1 NCİ BÖLÜM 6 NCI DERS DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ ÇİZGİSİ KARŞITLARIN SAVAŞIMI (II)
I . Çelişkinin evrenselliği.
a) Doğada.
b) Toplumda.
II . Uzlaşmaz karşıtlık ve çelişki.
III . Karşıtların savaşımı, düşüncenin devindiricisi.
I. ÇELİŞKİNİN EVRENSELLİĞİ
Her değişikliğin devindiricisi, çelişki, evrenseldir. “Çelişki”den sözedildiği zaman, idealist filozoflar, yalnızca, “fikirlerin savaşımı”nı anlarlar. Onlara göre, ancak birbirlerine karşı olan fikirler arasındaki çelişki kavranabilir. Bir de sözcüğün günlük kullanılış anlamı kalıyor (“tersini, karşıtını söylemek gibi”). Ama fikirler arasındaki çelişki, çelişkinin bir biçimi olmaktan başka bir şey değildir: çelişki, dünyanın her yanında bulunan nesnel bir gerçek olduğu içindir ki “özne”nin içinde de bulunur, (dünyanın bir parçası olan) insanda da bu böyledir.
Her süreç (doğal ya da toplumsal) çelişkiyle açıklanır. Ve bu çelişki, süreç devam ettiği sürece vardır: ve hatta açıkça belli olmadığı zamanda da vardır. Bir önceki derste bunun (sayfa 117) örneğini su deneyinde (s. 90) gördük. Toplumlar planında, Mao Çe-tung, Sovyet filozofları tarafından eleştirilen bazı teorisyenlerin yanılgısını açıklıyor. Bu teorisyenler “Fransız Devrimini tahlil ederken, devrimden önce, işçilerin, köylülerin ve burjuvazinin oluşturduğu birlikte, çelişkiler olmayıp, yalnız farklar olduğu iddiasındaydılar. Bunlar anti-marksist görüşlerdir.”[63]
Onlar unutuyorlar ki, “her ayrılıkta zaten bir çelişki yatmaktadır ve ayrılık bir çelişkidir. Daha burjuvazi ve proletarya ortaya çıkar çıkmaz, emek ile sermaye arasında bir çelişki doğmuştu; yalnız bu çelişki, derinleşmemişti, işte o kadar.”
Eğer gerçekte, daha sürecin başlangıcında çelişki varolmasaydı, o zaman süreci bir dış kuvvetin gizemli müdahalesi ile açıklamak gerekecekti: oysa bundan önceki derste (3-a) her ne kadar süreç için gerekli iseler de, dış koşulların, iç çelişkilerin yerini tutamayacaklarını gördük. İç çelişkiler, az gelişmiş de olsalar, çok gelişmiş de olsalar, süreklı, kalıcıdırlar. Zaten bunun içindir ki, doğal ya da toplumsal bir süreci, ancak o sürecin çelişkisi ya da çelişkileri yeteri kadar gelişmiş ise inceleyebiliriz. Bu yüzden, kapitalizmi 1820’de bilimsel olarak incelemek olanaklı değildi, çünkü onun özü henüz gelişmemişti; onun ancak bazı kısmi görünüşleri, bazı yanları yakalanabilirdi, işte Marx’tan önce gelenlerin yaptıkları da budur. Aynı şekilde eğer yeterince büyümemişse, bir bitki bilimsel olarak incelenemez. Ancak yeni başlamış durumda olan bir süreç hakkında sahip olunan bilgiyi gününden önce genelleştirmek, bu sürecin önemli yönlerini ihmal etmek demek olacağına göre, bu, metafizik bir tutumdur.
Bir kere, karşıtların savaşımının evrensel niteliğini (her zaman ve her yerde) kesin olarak saptadıktan sonra, birkaç somut örnek görelim: (sayfa 118)
a) Doğada
Bundan önceki dersimizde su örneğini verdik: suyun sıvı durumundan gaz durumuna, sıvı durumundan katı durumuna nitel dönüşümünü açıklayan, karşıtların savaşımıdır. Gerçekte, bütün doğal süreçler karşıtların savaşımını içerirler. Daha, hareketin en basit biçimi olan (üçüncü dersin 3. bölümüne bakınız) bir yerden bir yere geçiş, yer değiştirme, çelişki ile açıklanır. Gitmekte olan bir aracı (ya da yürüyen bir insanı) ele alalım. Araç, bulunduğu duruma karşı durmadan “savaşım” vermesi koşuluyla, ancak A’dan B’ye, sonra B’den C’ye vb., geçebilir. Bu savaşım dursa, yürüyüş de durur. Mantıkçılar, B’yi doğrulamak için A’yı yadsımak gerekir; C’yi doğrulamak için B’yi yadsımak gerekir diyeceklerdir. B, A’ya karşı savaşımdan çıkar; C, B’ye karşı savaşımdan çıkar… ve böylece gider.
“… daha yalın mekanik yer değiştirmenin kendisi bile, ancak bir cisim, bir ve aynı anda hem bir yerde, hem de bir başka yerde, hem bir ve aynı yerde olduğu ve hem de orada olmadığı için gerçekleşebilir. Ve hareket, işte bu çelişkinin sürekli olarak ortaya çıkma ve aynı zamanda çözülme biçimi içinde bulunur.”[64]
Fizik alemde karşıt güçlerin savaşımı evrenseldir. Çatalın paslanması gibi sıradan bir olay, demirle oksijen arasındaki savaşımın ürünüdür.
Doğada hareketin başlıca temel biçimi, çekme ile itme arasındaki savaşımdır. Bu iki karşıtın, yani çekme ve itmenin birliği ve savaşımı, ister en uzak samanyolları, yıldızlar ya da güneş sistemi katı kitleler, sıvı damlalar, ya da gaz kümeleri ister moleküller, atomlar ya da onların çekirdekleri sözkonusu olsun, bütün maddi yığınların, kümelerin oluşumunu, evrimini, devamlılığını, durum değiştirmesini ve parçalanıp yokolmasını belirler.
Güneş sistemini alalım: gezegenlerin, güneşin çevresindeki hareketleri, bu iki karşıtın, gezegeni güneşin üzerine (sayfa 119) düşürme eğilimindeki çekim ile gezegeni güneşten uzaklaştırmaya eğilim gösteren süredurum arasındaki savaşım olmadan anlaşılamaz.
Genişleyen ya da kasılan katı bir cismi, eriyen bir katıyı, katılaşan bir sıvıyı buharlaşan bir sıvıyı ve sıvılaşan bir gazı ele alalım: bu süreçler, iki karşıtın, moleküllerin çekici etki yapan yapışma kuvvetleriyle itici etki yapan ısı enerjisi arasındaki savaşım olmadan varolamazlar.
Basit cisimlerin aralarında bileştikleri ve bileşik cisimlerin basit elementlerine ayrıştıkları kimyasal olayları ele alalım: hepsi karşıt süreçlerin birliğine dayanırlar: atomların birleşmesine ve ayrışmasına; buradan da kimyaya özgü çelişkilere: asitle baz arasındaki, oksitleyiciyle indirgeyici arasındaki, esterleşme[65] ile hidroliz arasındaki çelişkilere dayanırlar.
Bir atoma bakalım: burada, elektronları çekirdeğin çevresinde tutan bağıntılı dengenin, iki karşıt olan çekici elektrostatik enerji ile, itici kinetik enerji arasındaki savaşımdan oluştuğunu görürüz. Ve çağdaş bilim, bizzat atom çekirdeğinin içinde, proton ile nötron arasında özel çekme ve itme biçimleri olduğunu sanmaktadır.
Herkes, elektriğin birbirine karşıt iki biçimde varolduğunu bilir: negatif ve pozitif, mıknatısın kuzey ve güney iki kutbu, aynı şekilde, aynı yükle ya da farklı olarak elektriklenmiş cisimler arasındaki, iki mıknatısın aynı ya da farklı kutupları arasındaki çekme ya da itme olayları.
Ensonu, çağdaş fizik, bütün maddi kümeleri oluşturan parçacıkların, örneğin atom elektronlarının, metafizik olarak kendi kendilerine özdeş olmaktan uzak olduklarını ortaya koydu. Tersine, aynı zamanda, hem cisimcik, hem de dalga olmak üzere çift niteliğe sahip, aynı zamanda, hem tanelere, hem de dalgalara benzetilebilen bu parpacıklar (partiküller) birbirleriyle derin bir şekilde çelişkilidirler. Bununla radyo dalgaları gibi dalgaların maddi özelliği ortaya konmuş oluyor ve ışının niteliği hakkındaki eski esrar aydınlanıyor.[66] (sayfa 120)
Canlı doğaya gelince, bu da, karşıtlar yasasına göre gelişir. Bundan önceki dersimizde de yaşamın, ölüme karşı sürekli bir savaşım olduğunu belirtmiştik. Belirli bir türü, bitki ya da hayvan türünü ele alalım. Bu türü oluşturan bireylerin her biri, sırası gelince, kaçınılmaz olarak, ölür. Bununla birlikte tür, kendini sürdürür ve çoğalır. Birey ölçüsünde üstün gelen yaşamdır. Yaşam canlı-olmayan üzerinde bir kazanç, bir başarı olduğuna göre; bir bireyin ölümü ve ayrışıp dağılması bir gerileme, geri çekilme, üsttekinden alttakine, yeniden eskiye doğru bir dönüştür diyebiliriz. Buna karşılık, türün genel gelişmesi, yeninin eski üzerinde başarısı, alttakinden üsttekine doğru bir ilerlemedir. Şu halde yaşam ve ölüm, sonsuz bir şekilde kendini koyan ve çözülen bir çelişkinin iki yönüdür. Doğa, böylece, dönüşür, her zaman aynı, bununla birlikte her zaman yeni.[67]
Matematik de, hem de en basit düzeyinde, karşıtlar yasasına daha az bağlı değildir. Elementer cebirde, (a-b) çıkarması (-b+a) toplamasıdır. Bu karşıtların birliği, “toplama toplamadır, çıkarma da çıkarmadır” diyen sağduyuya aykırı görünmüyor mu? Sağduyunun hakkı var ama kısmen: cebir işlemi, hem kendisi, hem de karşıtıdır. Matematik düşünce, evrenin yasalarından kaçamaz ve matematik düşünce de (sayfa 121) evren gibi, ancak diyalektik olduğu ölçüde gelişir. Engels, diyalektik açısından incelenmiş matematiğe çok dikkate değer sayfalar ayırdı.[68]
b) Toplumda
Toplumsal gerçeği oluşturan bütün süreçler de, aynı şekilde, çelişkilerle açıklanırlar. Ve hepsinden önce toplumun kendi oluşumu. Gerçeğin nitel bakımdan yeni bir yönü olarak, insan toplumu, aslında, doğa ile bugünkü insandan çok, üst-maymunlara yakın olan uzak atalarımız arasındaki savaşımın ürünüdür. Bu savaşımın somut içeriği, aynı zamanda, hem doğayı dönüştüren hem de insanları dönüştüren, emek oldu ve olmakta devam eder. Toplumların kökeninde, atalarımızı, varlıklarını sürdürme savaşımında biraraya toplayan emek vardır. Hayvandan insana nitel geçişi gerçekleştiren, emektir. Marx, toplumu yaratan karşıtların savaşımı olarak emeğin kesin rolünü bulmakla, pek büyük önemi ve değeri olan bir buluş yaptı; genel teorisi tarihsel materyalizm olan toplumlar bilimini kurdu. Emek (insan ve doğanın birliği, ama karşıtlar olarak birliği) konusunda, toplumların bu ana çelişkisi konusunda, Doğanın Diyalektiği’nden “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” adlı eşsiz bölümü okumak çok yararlı olacaktır.[69]
Ama çelişki orada durmaz. İlkel komünden sosyalist topluma, komünist topluma kadar tarihin devindiricisi çelişkidir ve tarihsel materyalizme ayrılmış olan dersler, bu hareketi daha yakından tahlil edecektir. Yeni üretici güçler ile eski üretim ilişkileri arasındaki temel çelişki. Belli bir andan başlayarak da sınıflar arasındaki çelişki, yani sınıfların savaşımı. Sömürücü sınıflar ile sömürülen sınıf arasındaki savaşım büyük karşıtlar yasasının, bellibaşlı, önemli bir yönüdür. Sınıf savaşımının rolünü, hatta varlığıni yadsıyabilmek içindir ki, marksizm kalpazanı Blum, diyalektik (sayfa 122) materyalizmi (yani doğrudan doğruya karşıtların savaşımını) reddetti.
Belirli bir toplumsal düzeni alırsak, görürüz ki, o da, aynı şekilde, bir temel çelişki ve gelişmekte olan ikincil çelişkilerle açıklanır. Üretim araçlarına sahip olan kapitalist burjuvazi ile proletarya arasında çelişki olmaksızın, kapitalizm olmaz. Bu kapitalizm, durağan değildir, dönüşür: böylece ilk dönemin kapitalizmi, yani rekabetçi kapitalizm, ikinci bir döneme, tekelci kapitalizme dönüşür rekabet gerçekte, en güçlü kapitalistlerin zaferini sağlar ve işte o zaman rekabetten ortaya çıkan, ama onu aşan tekelci kapitalizm haline gelir. Rekabet, kendi karşıtına dönüşür.
Kapitalizmi oluşturan çelişkilerin derinleştirilmiş tahlilini Marx’ın Kapital’inde bulabileceksiniz.
II. UZLAŞMAZ KARŞITLIK VE ÇELİŞKİ
Sık sık şu soru sorulur: “Kapitalizm, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarlarının ortadan kaldırılamaz bir şekilde birbirine karşı oldukları bir sömürü düzeni olduğuna göre, iç çelişkisiz kapitalizm olamaz. Ama sosyalizm bütün çelişkilerin sonu olmayacak mıdır?” Buna şu yanıtı vermek gerekir: “Sosyalizm, büyük çelişki yasasının dışında kalamaz. Toplum varoldukça, bu toplumu oluşturan çelişkiler de vardır.”
Kapitalizmin sonunun, çelişkinin de sonu olduğu yanılsaması uzlaşmaz karşıtlık (antagonizm) ile çelişkiyi birbirine karıştırmaktan ileri gelir. Oysa uzlaşmaz karşıtlık ancak özel bir durumdur, çelişkinin bir anıdır: her uzlaşmaz karşıtlık çelişkidir, ama her çelişki uzlaşmaz karşıtlık değildir.
Elbette ki, son derece küçük bir arsenik dozu ile organizmamız arasında çelişki vardır; ama eğer vücutça emilen arsenik dozu çok yetersiz kalırsa, çelişki, uzlaşmaz karşıtlığa varamayacaktır. Dozu artırınız, işte o zaman uzlaşmaz karşıtlıktır: yani şiddetli, organizma için ölümcül olan karşıtlığa varan çelişki. Aynı şekilde, kapitalist toplumun bağrında da, (sayfa 123) her zaman, birarada bulunan karşıtların savaşımı vardır: burjuvazi-proletarya savaşımı.
“… Ama iki sınıf arasındaki çelişki, belirli bir aşamaya kadar gelişince, açık bir uzlaşmaz karşıtlık biçimini alır ve devrime dönüşür.”[70]
Uzlaşmaz karşıtlık, çelişkinin ancak bir anıdır. Emperyalist devletler arasındaki savaş, onlan sürekli olarak karşı karşıya getiren savaşımın en kesin anıdır. O halde çelişkiyi bütün gelişmesi içinde değerlendirmeyi bilmek gerekir. Örneğin, sınıflar arasındaki çelişki, ilkel komünün bağrında işbölümünden doğmuştur; bu aşamada toplumsal işler arasında ayrım vardı (av, balıkçılık, hayvan yetiştirme); ama bu ayrım, sınıfların doğuşuna götürdüğü zaman, savaşımı geliştirdi, savaşım, devrimci dönemde uzlaşmaz karşıtlık haline geldi.
O halde, sosyalizmde olan nedir? Burjuva sömürünün tasfiyesi, sınıflar arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ortadan kaldırır. Bununla birlikte bütün bir dönem süresince işçi sınıfı ile köylüler arasında, kent ile köy arasında, ve aynı şekilde kol emeği ile kafa emeği arasındaki ayrımlar devam eder. Uzlaşmaz karşıt olmayan bu ayrımlar, gene de yenilmesi gereken, çelişkilerdir, çünkü, insan, geleceğin sınıfsız toplumunda, bugünkü toplumda farklı bireyler arasında paylaşılan çok çeşitli eylemlerde bulunmak yeteneğine sahip olacaktır; ve çünkü, özellikle kol emeği ile kafa emeği arasındaki çelişki, daha üst bir birlikte çözülecektir. Politeknik eğitim, her bireyi, aynı zamanda hem teknikçi, hem de bilgin yapan bu birliğin koşullarını yaratır.
O halde görülüyor ki, burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın sonu, çelişkilerin sonu anlamına gelmez. Lenin, bu konuda Buharin’i eleştirirken, “Uzlaşmaz karşıtlık ile çelişki tamamen farklıdır” diyor. “Sosyalizmde uzlaşmaz karşıtlıklar yokolur, ama çelişkiler vardır.”[71] (sayfa 124)
Gerçekte, ilerlemenin devindiricisi çelişki olmadan ilerleme nasıl olabilirdi? “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” adlı incelemesinde, Stalin, sosyalizmden komünizme aşamalı geçişin, ancak (sosyalist toplumda) mevcut sosyalist mülkiyetin iki biçimi arasında: kolhoz mülkiyeti yani az ya da çok büyüklükte bir grubun sosyalist mülkiyeti ile ulusal mülkiyet, yani tüm toplumun ortaklaşa mülkiyeti (örneğin fabrikalar) arasındaki çelişkinin çözülmesi ile olanaklı olacağını açıklıyor .[72]
Bununla birlikte, sosyalist toplumda, çelişkiler, çatışmalar halinde, uzlaşmaz karşıtlıklar halinde evrim göstermezler, çünkü, bu toplumun üyelerinin, çıkarları, dayanışma halindedir ve çünkü bu toplum, marksist bilimle, çelişkiler bilimiyle silahlanmış bir parti tarafından yönetilmektedir: böylece çelişkilerin çözülmesi bunalımsız gerçekleştirilir. Ama bu çelişkiler, bu yüzden daha az verimli değildir, çünkü topluma ilerleme olanağını sağlarlar.
Aynı şekilde, sovyet insanının yaşamında eleştiri ve özeleştirinin genel pratiği, çelişkilerin uzlaşmaz karşıtlık olmadan gelişmesinin en arı örneklerinden birini oluşturur. Malenkov, “Davamızı ileri götürmek için, olumsuz olaylara karşı bir savaşım yürütmek, partinin ve bütün sovyet insanlarının dikkatini, çalışmalarımızdaki yanlışlık ve kusurların tasfiyesine doğru yöneltmek gerekir.” diyordu.
Eleştiri, milyonlarca emekçinin, ülkenin efendilerinin işidir. “Aşağıdan gelen eleştiri daha genişledikçe, halkımızın yaratıcı güçleri ve enerjisi daha tam olarak kendini gösterecek ve ülkenin efendileri oldukları duygusu yığınları daha güçlü bir şekilde etkileyecek.”[73]
Malenkov, böyle bir eleştiri ile düzeltilecek yanlışların örneklerini veriyor: bazı işyerlerinde hammaddelerin çarçur edilmesi; bazı kolhozlarda zaman kaybı; ya da kapitalist (sayfa 125) kuşatma gerçeğine gereği kadar önem verilmemesi; ya da bazı örgütlere ya da bazı militanlara emanet edilen görevlerin yeterince denetlenmemesi.
Malenkov, “Bütün namuslu sovyet insanlarının, örgütlerin ve yönetimlerin çalışmalarındaki yetersizlikleri cesaretle ve çekinmeden eleştirebilmelerini sağlayacak koşulları yaratmak kesin olarak partinin işidir. Meclisler, militan toplantıları, bütün örgütlerin oturum ve konferansları fiili olarak, yetersizliklerin cesurca ve şiddetle eleştirildikleri geniş bir kürsü olmalıdır.”[74]
Yığınların bu eleştirisinin, karşıtların savaşımının bir yönü olduğu açıktır, çünkü, sosyalist toplumun ilerlemesine engel olan yanlışların ve kalıntıların giderilmesine olanak sağlar; ama bu eleştiri, kardeşçe bir eleştiridir, çünkü, çıkarları aynı olan insanların eseridir.
Partinin kendi içinde bile, fikir savaşımı, karşıtların savaşımı, karşıtların savaşımının özel bir ifadesidir. Bu savaşım, marksist-leninist-stalinci partiye, çalışmasını durmadan düzeltme olanağını sağlayan, ama uzlaşmaz karşıtlığa vararak yozlaşmayan bir savaşımdır. Bu savaşım, uzlaşmaz karşıtlık halini alırsa, o zaman parti, içinde bulunan ve burjuvazinin ajanları olarak iş gören düşmanlara karşı savaşıyor demektir: Komünist (Bolşevik) Partisinin, Trotski, Buharin ya da Beria’ya karşı savaşımı gibi.
III. KARŞITLARIN SAVAŞIMI, DÜŞÜNCENİN DEVİNDİRİCİSİ
Çelişkiler yasasi, doğada ve toplumda bu kadar büyük bir rol oynadığına göre, aynı zamanda hem toplumsal hem de doğal varlık olan insanın düşüncesinin de, aynı şekilde karşıtlar yasasına bağlı olduğunu anlamak kolaydır. Zaten biz de daha önce, dördüncü derste, düşüncenin diyalektik niteliğini gördük. Bu, bizi şaşırtmayacaktır. Materyalistler olarak biz, düşünceyi evrensel oluşun bir anı olarak alıyoruz; o halde, diyalektiğin yasaları, gerçeğin tümü üzerinde olduğu gibi düşünce (sayfa 126) üzerinde de hüküm sürer. Düşüncenin diyalektiği, özünde dünyanın diyalektiği ile aynı niteliktedir; o halde onun da temel yasası çelişkidir. Bunun için Lenin şöyle yazıyor:
“Bilme bir süreçtir; düşünce bir süreç aracılığıyla, sınırsız ve sonsuz olarak nesneye yaklaşır. Doğanın insan düşüncesindeki yansısı, ‘ölü’ bir biçimde değil, ‘soyut olarak’ değil, hareketsiz değil, ÇELİŞKİSİZ DEĞİL, ama hareketin, çelişkilerin doğuşunun ve onların çözülüşünün SONSUZ SÜRECİ içinde anlaşılmalıdır.”[75]
Böylece, duyumdan kavrama nitel geçiş (bundan dördüncü derste sözetmiştik) çelişki tarafından yapılan bir harekettir: duyum, aslında, gerçeğin tekil, sınırlı bir görünümünü yansıtır; kavram evrenseli olumlamak üzere bu tekil görünümü yadsır,[76] nesnenin bütünlüğünü ifade etmek için duyumun sınırlamalarını aşar. Bu anlamda, kavram, duyumun yadsınmasıdır (ömeğin: dalganın ve zerrelerin birliği olarak ışığın bilimsel kavramı, ışık duyumunu, yani bize ışığın varlığını bildiren, ama onun ne olduğunu söylemeyen duyumu yadsır). Ama, kavram, duyumun yadsınması (bilmenin bu alt düzeyine karşı savaşım ile) hazırlanmış olan kavram, karşılık olarak duyum üzerinde etki yapar. Onu yadsıdıktan sonra, ona, kendi kendini yeni bir güçle olumlamak yollarını verir, çünkü, anlaşılan daha iyi algılanır.[77]
“Deneyimlerimiz, algıladığımız şeylerin kolayca anlaşılmadığını, yalnızca, anlaşılan şeylerin daha derinden algılanabildiğini göstermiştir.”[78]
Böylece, duyum ve kavram, kavram ve duyum, birbirlerini, aralarında etkileyen, her ne kadar her biri öteki tarafından kuvvetlendirilirse de her biri ötekine karşı kendini doğrulayan karşıtların birliğini oluştururlar (duyumun kendisini aydınlatan kavrama gereksinmesi vardır, ve kavramın da (sayfa 127) kendisine dayanak noktası olan duyuma gereksinmesi vardır).
Düşünceye özgü daha çeşitli süreçleri ele alabilirdik ve bunlarda karşıtlar yasasını bulabilirdik. Böylece, her düşüncenin mutlak olarak başvurmak zorunda olduğu tahlil ve sentez, metafizikçi tarafından birbirine karşı kabul edilirler, elbette ki birbirine karşıdırlar, ama bu, birbirinden ayrılmaz iki sürecin karşıtlığıdır. Tahlil ve sentez, birbirlerini içerirler. Gerçekten tahlil etmek, bir bütünün kısımlarını bulmaktır; ama kısımlar, ancak bir bütünün kısımları olan kısımlardır, “kendinde kısım” yoktur: demek ki, bütün, kısımlarını gösterir, tahlil ve sentez her ne kadar biri ötekinin tersi ise de, her biri öteki tarafından belirlenir.
Aynı şekilde, teori ve pratik, diyalektik karşılıklı etkilemede, iki karşıt güçtür: onlar birbirlerini etkiler ve birbirlerini verimli kılarlar.
Düşünce diyalektik olduğu içindir ki, dünyanın (doğanın ve toplumun) diyalektiğini kavrayabilir. Nesnel dünyanın onu ayakta tutan ve onu besleyen çelişkileri düşüncede yansırlar, ve böylece yaratılan düşüncenin hareketi de, gerçeğin bütün öteki yönleri gibi bizzat diyalektiktir.
Çelişkileri iyi bilmeyen bir düşünce, gerçeğin özünü kaçırmaya yardım eder. En kaba nesnenin basit tanımı zaten bir çelişkinin ifadesidir. “Gül bir çiçektir” dediğim zaman, gülü kendinden başka bir şey yapıyorum, onu çiçekler sınıfı içine yerleştiriyorum demektir. İşte bu, diyalektik düşüncenin bir başlangıcıdır; çünkü bu sade bir gülden başlayarak, yaklaşa yaklaşa bütün evreni bulacağım (biliyoruz ki her şey birbirine bağlıdır). Diyalektik olmayan bir düşünce “gül güldür” demekle yetinecektir, bu deyim doğa hakkında, gülün niteliği hakkında hiçbir şey öğretmez.
Bu durum, bazan da bir gülün bir gül olduğunu, bir araba olmadığını, anımsamakta yarar oluşuna engel olamaz. İlke olarak özdeşlik ilkesine (a, a’dır; a, a-olmayan değildir) sahip olan basit mantık, yani diyalektik olmayan mantık, yanlış değildir. Basit bir şekilde o, kısmıdır, şeyleri göründüğü (sayfa 128) gibi, yüzeysel görünüşüyle ifade eder. “Su, sudur”, “burjuvazi, burjuvazidir” der. Diyalektik mantık, kalımlı görünüşün ötesinde iç hareketi, çelişkiyi yakalar. Diyalektik mantık, suyun, sudan hidrojene ve oksijene geçebilmesini açıklayan çelişkileri kendi içinde taşıdığını bulup ortaya koyar. Aynı şekilde, diyalektik mantık, burjuvaziyi, proletaryanın muhalifi, onun karşıtı olarak tanımlar, aynı zamanda, onu, kendisini oluşturan öğelerin çeşitliliği içinde tanımlar (der ki: kendine özdeş sınıf olarak burjuvazi, burjuvazidir, ama, bir ulusal olmayan ve bir de ulusal olan burjuvazi vardır ki, bir nokaya kadar bunlar çelişik çıkarlara sahiptirler).
Bu demektir ki, formel mantık ya da çelişki olmayan mantık denen özdeşlik mantığı, yeterli olmasa da gereklidir. Bunu bilmemek ya da alaya almak, gerçeğe sırt çevirmektir. Örnek: Jules Moch, Confrontations’da (“Karşılaştırmalar”da) “Bugünkü düzende iki sınıf kapitalizm ve proletarya karşı karşıya bulunmaktadırlar.” diye yazıyor.
Saçma bir söz. Proletaryanın bir sınıf olduğu gerçektir; proletaryanın düşmanı olan sınıf burjuvazidir, kapitalizm değil; kapitalizm bir toplumsal düzendir. Yazar, aynı sıradan olmayan gerçekleri, aynı kategori içinde sıralıyor. Bir sınıf bir sınıftir, toplumsal bir düzen, toplumsal bir düzendir. Birini öteki diye almak, kullanılan terimlerin belirlenmesini isteyen en basit mantığa saygısızlık etmek demektir. Ve bundan dolayı, hiçbir şekilde böyle bir karışıklığa izin vermeyen, ama özdeşliği, gerçeğin bir yönü olarak, sahtekarlık yapmadan görmezlikten, bilmezlikten gelinemeyecek bir yön olarak kabul eden diyalektik mantığa hakarettir. Diyalektik çelişki, herhangi bir şeyi herhangi bir şeyin karşısına koymaz; diyalektik çelişkiye göre, bir kedi, ilkönce bir kedidir, her ne kadar bu, bir kedinin ne olduğunu açıklamaya yeterli değilse de.
Jules Moch’un serüveni, bir başka yönden öğreticidir: o, diyalektiği, karşıtların savaşımını kabul etmemenin, en yüksek akımın mantığını kabul etmemeye götürdüğünü gösterir. Siyasal nedenler yüzünden bilimle araları açık olduğu için (sayfa 129) bilim kalpazanlarının sağduyuyla da araları yoktur. (sayfa 130)
YOKLAMA SORULARI
1. İşçi hareketlerinin bölücüleri, karşıtların savaşımının varlığını niçin yadsırlar?
2. Kesin bir örnekle, her çelişkinin uzlaşmaz karşıtlık olmadığını gösteriniz.
3. Özeleştiri, ne bakımdan karşıtların savaşımıdıir?
Dipnotlar
[63] Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, s. 33.
[64] Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 193.
[65] Eskiden “eterleşme” denirdi.
[66] İşte bunun içindir ki, Paul Langevin şöyle yazıyordu: “Bütün bilimlerimizin tarihinde bu diyalektik süreçlere benzer işaret sırıkları vardır. … Ben, fiziğin bu işaret sırıklarını ancak diyalektik materyalizmin temel fikirIerini öğrendikten sonra iyice anladığımın bilincine vardım.”
[67] Doğadaki karşıtları derinliğine incelemek isteyen okurlar, Engels’in Doğanın Diyalektiği adlı yapıtından yararlanmalıdırlar.
Gözlem: Doğada kendini gösteren diyalektik güç, daha antikçağda, çeşitli büyük zekaların (örneğin Yunanlı Herakleitos’un) dikkatini çekmiştir. Ve daha sonra, Leonardo da Vinci’de, bu doğal diyalektiği tahlil önsezisi görülür. Bu konuda, şu ilginç parçadan bir fikir edinilebilir:
“Kendini besleyen her şeyin bedeni durmadan ölür ve durmadan yeniden doğar. … Ama eğer o beden bir gün içinde yokolduğu kadar yenilenirse, harcandığı kadar yeniden doğacaktır; tıpkı mum ışığının, aşağıdan çok hızlı bir sıvı akım sayesinde, mumun yaşlığını beslemesi, yukarda, kendini yok eden ve, sönerken, parlak bir ışık durumundan, isli bir duman durumuna dönüşen şeyi durmadan yenilemesi gibi; bu dumanın sürekli olması gibi, bu ölüm de süreklidir ve bu dumanın sürekliliği besinin sürekliliğinin tıpkısıdır ve ışık, kendi kendisinin devinimi ile, bir anda tamamen ölmüş ve tamamen yeniden doğmuştur.”
[68] Bkz: Friedrich Engels, Anti-Dühring, Doğanın Diyalektiği.
[69] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 186-200.
[70] Mao Çe-tung, “Çelişki üzerine”, Teori ve Pratik, s. 61.
[71] V. İ. Lenin, (“N. İ. Buharin’in Geçiş Dönemi Ekonomisi Üzerine Düşünceler”, Selected Works, Moscow 1931, c. XI, s. 357)’den aktaran Mao Çe-tung, Teori ve Pratik, s. 62.
[72] Bkz: J. Stalin, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”, Son Yazılar, 1950-1953, s. 74-75.
[73] Malenkov, Rapport d’activité du Committé central du P. C. de l’Union soviétique, s. 76.
[74] Malenkov, aynı rapor, s. 76.
[75] Lénine, Cahiers Philosophipues.
[76] “Yadsıma”, yok etmek anlamın da değil, diyalektik anlamda düşünülmelidir: tamamen üzerine dayanarak onu aşma… (Evrensel) kavram, (sınırlı) duyumu aşıyor, ama onun üzerine dayanarak.
[77] İşte bunun için kültürün duyarlığı eğittiğinden sözedilir.
[78] Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, s. 12.