Maziar Behrooz’un İran Solunun tarihiyle ilgili bu önemli çalışması, son yıllarda ABD’nin savaş tehditleriyle anılan İran’da devrimci sol hareketin yirminci yüzyıl boyunca edindiği deneyimleri, sürdürdüğü mücadeleyi, hatalarını ve yüzyılın son çeyreğindeki büyük yenilgisini etkileyici bir anlatımla gözler önüne seriyor.
1959 yılında Tahran’da doğan Behrooz İslam tarihi, modernite, marksizm ve İran Solu üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Yazar, 1993 yılında Los Angeles California Üniversitesi’ne (UCLA) doktora tezi olarak verdiği, 2000 yılında yeniden düzenleyerek kitap haline getirdiği, 2007 yılının başında ise Türkçeye çevrilerek yayımlanan “Nasıl Yapılamadı?” isimli çalışmasında marksist tarih yazıcılığının başarılı bir örneğini ortaya koyuyor.
Hiç kuşku yok ki, İran tarihi üzerine yapılacak titiz bir okuma bizlere bölge dinamikleri hakkında pek çok ipucu verecektir. Özellikle İran toplumunun dinamikleriyle Türkiye toplumunun dinamikleri arasındaki dikkat çekici benzerlikler, bu ülkenin ve bu ülkedeki solun tarihini Türkiyeli marksistler için daha da önemli kılmaktadır. Nitekim yazar da kitabın Türkçe baskısı için hazırladığı Önsöz’de bazı özgün niteliklerine karşın, Müslüman bir ülke olan İran’da solun yaşadığı deneyimlerin tüm Ortadoğu için aydınlatıcı olduğunu söylüyor ve şu ifadeleri kullanıyor:
“Türk okurların İranlı komşularının yaşadıklarından kendi işlerine yarayacak bazı dersler çıkarabileceğini umuyorum. İran solunun tarihi, Türkiye solununki gibi birçok inişler ve çıkışlar göstermiştir. İran solu, kendi sosyalist tınısıyla da olsa, moderniteyi İran’a taşımaya teşebbüs eden bir entelektüel geleneğin parçasıydı. Türkiye ve Ortadoğu’nun geri kalanıyla kıyaslandığında, bölgenin muhtemelen en geniş halk desteğine sahip olan ve benim kanıma göre en büyük sol hareketiydi. Bu yüzden İran solunun deneyiminin öğrenilmesinin bölgenin diğer halkları açısından yararlı olacağını umut ediyorum.” (1)
Kitapta ayrıca, İran solunun yenilgiyle sonlanacak tarihi anlatılırken önemli dönemeçlerde yapılan ciddi taktik ve yöntemsel hatalara dikkat çekiliyor ve bu hataları doğuran nedenler sorgulanıyor.
‘53 darbesi: Öncesi ve sonrası
Maziar Behrooz kitabının birinci bölümünü 1953-1970 yılları arasına ayırmış. Bununla birlikte, söz konusu bölümde 1953 öncesini özetleyen birkaç pasaja rastlamak da mümkün.
Bilindiği gibi 19 Ağustos 1953 tarihinde gerçekleşen CIA ve MI-6 destekli darbe, İran tarihinde bir dönüm noktasıdır. Behrooz, başbakan Muhammed Musaddık hükümetinin devrilmesi ve Pehlevi ailesinin yeniden iktidarı tek başına eline almasıyla sonuçlanan darbeyi solun, özel olarak da Tudeh partisinin tutumunu değerlendirerek tartışıyor (2). Tudeh’in darbeyi öngöremediği gibi aynı zamanda göğüsleyemediğini de söyleyen yazar, darbe öncesinde yapılan analizlerin tamamen hatalı olduğunu vurguluyor ve bunu “sovyetizm” ile bağlantılandırıyor. Bu son noktanın kitabın öne çıkan zaaflarından biri olarak göründüğünü söyleyebiliriz. Hiç kuşkusuz Sovyetler Birliği’nin İran Solu ile olan ilişkilerinin cesurca sorgulanabilmesi gerekiyor. Ancak yazarın yer yer neredeyse her taşın altından bir “sovyetizm” ve “stalinizm” çıkarması ve kimi yerlerde bunu yeterince temellendirmiyor olması, belli bir eleştiriyi de hak ediyor.
‘53 darbesi ve Tudeh’e dönecek olursak, Behrooz’un bu konuda bir takım önemli verileri ortaya koyduğunu söylemeliyiz. Öncelikle Tudeh’in toplumsal analizlerine karşı çıkan yazar, partinin Sovyetler Birliği’nin çıkarlarını İran devriminin gerekliliklerinin üzerinde tuttuğunu öne sürüyor ve şu tabloyu çiziyor: Bir yanda petrolü millileştirme çabaları içindeki Dr. Muhammed Musaddık, diğer yanda millileştirme politikasına karşı olmayan Sovyetler Birliği, üçüncü tarafta ise millileştirme politikasının Sovyetler Birliği dış politikasıyla çelişki içinde olduğunu öne süren ve bu nedenle millileştirmeye karşı çıkan Tudeh partisi. 1940’ların başından itibaren dar bir entelektüeller grubundan çıkıp bir kitle partisine dönüşmeye başlamış olan partinin sözü geçen politik açılımları nedeniyle İran toplumuna önemli ölçüde yabancılaştığını söyleyen yazar, ayrıca darbe günlerindeki pasif tutumu, Ordu içindeki subay kadrolarını harekete geçirmemesi ve parti yöneticilerinin cezaevinde örgütü koruyan bir tavır sergileyememesi nedenlerinden ötürü de Tudeh’i sert bir şekilde eleştiriyor.
1970’ler: Silahlı mücadele yılları
‘53 darbesini takip eden yıllarda ağır ağır toparlanan İran devrimci sol hareketinin 1970’li yıllarda içine girdiği “kent gerilla mücadelesi” Maziar Behrooz’un kitabında özel bir yere sahip. Yazar, bu dönemde görece yeni oluşumlar diyebileceğimiz Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri gibi örgütler tarafından öncülük edilen silahlı mücadeleye sempati duyduğunu gizlemiyor, ancak sözü geçen örgütleri eleştirmekten de geri durmuyor. Eleştirilerinin merkezine fedai örgütlerinin İran analizlerinin kısmen ezbere şemalara dayandığı savını yerleştiren Behrooz, bu dönemin tezlerinin Çin, Vietnam ve Arnavutluk modellerinden devşirme olduğunu vurguluyor. Yazar, gerilla hareketi/teorisi ile ortodoks marksist teori arasındaki açıya işaret etmekle beraber hareketin, Şahlık rejiminde istikrarın zirvede olduğu bir dönemde örgütlenerek ve rejimle bir “yenişmezlik” durumu yaratarak tarihsel bir önem elde ettiğini söylüyor:
“(…) gerilla hareketi, rejime, gücünün doruğundayken meydan okumuştu. Bu meydan okuma, rejime karşı, adanmış marksist öncünün yönetiminde bir halk devrimi başlatamamış olsa da, rejim de gerillaları ortadan kaldırmayı başaramamıştı. Bu tıkanma ve yenişmezlik ortamında gerillalar iki şeyi başardı. Birincisi rejimin bütün askerî ve malî kaynaklarına rağmen yenilmezlikten uzak olduğunu kanıtladılar. Gerilla hareketinin birincisiyle bağlantılı ikinci başarısı da, 1950 ve 1960’ların ardından, diktatörlüğe karşı bir direniş kültürü yaratmasıydı.” (3)
Sözü edilen yenişmezlik durumu, 1979 senesinde sona erecekti.
“İslam Devrimi”
Maziar Behrooz’un kitabının 1979 İslamcı karşı-devrimin sol üzerindeki etkilerine ayrılan üçüncü bölümünde ağırlıklı olarak, sol hareketin karşı-devrimin hemen arkasından, kurulmakta olan yeni rejimin doğasını kavrayamaması gerçeği anlatılıyor. Solun birkaç yıl içinde gerçekleşen politik (ve kısmen fiziksel) tasfiyesiyle sonlanan bu bölümde bir noktanın eksik bırakıldığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz özel olarak İran Solunun tarihine eğilen bu çalışmada 1979 devrim-karşı-devrim sürecinin ayrıntılı olarak incelenmesi kendini birincil bir zorunluluk olarak hissettirmemektedir. Ancak birdenbire karşı-devrime geçilmesinin belli bir kopukluk yarattığı, aynı zamanda solun tarihi açısından da belli noktaları eksik bıraktığı kanısındayız.
Son derece karmaşık ve iç içe geçmiş nedenlere dayanan 1979 karşı-devrimi, kalkış noktaları itibarıyla bir halk hareketi niteliği taşımaktaydı. ABD kuklası Şahlık rejimine, onun güdümündeki rantiye devlete ve hızlı modernleşmenin yarattığı toplumsal eşitsizliklere karşı harekete geçiren İranlı halk kitleleri, son aylara kadar doğrudan doğruya dini temalarla hareket etmiyor ve dar anlamda dini talepleri dillendirmiyordu (4). Öte yandan Humeyni önderliğindeki İslamcı hareket 60’lardaki dini söylemini 70’lerde “hiç kuşkusuz sol hareketin etkisiyle” önemli ölçüde değiştirmiş ve sol temaları da kullanmaya başlamıştı. Humeyni’nin başarısının temel nedenlerinden biri olan bu durum İran Devrimi sürecinin kilit meselelerinden birisidir ve bugün de tüm sol hareketler tarafından kapsamlı bir biçimde değerlendirilmelidir.
Behrooz’un çalışmasında ise “Devrim: Ölüm Dansı” başlıklı bölüm 1979 karşı-devrimine giden süreci ana hatlarıyla betimlemekle sınırlı kalıyor; sonrasında ise 1983’e kadar geçen dört yıllık süre zarfında solun ortaya koyduğu kararsız ve dağınık durum irdeleniyor ve buradan kitabın son bölümüne geçiliyor.
Bitirirken
Maziar Behrooz’un kitabı, ayrı birer başlık halinde devrimci-komünist hareketin başarısızlığının genel ve özel etmenleri ile yapısal nedenlerinin mercek altına alındığı dördüncü bölümle sona eriyor.
Başta söylediğimiz gibi, akademik bir çalışma ve bir tarih kitabı olarak hazırlanan bu eser, önemli bir politik işlev de görüyor. Yıllardır “muhafazakâr-reformcu” geriliminde özne olarak kendini ortaya koyamayan, yine bugün emperyalist saldırı tehditleri karşısında kendi bağımsız sesiyle toplumun karşısına çıkamayan İran Solu’nun geçmişini “içeriden” anlatan bu çalışma, yaptığı kimi siyasal çıkarsamalarının tartışılırlığına rağmen okumaya değer.
DİPNOTLAR:
(1) Maziar Behrooz, Nasıl Yapılamadı: İran’da Solun Yenilgisi, Epos Yayınları, Ankara 2007, s.8
(2) Tam adı İran Kitle Partisi (Hizb-i Tudeyi İran) olan parti dilimize “Tudeh” şeklinde yerleştiği için bu yazıda da aynı kelime kullanılacaktır. Ancak İranlı yazar “Tude” kelimesini kullanmaktadır.
(3) Behrooz, s. 163-164
(4) Bu konuda şu makalenin okunmasını öneririm: Fred Halliday, “İran Devrimi: Eşitsiz Gelişme ve Dinci Popülizm” (İran Devrimi: Din, Anti-Emperyalizm ve Sol, Belge Yayınları, 1992 içinde).
Nasıl yapılamadı: İran’da solun yenilgisi
Maziar Behrooz
Çeviri: Ercüment Özkaya
Epos Yayınları
Ankara 2007, 318 sayfa