Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım; dünya var.
Bir ırmak akıyor serçe parmağının ucundan,
Yedi kere bu ırmak gökyüzünün mavisi.
Yeniden ilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim.
Son İstek adlı bu şiiri 31 Mart 1969 tarihinde yazmış Yannis Ritsos. Sürgünde olduğu yıllarda… Yunanistan’ın bu koca yürekli devrimci şairi, cunta dönemini adalarda kendi gibi aydınlarla birlikte sürgünde geçirdi. Sağlığı bozulunca ailesiyle birlikte Sisam Adası’nda kalmasına izin verildi. Atina’ya ancak 1970 yılında dönebildiğine göre Son İstek yüreği ne kadar kocaman da olsa hasta ve ölümü düşünen bir siyasi sürgünün ruh halini yansıtıyor. Ölüm ve keder, yoksulluk ve hüzün, sürgün ve özgürlük tutkusu hiç eksik olmaz Ritsos şiirinden. Aşk ve beden de bütün erotizmiyle…
Yannis Ritsos döne döne okunacak bir şairdir. Bazen okurken onun yazdıklarını bir ekrandan seyrettiğiniz izlenimine kapılırsınız. Yaşlı kadınları sanattan alınan coşku aşık olduğumuzu fark ettiğimiz an misali bir heyecan sarar ya bizi… O tuhaf ve güzel ve kaygı veren duyguyu üst üste defalarca uyandırır Ritsos şiirleri. Cevat Çapan, Herkül Millas, Özdemir İnce, Gürkal Aylan çevirileriyle, her biri başka yayınevlerinden çıkan o narin kitaplarıyla tanıyıp sevdim ben Yannis Ritsos’u. Bir de Yeni Düşün dergisi sayesinde. Cevat Çapan’ın çevirisi ve “Ritsos’un Görülmemiş Çiçek Açması” başlıklı incelemesiyle Broy’dan çıkan Umarsız Penelope adlı kitapta var Son İstek.
Çapan’ın başlığı esinlendiği Görülmemiş Bir Çiçek Açma başlıklı o şiir (31 Aralık 1969) nasıl bir şeydir? Nasıl bir imgelemdir Ritsos’taki? Nasıl bir duygu patlamasıdır ki böyle bir imge avcılığına, böyle bir söz ustalığına ulaştırmıştır Ritsos’u?
Haykırmak istiyordu – daha fazla dayanamayacaktı. Sesini duyabilecek kimse yoktu orada;
kimse duymak istemiyordu. Kendisi de korkuyordu sesinden,
içinde boğuyordu sesini. Patlamak üzereydi susuşu. Birden,
havaya uçtu gövdesinin parçaları. Özenle, sessizce toplayacaktı bu parçaları,
hepsini bir bir yerlerine yerleştirecekti delikleri kapamak için.
Ve rastgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa, onları da toplayacak,
kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı-
böyleydi, delik deşik, görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu işte.
Çapan, “Ritsos’un tükenmez ‘yeniden doğuş’ gücünün çarpıcı simgesi” diye niteler görülmemiş çiçek açmayı. Nazım Hikmet ve Pablo Neruda da, aynı dönemlerin benzer çilelerini çeken hepsi de sürgünde başyapıtlar yazan üç şair ve onların ağabeyleri Walt Whitman ile Bertolt Brecht de hep yeniden doğmaz mı her okunduklarında?
Nazım Hikmet’e yazdığı “Bir Ad Müzik ve Evrene Dönüşünce” şiiri de olacaktır belki aralarında. Bu etkinliği duydum, çoktandır yapmamıştım, altı Ritsos kitabını üst üste koydum. Hepsini tekrar okudum. Tekrar tekrar okuyacağım dilsiz günlerde, çünkü “Bir geçittir her sözcük / bir buluşmaya, çoğu kez gerçekleşmeyen bir buluşmaya,/ doğruysa o sözcük, direniyorsa eğer buluşmakta.”
Şairin Biyografisi ve şiirleri için TIKLAYIN