proton ve nötron, atom çekirdeğini oluşturur.
[41] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 323.
[42] Mao Çe-tung, “Pratik Üzerine”, Teari ve Pratik, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 10.
[43] “Belit”ler (aksiyom, mütearife) matematik biliminin en genel ve en temel gerçekleridir. İdealizm, bunda, ruhun bir açığa vuruşunu, esinini görür. Ama bütün gerçekler gibi belitler de emekle kazanılan bir başarının meyveleridirler.
[44] Stalin, Lenizmin Sorunları, s. 654.
[45] J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi?, Sol Yayınları , Ankara 1978, s. 16. Eluard’ın,dizelerini anımsayalım (Paul Eluard, Poémes, Editions Gallimard, 1951, s. 302):
“Birkaç kişiydiler
“Birden çoğaldılar.”
[46] J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi?, s. 16.
[47] J. Stalin, aynı yapıt, s. 16.
[48] V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 223
[49] V. İ. Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 234.
[50] Maurice Thorez, uvres, kitap II, c. IV, Editions Sociales, 1951, s. 129, 130 ve 131.