NE yazık toplumumuz giderek bir cinsel sakatlıklar toplumu durumuna geliyor. Her gün gazeteler bize yeni bir tecavüz olayını heyecanla duyuruyor. Bakıyorsunuz, aslan gibi bir delikanlı kendi halinde zavallı bir kadına, seksen yaşında bir teyzeye saldırıvermiş. Saldırılandan çok saldıranın utancını düşünün. Ömür boyu çekeceği acıyı düşünün, eğer içinde birazcık insanlık ışığı varsa. Tecavüzcü karşı konulmaz cinsel itkilerin baskısı altında gerçek bir tutsak mıdır yoksa değerlerini yitirmiş bir zavallı mıdır? Ya da biraz o biraz bu mudur? Ne olursa olsun ortada bir çirkinlik var: biri nesneye indirgenmiş olmanın acısını çekerken öbürü insanı nesne gibi görmüş olmanın utancını yaşıyor (ne kadar yırtık olsa da).
Oysa insan bir değerler varlığıdır. Üst düzey bir hayvan bile eşini bulup ona yakınlaşmak adına bazı doğal koşulları biraz zahmet çekerek de olsa uygularken bir insanın bir insanı yallah deyip yere yatırması ya da en azından kandırması tam anlamında gerçek bir çirkinliktir.
İnsanla hayvanın birbirinden ayrıldığı nokta, hayvan kalmış insanla insan olarak incelmiş insanın birbirinden ayrıldığı nokta burasıdır. Erkek hayvan dişisinin üzerine doğal bir itkiyle çöker: doğa ona neyi nasıl yapması gerektiğini bildirmiştir. Zorunlu olarak orada hayvanca bir tutum vardır. İnsanın hayvan kalmışı da aynı şeyi yapar gerçekte. Onun uyduğu toplumsal ya da insani bir koşul yoktur. Tecavüzcü herhangi bir kadının üzerine çökmüş bir hayvandır, onda hayvanın dünyasını azçok renklendiren eş seçme yatkınlığı bile yoktur. Değerlerden arınık kafa elbette cinselliğin bilincinde değildir. O her zaman karşı cinsten bedenlerin birbirine sürtünmesini temel alarak cinsel edimi kısa yoldan gerçekleştirmeye kalkar. Bu yüzden birçok yasal cinsel edim özünde tecavüz niteliği taşır. Geri kalmış insan heyecanlarını bir bedende dindirmenin telaşındadır. O yüzden on tane görünür tecavüzcü varsa bin beş yüz yetmiş beş tane görünmez tecavüzcü vardır. Alışılmış ilişkilerde kadın tecavüze uğramayı erkek de tecavüz etmeyi bir doğallık olarak yaşar.
Gerçek cinsel yaşam aşk düzeyinde, ruhların alışverişinde çıkar ortaya. İnsanın cinsellikte değerlerle ilişkisi bu anlamdadır. Her birey apayrı bir dünyadır, bilincinin bütün renkleriyle, duygusallığının bütün çizgileriyle, doğallıklarının ya da yapaylıklarının bütün özellikleriyle içine girilmesi, uzun süre kalınması, keşfedilmesi gereken bir dünyadır. Aşk bu dünyanın sonuna kadar açınlandığı tek alandır. O dünyada kendi bilincimizin gelişim koşullarını buluruz ya da bir bakıma yaratırız. Bu yüzden aşkı her zaman en içtenlikli kültür alışverişi olarak görmeliyiz. Aptallıklarımızı bir yana bırakarak çocuklarımızın bu büyük kaynaktan alabildiğine su içmelerini sağlamalıyız. Bir başka deyişle, onların cinsellik düzeyinde geniş çerçeveli bir kültür alışverişi deneyimini yaşamasına yardımcı olmalıyız. Bunun için de her şeyden önce onların öncelikli olarak belden aşağılarını düşünmeyen, bir insanın dünyasında milyarlarca insanın özlemlerini, sevinçlerini, bakış acılarını, başarılarını ve başarısızlıklarını bulup çıkarmaya çalışan gerçek insanlar olarak yetişmelerini sağlamalıyız.
Oysa biz ne yapıyoruz? Genç insanların kafasına son derece tehlikeli bir fikri, erkenden uygun birini bulup onunla “yuva kurma” fikrini sokuyoruz. Ne yuva ama! Bu arada elbette cinselliği bir kendini yaratma ortamı olarak göremediğimiz için, zaten insanın kendini her adımda bir kere daha yeniden yaratması diye bir şey de bilmediğimiz için kızlarımızı birer hizmetçi ve kuluçka makinesi, erkeklerimizi de her şeye egemen olduğunu sanan birer aptal olarak yetiştirmeye bakıyoruz. Genç insan dünyayı öğrenmeden, cinselliğin de ne olduğunu öğrenmeden yahey dalıveriyor evlilik cehenneminin içine.
Her şeyi paylaşmaya açık iki bilincin ortak dünyası sözkonusu olmadığı zaman aşk diye yaşanacak olan şey tek yanlı savlarla örülmüş bir kavga gürültü ortamıdır, bir sıkıntı ortamıdır. Cinsel arzular birkaç ay içinde iyiden iyiye doyurulup karşıdaki kişi yalnızca herhangi bir beden olarak algılandığında artık her şey bitmiş, yaşam bir cehenneme dönmüş demektir. Saatlerce bir şeyleri konuşup tartışabilen, en paylaşılmaz gibi görünen şeyleri büyük bir sevinçle paylaşabilen, yılışmadan, numara yapmadan, çıkar hesaplarına dalmadan ortak bir yaşam üretebilen insanlar olmanın dışında insan olma koşulu yoktur dostlarım. Çocuklarımıza sevmeyi öğretebilseydik, oğullarımızı dünyanın bütün kızları kurban olsun yavruma diye değil, kızlarımızı aman yavrum kimseyle adın çıkmasın diye değil, gerçek anlamda insan olma koşullarında yetiştirebilseydik yaşamımız bu kadar bayağı, bu kadar hantal, bu kadar kanlı, bu kadar yavan, bu kadar salakça olmazdı. Ama biz her şeyi çok bildiğimiz için bu konuda da dünyayı yaşanmaz ettik.