Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeAfşar TİMUÇİNBizler cahili bilgisiz biri gibi düşünürüz. Bu bir yanılsamadır | Cahilliğin güzelliği...

Bizler cahili bilgisiz biri gibi düşünürüz. Bu bir yanılsamadır | Cahilliğin güzelliği – Afşar Timuçin

Cahilliğin güzelliği kendine inanma kolaylığındadır. Bizler cahili bilgisiz biri gibi düşünürüz. Bu bir yanılsamadır: cahil gerçekte bir bilgi insanıdır, bilgi küpüdür, her şeyi bilir. Değme bilinçli bireylerin belleklerinde yeri olmayan bilgiler cahilin belleğinde istemediğiniz kadar çoktur. Sizin bilincinizde karşılığı olmayan pekçok sorun onun bilincinde hem de çözülmüş olarak vardır. Siz üç fıkra bilirseniz cahil yedi yüz fıkra bilir. Biri size bir gün muhabbet olsun diye karnıyarığın mı imambayıldının mı daha yararlı olduğunu, hanımgöbeğinin mi vezirparmağının mı daha besleyici olduğunu sorsa durup kalmaz mısınız? Cahilin bu noktada söyleyecek çok sözü vardır.

Hanımgöbeğini hiç bilmiyor ve vezirparmağını hiç görmemiş de olsa, çocukluğundan beri çok şeyi yanlış bildiği gibi karnıyarığı imambayıldı ve imambayıldıyı karnıyarık diye biliyor da olsa başlar ikisini karşılaştırmaya.

Tarihçi olduğuna kesin gözüyle bakılan üst kesimden bir kardeşimizin tarihi bir öyküler toplamı olarak gördüğünü öğrendiğinizde şaşmazsınız. Çoklarının tarih bilmeden tarihe tutkun oluşları anlaşılmaz bir iş değildir.  Septimus Severimus’u kısaca ve elbette fransızca üzerinden Septim Severim diye terimlendirerek Roma tarihi denen o korkunç denize balıklama dalmış olan yaşını başını almış bir bilge kişiyi dinlerken küçük dilinizi yutar gibi olursunuz. Ağzından bal akıtır. Ama hazrete şöyle bir soru sormayagörün: Roma’nın çöküşünde bir tarım imparatorluğu olarak çokça büyümenin ve bu arada ticaret toplumuna dönüşememenin etkisi olmuş mudur? Bu olmadı işte. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Tarihin böyle saçma sorularla ne ilgisi olabilir? Ya da toplum sorunları üzerine ilerici açıdan çok güzel yazıcıklar yazan bir gazete yazarının bir gün çok önemli bir sorunu tartışmaya açtığını görürsünüz. Nedir o sorun?  Mahmutpaşa’da manifaturacı Haymana’lı Kutbettin’in yanında çalışan Necmi mi daha özgürdür, Adliye’de getir götür işlerine bakan Zara’lı Selami mi daha özgürdür? Üstada bu sorunu yanlış koyduğunu, özelde olsun devlette olsun özgürlüklerin ve ona bağlı olarak güvencelerin ancak belli koşullarda sözkonusu olabileceğini anlatmak istediğinizde başınıza neler geleceğini bilemezsiniz. Adam öyle bir öfkelenir ki Zeus’un gazabı sıfır kalır onunkinin yanında. Anında terbiyesizleşir. Gülmekle ağlamak arasında bir yerde durup kalırsınız.

İnsanlar bu ülkede her şeyi bilirler ama bilgilerini gevezeliklerden öteye pek geçiremezler. Adamı bir konuda eleştirmeye kalkın da bakın ne yapıyor sizi. Cahilliğimiz tembelliğimizin garantisi altındadır. Cahillik bir tür yerleşik körlüktür. “Cahil görmez, gözünün önündekini bile” diyen atasözüne hak vermemek elde mi? Cahil önündekini görmez ama göremeyeceği şeyleri pek güzel görür. En büyük dileğimiz ya da güvencemiz cahilliğin yuvasında kalması, kafesinden çıkmamasıdır. Bu da olacak şey değildir. Çünkü cahil kendine alabildiğine güvenir ve dehasının ışığında biriktirdiği ya da depoladığı yalan yanlış düşünceleri ortalığa saçmaya can atar. Bu kadar değerli fikirler elbette çürüyüp kalmamalıdır. Goethe büyüğümüz “Eyleme geçmiş cahillikten daha korkunç bir şey yoktur” derken ne kadar haklıdır. İngilizler cahilliği kartal kanatlı ve yarasa gözlü garip bir kuş olarak tanımlamışlardır. Çinliler yalnızca şu sözü söyledikleri için gözümde büyüdüler de büyüdüler: “Cahillik ruhun gecesidir, o gecede ne ay vardır ne yıldızlar.” Bu iş bir bakıma güzel iştir: hiçbir şey bilmeyen, doğru dürüst hiçbir şey düşünmeyen insanlar hiçbir şeyden kuşkuya düşmezler, özellikle de kendi bilgilerinden.

Belli bir bilinç çizgisinin altında takılıp kalmış olmakla birlikte kendine hayran olan nice insan tanıdım. Bunlar kendilerinden hoşnuttular. Kafalarındaki bilgi kalıplarıyla pek güzel yaşayıp gidiyorlardı. Çok zaman başkalarıyla ortaklaştıkları bu kalıplar onlara gerçek anlamda bir toplumsallaşmışlık duygusu da veriyordu. Onlar en doğru yerde durmanın, buna göre bütün temel insan sorunlarını çözmüş olmanın “gurur”unu yaşıyorlardı. Hele cahilliklerini bir de ünle ya da unvanla süslediklerinde değme ağaların keyfine. Neler biliyorlardı neler! Yüz büyüğümüzün adını, aynı ilkokul çocukları gibi şıp diye sayıyorlar, bu yüzlük liste üzerinde uyuşamayınca takaza çıkarıyorlardı. Olsun, bu da yaşamın tadı tuzudur artık. Bunu söylemek toplumsal yaşam gerçeğinde hiç de kolay değildir biliyorum ama siz siz olun cahil insandan uzak durun dostlarım. Özellikle de kafesini kırıp çıkmış saldırgan cahil insandan. Benim gibi yapın, okumamış etmemiş sıradan insanlarla şöyle ayaküstü de olsa muhabbet edin ama cahili yaşamınıza sokmayın.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments