Hikâye, yurdumuzda basın ve söz hürriyetinin, yalnız kâğıt üstünde yazılı bir süs olarak bırakıldığı, aydınların konuşamaz duruma getirildiği günlerde, halkı bu duruma düşüren ve gerçekleri ancak kendi başları belaya girince söylemeye çalışıp da, artık söyleme olanağı da bulamayan kara aydınları yermek için yazılmış ve yine o günlerde yayımlanmıştır. (1958) Ah, biz! Ah biz eşekler!.. Biz eşek milleti de eskiden, siz insan milleti gibi konuşurmuşuz.
Bizim de kendimize göre bir dilimiz varmış. Konuşmamız, müzik denli güzel, uyumlu, kulağa tatlı gelirmiş. Ne güzel konuşur, ne türküler söylermişiz. Biz eşek olduğumuzdan, sizler gibi insanca değil, eşekçe konuşurmuşuz. Ama eşekçe, yumuşak, tatlı, uyumlu zengin bir dilnıiş. Biz eşek milleti eskiden, şimdi olduğu gibi anırmazmışız, sonradan anırmaya başlamışız. Şimdi, biliyorsunuz, bütün isteklerimizi, duygularımızı, algılarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, birbirimize ve siz insan efendilerimize anırarak anlatmaya çalışıyoruz. Anırmak nedir? “Aaaaii, Aaaaii” diye arka arkaya bir kalın, bir ince, ağızdan iki uzun heceli ses çıkarmak. Anırmak işte bu… Bizim o zengin dilimiz, şimdi kala kala, bu iki heceli tek sözcüğe kaldı.
Bir yaratık, bütün duygularını tek sözcükle nasıl anlatabilir!.. Nasıl olup da o zengin eşekçe ölmüş, bir ölü dil olmuş, sonra biz eşekler anırmaya başlamışız; bunu merak etmiyor musunuz? Merak ediyorsanız anlatayım. Kısacası, bizim dilimiz tutulmuştu. Korkunç bir olayla aklımız başımızdan gidip de, dilimiz tutulunca eşekçeyi tüm unutmuşuz. O günden sonra da yalnız anırarak, iki uzun heceyle bütün duygularımızı anlatmaya çalışmışız. Biz eşeklerin dilimizin tutulması, epiyce eski bir olaydır. Eski kuşaktan bir yaşlı eşek varmış. Bigün, bu eski kuşaktan yaşlı eşek, kırlarda tek başına otlamaktaymış. Hem otlar, hem eşekçe türküler söylermiş. Birara burnuna bir koku gelmiş; ama güzel bir koku değil, kurt kokusu… Eski kuşaktan eşek, burnunu yukarı dikip, havayı derin derin koklamış. Hava, keskin keskin kurt kokuyormuş. Yaşlı eşek, Yok canım, kurt değildir… diye avunup otlamaya başlamış. Kurdun kokusu gittikçe artıyormuş. Belli ki kurt yaklaşıyor. Kurt yaklaşıyor demek, ölüm geliyor demek… Eski kuşaktan eşek, Kurt değildir, kurt değildir… diye kendini avutmuş. Ama kurdun kokusu da gittikçe ağırlaşıyor. Yaşlı eşek, hem korkuyor, hem de oralı değilmiş gibi görünerek, kendi kendine, İnşallah kurt değildir.
Kurt buraya nereden gelecek, nereden beni bulacak?., diyormuş. Böylece kendi kendini avutmaktayken kulağına sesler gelmeye başlamış. Ama güzel ses değil, kurt sesi… Yaşlı eşek kulaklarını dikip sesi dinlemiş; evet kurt sesi… Gönlü bitürlü kurdun gelmesine razı olmadığından, Yok canım, bu ses kurt sesi değil, bana öyle geliyor… der, otlamaya devam edermiş. Ama ses de gittikçe yaklaşıyor… Eski kuşaktan eşek yine avunurmuş: Kurt değildir, hayır kurt sesi olamaz!.. O korkunç ses, büsbütün yaklaşmış. Eşek kendi kendine söylenirmiş: Yok, yok… Dilerim bu kurt olmasın… kurdun başka işi yok da, buraya mı gelecek!.. Biyandan da yüreğini korku sardığından gözü çevresindeymiş. Bir de bakmış; karşı dağın tepesinde, sisler, dumanlar içinde bir kurt… Aah, demiş, bu benim gördüğüm, kurt değil, başka bişey… Başını otlara sokmuş. Bana öyle geldi galiba, hayal gördüm. Evet, evet, hayal olacak… Sonra, çalıların arasından koşan kurdu görünce, korkusu artmış. Ama kurdun gelmesini hiç istemediğinden, yine kendini kandırmaya çalışıyormuş: Kurt değildir, inşallah değildir. Başka yer kalmadı da burasını mı buldu gelecek?.. Gözlerim iyi seçmiyor da ondan… Çalıların gölgesini kurt sandım. Kurt yaklaşmış. Aralarında eşek adımı ile üç dört yüz adım kalmış. Eski kuşaktan eşek, Aman Tanrım, yoksa bu gelen gerçekten kurt mu?..
Hayır, olamaz. Olmamalıdır. Ah… Yok, yok, kurt değil… diye inlemeye başlamış. Kurtla aralarında elli adım kalınca o yine avunuyor muş: Şu karşımda gördüğüm yaratık kurt değildir inşallah… Canım, ne diye kurt olsun… Belki devedir, belki fildir, belki de başka bişey, belki de hiçbişeydir. Ben de herşeyi kurt görmeye başladım. Kurt sırıtarak yaklaşmış yaklaşmış. Aralarında ancak bikaç adım kalınca, yaşlı eşek, Biliyorum, bu gelen kurt değil, evet kurt değil, ama ben şuradan azıcık uzaklaşsam kötü olmaz… demiş. Başlamış yürümeye. Başını geri çevirip bakmış, kurt sırıtarak, ağzının suları akarak arkasından geliyor. Eski kuşaktan eşek yakarmaya başlamış: Ulu Tanrım, bu gelen kurt bile olsa, kurt olmasın, ne olur… Kurt değil canım, ben de boşu boşuna korkuyorum. Böyle deyip adımlarını açmış. Kurt da onu izliyormuş. Kart eşek koşmaya başlamış. Kurt da onun ardından koşmuş… Eşek, Ah, ben de ne budalayım… diyormuş. Yaban kedisini kurt sanıp kaçıyorum. Hayır, kurt değil… Ayaklarının var gücüyle kaçıyor, biyandan da içinden şöyle geçiriyormuş:
Kurtsa da kurt değildir… İnşallah değildir. Yok canım, ne diye kurt olsun… Başını çevirip arkasına bakmış, kurdun gözleri ışıl ışıl yanıyor. Eşek dörtnala kaçar, hem de, Vallahi de kurt değil, billahi de kurt değil… Allah belamı versin ki kurt değil… diye söylenirmiş. Eşek kaçmış, kurt kovalamış. Kuyruğunun dibinde, kurdun kızgın kızgın solumasını duyunca, yaşlı eşek kendi kendine, Bahse girerim ki bu kurt değil… Kuyruk altımda solumalarını duyduğum bu yaratık kurt olamaz… diye söyleniyormuş. Kurdun ıslak burnu, eşeğin apış arasına değince, yaşlı eşek de sıfırı tüketmiş. Bir de başını çevirip bakmış; kurt üstüne atıldı atılacak… Artık adım atacak gücü kalmayan kart eşek, kurdun sert bakışları altında kıpırdayamaz olmuş, oracıkta kalmış. Kurdu görmemek için gözlerini yumup, Kurt değil canım boş ver… İnşallah değildir. Sanki ne diye kurt olsun… diye kekelemiş. Kurt, sağ kabasına bir pençe atınca, oracığa yıkılan eşek, Biliyorum, biliyorum, sen kurt değilsin. Arkamla oynama, gıdıklanıyorum. El şakasını da hiç sevmem… demiş.
Azgın, aç kurt keskin dişleriyle eşeğin sağrısını ısırmış, budundan büyük bir parça koparmış. Can acısıyla yere yıkılan eşeğin birden dili tutulmuş. Bildiği eşekçeyi, korkudan unutmuş. Kurt boynuna, gerdanına saldırmış. Eşeğin heryanından kanlar fışkırmaya başlamış. İşte ancak o zaman eşek, Aaa kurtmuş… Aaa o imiş… Aaa, o imiş!… diye bağırmaya başlamış. Kurt onu parçalar, o da dili tutulduğundan, yalnız, Aaa, o imiş… Aaa, ooii… Aaaiii… Aaaiii… diye bağırır, inlermiş. Kurdun dişleriyle parçalanan eski kuşaktan eşeğin dağı, taşı inleten son sözlerini bütün eşekler duymuşlar: Aaaaiii, aaaiii… İşte o günden sonra, biz eşek milleti, konuşmasını, söyleşmesini unutmuşuz; her duygumuzu, her düşüncemizi, anırtıyla anlatmaya başlamışız. O eski kuşaktan eşek, tehlike kuyruk altına girinceye dek, kendini avutup, kandırmamış olsaydı, bizler de konuşmasını bilecektik. Ah biz eşekler, ah biz eşek milleti… Aaaai, aaai, aaaii…