Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaKadınKadın'a DairÖnce Adem mi yaratıldı yoksa Havva mı ? | Şükrü Hatun

Önce Adem mi yaratıldı yoksa Havva mı ? | Şükrü Hatun

Kadınların uterusları her ay erkek üreme hücresi (sperm) ile döllenmiş kendi üreme hücrelerine (ovumlarına) ev sahipliği yapmak için hazırlanır; bekledikleri olmazsa uterus ağlar ve aslında kadınların aylık kanamaları uterusun gözyaşları olarak nitelenebilir. Şaka bir yana, birbiriyle buluşan iki hücreden, kadın veya erkek erişkin bir insanın oluşma süreci biyolojik bilimlerin olduğu kadar, din ve insan bilimlerinin de konusu olageldi. Bilinen inanışa göre “kadın erkeğin kaburgasından yaratılmıştır” ve bu inanış biyolojik süreçlerde kadını ikincil kılan bir anlayışın da dışavurumudur.

Oysa insanın kadın ve erkek olarak farklılaşması hâlâ tam olarak bilinemese de, biriken veriler cinsel farklılaşmanın doğal yönünün kadın tarafına olduğunu gösteriyor. Bu nedenle de “önce Havva, sonra Adem” sözü farklılaşma biyolojisine daha uygun düşüyor. Son yıllarda cinsel farklılaşma kadar, cinsel kimlik gelişimi ve erişkin erkek/kadın rollerini belirlenmesi konuları yeniden tartışılmaya başlandı. Bu tartışmalara göz atmak, kadın ve erkek arasındaki “bir olma” yöneliminin biyolojik kökenleri konusunda spekülasyonlar yapma imkânı veriyor.

Cinsel farklılaşma ve beyin

Cinsel farklılaşmanın başlangıcında her iki cins yönüne gelişme potansiyeli taşıyan (bipotent) taslaklar vardır. Bu taslaklar erkeklik kromozomu ve sonrasında erkek cinsiyet hormonları varlığında erkek yönüne, kendi haline bırakıldığında ise kadın yönüne gelişir. Bir başka deyişle anne karnındaki bebeğin erkek yönünde gelişmesi için her aşamada hormonların önemli bir rol oynadığı “aktif bir müdahaleye” gerek olur. Bu nedenle cinsel farklılaşmanın doğal yönü kadın tarafınadır denir. Anatomik farklılaşma üçüncü ayın sonunda tamamlanır ve dış genital görünümleri bakımından erkek veya kız olan bebekler dünyaya gelir. Yaşamın ilk üç yılında bebekler daha çok duyusal ve algısal faktörlerin etkisiyle kendilerini kız veya oğlan olarak tanıma yeteneği kazanırlar, ergenlik döneminde ise cinsel rol ve yönelim bakımından gelişmelerini tamamlarlar. Bütün bu süreç boyunca beyindeki cinsel farklılaşmanın nasıl olduğu en çok tartışılan konulardandır. Daha çok John Money tarafından geliştirilen görüşe göre kişiler doğumda psikoseksüel bakımdan nötrdür; sağlıklı piskoseksüel gelişme esas olarak psikolojik ve sosyal faktörlerin etkisi altında olur. Erotik bakış ve yönelim otonom psikolojik bir fenomendir, bir başka deyişle genlerden ve hormonlardan büyük oranda bağımsızdır. Son yıllarda özellikle erkek genetik materyali taşıyan ve “çift cinsiyetli” doğan bebeklerin uzun dönemli izlemlerinden elde edilen bilgiler, bu klasik/antropolojk bakış açısının sorgulanmasına yol açtı. Bu çocuklardan bazıları kız cinsel organ yapısı gösterdiği için kız olarak büyütülür, fakat ergenlik çağına geldiklerinde erkek cinsel rolüne değişim talebinde bulunurlar. Bu tür vakaların sayılarının artması ile insan beyninin doğumda piskoseksüel bakımdan “dimorfik” olduğu, anatomik farklılaşma sürecinde olduğu gibi kendi haline bırakıldığında kadın yönüne farklılaşma olduğu; buna karşın hormonların ve diğer biyolojik faktörlerin etkisiyle erkek tarafına farklılaşma olabildiği üzerinde durulmaktadır. Bu yaklaşıma göre anatomik, sosyal ve cinsel farklılaşma iç içe süreçlerdir ve her biri olurken beyine bazı “notlar” düşülür. Bu notların etkisini yok kabul ederek yapılan cinsel kimlik tercihleri ergenlik döneminde zorluklara yol açar. Aslında bu konu, insanın oluşmasında doğanın mı (nature) yoksa yetişme tarzının mı (nurture) önemli olduğu tartışmasıyla ilgili ve son zamanlarda bu iki kavram kadar “kritik dönem” kavramı üzerinde de duruluyor. Bir başka deyişle insanın gelişmesinde bazı biyolojik ve/veya sosyal belirleyicilerin kalıcı değişimlere yol açtığı dönemler vardır ve esas farklılaşma bu dönemlerde olur. Bütün bu süreçlerin ayrıntıları bilinmese de hem anatomik cinsel farklılaşma hem de bunun beyindeki izdüşümleri her iki cins yönüne gelişebilme potansiyeli taşıyan yapılara dayanır. Bazı anlatılarda sözü edildiği gibi insan iki cins olarak bölünürken gerçekten bütünlüğünü yitirmektedir ve aslında aşktan cinsel ilişkiye uzanan biyopsikolojik yaşantılar o ilk taslaklara dönüş arzusu olarak da okunabilir.

Cinsel arzu ve hormonlar

Yakın zamanda yapılan araştırmalarda cinsel arzu ve hormonlar arasındaki ilişki bakımından da kadınlarla erkekler arasında farklılıklar olduğu üzerinde duruluyor. Erkeklerde cinsel arzu gelişimi büyük ölçüde hormonların kontrolü altında olmasına karşın, seksüel davranışın kadınlara “içkin” olduğu ve hormonlardan bağımsız olduğu ileri sürülüyor. Erkekleri kızdıracak bir başka bulgu ise erkek cinsel davranışının hormonal kontrolünün hayvanlara benzemesidir. Bununla birlikte erkeklerin seksüel davranışlarında kadın cinsiyet hormonlarının, kadınların seksüel davranışlarında ise erkeklik hormonların rolü olabileceğine dair kanıtlar vardır. Bütün bunların yanında insanlardaki cinsel yönelim çeşitleri (eşcinsel veya heteroseksüel davranışlar) konusunda biyolojik ve hormonal kanıtların aydınlatıcı olmadığı düşünülüyor. Ergenlik öncesindeki hormonal ölçümler ve tıbbi/sosyal öyküden yola çıkılarak ergenlik sonrası cinsel yönelim tahmini yapılamıyor. Bilim dünyası seksüel yönelim farklılıkları insan olmanın biyolojik çeşitliliği olarak kabul ediyor.

Sonuç

Hiç kuşku yok ki erişkin kadın ve erkekler olarak cinsleri arasındaki ilişkiler yalnızca psikososyal dinamikler veya kendini cinsel dürtü olarak gösteren biyolojik faktörler tarafından belirlenmiyor. İki cinsi birbirinden ayıran şeyler yanı zamanda onlar arasında “bir” olma isteğini yaratan şeylerdir ve bunların kökeni cinsel farklılaşmanın biyolojisine kadar uzanır. Birbirini isteyen (veya birbiriyle iç içe olmak isteyen) dokuların aynı kökenden gelmiş olmasının bir anlamı olmalıdır.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments