Çünkü Tarihe karşı çıktığında bile, hâlâ ona göndermede bulunur ve bir ülkü ya da bir güdüleyici olarak kendisini tarihe kaydeder. Ama haline-geliş bizatihi kavramdır. Tarihin içinde doğar ve oraya düşer, ne ki tarihin içinde değildir. Onun, kendiliğinde bir başlangıcı ya da sonu yoktur, yalnızca bir ortası vardır. Bu nedenle tarihsel olmaktan çok coğrafyasaldır o. Devrimler ve dost toplumları, direniş toplumları işte bu türdendir, zira yaratmak direnmektir: bir içkinlik düzlemi üzerindeki saltlık haline-gelişler, saltlık olaylar. Tarihin olayda yakaladığı şey, onun şeylerin durumunda ya da yaşanmışta gerçekleşmesidir, ancak olay, haline-geliş’i içinde, kendi öz sağlamlığı içinde, kavram olarak kendiliğinden-konumu içinde Tarihten kurtulur.
Psiko-sosyal tipler tarihseldirler, ama kavramsal kişilikler olaylardır. Bazen tarihi izleyerek ve onunla birlikte yaşlanılır, bazen de çok özel bir olayın içinde (belki de “felsefe nedir?” sorununu ortaya koyma imkânını veren o aynı olayın içinde) ihtiyar haline-gelinir. Ve bu genç yaşta ölenler için de aynı şeydir, bu türlü ölmenin de birçok çeşidi vardır. Düşünmek, denemektir, ama denemek denen şey, her zaman için yapılmakta olan şeydir –hakikatin görünüşünün yerini alan ve ondan çok daha talepkâr olan, dikkat çekici, ilginç şey. Yapılmakta olan şey, biten şey olmadığı gibi, başlayan şey de değildir. Tarih deneme değildir, tarihten kaçan bir şeyin denenmesini mümkün kılan hemen hemen olumsuz koşulların bütünüdür yalnızca. Tarih olmasaydı, deneme belirlenmemiş, yönlendirilmemiş olarak kalırdı, ne ki deneme tarihsel değil, felsefecedir. Olayı düşünmenin, biri olayın uzağından geçerek tarih içindeki geçekleşmesini, tarih içindeki koşullanışını ve çürüyüşünü toplamaktan; ama öteki, olaya gidip, onda tıpkı bir haline-geliş’te yerleşir gibi yerleşmekten, onda aynı zamanda gençleşmekten ve yaşlanmaktan, onun tüm bileştiricilerinden ya da özelliklerinden geçmekten ibaret iki tarzı olduğunu, Péguy büyük bir felsefe kitabında açıklar.
Tarihin içinde hiçbir şey değişmiyor ya da değişmez görünüyor olabilir, ama olayda her şey değişir ve biz de olayda değişiriz: “Hiçbir şey olmadı. Ve sonu görülemeyen bir sorun, çıkışı olmayan bir sorun… birdenbire artık varolamaz hale geliverir ve insan kendi kendisine, neden söz ediyorduk diye sorar”; başka sorunların içine geçmiştir o; “hiçbir şey olmadı ve yeni bir halkın, yeni bir dünyanın, yeni bir insanın içinde olakoduk”. Artık tarihselden değil ve ebediden de değil, der Péguy, bu N’ebedi’dendir. İşte yeni bir kavramı göstermek üzere Péguy’nin yaratması gereken bir ad ve bu kavramın bileştiricileri, yoğunlukları… Ve Péguy’den uzaklardaki bir düşünürün Zamansız ya da Günceliksiz adıyla nitelemiş olduğu da benzer bir şey değil midir: ebediyet ile hiçbir ilişkisi bulunmayan değil-tarihsel yoğunluk, onsuz tarihin içinde hiçbir şeyin yapılamayacağı, ama tarihle birbirine karışmayan haline-geliş. Yunanlıların ve Devletlerin altından doğru, bir türlü itmeyen, her zaman yapılmakta olan yeni bir dünyanın diskini ve okunu atar gibi, bir halk, bir toprak fırlatmaktadır: “zamana karşı etkimek, ve böylece zamanı, gelecekteki bir zaman lehine (umarım) etkimek.” Geçmişe karşı etkimek ve böylece şimdiki hali, bir gelecek lehine (umarım) etkimek –ama gelecek, ütopik bile olsa, tarihin bir geleceği değil, sonsuz Şimdi’dir, Platon’un, Yoğun veya Zamansız, her türlü şimdiki halden ayırmış olduğu Noûn’dur, bir an değil, ama bir haline-geliş’tir. Foucault’nun Güncel diye adlandırdığı şey de bu değil mi? Ancak, Nietzsche onu Günceliksiz diye adlandırmışken, kavram şimdi nasıl güncel adını alacaktır? Çünkü, Foucault’ya göre, önemli olan şimdiki hal ile güncel arasındaki farktır. Yeni ve ilginç olan, güncel olandır. Güncel bizim olduğumuz şey değil, ama daha çok haline-geldiğimiz şey, haline-gelmekte olduğumuz şeydir, yani Öteki, öteki-haline-gelişimiz. Şimdiki hal ise, tersine, ne olduğumuz ve, buradan kalkarak, olmaktan çıkmış olduğumuz şeydir. Yalnızca geçmişin ve şimdinin paylarını değil, ama, daha derinlemesine, şimdinin paylarını değil, şimdinin ve güncelin paylarını da ayırmak zorundayız. Güncel ütopik de olsa hâlâ bizim haline-gelişimizin şimdi’si olduğu için. Foucault, felsefenin sorununu ebedi’ye göre değil ama Şimdi’ye göre ortaya koyduğu için Kant’a hayranlığını belirtirken, felsefenin hedefinin ebediyi temaşa, ya da tarihi düşünülmeme değil ama güncel haline-gelişlerimiz üzerinde teşhiste bulunmak olduğunu anlatmak ister: Kant’ın kendisine göre de, devrimlerin ne geçmişiyle, ne şimdisiyle, ne de geleceğiyle birbirine karışan, bir devrimci-haline-geliş. Hukuk devletlerinin ne olduklarıyla karışmayan bir demokratik-haline-geliş, ya da hatta Yunanlıların ne idiydileriyle karışmayan bir Yunanlı-haline-geliş. Geçen her şimdi’de haline-gelişleri teşhis etmek; Nietzsche’nin filozofa hekim olarak, “uygarlığın hekimi” ya da yepyeni içkin varoluş kiplerinin mucidi olarak verdiği ödev budur. Ebedi felsefe, ama aynı zamanda da felsefe tarihi, yerlerini bir felsefece-haline-geliş’e bırakırlar. Bugün, yeniden tarihin içine düşen, ama oradan gelmeyen, ya da daha iyisi, ancak oradan çıkmak için gelen, hangi haline-gelişler bizi katediyor? N’ebedi, Zamansız, Güncel, işte felsefedeki kavramlara örnekler; örnek kavramlar… Ve eğer biri bir başkasının Güncelliksiz dediğine Güncel adını veriyorsa, bu yalnızca kavrama ait bir şifre’den ötürüdür, ufak yer değiştirmelerin, Péguy’nin dediği gibi, bir sorundaki değişikliklere yol açabilecek komşulukları ve bileştiricileri’nden ötürüdür. (Péguy’deki Zamansalca-ebedi, Nietzsche’ye göre haline-gelişin Ebediliğin, Foucault ileyse İçteki-dış).
Gilles Deleuze – Felix Guattari