Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Kasım 24, 2024
No menu items!

KOCA MUSTAPAŞA

 

Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!

Ta fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul,

Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.

Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’y’ada.

Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz

Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.

Mânevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;

Yaşıyanlar değil Allâh’a gidenlerden uzak.

Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı

Hisseden kimse hakikat sanıyor hülyâyı.

Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,

O kadar komşu ki dünyâya dıvar yok arada,

Geçer insan bir adım atsa birinden birine,

Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.

 

 

Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn.

Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskûn.

Bir afîf âile sessizliği var evlerde;

Örtüyor farkı asâletle çekilmiş perde.

Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak..

Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.

Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,

Çeşmeden her su içerken: “Şükür Allah’a” diyen

Yaşıyor sâde maîşetlerin en sâfında;

Rûh esen kuytu mezarlıkların etrâfında.

Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten

Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.

Türk’ün âsûde mizâciyle Bizans’ın kederi

Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.

 

 

Şu fetih vak’ası, yârab! Ne büyük mu’cizedir!

Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir;

Bir tecellisi fakat, rûhu saatlerce sarar:

Koca Mustâpaşa var, câmii var, semti de var.

Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizden,

Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden

Rum vezîr, eski manastırda ederken secde,

Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde,

Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl,

Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl ü menâl,

Bir fetih câmii yapmak dilemiş islâma.

Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.

 

 

Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr

Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzûr.

Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,

Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan,

Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık;

Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık

Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;

Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.

 

 

Gece, şi’riyle sararken Koca Mustâpaşa’yı

Seyredenler görür Allâh’a yakın dünyâyı.

Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;

Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.

Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan,

Unutur semtine yollanmayı artık buradan.

 

 

Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtâr ediyor;

Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor:

“Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;

Onların meşrebi, iklimi ve ırkındansın.

Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,

Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliği;

Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,

Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın rûhu yanar.

Ne saâdet! Bu tarflarda, her ülfetten uzak,

Vatanın fâtihi cedlerle beraber yaşamak! …”

 

 

Geç vakit semtime döndüm Koca Mustâpaşa’dan

Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.

Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine,

Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine;

Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,

Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,

Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya.

– Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yâ’ya. –

 

Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.

Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;

Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;

Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.

Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,

Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.

Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.

 

Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments