Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Ekim 17, 2024
No menu items!

BOŞ İNANÇLAR

 

Genaro amca dönerdi
dağlardan. Adamcağızın
yoktu gövdesinde bütün bir kemik:
toprak, at, kurşun, boğa,
taş, kar ve alınyazısı
hepsini paramparça etmişti.
Odamda uyurdu arasıra.
Hiç bükülmediğinden bacakları
bir çabalamaydı yatağa girmesi
ata biniyormuş gibi.
Esip tozar, lanet okur, sürüklerdi
ıslak çizmelerini tüküre tüküre,
sonra, içip tütününü, anlatırdı

başa gelen işleri ormanda.
Böyle öğrendim Şeytan’ın
ki buram buram kükürt kokardı
göründügünü Juan Navarro’ya:
ateş istedi ondan. Şansa bakın,
tam günaha girecekken,
Juan Navarro gördü o cehennemlik,
elektrikler saçarak yere sürünen
dikenli kuyruğu poncho* altında.
Aldı kırbacını, aldı ya,
boşluğa çaldı, çünkü Şeytan
yokolmuştu bile, ağaç dalına dönüp,
olup hava, soğuk, rüzgârlı gece.
Rasgele Şeytan olunmaz ya!

Genaro Candia tütün içer, durmadan içer,
boşanır, boşanırken Temuco’nun üstüne
büyük yağmuru temmuzun
ve meydana getirirken yağmur milleti
kendi dinlerini böylece.

kısık ses, o kesik kesik,
kopuk kopuk, yavaş ses,
ayaz hava sesi, o boldo**’nun,
boranın, dikenlerin sesi,
o canlandıran ses yürüyüşünü
kandökücü pumanın
ve kondorun kara üslûbunu,
çiçekleri yok da yanardağları var
ve yüreği yok da binekleri var,
o içinden çıkılmaz ilkyazı,
yorgunluktan bitkin devrilen
hayvanları uçurumlara, nalların
yelpazesinden sıçrayan kıvılcımı,
sonra da ölümü, ancak ölümü
ve ormanın bitmezliğini.
Konuşkan değildi Don Genaro
ama getirirdi hece hece
yaralar, kan, ter, hortlaklar,
tüttüre tüttüre hep tütünü.
Oda baştanbaşa dolardı yapraklarla,
köpeklerle, yollarla, ve dinlerdim;
deniz kulaklarında rasgele bir meşin yüzer,
ama gözetler seni; bir dokundun mu
dönüverir cehennem zebanisine
derinlere çekerek seni,
yitip gitmeler ülkesine,
yaşadığı ülkeye ölülerin
bilmem ta nerenin dibinde,
boynu vurulmuşların ormanla,
ipek kanatları kocaman yarasalarla
kanları emilmişlerin.
Ne varsa kaygandı burada.
Her keçiyolu, tek başına
giden bir hayvan,
çayırdan geçen bir ateş.
ay ışığında bir yolcu,
topallayan güzel bir tilki,
düşen kara bir yaprak.
Dokunmaya görsün el
haça ya da papaz omuzluğuna,
tanrı göstermesin, bir anda fosfor,
yanık boynuz, kara kükürt kesilir.
Ama açıkta değil, gizli bir yerden
gözetler o kahrolası, o sinsi.
Derinliğinde evlerin
bir inleyiş, gölgeli bir sızıldanma,
bir zincir sürüklenişi
ve hep çıkagelen ölü kadın
tam vaktinde gece buluşmasına
ve don Francisco Montera
atını aramak üzre geri
dönen vadinin dibine,
yanına değirmenin,
karısıyla öldü de orada.

Uzundur gece, uzundur yağmur,
görürüm o bitmez tükenmez ateşini
sigaranın, ki tüttürür, tüttürürdü hep
anlatan, boyuna anlatan Genaro Candia.
Korkarım. Yağmur yağar
ve suyla şeytan arasında düşerim
dibine kükürt dolu bir çukurun,
cehenneme atlarıyla,
allak bullak olmuş dağlarda.
Beni uyku bastırdı çok kez
Güney’de, yağmuru dinlerken açtığı sırada
Genaro amca dağlardan getirdiği
koyu bezden torbasını.

Kara Ada Şiirleri / Çev: Said Maden


* Güney Amerikalıların giydiği bir cüppe. Ortasından baş geçirmek için delik açılan bir örtüden yapılır. ( Ç.N.)

*** Yaprakları kış-yaz yeşil kalan bir Şili ağacı. (Ç.N.)

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments